30 Kasım 1937 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 12

30 Kasım 1937 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 12
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Bundan iki bin üç yüz sene evvel, Türkmenistanda eski (Mero) şehri- nin bulunduğu yerde, güzel bir kra- içe vardı: Mirta. Mirta hüküm ve nüfuzunu, bütün komşu ülkelerde tanıttırıyor; küçük bir emrile yüz binlerce Türkmen süvarisini ülkeler istilâsı için göndermeğe kadir bu- Tunduğunu gösteriyordu. Mirta'nın emir ve iradesine karşı gelecek hiç kimse yoktu. O ihtiyarlar meclisinin hüküm ve kararlarına, sa- dece. ananeye sadakat için itaat eder; bunu milli bir borç, milli bir farize bilirdi. Bazan kendisine İti- raz edenlere, siyah birer inei gibi parlıyan iri gözlerini tevcih ile öyle bir bakardı, ki; böylece en cesur kalbleri bile birer kurşun gibi eriti- verir, en serkeş, en asi başları ko- yun kadar halim bir hale sokuve- rirdi. Onun en kavi silâhı gözleri, en haşmetli kuvveti güzelliği idi. Tabi- atin pek müstesna ihsan ettiği bu güzellikle; ordusu da olmasa, tek başına kaleler bile fethetmeğe muk- tedirdi. Yirmi üç yaşında olmasina rağ- men hâlâ evlenmemişti. Cesaretle iz- divacını talep edenler, delirmek, çıl- dırmak, ölmek felâketine maruz ka- ırlardı. Bu biçarelerin adetleri © kadar çoktu ki o kabirlerinin birbiri- ni takiben sıralandığı yere ' «Mirta'- nın mezarlığı denirdi. Komşu bir hakan, (Akây) da bu: nun güzeliğini duymuş, kendi gü- zelliğine mağrur, izdivacıni talep et- meğe gelmişti: Günlere Süren yal varması, Mirta'nın katı kalbinde kü- çük bir merhamet bile üyandırma- mıştı. Akay, yalvarmadan “bir ne- tice hasıl olamıyacağıni anladığı za- man; — Mita o halde gitmek icap edi- yor, değil mi?... Demişti. Genç kadın omuzlarını Kaldırdı: — Tabit değil mi ya... © Ve sonra birşey unutmuş gibi müstehzi HÂve etti: — Mezarlığımda kendinize bir yer ayırdınız mı? Akay hayretle baktı: — Hayır, dedi. Ölmiyeceğim!, Mirta güldü: — Bakalım!, Diye cevap verdi. O nekdisini sevenlerin ölmelerini görmeğe alışmış ve bundân'bir zevk duymağa başlamıştı. Akayın da ayni ükibete düçar olacağını zannediyor- du. Genç ve güzel bir hakanı uğ- rTunda öldürmekten mütevellit zev- kin vereceği neşeyi düşünerek sevini- yordu... Onun aşkı sevmemek; fa- kat ölenleri görmekti. Yalnız bu sefer günler geçtiği hal- de, kendisine bir eğlence teşkil ede- cek bu sevinmeğe bir türlü kavuşa- mamıştı. Çılgın bir asabiyet içinde merakla bekliyordu. Yazık ki mezar- ık olduğu gibi duruyor, yeni bir kabir ilâve edilmiyordu. “Yavaş yavaş bunun sebebini tah- kik etmek arzusu başgösterdi He- men her tarafa adamlar çıkarttı. Nihayet, (Akay) ın, bir.dağ tepesin- de, onun aşkını unutmak için, şarap fıçıları Arasında, gece gündüz sar- hoş yattığını öğrendi. Küplere binmişti. — Nasıl! Nasıl! diyordu. Şarap benim aşkımı yenebilecek Kadar bir kuvvete sahip midir? Hemen tutulup getirilmesini em- retti. Akay, sarhoş ve perişan huzuruna çıkarılmıştı. Mirta aşki “yüzünden perişanlığa düşen bu zâvallıyı, göz- lerini küçülterek tepeden tımağa ka- dar süzdü. Ve; — Bu halin ne? Ne yapıyorsun?!.... — Hiç, sevenin ve anlâyânın kol Yarına düşüyorum... — O şarap mı? O zehiri... — Evet... Bazan zehir diye telâkki edilen şeyler bir saadet ve refah ümit edilen dudaklardan daha ziya- de panzehir olur... Mazinin acı dert- lerini unutturmak için sinelerinde oyalarlar, avuturlar. ve hattâ unut tururlar da... Mirta çılgın gibi yerinden fırladı, MA rp beni Ml du mu? — Evet... Ve şimdi sizi değli, şara- bı.sevmeğe başladım. Mirta güzelliğine büyük bir isyan teşkil eden bu sözleri daha fazla din- Wyemezdi. Kadınlık gururu kabar- muşta. O her şeyi affederdi. Fakat unutulmağı asla... — Buraya bakın!.. Dedi, Köleler deli gibi koşmuşlar- dı, — Bir insan alacak leğen hazırla- tın... İçini şarapla doldurup bura- ya geritin. Ve bunun hazırlanmasına okadar (Akay) ı olduğu yerde bırakarak çekilip gitti. O kendisini unutmak istiyen mecnuna, bu küstahlığının ne büyük bir günah olduğunu gös terecekti. * “ İki saat sonra iradesi yerini bul- muş, lâhde benziyen bir leğen Şş8- rapla dolu olarak huzuruna getirtil- mişti. (Akay) ı göstererek ve hiç bir merhamet hissetmiyerek: — Bunu içine atın!... Dedi. Zavallı âşık şarabın içine atılmış, ve kapatılan kapağın üstüne dört tane köle de oturtulmuştu. Mirta kendisini unutmak cüretini gösteren bu sefilin şimdi içeride bo- gulurken çektiği iztırabı düşünüyor- du. Birdenbire durdu. Helecandan söz söyliyecek kuvveti bile kalmadı. — Açın, çıkarın... Diye bağırdı. Çok geçti... Kapak açılmış, fakat (Akay) çoktan boğulmuştu. Titre- ye titreye şaraptan mgarın yanma geldi. İçine dikkatle baktı. Düşme- mek için nedimesinin koluna dayan- dı. Ve orada bulunan ihtiyarlara; — Ne büyük bir cinayet yaptım. Hükmünüzü verin... Dedi. Hiç kimse cevap veremiyor- du. İsyan ile bağırdı: — Ne için susuyorsunuz?... En ihtiyarı atıldı: — Hüküm verebilmek için behe mehal bir mahkemenin vücudü şart değildir. İnsanın kendi vicdanı ka- dar doğru hükmedebilecrek bir hâ- kim tasavvur edilemez, En âdil ka- rarlar ancak yicdanlardan sudur ede- biliri... Mirta, ihtiyarın ne demek istedi- ğini anlamıştı. Nedimesinin kolun- dan ayrılarak, şarap mezarının ya nuna çöktü. Ve: — Dolabı aç, orada yeşim taşın- dan yapılmış küçük bir kutu var, onu bana ver... Dedi, Aldı içinden” bir toz çıkardı. Altın kâsesini getirtti, Güzel haka- nın ölüsünün yattığı şaraptan al dırtı. İçine tozu attı. Ayağa kalktı. Şarap mezarına doğru eğilerek: Seni öldürmekle gururumu memnun ettim, Ben de kendimi öl- dürmekle senin ruhunu şad ediyo- rum! Dedi. Ve sonra acı bir tebessüm içinde ilâve etti: — Ben öldükten sonra, beni bu- nun içine alınız... Onunla beraber şarapla gömünüz. Ve bir yudumda zehirli şarabi içti, R. Çavdarlı Beyoğlu Halkevinden: 1 — 301897 anlı günü saat 1830 da Evimizde (Türkiyede para meseleleri) hakkında profesör bay Muhlis Ete tara- Kocaeli vilâyeti mektep kitapları satış yeri, Her nevi kırtasiye çeşitleri, Nauman ve yazı makineleri, Ko- dak makine ve levazımı saire bulunur. Baş, diş, nezle, grip, romatizma ve bütün ağrılarınızı derhal keser, İcabında günde 3 kaşe alınabilir. Taklitlerinden sakınınız ve her yerde israrla giripin isteyiniz. A evde yalnız kalmıştı, 30 Teşrinisani 1937 a 30 Teşrinisani 937 İstanbul — Öğle neşriyatı: 1230: Plâkla Türk musikisi, 1250: Havadis, 1305: Plâkla Türk musikisi, 1330: Muhtelif plâk neşriyatı, 14: BON. Akşam neşriyatı: 1840: Plâkla dans musikisi, 1845: Konferans; Eminönü Halkevi neşriyat kolu namına Nusret Se- fa, 19: Çocuklara masal: Bayan Nine ta- rafından, 1930: Konferans: Bıninönü Halkevi sosyal yardım şubesi namma; Eşref (Çocuk ve gençlerin musiklde ta- hasslis kabiliyetleri), 1945: Borsa haber- leri, 20: Klâsik Türk musikisi: Okuyan Nuri Halli, keman Reşad, tanbur Dürrü, kanun Vecihe, ut Sedad, kemençe Kemal Niyazi, nisfiye Salâhaddin Candan, 2030: Hava raporu, 2043: Örer Ra tarafın- dan arabca söylev, 2048: Vedin Rıza ve arkadaşları tarafından. Türk“musikisi ve halk şarkıları (Sat ayarı), 21,15: ORKES- TRA: 1 - Greg: Peer - Oynt Sulte, 2 - : Papana vals, 3 - Pes: - Olfenbash: La Belle Höleğne $ - Tschalkowsky: Natha - valse, 22.15: Ajans haberleri, 22,30: Plâk- Ja sololar, opera ve operet parçalari, 22,50: Son haberler ve ertesi günün prog- ramı, 23: SON. Ankara — Öğle neşriyatı: 1230 - 1250: Muht plhk neğriyatı, 1250 - 138: Plâk: “Türk musikisi ve halk şarkıları, 13,15 - 1330: Dahili ve harisi haberler. Akşam neşriyatı: 1850 - 19: Muhtelif plâk neşriyatı, - 19 — 1930: Türk musikisi ve hsik şarkıları (Hüznüye ve arkadaşla” Tr), 1980 - 1945: Saat ayarı ve arapça neşriyat, 1945 - 2015: Türk musikisi ve halk şarkıları (Hikmet Rıra Sesgür ve ar- kadaşları), 20,15 - 2030: Sıhhi kanuşma: Dr. Vefik Vassaf, 2030 - 21: Plâkla dans musikisi, 21 - 2115: Ajans haberleri, 21,15 - 2158: Stüdyo salon orkestrası: 1 - Mozart: Die Sehuldighelt Gelboos, 2 - Thomas: Ta Cait, 3 - Strauss: Donaume, 4 -Lalo: Dansous, 5 - Moussorsgy: İnter- mezzo No. 2, 21,55 - 22: Yarınki program ve İstiklâl marşı, 1 Kânunmeyvel 837: Çarşamba İstanbul — Öğle neşriyatı: 1230: Plikla Türk musikisi, 1250: Havadis, 1305: Plâkla Türk musikisi, 1355): Muhtelir pili | neşriyatı, 14: SON. Çektiği ıstırap- ların mes'ulü kendisidir NEVROZIN Kaşelerini tecrübe etmiş olsaydı ona cehennem hayatı yaşatan bu muannit baş ağrısından eser kalmıyacaktı. NEVROZIN Bütün ıstırabları dindirir, baş ve diş ağrılarile üşütmekten müte- vellid ağrı, sızı ve sancılara karşı bilhassa müessirdir. NEVROZIN Mideyi bozmaz, Kâlbi ve böbrekleri yormaz. İcabında günde 3 kaşe alınabilir. İsim ve Markaya Dikkat Taklitlerinden sakınınız 1987, çarşamba akşamı saat 18,30 da Etib- ba odasında toplanarak tebliğlerde bu- Tunulacaktır. Muhterem (meslekdaşların teşrifleri rica olunur. Tarihi KAPTAN PAŞA GELİYOR Deniz Romanı Yazan: İskender F, Sertelli mam Tefrika No. 73 - Roza: “Canım dana sucuğu istiyor, baba! Neredeyse memem şişecek..,, diye yalvarıyordu... Şimdi yalnız bu ağaçlar kalmış... Şir- toları kaynatıp suyunu içersen, üzüm suyu içmiş gibi hoşuna gidecek, Zora derhal yaprakları kaynattı.. içti. — Sahi, dedi, mis gibi üzüm ko- kuyor. Allah senden razı olsun. Greçyano da karısı kadar sevin- mişti, 'Balıkçıya: — Bu yapraklardan tepede var mı? Diye sordu. Andrea: — Evet, dedi, çok vardır. Lâzım olursa gene gider getiririm, O gün Zora akşama kadar yattı, uyudu. Fakat, ertesi gün kalktığı zaman canı başka bir şey istiyordu: Dana sucuğu. Zora gözlerini açar açmaz burnu- na bu koku geldi... Kocasına; — Sinyor, dedi, mis gibi kızarmış dana sucuğu kokuyor. Aman bana biraz sucuk bul! Greçyano şaşırdı. Şirto yaprakları üzüm ihtiyacını tatmin etmişti amma. adada kö- pek etinden bile sucuk bulmak kabil değildi. Zora balıkçıya yalvardı: — Canım dana sucuğu istiyor, ba- | bal Neredeyse memem şişecek... Ba- na bir lokma olsun sucuk bulamaz mısın? Andrea ihtiyar kardinale koştu, vaziyeti anlattı: — Sinyor Ciyovaninin karısı gebe- dir, burnuna dana sucuğu kokmuş... Ne yapalım? Kardinal Antoni kulübesindeki do- Jabını açtı: — Burada geçen yıldan kalma bir Diyerek dolabın gözlerini araşlır- dı. Ve .sevinçle Andreanın yüzüne baktı: — Zoranın talihi varmış, İşte du- ruyor... Dedi. Sucuk parçasını balıkçıya uzattı: — Haydi, hemen götür bunu Z0- raya... çok * ” Günler böylece iztırap ve yoksul- luk içinde geçiyordu. Zoranın iş- tekleri bitmiyor, her gün burnuna bir başka şey kokuyor, her gün cani bir başka şey çekiyor ve hiç birisi bulunamıyordu. Sinyor Greçyano bu üzüntülü ha- yattan Ousanmıştı. Bir taraftan kızı Rozitayı hatırlıyarak ona diş bi- liyor, diğer taraftan. yirmi yıl önce karısının yaptığı ihaneti düşündük- çe fena halde sinirleniyordu. — Rozita benim kızım değilmiş. Onu yirmi yıl kendi kizim gibi sev- dimdi. Şimdi elime geçse pârçalar- dım meltinu. Diye söyleniyordu. Halbuki bu ha- disede Rozitanın ne suçu vardı? O, bir günahın, bir ihtirasın do- gurduğu çocuktu. Suçun en büyü- ğü Rozitanın anasında idi. Greçya- no bunu anlamamış değildi. Ne yap- sın ki Rozitanın anası çoktan öl- müştü. Greçyano, meydanda rahip Anto- niden başka öç alacak kimse göre- miyordu. Adada yaşıyan on altı kişinin he- men hepsi de suçlu ve mazileri ka- ranlık kimselerdi. Bu adamlar re- hip Antoniye o kadar bağlanmışlar- dı ki... Greçyano bir an için rahibi öldürmeğe karar verdiği halde, ada. Uların kendisine karşı alacağı vazi- yeti düşünerek itidalini kaybetme- meğe çalışıyordu. Bir sabah Greçyanoya: — Baba Antoni bugün Allaha yal varacak. Bu duada hepimizin bu- Tunması lâzım, Demişler ve Greçyanoyu da zorla ap kulübesine götürmüşler. Rahip Antoni — Allahın huzurunda dua eder- ken; yanımda ve karşımda dişi bir mahlük görmek istemem. Dediği için, Zorayı rahibin kulü- besine götürmem!şlerdi. Ada sakinleri rahibin . etrafını sa- Tarak, büyük bir iman ve tevekkül ile ellerini yukarı kaldırdılar, Rahip Antoni gür sesile duaya başladı: — Allahım! Burada benimle bera- ber yaşıyan ve şimdi sana ellerini uzalan kimselerin en ağır suçlusu- su benim. Yirmi yıldır sana kendi- mi affettirmeğe çalışıyorum, Eğer beni hâlâ affetmek istemiyorsan, hiç olmazsa bu zavallıların seslerini işit! Onlar arasında suçu çök hafif kim- seler de vardır. Onlara ben acıyo- rum, Tanrım. Sen de merhamet etl Artık yiyeceğimiz, içeceğimiz kalma- dı. Şimdi aramıza, kamı gittikçe büyüyen bir dişi mahlük ta girdi. Onun karnında taşıdığı çocuğa ol sun merhamet et! O henüz dünya- ya ayak basmadı. Günahınne de mek olduğunu bilmez. Bu nezih mahlükun kolaylıkla dünyaya gel- mesi için anasına sen yardım et. Onun rızkını gönder! Greçyano -bu duaya amin demek- le beraber, içinden gülüyor ve: — O çocuk, günahın ta kendisidir. Allah bize nasıl yardım etsin?... Diye murıldanıyordu. Rahip Antoninin düasından çok şey uman münzeviler günlerce bek- iediler, Ne gelen vardı, ne giden... Balıkçı Andrea: — İşte Allah bize balık vermiş... Keçiboynuzu vermiş... Av etleri ver- miş... Daha ne istiyoruz? Diye söyleniyordu. Balık eti, av eti... Bunlar iyi amma, ekmeğin yerini tutân bir gi- da yoktu. Zora gittikçe zayıflıyordu. Sinyor Greçyano da eski heybetli vücudünün gittikçe çöktüğünü gö rüyordu. Greçyano: — Allah işini biliyor. Bizim gibi günahkârları bir araya toplamış. Vatikan çilehanelerinden ne farkı var burasının? Diyor ve telihine küsüp oturu- yordu. Zoranın karnındaki çocuk beş bu- çuk aylık olmuştu. Rahip Antoni bir gün! — Ciyovaniye söyleyin, Floransa» da çok büyük günahlar işlemiş ola- cak ki, cezasını çekiyor! Diye haber göndermişti, Greçyanoya bu haberi Me Andrea: — Günahınızı affettirmek için râ hip Anfoninin ayaklarına kapanınız! Diyerek Ciyovaniyi rahibe götür- mekte ısrar ediyordu. Greçyano baklayı ağzından çıkar mak sırası geldiğini hissetti, — Pek âlâ, dedi, Antoniye gidip yalvaracağım. Bizim için de Allah- tan yardım istesin. Fakat, Allah onu affetmiş midir? İlk önce bunu an- lamak Istiyorum, Andreâ, Andrea gözlerini açtı: — Antoni hakkında fena düşünü- yorsunuz, sinyor! Ona kötü gözle ba- karsahnız adamıza şeamet getirirsi- niz! Greçyano fazla bir şey söylemedi. Andreanın sözünü dinledi, Kulübe- den birlikte çıktılar. Ve Antoniyi ziyaret etmek üzere yola düzüldüler. Greçyano kendi kendine düşünü- yordu: — Bu adamlar Antoninin kerame- tine ve büyüklüğüne inanmışlar... Andrea bana, bu günahkâr rahibin ayaklarına kapanmamı tavsiye edi- yor. Halbuki Antoni hem benim düş- marımdır, hem de dünyanın en bü. yük günahkârlarından biridir, Antoninin . kulübesine vardıkları zaman, kapıdan bir ses işittiler: (Arkası var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: