April 20, 1935 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 6

April 20, 1935 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

'• Camharivet '• 20 19 35 ][ Ki Küçuk Hikâye Uygtmîuk Mahmud Yesari Veli, Aliden dört yaş küçüktür. Yüzü çil sandır, saçlan kanarya sa nr.djr, gözleri çividî mavi! Bu kme çekmiş? Kan koca, bazan çocuklannı kar şılarına alırlar. hayret ve taaccüble bakarak birbirlerine hilkatin sırrını sorar'ar ve tabiî halledemezler. Bir gün Faik, kansma hazin hazin şunu sövledi: Şayeste, eğer senden şüphem olsa, Veli benden değildir diyeceğim. Şayeste kadın olduğu için ayni sözü tekrar edemedi. Yalnız: Şüphe edecek nemi gördün? demekle iktifa etti. Şüphe etmediğim için böyle söylüyorum ya... Ali ile Veliyi görenler, bir arada oynarr.ak için buluşmuş komşu ço cu''an sanırlardı. Bir gün, onlan ziyarete gitmiştim. Bahçede Veli ile karşılaşbm: Baban nerede? Sokağa çıktı. Annen? Komşuda... Ama şimdi geür. Yorgundum, biraz oturup dınlen mek istedim. Bahçe kanapelerinin birinde oturdum. Veli ile konuşmağa başladım: Sen, bir kişi koca evde korkmuyor musun? Çocuk yürekli imiş. Mavi göz lerini bana dikerek ters ters baktı: Neye korkayım? Dadun içeride. Ağabeyin annenle beraber mi gitti? Imtihan derslerine çalışıyor. Doğru Ali mektebe gidiyor ama maşallahı var: Veli, arbk senin de mektebe gitmek zamanı geliyor. Dedim ya yürekli! Giderim, okurum. Aferin Veli. Çok geçmeden Ali de sokiin etti: Nasıl derslerine çalışhn mı? Çalıştım. Sınıfı kaçıncı olarak geçecek sin? Veli, kurnaz da kıs kıs güldü. Hele sınıfı geçsin de. Bakm kâfire, na«ıl da işin alayım çıkanyor. A!i birden cilalandı: Haydı oradan sarıçıyan! Hani ben o'masam. Velive çulla nacak, dövecek. Ara bulmah: Kardesin saka ediyor! Onlara bakarken, aklıma geldi: Veli, ağabeyin saçlan simsi yah ta, seninkiler neden san? Veli, elleri pantalonunun cebinde, ka^lannı cattı, kaşlannın çatılmasüe açılma*! bir oldu. Ben, annem saçlarını sanya boyadığı sene doSmusum da... Ana yurda gelen ırkdaslarımız Yad ellerde muallimlik edenlerden burada da istifade edilemez mi? Edime (Hususî) Bir iki yıl danberi komşu Balkan memleketle rinden yurdumuza göç etmekte olan ırkdaşlarımızm coğunu Bulgaristan ve Romanya Türkleri teşkil etmektedir. Romanya Türkleri, Romanya ile aramızda çok sıkı ve çok candan bir dostluk mevcud olduğu için, mal ve mülklerini satmak ve böylelikle büyük bir sarsıntıya uğramadan göç etmek im kânmı bulmaktadırlar. Bulgaristan Türklerine gelince; bu zavalhlar kendileri için de pek tabiî olması gereken bu imkânlardan maa lesef mahrumdurlar. Birinciler, hallerine göre mal ve mülklerinden eîde ettikleri paraya hükumetimizin de yardımlannı ekliyerek yerleştirildikleri yerlerde derhal müstahsil vaziyete geçebılmekte; ikinciler ise bınbır haksızi'ktan sonra ceblerinde kalan üç beş kuruşları da en son Bulgar durağında ellerınden alındığı için hicret sarsıntısını daha şiddetlice bir surette hissetmektedirler. Bununla beraber hükumetimızın müşfık eli hiç birinin aç kalmasma meydan verme mekte ve bu şerait altında geîenleri de en kısa bir zamanda müstahsil vaziyetine gecirmektedir. Benim burada Bulgaristandan ol sun, Romanyadan olsun gelenler a rasmda gözönüne koymak isiedigim bir zümre vardır ki o da muallimler dir. Bulgaristan ve Romanya Türk lerine muallimlik edenlerin yüzde doksanı yedi smıflı rüşdiye mezunudur. Göçmenlerin hepsinden daha peri şan bir vaziyette yurdumuza sığınan bu ırkdaşlanmıza, Kültür Bakanh ğımız yedi sınıfh rüşdiyeleri orta mekteb derecesinde saymadığı için, ne muallimlik ve ne de memurluk hakkı verilmemektedir. Halbuki mezun olur olmaz kendilerini mesleğe bağışlıyan ve yad ellerdeki ırkdaşlanmıza uzun yıllardanberi öncülük eden bu ülkucü Türk çocuklannm hizmetlerini nazarı itıbare almasak bile ülkü ve küllür yolunda saç ağarbrken umumî ve mes lekî malumatlarının olsun çoğaldığını gözönünde bulundırmamız icab et mez mi?. Bugün özü özümüze, dıli dılimize uygun olarak yurdumuza sığmmakta olan Türk oymaklannın ulusal ben liklerini uzun yıllardanberi yad ellerde muhafaza edebümelerinde başlıca â mil olarak bu zümreyi gösterebihriz. Bununla beraber «biz mutlaka me muriyete yerleştirilmeliyiz» demek istemiyorlar. Çünkü memleketimizin ve kendilerine iskân mmtakası olarak aynlan Trakyanın her yerden ziyade müstahsil kollara ihtiyacı olduğuna ve hayat ve maişetlerini memuriyette a ramalarınm hiçbir suretle doğru bir hareket olmadığına kendilerinin de inanlan vardır. Ancak bunlarm içinde serbest hayata ahlabilecekleri de abla mıyacaklan da vardır. Çoluk çocuğa karı?mış, teşebbüs kabiliyetleri bir hayli yıpranmış ve fa kat buna mukabil bügi ve görgüsü artmış olanlan münhal vukuunda kendi lerinden istifade edilebilecek gibi me muriyetlere tayin etmek hiç te fena olmaz sanıyorum. Bunun için her şey den önce Kültür Bakanlığımız Bul garistan ve Romanya rüşdiyelerini meselâ bundan yedi sekiz yıl önce veya daha evvel mezun olup ta o za mandanberi muallimlik etmiş olanla ra şümulü olmak gibi bir kayidle ortamekteb derecesinde sayması gerek tir ki Bakanlığımızın bu lutfü kendi lerinden esirgemiyeceğine dilek sahiblerinin de inanı vardır. Bulgarîstanm silâhlanması Bu mesele hakkında bir Yunan gazetesinin yazdıkları Atinada çıkan hükumet taraftan gazetelerin en ehemmiyetlisi bulunan Proiyadan: Stresada diğer mühim işler arasında Avusturya, Macaristan ve Bul garistanm si'âhlanmalan meselesi de konuşuldu. îtalya tarafından ya pılan bu teklife Fransız mümessüleri nin hemen verdikleri cevabda, bu muahedelerde yapılacak hertürlü tadi lâtta en ziyade alâkadar bulunan Küçük Anlasma ve Balkan Andlaşması devl'îtlerinin söz sahibi olduklan söylendi. Bu mess'.enin Cenevrede tekarar konuşulması memuldür. Hatta Küçük Antant ve Balkan devletleri mümes si'lerinin hepsinin hazır bulunduğu ve Tevfik Rüştü Arasm Uk«lar Kuru muna riyaset edeceği bu de\rede sahr ne a kası mülâkatlannm asıl mevzuunu bu meselenin te$kil edecesı mu hakk?kbr bile. Buna binaen Bulga ristanın askerî kuvvetlerini arbrma&ı ^akk'^da Türkiyenin ne dü«ündüğü nü bilmek cok ehemmiyetlidir. Ankara hükumetinin düşündükle rinin makesi clarak umumî meseleler de Türkiye efkân umumiyesini tebarüz ettiren bazı ehemmiyetli gazete lerin yazılanndan Türk'venin noktai nazan anla<ılmaktadır. Bu gazeteler Bulgaristanın kuvvetlerini arbrmasını f şiddetle pro esto ederek böyle bir ih timaÜn Tü^kiyeve Lozan muahede sinin bazı kayidlerinin kaldırılmasmı istemek hakkmı verdiğini yazıyorlar. Filhakika Lozan muahedesinin bazı askerî kayidlerine göre Türkiye Boğazlan silâhsız bir halde bulundur mağı, Bulgarisfanla Yunanistana hemhudud bulunduğu Trakya hududlarını tahkim etrıemeîi ve İstanbulda 12 binden fazla asker bulundurmamağı taahhüd etmişti. Türkive Nöyi muahedesüe Bulgaristanm 20 binden fazla asker bulundurmıyacağını muhakkak olarak bildiği için bu taahhüdlerin altına girmişti. Nöyi mu3hed"sinin memnuiyetine rağmen, bugün Bulgaristanm 50,000 kadar bir kuvvet hazırlamağa muvaffak olduğunu bilmiyen yoktur. Fakat techizattan mahrum bulunan bu kuvvet endişe edilecek birşey değildir ama mecburî askerlik hizmetinin iadesile Bul^aristana silâhlanmak için serbesti verilirse o vakit mesele büsbüHin de ğişiverecektir. Bulgaristan 6 mil yon nüfusuna göre sulh zamanmda 70 binden, mi'harebe halinde de 600 binden fazla bir kuvvet çkarabilir. Büyük Harbin mağlub devletlerinin silâhlanmalan meselesi Cenevrede sahne arkası müzakerelerinde mevzuu bahsolursa Türkiye Hariciye Bakanı bütün bunlan izah edecektir. Türkiye Hariciye Bakanı Tevfik Rüştü Arasm Cenevreye giderken Sofya istasyonunda Bulgar Hariciye Bakanı Batalofa söylediği şu sözler çok dikkate lâyıkbr. «Türkiye, Bul garistan ve Yunanistanla olan hududlarını daima daha ivi teminath ve daha az tehdidli telâkki ehnektedir.» dedikten sonra «Trakyada hemhudud bulunan bu üç devletten hicbirisi ayni hududlar üstünde sulhu ihlâl etmeği dü="mmem»ktedirler.» Tevfik R'"'<!tü Arasm bu sÖ7İeri Türkiyenin Nöyi muahedesirıin askerî şartlannın de5iştiri!mes:ne şiddetle mu?nz bulunduğunun pek açık bir de lilidir. Bu defa Cenevre toplanhlannda Yunanistan icab eth°ri ehemmiyetle temsil ed'lmemiştir. Fakat Yunanis tanm bu hususta diğer Balkan dev letlerile ayni fikirde, yani Bulgaristanın harbden sonraki vazivetini büsbütün deği^tirecek tadilâtı k^bul ebne mekte oldi'^u bediHdir. E^er Bulgaristan kendisi için daha fazla teminat istiyorsa bu da, ppcak hüsnükabul göreceği pek çok defr'ar söylenen Balkan £ndla«ması devletleri arasma girme~;Ie mümkündür. Venizelosun Yaptıkları Yazan: Sablk lntellices Servis ŞeK Sir Bazil Tomson Bir anadan bir babadan doğduk Ian halde, biri esmer biri sanşm, kardeşler vardır. Sanırsınız ki hilkat, ayni ailede muhtelif renk eşantiyonu bulunsun diye, böyle çeşidler yaratmış br. Bazan bu çeşidler o kadar zıd olur ki ayn aile çocuklan zannedilir. Boy bos, kaş göz, çene, biçim pek ehemmiyetli de§ildir. Bir aile efradının ka lıptan çıkma, hep ayni şekilde olma lan hemen hemen görülmemiştir, gö rülmüşse de enderdir. Fakat renk meselesi mühimdir. Baba beyaz, ana beyaz bakarsınız, çocuk esmer olur. Bunu aile falan babndaki falan ak rabaya çektiğine hamlederler. Ya hud ana esmer, baba esmer çocuk ta bembeyaz. Hatta sarıpapa! Buna ne buvurulur? Hikmetinden sual olunmaz ki, demekten başka ne denilir? Ne diyebi | lirsiniz? Bay Fa'ki ve ailesini takdim etmeme müsaade buyurur musunuz? ^aik: Orta boylu, orta yapılı, ka 'a kaşlı, kara pözlü, otuz beş yaşla nnda, (zatı âlileri gibi) şirin, sevim ' li, nazik, haluk bir zattır. Rengi ise | esnerdir. j Rica ^erim aklınızda tutun: Es ' mer. Bayan Şayeste: Faikin zevceleri. Gene o da orta boylu, bahk etinde O^adınlara hürmetim olduğu için ya sını sükutla geçivorum!) genc, elâ gözlü, (zah behiyeleri gibi) güzel, alımlı, şık, zarif bir kadındır. Rengi ise: Beyaz. Ama beyazmı beyaz, süt beyaz. Faikle Şayeste tam on senedir ev lidirler. Ve on senedir birbirlerini kırmadan, gücendirmeden, mis gibi yaşıyorlardı. Evlendıkleri gün edilen allah yıldız banşıklığı versin! Bir yastıkta koca yın! Allah dirlik, düzenÜk versin dualan kabul olunmuştu. Faik, k^nsını ilk gördüeü zaman gibi seviyordu. Ama da yalan! Bunu okuyunca inanmadınız, he men yaîanı bastırdınız. Size hayal gelir ama hakikattir. Gene siz inan mayın! Şayeste de kocasını ayni hararet, ayni şic"detle seviyordu. Bu da mı yalan! Siz inanmamağa yemin etmişsiniz. Fa'kle Şayestenin birbirlerini sevdiklerini ve birbirlerine sadık kald'^annı söylememin ve buna inanmanıza ısrar etmemin sebebi var da, onun icin... Faik^ Savesfenin iki çocuklan vardır: Ali ile Veli. Ali: On yaşındadır. Saçlan simsi yah, gözleri simcivah, rengi beyazdır. Bunda şasacak bir cihet yok! An ne?;ne çekmiş diyelim... Pek iviiiiü. Velive ne divelim? 10 , Fransız donanmasmın Pireye gelmesini kâfi bulmadı, Atinaya asker çıkarılmasını istedi Casuslan, memurları ve bafiyele ri; binbaşmm istediği malumatın mahiyetini anlar anlamaz, onun zâfını istismar ediyorlardı. Her dedi kodu, her iftira, her yalan, en kü çük şüpheye ve tahkike lüzum gö rülmeden bu fişlere geçiyordu. Binbaşı. oturduğu Fransız mekte binde ve Pirede, birer silâh, cepane ve bomba deposu da yapmıştı. Bun lar, kral aleyhinde bir kıyam vaki olduğu zaman halka dağıtılacaktı. Onun fikrince, Venizelosla taraftarları müstesna, nekadar Yunanlı varsa, başta kral olmak üzere, hep Alman taraftan idi. Kendi fikrince onun vazifesi, bütün bu Alman taraftan Yunanlıları memleket İtilâf orduları tarafından kâmilen işgal edilinciye kadar mütemadiyen tazyik etmekti. Bu işgali yaptırabilmek için de, hatta kendi hükumetini bile aldatmak tan çekinmedt ve yapmadığı dala vere, tertib etmediği hâdise kalmadı. Rokföy deniz işlerine aid vazifesile bir dakika bile meşgul olmamıştır. Fişlerine istinaden saraya mensub her Yunanlınm binbir rezaletin den bahseden bu adam, Yunan sulanndaki düsman denizaltı gemileri ve mayinleri hakkında malumat iste nildiği zaman, ilk bakışta yalan ol duğu meydana çıkan, son derece hayalî masallar anlatarak Fransız amiralini ve meslektaşlarını kendine güldürmüştü. Yaptığı ilk resmî iş, Fransız sefi rine, bütün Fransız konsoloslarını bir araya toplayıp onlara Yunan hükumetinin, memlekette otoritesini kıracak ve bu suretle Yunanistana vazı yed etmek imkânmı hazırlıyacak bir siyaset takib etmelerini ve bu yolda kendisine yardımda bulunmalarını söyletmek oldu. Yunanistana geleli altı hafta olmuştu ki, Maltada toplanan bir İtilâf de niz konferansma onu da davet ettiler. Konferansta Yunanistanda tutulacak yegâne siyasetin, memleketi işgalden ibaret olduğunu, bunun için icab e derse cebir ve şiddet te kullanmak lâzım geldiğini açıkça söylemişti. Onun fikrince Selânikteki İtilâf kuv vetlerini bir foi&Uotten kurt»Tnanın yegâne çaresi bu idı. «Yunanlılarla iş görülmez.» Sözü ağzmdan düşmezdi. Fransız donanması Pire önünde demirlediği zaman Parise şu telgrafı çekmişti: «Yunanistanm hükümranlık hak larına ehemmiyet vermese değmez. Bu memlekette herşey ihlâl ve payimal edılmiştir.> Yalan söylemiyordu; hakikaten de öyle idi. Kendi hafiyelerinden teşkil ettiği gizli hafî zabıta, Alman mu hibbi olmasmdan şüphe edilen birçok Yunan tebaasını, Yunanistanda tevkif etmişti. Yunan hükumeti, hükumet içinde hükumet kuran bu ada mın Yunan eşrafını harjsettirmesini protesto ettiği zaman o Parise şu telgrafı çekti: «Harbin doğurduğu ahval ve şerait. Yunan kanunları tatbik edılme den evvel, enerjik tedbirler ahnmasını icab ettirir. Esasen bu kanunlar, her gün çiğnenmekteâir.* Binbası Rokföy cok germeden Fransız donanmasmın Pire önüne gelmesini kâfi bulmıyarak hemen Atina ya asker çıkarılmasını istemeğe başİadı. lanlann hepsi orada kücük masalar da yanyana yemek yerlerdi. Bir masada, Fransız M. Turotyu görürdünüz. Bu adam M. Briandın me muru mahsusuydu. Vazifesi, Yunan gazetelerine tahsisat vermek ve Radio Ajansı vasıtasile Baron Fon Şenkin Almanya lehindeki propagandalarile mücadele etmekti. Biraz ötede ba^ka bir masada, de riz binbasısı Rokföy otururdu; o nu sade, fakat mültefit, kendisi için faydah bir misafire ikram ederken görürdünüz. Onun arkasındaki sofrada Baron Şenk yemek yerdi. Bu Alman, geniş omuzlu, çıplak kafalı, şirin ve tatlı bir adamdı. Salonun öteki köşesinde, ttilâf devletlerinin muhtelif heyetlerine mensub azalar otururlardı. Bunlar, kendi gözleri önünde marifetler yapan yukarıki yıldızların gördükleri işlerin teferrüat ve tafsilâtını bilmezler, yalnız iki baş artistin, Rokföyle Şenkin, Atina banliyösünün kuytu bir köşe sinde Şenkin kiraladığı bir köşkte sık sık toplanıp başbaşa verdiklerini bilirlerdi. Şenkle Rokföy, bu gizli içtimalarmda. zâhiren, kendi casus ve hafiyelerinden aldıklan mahrem malumatı birbirine verirler, hakikati halde ise, ikisi de birbirini faka bastırmağı düşünerek hatıra ve hayale gelmez dolablar, dalavereler ve sui kasdler tertib ederlerdi. Yunan sulanndaki Fransız donanmasmın kumandanı Amiral Dartige de Fournet'nin hükumetini haber verdiği üzere, bu iki adam, orada Fransa ile Almanya arasında münferid bir sulh için çalışırlarmış! Bu küçük komedinin, hayali çok kuvvetli olan o şirin Alman baronu tarafın dan icad edildiği muhakkaktır. İki yüzlü casuslar Bu iki macera adamımn pek sev dikleri yuksek pohtika islenne mü dahaleleri ve bu uğurda kuvvetlerini birleştirmeleri hayret verıci neticeler doğurdu. Her ikisi de ayni memur ve casuslan kullanıyorlardı. Birinin kovdu ğunu öteki kullanmak suretile desnl: bilâkis bilerek ve emniyet ederek DOI bol para vermek suretile ayni zamanda ayni adamları istihdam ediyor lardı. 1916 yazmda Yunanlılar, hududda şüphelı 15 kişiyi tevkıf ettiler. Bun ların hepsı caketlerinın yakası altında saklı bir düğmeyi göstererek Fransız casusu olduklarını ispat ettiler. Bunlan tevkif eden Yunan zabiti, daha iyi tetkik etmek için düğmeleri çıkarttı. Ne görse beğenirsiniz. Düğmeler iki taraflı değil mi? Bir tarafında, Fransız casuslarınm, öteki tarafında da Alman casuslarının markaları var. Bu heriflerin üstleri başlan arandığı vakit her birisinde iki pasaport çıktı. Biri Alman, öteki Fransız pa saportu. Daha tuhafı var. Casuslar dan bazılarının cebinde ıkişer rapor bulundu. Bunlann biri Fransız bin başısı Rokföye, öteki Alman Baronu Şenke hitaben yazılmıştı. Bu rapor lar da çok hoştu. Ayni hâdiselerden bahsediyor; fakat tafsilât ve teferrüat, rapora mukabil parası sızdırıla cak adama, onun zevkine, arzusuna göre değişiyordu. Rokföyün Fransız hazinesinden kaç milyon frangı Yunanistanda önüne gelen, kaç serseriye dağıttığını bil mek mümkün değildir. [Arkast MAHMUD YESARİ Çukurovada feyz ve bereket şaheserleri Adana (Hususi) Şehrimizde beş yıl önce umumî elektnk tesisatı ya pılırken, büyük caddelerin iki ya nrna da boydanboya gö'lgelik yap ması düşüncesile belediye tarafm dan ağac fidanları dikiliyordu. O zaman, cılız birer çcp gibi toprağa sokulan bu fidanların, birkaç yıl sonra, oradan geçirilen elektrik tellerine dokunup tehlikeli bir durum yaratacağı kimsenin aklına gelmemişti. Fakat akla gelmiyen bu iş, geçen yü danberi bütün korkuncluğile başa geldi ve belediyenin de ısrarile şimdi elektrik tellerine, caddelerın ortalarına doğru yeni dirseklerle yer değiştirtmek mecburiyeti kendini gösterdi. Bu tesisatın, aradan dört beş yıl geçince böyle yeni tadilâta lüzum hâsıl etmesi, şirketin buradaki şubesi le Almanyadaki merkezi arasında bazı muhaberelerin açılmasına sebeb olmuş ve gösterilen bu lüzumu te yid için de bura şubesi, beş yıl önce fotoğrafisini çıkarttığı o cılız çöplerie, bugün on beş yirmi metroya kadar yükselen kocaman ağaclarm yeni fo toğrafilerini Almanyaya göndermişti. Nihayet mesele, buradaki şubenin istediği şekilde hatlarda yeni tadilât yaralmak suretile kapatıldı.. Bu vakıayı bana hatırlatan, bir tanıdığımm bahçesinde karşılaştığım yeni bir müşahede oldu: Bahçe sahi bi bahçesinin şurasma burasına bir takım süs ve meyva fidanları dikmış ve körpe fidanlar iğribüğrü büyümesin diye de onlarm yanma, budanmış ağac dallarmdan birer değnek çakıp bağlamış.. Bahçe sahibile yeni fidanların hangilerinin tutup hangilerinin tutmadı ğını gözden geçirirken ne ile karşı laşsak beğenirsiniz: Fidanlardan birkaçının tutmamasına mukabil, onla rın yanmda gelişi güzel toprağa ça kılan bütün değnekler gövermiş ve yapraklanmış! Size bu değneklerın cinslerini de söyliyeyim: Akasya, in cir, dut, okaliptos, mimoza.. Artık ben bu garib müşahededen bir kere daha inandım ki, To Garib manzaralar O tarihte, Atinadaki Grande Bre tagne otelinin yemek salonu çok garib bir manzara arzediyordu. Yuna nistandaki karışıklıklardan mes'ul o Bursaya ilkbahar yazı da beraber getîrdi Ağaçlaşan eiegilmecîerinden birisi... Kadri OCUZ roslarla Akdenizin arasında uzıyan bu güzel topraklar, bu feyizli Çukurova belki de dünyanın en üstün ka biliyette bir köşesidir. Öyle sanıyo rum ki, kudretli bir karikatürist, bu toprakîarm verimliliğini karikatürize yapmak isteseydi herhalde şöyle bu* resim çizerdi: Mart aymda, kırda, karşılıklı bas tonlarır.a dayanarak tatlı bir konuş maya dalan iki arkadaş, uzunca sü ren bu hareketsiz konuşmadan ayn lırken bastonlarının yeşerip yaprak bile açtığını göreceklerdi!.. Gönderdiğim resim 1,82 metro boyunda âdeta küçük bir ağac hahni almış bir kök ebegümecdir. Bu, A dananm içinde, boş bir arsada orman manzarası gösteren ebegümeclerden biridir. Bunu elle topraktan çıkar mak mümkün olamadığı için kökün etrafı kazma ile kazılmak suretile ancak topraktan çıkanlabilmiştir. Bu canlı örnek te Çukurova iklim ve toprağının nekadar feyizli oldu ğunu ispat etmektedir. Basbakanımız İzmir panayın başkanlığını kabul etti İzmir (Hususî) Basbakan Ge neral Ismet İnönü İzmir Yanş ve Atlı Spor kulübile Panayır komitesi fahrî baskanlığını, C. H. Partisi Genel Kâtibi Receb Peker de komitenin fahrî ik''pi başkanhğını kabul etmişlerdir. Keşanda feci bir cinayet Keşanm Enez nahiyesine tâbi Ya zır köyü eşrafmdan Ibrahimin evine bir geceyansı meçhul birkaç kişi ge lerek İbrahimi uykudan uyandırmış lar ve para istemişlerdir. İbrahim, pa rası olmad'sım söylemiş, bunun üze rine haydudlar bu zavallı adamı adamakılı dövmüşlerdir. Bu da kâfi gelmiyormuş gibi başına kızgm bir saçayağı geçirmişler ve balta ile parça parça ederek öldürmüşîerdir. İbrahim, köyün fıkarasma yardım eden ve iyıliği seven bir adam olduğu için bu feci ölümü köylüyü çok müteessir etmiştir. Çeşme^0. bir muallim Öldürüldü Çeşme (Hususî) K?zamızın Kadıovacık köyü muallimi İbrahim Nacinin cesedi G°lenbaşı yolu üzerinde bulunmustur. İbrahimin nasıl öl dü5ü arastınlıyor. Ziraat Bankasındaki buğday yolsuzluğu Ziraat Bankasındaki buğday yol suzlu^ura aid tahkikat evrakı Is tanbul Vilâyetine gelmiştir. Büyük bir dosya teskıl eden bu evrak Vi lâyet idare heyetine verilmiştir. Vilâyet idare heyeti bu^ün toplar.erck bu evrakın tetkikine başlıyacaktsr. ^»» ı «a Efursa (Hususî muhabirimizden) Bursaya bahar, birdenbire sıcak bir yaz güneşile girdi. Bütün kışı şehrin rütubetli havası içinde bunalarak ge çirenler şimdi cuma günleri, Ziraat mektebi, Geçid, Tümenyeri gibi mesirelere akm ediyorlar. Bu mesireler o kadar kalabalık oluyor ki, hemen he men 70 bin nüfuslu şehirde cuma günleri (5) bin kişi bile kalmıyor desem yalan değil.. Bilhassa Ziraat mektebi yanındaki koruya Bursanın bütün tanınmış aileîeri toplanıyor ve çok güzel eğleniyorlar. Resimler bu koruda eğlenen ve yemek yiyenleri gÖsteriycr.

Bu sayıdan diğer sayfalar: