13 Mayıs 1938 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9

13 Mayıs 1938 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

© 18 Mayıs 1938 Şevket öğle trenlle dikten sonra oNadideyi bir düşünce tldı. Kocasının şu bahçe merakı âde- İa bir hastalık haline girmişti. Şev- ketin bahçesinden ve çiçeklerinden başka hiç bir şeyi gözü görmüyordu. Onda bahçe merakı şehirden epey uzak olan bu sayfiyeye taşındıkları- Run altıncı ayında başlamıştı. Bu ten- ha ve eğlencesiz köye yerleşince ilk alt! ay Şevketin canı çok sıkılmıştı Ondan sonra yavaş yavaş bahçeye Ve çiçeklere merak vermişti. Merakı gittikçe arta arta işte nihayet bu ha- le gelmişti. Şimdi sabahleyin erkenden yalş- Zindan fırlar fırlamaz soluğu bah- çede alıyordu. Bakalım bir müddet €vvel dikilen çiçek tohumlarından hangisi açmış? Güller ne âlemde Pidelerden tutmıyan var mı?.. Şevketin en büyük zevklerinden biri de sabahleyin çiçeklerine karşı bir iskemle atmak, sabah kahvesini burada içmek ve bir de, keyifli keyifli Sigara tellendirmekti. Bu sabah kah- Yesinden, sabah keyfinden sonra he- men bahçe hizmetleri başlardı. Kuru Yaprakları ayıklar, kesilecek dalları, çiçekleri keser, elindeki kırmızı lâs- tik borusile - çiçek tarhlarını sular. Bir sürü bahçe işile öğleyi ederdi. Öğle yemeğinde hep çiçekten, bah- Çe işlerinden konuşurdu. Yemekten sonra sıcak günlerde bahçede bir altına attığı uzun iskemlede kısa bir şekerleme kestirirdi. Uyan- dı mı? Tekrar bahçe işlerine başlar- di. Eğer kendi bahçesinde görülecek İŞ yoksa bu sefer komşuların bahçe- birer birer dolaşırdı. Ona bah- Ş€ ve Çiçek işi olsun da - nerede olur- Sa olsun - büyük bir zevkle ve âlâka İle görürdü. İşten kaçınmazdı. Akşam yemeğinden sonra Fransız- €8, almanca, ingilizce olarak getiri- İĞ çiçekçiliğe dair kitapları okur, Avrupadan yeni gelen çiçek kalalok- larını karıştırır dururdu. Pek coşar- #â €vdeki çoluk çocuğa çiçekler hak- da bir konferans vermekten Şeklnmezdi, Bahçesindeki çiçeklere hakiki bir ik gibi bağlı idi, Sevgili çiçeklerinin İF takım acayib isimleri de vardı. inin adı «Sarıkız» , kiminin adı #Nazlı Kontes» , kiminin ismi «Şen »>.di. Daha böylene garib İsimli çiçekleri vardı. Hepsi de aşağı kadınlara aid isimlerdi. Nadide kocasının bu bahçe ve çi- Şek merakını tik zamanlarda hoş Börmüştü. Yakat sonra zaman geçin- ©€ ve bu merak Şevkette bir hastalık âlini alınca kazın ayağı değişmişti. Çiçeklerinden başka biç bir şeyle Meşgul olmıyan Şevket kendisini Ih- Mal ediyordu, Artık Şevketin gözü X ve çocuklarını görmez olmuştu. âdide âdeta çiçekleri kıskanıyordu. ere düşman oluyordu. Şevket bugün İstanbuli öteberi için inmişti. Bu arada bahçe de alınacak birçok şeyler vardı, Kocası akşam eve elinde irili ufak- birkaç paketle döndü. Nadide, Şev- masa üzerine bıraklığı paket- en küçüğüne elini uzattı. Ko- a? >> Bu vanilyalı çıkulata değil mi me. İstarıbula inerken sana amıştım. Ne zamandanberi Sanım istiyordi kaide böyle söyliyerek küçük pa- açmıştı. Fakat paketin İçinden Yalı çikolata yerine garib bir YY çıkmıştı. Şevket telâş içinde: . g; Aman aman Nadide, dikkat et m. O vanilyalı çikolata değil, bi- ve hümunesi aldım, Fenni Te, - tecrübe edeceğim... ğa gübre paketinden elini h ie - Çikolata merede? diye Şevket: — Eyvah, dedi, bahçe için al Kk i ” için alınacak #evler © kadar zihnimi meşgul etti Senin çikolatanı unuttum... Madlde kocasına fena halde kız- Ya beraber öfkesini belli etmedi. Olur şey değilsin evket, dedi, ki © kadar da tenbih etmiştim... esnada genç kadının gözü kâğıda yanılmış bir şişeye ilişti. Şevket İstan- Nadide ona doktorun İstanbula in- | Hâcını almasını söylemişti. Bu kâ- (ıda sarılı şişe her halde mide ilâci olacaktı. Nadide sordu. — Benim iâcımı yaptırdın değil mi? Bu şişedeki o olacak... Şevket: — Yok, dedi, bu bir ilâç amma... Senin ilâcın değil... Çiçeklerin 1l4- cı... Hani pörsüyen, sararan bir çiçek var ya, onun için... Bu ilâç biraz tu- haf bir şey... Kansız, soluk yüzlü in- sanların benizlerine renk gelsin di- ye kuvvet ilâçları içirmezler mi? Bu aldığım ilâç da çiçeklere. nebatlara mahsus bir kuvvet ilâcı... Terkibi tıp- kı kan terkibi gibi bir şey... Sararan pörsüyen çiçeğin köküne bundan döktün mü hasta çiçeğe renk gele- Şevket gene çiçekler hakkında uzun bir konferansa başlamıştı. Nadide sordu: — Peki, benim ilâcım nerede?.. Şevket gene: — Eyvahlar olsun, dedi, bak onu unuttum... Şevketin bu sözü üzerine artık Na- dide isyan etti, Bu olur iş değildi. Nadide hiddetle söylenmeğe basladı: — Anlamıyorum... Sen benimle mi evlendin, yoksa çiçeklerle mi?.. Be- nimle geçip iki lâf etmez- sin. Tesadüfen karşı karşıya kalsak ya bir kitab açar okursun, ya gaze- teye dalarsın. Halbuki sabahleyin çi- çeklerle karşı karşıya keyif çatarsın. Benim hayatım, günlerimi nasıl ge- çirdiğim seni alâkadar bile etmez. Halbuki çiçeklerin hayatına dair, yetişmelerine - dair cildler okursun. Sabah akşam onları tedkik edersin. İstanbula inerken sana ne zaman- danberi canımın istediği çikolatayı almanı sıkı sıkı tenbih ederim. Sen benim çikolatamı unutursun. Fakat | çiçeklerin gübresi aklından çıkmaz. Doktorun bana yazdığı ilâcı almanı söylerim. İstanbula gidince bu aklı- na bile gelmez. Çünkü karının hasta- lığı seni alâkadar etmez. Fakat çi- çeklerinin hastalığı dalma aklında- dır. Benim İlâcımı unutursun, çiçek- lerin flâcını alırsın. Bahçeden içeriye | girmezsin. Bu olur iş değil artık ca- nım... Adeta bu çiçekleri kıskanıyo- | rum. Bu çiçekler âdeta bana rakip... | Şevket işi alaya dökmek İstedi: — Karıcığım, dedi, her insanın bir - i ken- | merakı vardır. Ya bazıları gi dimi bahçeye, çiçeğe vereceğim yerde kadınlara, eğlenceye verseydim? Çap- kınlıkla vakit geçirseydim? Nadide o kadar sinirli idi ki, mazeret kabul etmiyordu: — Her halde çapkın bir koca senin beni ihmal ettiğin kadar karısını ihmal etmez. Hem çapkın erkekler karıları- nın da gönlünü hoş etmesini bilirler. miş. Keşki, keşki bu bahçe merakın olmasaydı da kendini biraz eğlenceye filân verseydin. Sen hayalle alâkanı i | | ! | Hayatında, sıhhatında, saadetinde, temel taşıdır. Çünkü sağlam dişler, insana sıhhat, neş'e güzellik ve sandet verir. RADYOLİN İle fırçalanan dişler inci gibi güzel ve sağlam olur, Sağlam dişler mide- nin sağlamlığını, Sağlam midede vücudün sağlamlığını temin eder. Sabah, öğle ve akşam her yemekten sonra muntazaman dişlerinizi . . fırçalayınız! Bu akşam Nöbetçi eczaneler Şişli: Asım, Taksim: Kürkçüyan, Fi- ruzağada Ertuğrul, Kalyoncukullukta Beyoğlu İstiklâl cadde- e ruyol, Pındıkıda Mustafa Naji, Ka- sımpaşa Müeyyed, Hasköy; Aseo, Eminönü: Agop Minasyan, Fatih; Veznecilerde o Üniversite, Karagüm- rük:: Ahmed Suat, Bakırköy: HUâL, Sanyer: Asaf, Aksatay: Etem Pertev, Beşiktaş: Halit, Fener: Balatta Hü- sameddin, Kumkapı: Belkis, Kü: pazar: Necati, Samatya: Kocamusta- fapaşada Rıdvan, Alemdar; Ali Riza, Şehremini: Topkapıda Nazım, Teybe- Yada: Halk, Büyükada: Şinasi Riza. Her gece açık ccğaneler: Tarabya, Yeniköy, Emirgân, Rumelihisarı, Or- taköy, Arnavutköy, Bebek, Beykoz, Paşabahçe ve Anadoluhisarındaki ec- zareler her gece açıktır. m sabah kahvesi içtiğini görüyordu. Es- kiden bahçede çiçeklerin karşısında sigara tellendirme zevkinin yerine şimdi bu sabahleyin balkon sefası geç- mişti. Şevkel her sabah muntazam kestin canım. Evin mi var? Karın, ço- | luk, çocuğun mu var? Farkında bile değilsin... Nadidenin hiddeti bu kadarla ka!- madı. Zâteri Şevket de İşi azıttıkça a: tayordu. Nihayet genç kadin bir b hane buldu: — Bana bu tenha köyde sinir has- talığı geldi, Beyoğluna geçelim... Ar- tık çiçek denilmiyor mu, sinirleniy rum. Tahammül edemiyeceğim, Ya ben, ya çiçekler... Bu ay içinde mut- laka Beyoğluna taşınmalıyız. Diye diretti, Şevket karısını bu arzu- zundan vaz geçirmek için çok uğras- tı amma hiç bir şey fayda etmedi. Nadidenin dediği değikti. Nihayet Beyoğlunda bahçesiz bir apartımana taşındılar. Şevket karısı- nın uğruna sevgili çiçeklerini birak- mağa mecbur oldu. Fakat bu Beyoğ- Yundaki bahçesiz apartımanda Şevket sudan çıkmış balığa dönmüştü. Gün- lerini .saatlerini nasıl geçireceğini bilmiyor, fena halde canı sıkılıyordu. Bu müthiş can sıkıntısı yüzünden kendisine yeni eğlenceler, yeni meş- guliyetler aramağa başladı. Gençii- ğinde epice mühim çapkınlardandı. Sayfiye hayatı, çiçek ve bahçe merakı ona bu huyunu unutturmuştu. Şim- di uğraşacak bahçe ve çiçekler olma- yınca bu eski huyu tekrar baş göster- di, Nadide birkaç zamandanberi koca- sının sabahleyin balkonda yan gelip İ Gene kocası büyük bir zevk bir talebenin mektebe devamı gibi bal- kona koşuyordu. Bir gün Nadide merak etti; baktı. içinde balkonda sabah kahvesile sigarasını tellendiriyor, Tam karşıki apartıman- da genç bir kadın dekolte bir gömlek- le pencere önünde duruyordu. Kocası -tapkı eskiden sigara tellendirerek çi- çeklerini hayran hayran seyrettiği gibi - karşıdaki genç kadına bakıyor- du... O gün kızılca bir kıyamet koptu. Fakat Şevket işi azdırdıkça azdırıyor- du. Şimdi sayfiyedeki çiçeklerin ye- rine, şehirdeki bazı canlı çiçeklere me- rak salmıştı. Demek sayfiyedeki çiçek- ler Şevkete birçok eski huylarını u- nutturuyordu. Nadide o zaman, eski- den düşman olduğu çiçeklerin fay- dasını anladı. Bir gün Kocasına: — Kocacığım... dedi, artık ben çe- hir hayatından bıktım. Nede olsa biz sayfiyelerin sessizliğine alışmışız. İyi- si mi biz gene sayfiyeye dönelim. Sen gene eskisi gibi çiçeklerle uğraş, Be- nim bile onları göreceğim geldi. Hat- tâ ben de sana yardım ederim. Şevket şehrin tadını almıştı. Say- fiyeye dönmek niyetinde değildi. Fa- kat karısının israrı üzerine sayfiyeye döndüler. Artık Nadide kocasının çi- çek merakına karışmak şöyle dursun, hattâ bahçe işlerinde hergün ona yardım bile ediyor. (Bir yıldız) KAPTAN PAŞA GELİYOR Tarihi Deniz Romanı Yazan: İskender P. Sertelli mmm Tefrika No. 228 Denize indirilen Amiral gemisinin hiç bir devlette eşi yoktu. Papa korkudan Floransaya kaçmağa hazırlanıyor — Yavrum, kafesin arkasında du- Tan kadını nasıl görebildin? — Demin kafesin altından bana bakıyordu, baba! Nereden geldi bu kadın evimize?... — O, senin annendir, Onu görürsen çok seveceksin! doğuran odur. — Şimdiye kadar neden gelme- mişti, baba? Her çocuğun anası evlâ- dının yanında oturmaz mı?! — Öyle amma, senin ünneni eşki- yalar dağa kaldırmıştı, yavrum! — Annemi © zamandanberi ne- den aramadın, baba? — Çok arattım, bulduramadım. Fakat, günün birinde bize geleceğini umuyordum. İşte gledi nihayet. Çocuk tekrar pencereye baktı: — Anne... Neden gelmiyorsun ba bamın yanına? yavrum! Seni Şaban, efendisinden aldığı talimat üzerine Âdileye her şeyi anlatmıştı. | Âdile çocuğa karşı ana rolünü oyni- yacak, onu bir evlâd gibi bağrına basacak ve böylece yeni bir aile yu- vası kurarak Çamlıca eteklerinde kimseye sezdirmeden mesud yaşıya- caklardı. Okuyucularımız elbette anlamışlar. dır ki, bu köşkte kadınsız olarak, ço- cuğile birlikte yaşıyan adam Sinan reisten başka bir kimse değildi. Sinan reis, çoktanberi Çamlıcada başka bir adla yaşıyor ve kimseye gö- rünmüyordu. Şaban onun sadık adamlarındandı. Köşkle iki adamı daha vardı. Bunlar da onun eski de- niz arkadaşlariydi. Sinanın burada bir kadına ihtiyacı yardı. O şimdi aradığı kadını bul- muştur. Sinan o gün Âdile Giraya başından geçenleri ve küçük yavrucuğunun anasını Romada çarmıha gerdiklerini anlattı, — Yeni amiral gemisinin denize indirilisi Kılıç Ali paşa Kınm seferinden döndüğü sırada, üçüncü Murad in- şasma teşebbüs ettiği bir büyük Bastarda (amiral gemisi) nin tersa- nede hazırlandığı görülmüştü. Murad bu geminin, Süleyman ve Selim devrinde yapılan amiral gemi- lerinden daha büyük ve mükemmel olmasını istiyordu. Kılıç Ali paşa hastalanmadan ön- ce tersanede teftiş yaparak, Murada: — Şevketlim, arzunuz yerini bul- du! Bu gemi, şimdiye kadar yapıain Bastardaların en büyüğü ve en hey- betlisidir. Demişti. Garip bir tesdüf eseri olarak, yeni amiral gemisinin denize indirileceği gün kaptan paşa da iyileşerek, bu merasimde hazır bulunmuştu. Gemi denize indirilirken padişah, vezirler, ağalar merasime iştirak et- mişlerdi. Tersane kapısının iki çev- resine hafızlar dizilmiş kuran oku- yorlar, şeyhler ve hocaların düasın- dan sonra muzika çalıyordu, Mura- dın sevinci sonsuzdu. Vezirler padişaha - bu Süleyman devrinden kalma bir adetti - hediyeler” veriyorlardı. Kıhç Ali paşa sarayda sultan Murad için kendi miasrafile muhteşem bir hamam yaptırmıştı. O sırada Bahrlahmer kaptanlığı pa- yesile Portekizlileri takibe çıkan Si- nan paşadan da çok sevindirici bir haber geldi: «Sinan paşa, Bahriahmerde bütün sahilleri yakıp yağma eden dört Portekiz kadırgasını zapteyledi. Artık Bahriahmer sahillerinde £ Portekizlilerden eser kalmamıştır. e Padişaha müjdeleyin!» Sultan Murad Bastardanın denize indirildiği günün akşamı gelen bu habere çok sevinmişti. Şimdi İsatn- bulda bulunan ecnebi elçiler merak ve telâş içinde çırpınıyorlardı: Acaba bu yeni amiral gemisile Türk donan- ması nereye çıkacak? — müştü. Elçinin bu telâşi İngilizlerin Türklerden çekinmesinden ileri gel- miş değildi. Bilâkis Türkler o sıra- Edvard Borton istiyordu Kİ, bu yeni Bastarda ile Türk donanması İspan- yolları tepelesin, Çünkü İspanyollar İngilizleri çok taciz ediyorlar, İngiliz kara sularına kadar sokulârak sık sik deniz çarpışmaları yapıyorlardı. İngiliz ticareti de bu yüzden mahvo- Yuyordu. 5 Dünya siyasetine hâkim olan Türk- Jer elbette bu huzur ve sükünu - filen olmasa bile - nüfuzile temin edebilir- derdi. İşte sir Edvard Bortön bu düşünce ile, yeni Bastardanın enginlere açıl- masını, İspanyollara gözdağı verme- sini istiyordu. Her gün sarayın eşiği» ni aşındıran İngiliz elçisi padişahdan bu vadi de almıştı. Kılıç Ali paşa - ihtiyarlığına bak- mıyarak - gözlerini kamaştıran yeni düzlü devam ediliyordu, ; O günlerde İstanbulda o bilhassa yabancı mahafilde dönen şayialar, denizcilik tarihimizde en göğüs ka- bartıcı hadiseler sırasında sayılabi- Jirdi. Venedikliler; — Türkler artık Venedik cümhü- riyetini ortadan kaldırmağa karar vermişler. Yahudi Kira, sarayda dö- nen bütü gizli entrikaları bize haber | verdi. Diyor ve bu inanişle Venediğe he- yecanlı haberler uçuruyorlardı. Bu haberlerin tesiriledir ki, Roma» da kardinallar bile telâşa düşerek, papaya: «.— Ne olur.ne olmaz, biz de hazır- lanalım. Venediğe baskın yapacak olan Türk denizcilerinin Romaya ak- malarında hiç bir mâni yoktur!» Diye telkinler veriyorlar ve papa» nm muvakkaten Floransaya gilme- sini tavsiye ediyorlardı. Türk korkusu © kadar büyümüş, şümulleşmişti ki, İlalyada bütün ço- cuklar bile (Türk geliyor!) korkusile ağlaşıyordu. Akdenize çıkâcak donanmanın he- defi belli değildi: Nereye gidecek, hangi sahilleri vuracak, kimlerle çar- ? Bunu bilen yoktu. (Arkası var) Yakında BİZANS KAPILARINDA DİŞİ KORSAN |

Bu sayıdan diğer sayfalar: