17 Mayıs 1939 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 12

17 Mayıs 1939 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 12
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Meşhur sanatkâr Müfid Hamdi postacının getirdiği mavi zarfı görün- ce heyecanla doğruldu. Acaba mek- tup gene o hiç yüzünü görmediği meçhul kadından mu idi? Zarfı aldı, yırttı. Mektubun yazısına şöyle bir göz Gttıktan sonra kendi kendine mırıldandı: — Gene ondan! Haftalardan beri dın kendisine mektuplar: : yazıyordu. Müfid Hamdi bu kadın;,, pek merak ediyordu. Acaba genç ve. güzel bir mieçhul bir ka- , kadın mı idi? Fakat her bülde yazıla- rından pek ince, hisli bir kadın oldu- ğu anlaşılıyordu. : Müfid Hamdi o günü kendisine ge- len mektubu okumağa başladı. Meçhul kadın mektubunun bir ye- rinde şunları yazıyordu: «Çok düşündüm. Nihayet karar verdim: Sizinle büluşacağım. Sanati- nizin son derecede hayranı olduğum halde yüzünüzü hiç görmedim, Gaze- telerde, mecmualarda gözüme İlişen resimleriniz de bana sizin hakkınızda bir filkr vermemiştir. Bunun için sizi hiç tanımıyorum. Dünyada en me- rak ettiğim insanda muhakkak ki Sizsiniz. Eğer isterseniz yarın öğleden son- Ta saat üçte buluşabiliriz. Size bir bahçeli kahve tarif edeceğim. Oraya oturunuz. Sizi tanımam için oturduğu» nuz masanın üzerinde şunlar bulun- sun: Bir kırmızı gül, siyah ciltli bir kitab, bir gözlük... Ceketinizin yan ce! ine beyaz ipekli bir mendil koyu- nuz. Yakanıza da gene bir çiçek taki» suz, her hangi bir yanlışlığa meydan vermemek için adam akıllı ihtiyatlı davranmamız lâzım. Siz oturduğunuz masada vişne şerbeti içeceksiniz. Ben bütün bunları gördükten sonra sizi tanır yanınza yaklaşırım, Olur mu?» Müfid Hamdi memnun gülümsedi. Demek nihayet haftalardan beri me- rak ettiği kadının yüzünü görmeğe muvaffak olacaktı Meçhul kadın mektubunda Müfid Hamdinin otura- cağı yaz bahçesini de tarif ediyordu. Hamdi ertesi günü âdeta iple çekti. Daha hazırlıklarına sabahtan başladı. Meçhul sevgilisine kendisini tanıtmak için yaz bahçesinde masa- nın üzerine koyacağı siyah cildli ki- tabı kütüphanesinden çıkardı, Eah- çesinden kırmızı bir gül, bir de kır- muzı çiçek kopardı. Ceketinin yan ce- bine beyaz ipekli bir mendil yerleş- tirdi. Kırmızı çiçeği yakasına taktı Randevu zamanı gelmişti Kalktı: So- kağa çıktı Mektupta kendisine tarif edilen bahçeye geldi. Bir mâsaya oturdu. Masanın üzerine siyah cildit kitabı, onun yanına kırmızı gülü, göz“ Tüklerini köydu Garsonu çağırdı: — Bana bir vişne şerbeti!.. dedi. Garsonun getirdiği vişne şerbetini Aldı Bir iki yudum içti Bu esnada bahçe kapısından içeriye genç, şık Biyinmiş bir kadın girdi. Müfid Ham- di heyecan İçinde kendi kendine; — Muhakkak odur... Dedi Genç kadın ilerlemişti. Ham- dinin masasının önünden geçiyordu. Genç adam içinden; «Şuna kendimi tanıtayım» dedi Masanın üzerinde du- Tan şerbet bardağın: kaldırdı Genç kadına doğru bakarak bardaktaki vişme şerbetini bir yudumda midesine indirdi. Genç kadın kendisine doğru bâr- dak kaldırarak vişne şerbeti içen bu acaib adama tuhaf tubaf bakarak yürüdü, ta ilerideki bir masaya otur- du. Hamdinin beklediği kadın bu değildi. Fakat vişme şerbeti de bitmiş- ti Hadbuki meçhul sevgili mektubun- daona «masaya oturunuz ve vişne şerbeti içiniz» demişti Hamdi bir kere daha seslendi: — Garson!... Gelen garsona emretti; — Bir vişne şerbeti daha!, İkinci vişne şerbeti geldi. Hamdi biraz heyecanını gidermek için önün- deki kitaba şöyle bir göz attı: Gene gözleri kapıya ilişti Lâciverdler giyin- miş güzel bir kadın içeriye giriyor. du. Hamdi hemen kendisine bir çeki düzen verdi. Kadın masasının önün- den geçerken göze çarpaçak bir ha- reketle vişne şerbti bardağına uzandı. Gözleri lâcirertli kadınin şerbeti iç meğe başladı. Fakat genç kadın bah- Çede birisini arar gibi etrafına bakı- nıyordu, Hamdiye pek dikkat etme- mişti. Gençadam onun dikkatini kendi üzerine çekmek için âdeta aya- ğa kalkar gibi bir vaziyetle sandalye- sinde doğruldu. Bir yandan da vişne ' şerbetini içiyordu. Hamdi bardaktaki şerbetin son yüs | dumlarını içerken genç kadın kendi tarafına doğru şöyle bir baktı. Fakat | işte bu kadar... Lâciyertli kadının güzleri Hamdinin üzerinde bir saniye | durdu durmadı. LâciverdIi kadın bun dan sonra bir ağacın dibindeki ma- saya geçti, oturdu. Gazetesini açtı; okumağa başladı. Hamdi kendi kendine mirildani- yordu: ) #Nafile... Buda değil...» Lâkin bardaktaki vişne şerbeti gene bitmiş- ti, Tekrar garsonu çağırdı. Bir vişne şerbeti daha ısmarladı. Lâkin bu meçhul sevgilisi de nere- de kalmıştı? Randevu saatini yirmi ! dakika geçtiği halde hâlâ ortalıkta yoktu, Tam bu sırada bahçe kapısında gâ- yet mahirane boyanmış, siyah göz- lüklü bir kadın durmuş içeriye bakır yordu. Artık meçhul sevgilinin bu ol- duğu şüphesizdi. Hamdi hemen bahçe kapısına doğru kolunu uzatarak viş- ne şerbetini içmeğe başladı. Siyah gözlükleri altında genç, boyalı kadı- nın ne tarafa baktığı pek belli olmü- yordu: Bunun için Hamdi şerbeti iç- meğe devam etti. Bardaktaki şerbet bittiği halde siyah gözlüklü kadın yerinden kımıldamamıştı.. Genç kar dın bahçeye bir iki saniye daha bak- tıktan sonra içeriye girmeğe lüzum görmeden uzaklaştı. Hamdi bir bardak dah şerbet getir- di, Lâkin kendisine haftalardan beri mektup yazan kadın hâlâ kendini göstermemişti. Hamdi bahçeye her yal. | nız giren genç kadına bakıp vişne şerbeti içiyordu. Bu süretle beş bar- dak şerbeti midesine mdirmişti, Biraz sonra karnında müdhiş sancılar baş- Tamıştı. burgu midesini mütemadiyen oyuyor gibi idi. Tam bu esnada yanına yaşlı, üst dudağı üzerinde bıyıkları terle | miş gayet çirkin bir kadın yaklaştı. Mânalı mânalı gülümsiyerek Hamdi- ye: — Vişne şerbeti içiyorsunuz değil mi?... Masanızın üzerinde siyah bir kitap, bir gözlük, bir de kırmızı gül var... Yakanızda bir kırmuzı çiçek takılı, yan cebinizde bir ipekli mendil | var... Sizitanıdım efendim... diye yanına oturdu. K Hikmet Feridun Es Bu geceki Nöbetçi eczaneler Beyoğlu ciheti: Galatasarayda Ga- Jatasaray, Tepebaşında Kinyol!, Cüm- buriyet caddesinde Kürkçüyan, Ye- nişehirde Baronakyan, Şişlide Halâs- kârgazi caddesinde Asım, Necatibey caddesinde Kemal, Sariyer: Osman. İstanbul tarafı: Fatih: Şehzadeba- şında Asaf, Karagümrük: Arif, Emin- önü: Bahçekapıda Mehmed Kizm, Bakırköy: Hilâl, Aksaray; Ziya Nuri, Fener: Balatta Hüsameddin, Kumka- pi: Lâlelide Haydar, Küçükpazar: Hikmet Cemil, Samatya: Eroftloş Çu- ia, Alemdar: Ankara cağdesinde Arif Neşet, Şehremini: Ahmed Hatadi. Kadıköy: Muvazkithane caddenin. de Halid, Üsküdar: İmrahor, Heyba- Hacda: Halk, Büyükada: Şinasi Rıza, Ortaköy, Arnavutköy, Bebek, Bey- koz, Paşabahçe, Anadoluhisarı, Ta- rabya, Yeniköy, Emirgân ve Rumeli. hisarındaki eczaneler her gece açıktır. R. 115 920 449 Ba 1200 1$I Va. 236 4411210 1607 1941 2112 ————— << İdarehane: Babılli civarı Acımusluk sokak No. 1$ Yerinde duramıyordu. Bir | Türkiye Radr DALGA UZUNLUĞU ye 1839 m, 183 Kos. 120 Kr. T.A G. 1974m. 15195 Kes, 20 Ke. TAP 3L70m, 9485 Kes, 20 Kw. ANKARA RBADYOSU “ Çarşamba 17/5/939 TÜRKİYE SAATİLE 1200: Program, 1235: Türk müziği: 1 - Udi Eşrefin hüzsam peşrevi, 2 - Ahmed İrsoyun hüzzam şarkı: (Hatırında kalsın), | 3 - Rakımın hüzzam şarkı: (Aşkın bana | bir gizli elemi, 4 - Faiz Kapancının şarki: (Seri gördü o şafak saçlara), 5 - Şükrü | Şenozanın mahur şarkı: (Bu sevda ne | tatl), 6 - Heaz türkü; (Bağa girdim üzü- me), 7 - Halk türküsü: (Şu dağları del- meli gönül eğlemeli), 13: Memleket saat ayarı, alanş ve meteoroloji haberleri, | 13,15 - 14: Müzik (Riyasetiçimhur ban- dosu - Şef: İhsan Küânçer); 1-7. Bouchel - Marş, 2 - J. Lavrovici - Tuna dalşaları, | 3 - Rossini - Guillaume Teli Uvertürü, 4 - E. Grieg - Peer Günt 1 ci ' sultinden No.1,2,3,4. 18,30: Program, 1835: Müzik (Virtüoz- lar - PL), 19: Konuşma, 19,15: Türk mü- | #iği (Fasil heyeti), 20; Memleket saat aya | rı, ajans ve meteoroloji haberleri, 20,18: | Türk müziği: 1 - Uşşak peğrevi, 2 - Arif beyin uşşak şarkı: (Meyhane mi bu bes mi), 3 » Rakımın uşşak şarkı: (Bana hiç yakıyor böyle), 4 - Rakımın uşşak şar- kı: (Silmem bir gün hayalimden), 5 > Cev-| det Çağla: Kemar: taksimi, 6 - Udi Zeki- | nin uşşak şarkı: (Bir gün geleceksin di- | ye), T - Halk türküsü: (Karam), 8 - Ma- | | bur şarkı: OCHAlâ kanayan kalbimi aşk | ateşi), 9 - Rakımın hicazkâr şarkı: (Bekle- İ dim tâ fecre kadar), 21: Konuşma (Haf- |; talık posta kutusu), 2115: Esham., tahvi- | lâb, kambiyo - nukud ve ziraat borsast | (fiat, 2125: Neşdli plâklar - R, 2130: Müzik (Küçük orkestra - Şef: Necip Aş- kın): 1 - Hair Retnfeld - Eve gel yavrum, 2 - Malnzer - Düğün töreni, 3 - Kütela- de, - Haydi bana bir hava daba çal, 4 - I. Strmuse - Polka, 5 - 7. Strmu - Bizde Vals, 8 - Bareuer - İtalyan şarkısı, 7 - Leopold - Çigan oyunları, 22: Müzik (Melodiler - PL), 20: Son ajans haberleri | ve yarınki program, 28,15 - 24: Müzik | (Cazband - PL). Çektiği ıztırabların | mes'ulü kendisidir. NEVROZİN Kaşelerini tecrübe etmiş olsaydı ona cehennem hayatı yaşatan Bütün iztırabları dindirir, baş ve diş ağrıları ile üşütmekten müte- yellid ağrı, sızı ve sancılara karşı bilhassa müessirdir. | MARK Mideyi bozmaz, kalbi ve böbrekleri yormaz Beyoğlunda İstiklâl caddesinde Sakarya sineması karşısındaki MOTOLA Gömlek ticarethane- sinin bulunduğu dük- kânın terki hasebile ve Ticaret Odasının müsaadesile yapılan fevkalâde Tenzilâtlı satışından İstifade için yalız Birkaç gününüz kaldı En mükemmel cins mallarını yüzde 25 ilâ 45 tenzilâtla Elden çıkarmaktadır. Zayi — Darülitam mektebinden aldı- Bim 1340 senesinde mektep şehadetname- mi kaybettim yeni olarak çıkaracağımdan eskisinin hükmü olmadığını ilân ederim. İstanbul postahanesinde postacı Salih e imieMein ei i dı amma, artık şimdi tapkı bir büyük | yemekle yanına doğru gelinceye ka. | dar, hiç kımıldamadan duruyordu. I o,bundan sıkılmıyordu, hoşnuddu. i köyün İçindeki kadınlara yardıma koş- İ yaşı döker, ötekisi bir terlik üstü işle. | sadece kocasile çocuklarının yanında Başka birşey söylemedi ve zihninden bu düşünceyi çıkardı. Gözleri hasta ne çok çocuk vardı, büyüdükçe pekâlâ da geçiyordu. İşte kocasının da öyle olmamış mıydı? Yakından bakılınca, daha hâlâ göz kapaklarının üzerinde, ” yara izleri gözüküyördü. Pek ince bir iş olmadıkça da, pekâlâ her şeyi gö- rüyordu. Başı Kitaplardan kalkmıyan âlâme- lerden olacak değillerdi ya... Ne diye tasa çekecekli!... O aralık, ihtiyar nine sesleridi. Ge- lini ona da sıcak suyunu götürdü ve yataktan kalkmadan içirdi; koca karnı höpürtede höpürtede suyu ağzına dik- ti, ondan sonra da içindeki kötü yelleri deletmek için üst üste geğirdi Sabahları, büsbütün halsizleştiğin. den, yaşlınığından dem vurarak söy- lendi. Ana mutfağa dönerek kahvaltıyı ha- zırlamağa koyuldu. Çocuklar, sabah serinliğinde biraz üşümüş gibi biribir. lerine iyice sokularak, yere oturmuş bekliyorlardı. Küçük oğlan, biraz sonra kalktı, ateş yakan anasının yanına gitti. Kız, bir kenarda, uzakta duruyordu Güneş birdenbire gün doğusundan, dağın tepesine, fırlayıp çıkıverdi, Ay. dınlık, geniş parlâk çizgiler halinde köyün üzerine yayıldı. Yavrucuğun da gözlerine çarptı ve birden kamaş- tırarak onları sımsıkı yumdutuverdi. Evveileri, canının acısından bağırır. insan gibi, sade hızlı hızlı soluyor, kıp kırmızı göz kapakları yumulu, öyle kıpırdanmadan, anası, elinde bir taş Evet, Ana için her geçen gün biribi- rine tıpkı tıpkısına benziyordu amma, Eğer onu bu hususta sorguya çekseler, kara, canlı, ateş gibi gözlerini hayret. le açar: — «Tarlalar, tohum ekiminden hat- man vaktine kadar az mı değişiyor, sonra biçim başlıyor, arkasından mal sahibine tarla kirası diye buğday veris mi geliyor, bayram günleri idi, yılbaşı idi derken, çocuklar da değişiyor, bü- yüyor, başkaları doğuyor... Daha ne değişikliği olsun? Şefak vaktinden ge. ce oluncaya kadar durup dinlenme. den yapılacak bir sürü yeni İş vari» diye cevap verirdi, Ara sıra, bir boş Kalacağı da ola, mak icap ederdi: Kiminin doğum san- cısı tutar, kimisi ölen çocuğuna güz mesinde yeni bir çiçek nakışı öğren. mek, ve yahud bir fistan biçtirmek is- terdi. Bazi günlerde karı koca şehre giderler, ya buğday, ya da lâhana sa- tarlardı... Oralarda öyle garip şeyler görürlerdi ki, insanın düşünmeğe vak. tı olsa, bunları aklına getirerek de, ne güzel oyalanabilirdi. Anıma Ana'- nın böyle şeylere pek vakti yoktu. O yaşamaktan zevk duyan, bununla do- yan, başka bireşy aramıyan hılkatler. dendi. Onun için, erkeğinin sık sık ateşli arzusunu tatmak erkeği için ev. lâd yetiştirmek, vücudünün içinde bir hayatın başladığını hissetmek, bu yeni varlığın canlanışmı şekillenişini, dünyaya gelişini görmek, sonra meme» sinde, doğan yavrunun emici dudak. larını duymak... İşte bunlar, hep ona bol bol yeten şeylerdendi. Şefak vaktı kalkmak, çoluğunu ço. cuğunu doyurmak, hayvanlara bak. mak, tarlasını ekmek biçmek, içecek suyu çekmek, günler günü, güneşin, rüzgârın altında yana kavrula, dağ tepelerinden, yabani ot, çalı çırpı top- lamak, ona kâfi geliyordu. Hayatın ne kadar tadı vardı onun için: Çocuk yapmak, toptağı işlemek, yemek, içmek ve uyumak, süpürmek biraz evinin içini toplamak, becerikli. Mğini hamaratlığını, dikişteki ustalı- ını başka kadınların ağzından dinle. mek, hattâ kocasile kavga etmek, son- radan aşklarını daha çok ateşlendi. ren, bileyen ağız dalaşmaları yap- mak... Bunların hepsi de, az mı zevk- li şeylerdi? İşte bunun içindi ki, her sabah yalağından o kadar keyiili ve istekli kalkardı 0. O sabah erkeği, / ti EŞE EA . Tefrika No, 5 | erkekle birçok kadını, çoluğu çocuğu bunlar fuzulü, boş şeyler değil mi? karnını doyurduktan sonra, derin des rin içini çekti, çapasını sırtladı ve hef vakıt olduğu gibi, tarlaların yolünü tutarken, ayakları geri gide gide yüs rüdü. Karısı çanakları sudan geçirdi, kay nanasıru, güneşin sıcacık vurduğu bif yere, kapının önüne otürttu, çocuklar ra, dereye #okulmadan pinelerinin yas nıbaşında oynamalarinı tenbih etti e da, kendi çapasıni aldı, yürüdü gite Bir iki defa, durup arkasına bakis Yor ve rüzgâra katılmış, hafif hafif kulağına gelen koca ninenin sesine gülümsüyordu. İhtiyarın elinden gelen'hir tek iş bu kapı nöbetçiliği idi. O da bunâ sö viniyor, böbürleniyordu. Çok yaşlan- mış, gözleri yarı görmez hale gelmiş“ ti amma, eve doğru yaklaşanları seçe biliyor ve bağırmak İâzim mı değil mi, bunu da-ayırd ediyordu. Yıllar geçtiks çe, pek can sıkıcı oluyor, lâf dinlemi" yor, bir çocuktan beter inadcılıklari yapıyor, hiç yol iz bilmez oluyordu. sie rağmen emmioğlunun karısı bif nz — «Doğrusu ya, Şu koca nine bir öl Se, sizin için hiç de fena olmıyacak; gitgide bunayor, her bir yanı ağrıyor” sizhyor, kimbilir he de titizlikler ya” par. Zor iş kardeş, pek zor işi, diyive' Tince, Ana, hemen içi sızlıyarak şu cö| vabı vermiş: «— Öyle amma gene de işimize yas riyor. Kapıyı bekleyip duruyor... Keş” ke, kızım büyüyünceye kadar yaşaslı, ne isterim"...» demişti. Genç kadın, hiç bir zaman, kıyıp d& bu zavallı ihtiyarı hırpalayamamıştı. Başka gelinler önun karşısına geçef, kaynanalarını çekiştirir, onlarla nasil tepiştiklerini öğüne öğüne anlatırlar» dı. Halbuki o, kendisininkini, tpki yetli yersiz, vakitli vakıtaız şunu bu“ NU tutturan bir çocuk yerine kor v8 evin içinde, kendisini, bir başka evlâ dı daha varmış gibi sayardı. Bazen, ilkbaharlarda, onun; «Canı pek çektin diye, diline doladığı bir ya” şillik yemeği için, gelinini dağ bayır, | arttırıp zavallıya, saatler saati ta- ban teptirmesi pek hoşa gider birşej değildi. Amma buna rağmen, köyün içinde baş veren ve iki güçlü kuvvetli | öbür dünyaya gönderen müthiş bir di- zanteri salgınında ; koca ninenin af retlen geri dönmüş gibi. diriliyermer bei görünce, gene de az mı sevinmiş İhtiyar kadın, sahiden o kadar Uzaklardan geri dönmüş gibi idi ki, eW lâdları tabutunu bile enâlâ tahtadan yaptırıp hazırlamışlardı. Fakat koca nine, o derece dayanıklt çıkmıştı ki, şimdiye kadâr, kefen diye hazirlanan iki kat elbiseyi eskitmişti. Ana bundan memnundu. Hattâ kö- Yün içinde, bir türlü tükenmek bitmis yen onun bu uzun ömrü, bir şakâ | mevzuu olmuştu. Ora âdetince, kocâ ninenin sırtında, mavi yeleğinin atis ma, giydiği, gelininin elinden, makas | sından çıkma kırmızı bir İç hırkasi, yani kelen hırkası yardı. İ İhtiyarcık birinci dikileni eskitmiş, barça parça etmiş, nihayet söylens söylene, Ana'ya bir yenisini diktirerek | bunu da sevine sevine giymişti. Şimdi öna: i — Ayol koca nine, hâlâ, yaşıyor mo sun sen? diye bir takılan la ii cecik çatlak sesile; : i — «Evet, yeni hırkamı da | ye giydim... Onu da 8skitiyorum... Bakalım ölün ; ceye kadar daha kaç tanesini lime simi edeceğim!» diye cevap verir ve ölemer ” den bu kadar çok yaşamanın verdiği | Bülünclük karşısında kendi de usul 4 usul bıyık altından güler durutdu. O günde, arkasına dönü ö j Asır p dönüp bakârken Ana gülümsüyordu; çünkü yaşlı kadının: j — İçin rahat olsun kızım... Bura» ayım ben, kapıyı bekliyorum!'u diye | bağıran sesi, tâ ona kadar geliyordu. Yalar değildi! Zavallı bünak öleceğ | olursa, onu muhakkak ki çok arıya» caktı, Amma öseflenmek, teessür duymak, « (Arkası var) ee iğ va

Bu sayıdan diğer sayfalar: