29 Nisan 1938 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5

29 Nisan 1938 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

29 Nısan 1938 CUMHURÎYET BEYNELMİLEL PORTRELER MUSİKİ: SERBEST FİKİRLER: İtalo Balbo Halihazırda Libya kumandanı olan Mareşal Balbo'nun, dük d'Aost'un ye rine Habeşistan kral naibi olacağı söyle niyor. Eskidünyanm Yenidünyayı fethe gönderdiği ılk hava filosunun mürettibi ve kumandanı 34 yaşında General, 42 ya şında Mareşal olan bu cür'etkâr adama, İngilizler «havacılığm Kristof Kolombu» diyorlar. İtalo Balbo, yüksek kale duvarlarile çevrili, haşin ve sert suratlı bir derebeylik şehri olan Ferrare'de, bir mühendisin oğlu olarak dünyaya geldi. Tıpkı Mussolini gibi, o da, Avrupa harbine müdahaleye taraftar ateşlilerden biriydi. 18 yaşında gönüllü olarak harbe iştirak ettiği zaman, arkadaşlannın içinde, zekâsı ve azmile kendısinı göstermişti. Mütarekeden sonra Balbo bir müddet gazetecilik yapmış, Alpino gazetesini tesis ve idare etmiş; sonra, henüz dogmakta olan faşizme dönmüş, genc ve âteşin faaliyetini tamamen ona vermiştir. Gizli içtimalardan, tezahürlerden sonra, İtalo Balbo'yu, Roma üzerine yürüyüşte, Mussolını'nin yanıbaşında görüyoruz. O andan itibaren, Balbo, mesleğini bulmuş, yürüyeceği yolu kendisine çizmiştir. Faşist milisleri umum kumandanı, meb'us ve nihayet Hava Nazın olmuştur. Yaptığı en şayanı dikkat hava seferleri, 1928 de, 35 deniz tayyaresile başardığı Roma Odesa, 1931 de 12 deniz tayyaresile, cenubî Atlantiği bir uçuşta aşarak yaptığı Rio de Janeiro Ortobello seferidir. Nihayet, 1934 te meşhur Roma Şikago uçuşunu yapmıştır. Şimal Atlan tik denizini, 24 deniz tayyaresile gidip gelmek şartile aşan Balbo, bu son seferinden sonra Hava Mareşalı olmuştur. O tarihte, genc mareşalın, Okyanus üzerinden yaptığı uçuşların yekunu 2000 saati buluyordu. Birkaç hafta sonra da, Duçe kendisini Libya kumandanlığına tayin etti. İtalo Balbo, havacılıktaki şöhretini medyun bulunduğu filo halinde uçuşlar tertibini, ilk defa olarak bir Amerika seyahatinde tasarlamıştır. Amerikanın azametli hava üslerini ve tayyarecilik mek tebierini ziyaret eden genc Hava Nazın, bir milletin, şahsî rökorlardan ziyade mürettebat yetiştirmeğe gayret etmesi lâzım geldiğini düşünmüş ve memleketine avdet ederken, Nevyork üzerinde, renk renk tayyarelerden mürekkeb filolarla uçuş yapmağı tahayyül etmiştir. Filo halindeki ilk sefer işte böylece doğmuştur. Balbo, ferdî rökorlann aleyhindedir. Italyada, münferid yıldızlar yetişmesini istemez, daima müşareket taraftarıdır. Bahrimuhit seferini hazırlarken, îtalo Balbo, mürettebat arasında, haftalarca kamp hayatı yaşamıştır. Bu müddet zar fında, onun, hergün kimseye haber vermeden, küçük bir deniz tayyaresi üzerinde uçuşlar yapmak suretile, çetin bir antrenman devresi geçirdiğini, bizzat maiyeti bilmezdi. Tayyareciler, «Balbo bizimle beraber bulundukça, üzerimizde muska bulundurmağa lüzum görmiiyoruz, derler. O, uğurlu yıldızların en büyüğünün altında dünyaya gelmişu'r.» Balbo, her îtalyan gibi dindardır ve hurafeye inanır. Bu sebeble, tayyaredlerin hâmisi sayılan «Notre Dame de Le rette» e bilhassa itikadı vardır. Üç çocuğunun resimlerini, muska mukabilinde daima yanında gezdirir. Balbo hakkında anlatılan şeyler ara smda, büyük Okyanusla, Atlantik ara smda, genc mareşahn meşhur seferi esnasında cereyan ettirilen şöyle bir muhavere vardır. Büyük Okyanus, Atlantik denizine şöyle sorar: Sen bir okyanus değil misin ku zum? Bu 35 deniz tayyaresinin tepende ucmasma ne diye meydan veriyorsun? Mareşal Balbo Atlantik denizi cevab verir: Sen, üstümde uçan adamın kim olduğunu biliyor musun? Hayır! Balbo, azizim. Eğer yemek yediği gibi içki de içseydi ben işte o zaman hapı yutardım. Bu muhaverenin hakikate nekadar yakıştığını anlamak için, Balbo'nun, vücudünü ve sıhhatini muhafaza için tatbik ettiği rejimi bilmek lâzımdır. Bizzat Balbo, onu: «Çok yerim, çok içerim, rejimim budur» diye tarif ediyor. Balbo'nun, Libya'ya tayini, onun ismi etrafında bir takım şayialar uyandırmış, mareşal unvanı almasma rağmen, gözden dUştüğü ve bilhassa uzaklaştırıldığı iddia edilmişti. Bizzat Duçe bu rivayetleri tekzib ederken, Balbo'yu, çok sevdiği ve kendisile iftihar ettiği bir silâh arkadaşı olarak tarif etmiştir. Duçe nazannda, Balbo, cesareti ve kahramanlığile kendini bir çok defa göstermiş bir yiğittir. Ve onu, idaresine memur ettiği Libya, birinci derecede bir diplomat eline tevdii iktıza eden bir yerdir. İtalo Balbo, kendisinden pek çok hizmetler bekliyen Duçe'nin ümidlerini fazlasile tahakkuk ettirmiş bulunuyor. Anlaşılıyor ki Libya'ya gönderilmesi, Mussolini'nin teveccühünü kaybetmiş olmak manasmı tazammun etmedikten başka, bu genc mareşalı, şimdi Kral naibliğine yükseltmek suretile, ona, itilâ fırsah verme kicin ihdas edilmiş bir sebebdir. Konservatuar korosu Uzun bir melodının notları gibi kon serler mevsim sonunda birbirini kovalı yor. Senelerdenberi İstanbul bu kadar canlı bir musiki hareketine sahne olma mıştı. İki aydanberi devam eden bu harekete en parlak güzelliği veren üstad Al fred Cortot'nun bilhassa İstanbul Kon servatuarı orkestrasile aramıza girişi adeta heyecan verici bir hâdise ve Konservatuar çahşmalannın çetin fakat muvaffakiyetle geçen bir imtihanı oldu. Önümüzdeki cumartesi günü akşamı Fransız tiyatrosunda gene o Konservatuann başka bir sahada ilerliyen faaliyetlerinden birisine şahid olacağız. İstanbul Konservatuan (muhtelit koro) su üçüncü sene konserini veriyor. Güzel pıogram bilhassa (Beethoven) in (Chor Tantesie) sile alâkayı çoğaltan bir mahiyet taşımaktadır. Beethoven'in bu eseri piyano solo, orkestra ve koro gibi üç unsurun renkleri kullanılarak ya pılmıştır. Eser başlarken üç unsuru da bir arada dinliyoruz: Piyano, koro ve orkestranın müştereken icra ettiği (improvisation) tarzında bir giriş. Sonra yalnız piyano ve piyanonun, en güzel renklerile en baş döndürücü coşkunlukları, en ileri derinliklere, müthiş kalb çırpınışlarına kadar giden bir solo kısmı. Solodan sonra orkestra temayı hazırlıyor ve gene piyanodan Dokuzuncu Senfoninin (Freudenhymnus neşe imnisi) ni müjdeliyen temayı dinliyoruz. Eser heyeti umumiyesile tek tema üzerinde birbirine modülâsyonlarla bağh variyasyonlardan mürek kebdir. Bünyesini şöyle anlatabiliriz: A Medhal (introduction). B Thema. C Ağır kısım (Adagio). D Neşeli kısım (Scherzo karakterinde bir marş). Ç • Son kısım (Finale). Hep variyasyon şeklindeki bu kısımlar temadan adagioya ve adagiodan scher zoya (gcçid) veya (atacca) suretlerile bağlanmıştır. Final, sonuna temanın aslı şeklinde tekrarile ve büyük bir süratle, (presto) temposile devam edip gidiyor. Beethoven in birçok eserlerinde olduğu gibi bu eseri de gittikçe yükselen, artan, hararetlenen, coşan bir hareket gösteri yor. Birbirine bağh variyasyonlar ayni (hüceyre) den mürekkeb oldukları halde şayanı hayret istihalelerine rağmen ayni vahdet içindedirler. Tercümeler etrafında Yazan: FİKRET AD1L Son seneler içinde, edebiyat âlemimizde bir tercüme bolluğu var. «Kanaat», «Hilmi», «Inkılâb», «Remzi», «Sühu let» kütübhaneleri ve daha birkaç kıtabcı tercüme serileri yaptılar, ve bu serılere devam ediyorlar. Bütün bunlar, ter cüme meselesi üzerinde uzun uzun düşünmeme sebeb oldu, kendi kendime şu sualleri sordum, cevablarını araşhrdım: Tercüme nedir? Nasıl yapılır? Bizde nasıl yapılmalıdır? Tercüme, bir eseri, yazıldığı lisandan baska bir lisana çevirmektir. Başlıca iki türlü yapılır: Serbest tercüme, aynen tercüme. Serbest tercümeyi, ben, bizim için şu şekillerde anlıyorum: a) Naklen, hulâsa olarak tercüme, b) Tefsir, izah ederek tercüme, Tercümeden maksad, bir milletin bilmediği, bilmesmde de fayda umulan bir şeyi ona, kendi dilinde ve anlıyabileceği bir şekilde vermektir. Şark kültürünü bırakıp garb kültürüne teveccüh etmiş olan bizler için, tercümenin lüzum ve faydası nekadar münakaşa edılmez bir hakikat ise, klâsik garb kültürünün iki büyük temel direğinin hıristiyanhk ve Greko Lâtin medeniyeti olduğu da o derece kuvvetli bir başka hakikattir. Halbuki, dil bilmiyenlerimiz, garb kültürünün ta mamile yabancısıdır ve bu köklere dayanan eserler, onlara, ancak beşerî şeniyetlere, hislere temas ettiği noktalarda ve o nisebtte bir mana ifade ederler. Bu iti barla, ve tercümenin yabancı dil bilmiyenler için yapıldığını da düşünerek, garb kültürünün din, mitoloji esaslarına dayanan eserlerini, hulâsa olarak, naklen, tefsir ve izah ederek tercüme mecburiyetindeyiz, ve yahi'd, böylelerini bir tarafa bırakarak, yalnız ve doğrudan doğruya, beşerî hislere hitab eden eserleri almalıyız. Bu söylediğim tarzda serbest tercüme edilmesi lâzım gelen eserleri tasnif etmek icab etse, bu tasnifi şöyle yapmak kabildir: Dinî eserleri, mitoloji eserleri, ya bancı medeniyetlere, kültürlere istinad eden edebî eserler. Misal: Bundan bir müddet evvel Cumhuriyet'te G. d'Annunzio'nun «Belki evet, belki hayır» isimli eseri tercüme edildi. Çünkü, onu aynen ve harfiyen türkçeye tercüme etmeğe imkân yoktu. Buradaki «imkân» dan maksadım, ya bancı bir dil bilmiyen okuyucu hesabınadır. Eğer aynen tercüme edilseydi başından sonuna kadar mitolojik telmihlerle dolu olan bu eserîe bir de mitoloji lugati yapmak, eser kadar, belki ondan daha büyük bir tefsirname, bir izahname ver mek icab ederdi, ki, Türk okuyucu d'Annunzio'yu anhyabilsin. Aynen tercümeye gelince, bence, aynen tercüme, mana, maksad, ahenk, tahkiye muhafaza edilip metne sadık kalı narak. ıstılahlar, cümle yapilışları, kelime oyunları, teşbih ve istiareler tercüme edilen dilde varsa aynen, yoksa karşılıkları bulunarak bir eseri, bir dilden alıp başka bir dilde yeniden yazmaktır. Aynen tercümesi lâzım gelen eserleri de şöylece sayabiliriz: Felsefe, sosyal ilimler, nazarî, tatbikî ilimler, tarih eserleri ve din, mitoloji esaslarına dayanmıyan edebiyat, güzel san'atlar eserleri. Böyle yapılmış eserlere misal olarak, Bürhan Toprağın, Oskar Vayld'dan yaptığı «De Profundis» tercüpi?<:ni gösterebiliriz. caat etmeden, yanlış olarak yazmaktır. Yukanda söylediğim eserde rastladığım yanlış tercüme edilmiş kelimeler şunlar dır: Karabina «arquebusc» Arabacı «ecuyer» Kısrak «genisse» Mehdi «antechrisi» Kıç kemiklerı «ec^ıine» Hissettirici «.senümenial» Şu birkaç kelime, yapılan yanlışlann nekadar basit olduğunu, ve yapanın işinin nekadar az ehli olduğunu gösteriyor. Okunulanı kavrıyamamak hususundaki hata'ara misal. Gene ayni eserden ve ayni mütercimin eünden: «Les Lopoukhine sont insinuants, des gens de pcu, mais nombreux...» Mütercim bunu söyle terciipe etmiş: «Lopukinler imada bulunuyorlar, e hemmivet«İ7ce, fakat kalabahk bir aile..» Burada, mütercim «insinuants» nın «girgin, sokulgan» demek olduğunu anlamamış, «ins'iuer» fiiHnin «ima etmek» ma na«ma aldanarak bu hatavı işlemiş. Buna dair bir ikinci misal: Yelkenli bir gemiden bahse^üirken söyle deniliyor: «...une haute proue orne'e d'une belle sirene t/oree...» Ayni mütercim cümleyi bariz bir kavrayış hatasıle şu suretle tercüme etmeğe kalkmış: «Yaldızlı bir düdükle süslü yüksek bir prova...» Zavallı, «sirene» kelimesinin burada, deniz kızı demek olduğunu bir türlü anlıyamamış, ve bir yelkenli gemide buharla öten ve bizim gemicilerin «sirene» kelimesinden galat olarak «seyran düdüğü» dedikleri şeyin bulunamıyacağmı da hiç olmazsa «ilmi yakin» ile düşünememiş. Ayni tercüme eserde, ıstılah, teşbih ve istiareleri anlamamak yolunda da hatalar var. En göze çarpanını söylüyorum: Mütercim: «Le diacre beuglait comme le$ trompettes de Jericho.» Cümlesini «Diyakos Şeria borulan gibi böğürüyordu» diye tercüme ederek, hakikaten gülünc ve çift bir hata ya düşüyor. Evvelâ türkçede mevcud olmıyan bir ıstılahı, karşılığını bularak çevirmiyor, sonra da, ve aynen tercüme ederken «Jericho» yu «Şeria» zannederek bir ikinci yanlış yapıyor. Burada, okuyuculara «trompettes de Jericho» nun neye delâlet ettiğini anlatmak isterim. «Jericho» kitabı mukaddeste ismi geçen Eriha şehridir. Yahudiler, Mısırdan kaçıp da Arzımev'uda girdikleri zaman karşılarına çıkan bu şehri şöyle zaptettiler. Sehrin etrafında karargâh kurdular, ve altı gün, önlerinde Jubile borulan ve mukaddes tabut olduğu halde, borulan öttürerek, şehri devrettiler, dönüp yerlerine oturdular. Yedinci gün, sehri yedi defa dolaştılar, yedinci sefer, borulan öttürerek hep birden nara attılar. Gürültüden, şehir hâk ile yeksan oldu, böylece orasmı zaptettiler, ve «Ahdia tik» te bu şekilde anlatılan hâdise dolayısile yabancı dillerde «Trompettes de Jericho» tabiri fevkalâde gürültü, şamaia manasmı aldı. Türkçede böyle birşey olmadığma ve cümlenin aslında da «böğürüyordu» fili bulunmasına göre, bunun tercümesi, ta biatile ve meselâ «danalar gibi böğürüyordu» olmak lâzım gelir ki, o zaman, Türk okuyucu için bir mana anlaşılır. Mütercimin, kendi dilinde yazı yaz • masını bilmemesine daif misali de, gene, hakikaten fena tercümenin bütün şekilleri için bitmez, tükenmez bir hazine telâkki edebileceğimiz ayni tercüme eserden alacağım. Buyurunuz: Şakloviti, iskemlesi üzerinde ileri doğru uzanarak, Vasili Vasiliyeviçin g'özlerine gözlerini dikiyordu. Silvestr Med veef, kouu pembe cübbesi sırtmda, siyah, parlak ve bakımlı sakalını ısırarak, o da Goliçin'a bakıyordu. Yaiak oda$ım bir tek mum audmlatnjordu. Yatağın cibinük kubbesindeki devekuşu tüiflerinin gölgesi ııüzü Vasili Vasiliijcüiç'in IJÜZÜ olan bir kahramanm baştna taç giı/diren cıplak aıjaklı genç kızları, uçuşan bebekleri, kanadlı ı/anş ailarını gösieren lavana vuruyordu. PENCERESiNDEN Kız bekçileri on P. M. adlı bir Almanla tanıştım. Tarihe merakı var. Hammer'i okumuş, fakat iyi hazmedememiş. Türkçe bilmediği halde bizim dört cildlik Türk Tarihinden de bir takım satın almış. Şimdi dil bilir bir dost bulup da eseri onun ağzıle ve almanca olarak dinlemek istiyor. İşte bu adam bana sordu: Kız bekçilerinin Osmanlı sarayında vazifeleri neydi? Meşhur hikâyeyi anlattım ve saraydan kaçmak istiyen bir kıza rastlayıp da kendisini bir çınar ağacı kovuğuna saklamak suretile sarayın haysiyetini kaldırımlarda sürünmekten koruyan bir adamm gönlünü hos etmek için Topkapıda ve Fatih devrinde bir «Kız bekçileri ocağı» kurulduğunu, fakat bu ad dile çirkin geldiğinden sonralan ocağın «Koz bekçileri» diye anıldığmı söyledim. O, koz bekçi tabirinde bir mana veya bir tad bulmadıshndan ısrar etti: Kız bekçileri ne yaparlardı? Cevab verdim: Selâmhk alaylarında, binişlerde padişahlarm surahilerile altın taslannı, altı mangallı ve tombak maşraba adlı sn cak su güyümlerini taşırlardı. Camilerdeki mahfilleri silip süpürürlerdi. Uzunca seferlerde konak yerlerini alaydan öncevarıp temizlerlerdi. Sarayın su yollarma bakarlardı. Sultanlann sofra takımlanni muhafaza ederlerdi. Yolculukta onlantı kahvaltı takımım götüren hayvanı yederlerdi. Von P. M. yüzüme bön bön bakh: Kız bekçilerinin kızlarla hiç mi alâ^ kaları yoktu? Anladım. Adamcagız tarihî ıstı lahlan lugat gibi telâkki ediyor ve ku£ bekçilerinı de meselâ kızlarağası gibi' kadınlarla yakından meşgul olan saray hizmetçisi sanıyordu. Fakat bu zehabı düzeltmek için ne soylesem boştu. Herif, kelime ile mefhum arasında mutlaka bir münasebet bulunduğuna inanmış görünüyordu. Böyle bir kanaati değiştirmek benim vazifem de değıldı. Koz bekçilerinin tarihte rolleri yoktu ki beni heyecanlandırsm ve içime bir hakikati müdafaa etmek ihriyacını düşürsün, ayni zamanda Alman tarih meraklısı birşev öğrenmek istemiyordu, bildiğine inandığı bir mevzuun tenvir edilmesini diliyordu. Bu sebeble işi lâtifeye çevirdim ve onun ricasını tekrar etmesi üzerine §u cevabı verdim: Kız bekçilerinin bir vazifesi daha varsa da tarih kitablarında yazılı değildir. Alâka gösterdi, gözleri parladı, telâşla sordu: Neydi bu vazife? Arasıra ecnebi matmazeller, madamlar sarayların yasak olmıyan taraflannı izin alarak gezmeğe gelirlerdi. Kız bekçileri iriyan genclerden, endam1 lan güzel ve elleri işe yarar delikanlılar* dan seçildiği için o misafirlere bu ocaktan kıla\ruzlar verilirdı. Koz bekçisi yerine yabancıların kız bekçisi tabirini kullani' maktan hoşlanmaları da bundan ileri gel! se gerek! Bize komşu bir masada oturan bif, matmazelin mendili o sırada yere düştü, yanındaki von da iğilip aldı ve iğilerek sahibine verdi. Ben bu sahneyi tarih raklısı masadaşıma gÖsterdim: Kız bekçileri, dedim, bu gibi işled de yaparlardı, düşeni kaldınrlardı ve j safirlerin ormanda, bayırda düşmemelef] rine dikkat ederlerdi. Von P. M. bu sözlerime inandıysa'f çok yazık. Fakat hakikati kendi düşünd cesine uydurmak istiyenlere karşı da baş*] ka türlü dil kullanılamaz ki?.. MÜTEFERRÎK Türk bebekleri yapmak istiyen bir firma Viyanadan bir firma. İstanbul Tica ret Odasına müracaat ederek İstanbulda Türk millî kıyafetini lâbis bebekler imal eden müesseselerle temasa geçmek istediğini bildirmiştir. Firma, her mil letin millî kıyafetlerini lâbis bebekle rin dünyanm her tarafmda satıldığım, fakat Türk millî kıyafetini taşıyan be beklere tesadüf edilmediğini bildirerek bunlan da dünya piyasasma çıkarmağı teklif etmektedir. Standardizasyon müdürlüğü Iktısad Vekâleti Başkontrolörü Fa ruk terfian Vekâlet Standardizasyon şubesi müdürlüğüne tayin edilmiştir. Türkofis Asbaşkanı Türkofis Asbaşkam Celâl mezunen Ankaradan şehrimize gelmiştir. Asbaşkan birkaç gün şehrimizde kalacaktır. ^ I• I ^ Münir Nureddinin konseri Kıymetli san'atkâr Münir Nureddin 3 mayıs salı akşamı Fransız tiyatro sunda bir konser verecektir. Münir Nureddin, güzide san'atkâr arkadaşlarınm refakatile vereceği bu konserde klâsik ve yeni birçok besteler ve şarkılardan. halk türkülerinden başka ayrıca bizzat bestelediği segâh makamından bir şarkıyı da ilk defa orijinal bir taksimle birlikte okuyacaktır. Yunanlı talebelerin dünkü "ezintileri Misafir Yunanlı kız talebe, Büyükada vapurunda Geçen pazar, şehrimizi gezmeğe gelen misafir Yunanlı kız talebe, dün vapurla Büyükadaya giderek bir gezinti yapmişlardır. Yukarıdaki resimde sevimli misafirleri Ada vapurunun güvertesinde görüyorsunuz. Talebeler, bugün memleketlerine döneceklerdir. Bundan başka programda (Brahms)ın lirik eserlerinden (Nânie Neni) si, (Schubert) in (Mirjam) ı ve (Schu mann) ın (Drei Chöre) isimli üç parçası var. Konsere profesör (Ferdi von Ştatzer), teganni muallimı Bayan (Ren Gelenbevî) solist olarak iştirak ettiği gibi Kon servatuarın ilk mezunlarından Bayan Bedriye Tüzün ve son sınıftan Bayan (Lamia Kadri Raşid), tenor Haciyan ve Nikolsky Schumann da solist olarak bulunuyorlar. Bir provada bulundum. Kıymetli muallimleri Muhiddin Sadıkın gözlerinin içine bakarak, onun tepeden tırnağa kadar güzel ses, asil üslub haline gelmiş, san at heyecanile alev alev yanıyormuş gibi uçan ve hararet dağıtan hüviyetine bağlanarak ne canlı ve heyecanh bir dikkatle vazifelerine sarılmışlardı. Bu provalardan herhangi birisinde bulunan, kıymetli talebelerinin teşkil ettiği bu hassas halkanın ortasında profesör Muhiddin Sadıkın, kartal kanadlan hızile yükselen muvaffakiyetinin sımnı anlamakta gecikmiyecektir. Şimdiden sonsuz alkıslar ve tebriklerle Bir eserin tercümesi için herşeyden evcumartesi akşamını beklivoruz. vel «mütercim» in bir muharrir olması MESUD CEMİL lâzımdır. Her eline kâğıd, kalem alan lokantalı vagonlarda garsona emir verecek kadar yabancı dil bilen kimse mü tercim olamaz. Fakat ne yazık ki, bu 23 nisan çocuk bayrammın altıncı gü gün, kontrolsuz olan tercüme sahasını, nü de fevkalâde neş'eli ve istlfadeli bir böyle mütercimler doldurmaktadır. surette geçmiştir. Havanın sabahleyin Mütercim denilen nadir kuşun, kendi serince bulunması, yavrularm kırlara dilini ve tercümesine karar verdiği eserin açılmalanna mâni olmuşsa da öğleden sonra rnekteb bahcelerindeki eğlencele yazılmış olduğu dili bütün manasile bilmesi lâzı.mdır. Çünkü tercüme için, terre devam edilmiştir. Saat 13,30 da Şehremini Halkevi gos cüme edilecek eserin tamamile anlaşılmaterit heveti, radyoda bir temsil vermiş, sı, hazmedilmesi ilk şarttır. Bundan sonaksam 20 de de Bakırköy Halkevi sa ra yazmak, daha sonra da yazılanı oku lonlarında küçüklere bir filim gösteril mak ve rötuş yapmak gelir. Bizde yapımistir. lan tercümelerde bu üç şartın doldurulÇocuk haftası buîün sona ermektedir. duguna pek seyek tesadüf ettim. Bir mütercim için affedilmez hatalar KÜLTÜR tSLERİ şunlardır: Kelimelerin manalarını bil Türk dili ve ecnebi çocuklar memek, okuduğunu kavnyamamak, ıstı Ecnebi mekteblerinde ecnebi tabii lahlan, telmihleri, teşbih ve istiareleri anyetinde bulunan çocuklar hakkında Ma lamamak, ve eseri tercüme ettiği lisanda arif Vekâletinden yeni bir emir gelmiş yazı yazamamak. tir. Bu emre göre, bu kabil çocuklar Fakat bu hataları yapan bir mütercim imtihanda türkçe dersinden muvaffak olabilir mi? Maalesef size evet diyece olamadıklan takdirde sınıf geçebilecek ğim, ve iddiamı teyid edecek misalleri bu ler, fakat geçtikleri sınıfta türkçeyi ile son günlerde tercümesile yakından alâ riletmek ve öğrenmek için açılacak kadar olduğum bir eserden alıp verece kurslara devama mecbur olacaklardır. ğim. Bu eser Aleksi Tolstoy'un «Deli Petro» isimli kitabıdır ki şimdi «Ulus» Bir profesör geliyor gazetesinde tefrika olunuyor. Paris Üniversitesi Hukuk Fakültesi Bazı yabancı kelimelerin manalannı idare ve teşkilât hukuku profesörlerin bilmemek, bir mütercim için büyük bir den Aşil Mester, yakmda şehrimize gelerek Üniversitede birkaç konferans noksan değildir. Asıl noksan, o kelimeyi bilmediğini bilmiyerek, lugata da müraverecektir. 6 ncı gün M. TURHAN TAN Milletler arası jinekoloji kongresi Amsterdamda toplanacak olan milletî ler arası doğum ve kadın hastalıklanj kongresinde Üniversitemizi temsil et mek üzere Üniversite jinekoloji profe sörü doktor Tevfik Remzi Kazancıgil dün aksamki ekspresle Holandaya ha reket etmiştir. Doktor Tevfik Rem2 kongrede kadın hastalıklanna dair zı tebliğatta bulunacak ve bir kısım Av< Ne yapmalı? Bu gibi fena ve yanlış rupa pavitahtlarmda tıbbî tetkikler y tercümelerin önüne geçmek için bir çare pacak, üniversite imtihanlarmda ha zır bulunmak üzere şehrimize avdet var mı? Var, birçok çareler var. decektir. Herşeyden evvel, tercüme neşriyat yapan kütübhanelerin, tercüme işlerinden anlar birer mes'ul müdürleri olmak lâ me işlerile uğraşan bir müdür yokturl zımdır. Bu müdür, hangi eserlerin nasıl Vakıâ Avrupa eserlerini, Avrupa kitabve ne şekilde tercüme edilebileceğini, ki larına benzer şekilde basıyoruz, lâkin me tercüme ettireceğini tayin eder, yapı henüz, Avrupa zihniyetinde bir tâbie malan tercümeyi gözden geçirir, kabul veya lik değiliz. rtddeder. Tercüme islerile meşgul olacak mü Bundan sonra, i$ münekkide gelir. nekkid de yok. Arasıra tercüme, telif Münekkid, nesredilen tercümeler hakkın eserlere dair tenkid yazılan çıkmıyor deda fikrini söyler. Güzelliklerini, yanlış ğil. Lâkin, tıpkı tâbilik işi gibi, tenkid işi larını tebarüz ettirir, münakaşa eder. de ^elisigüzel yapılmaktadır, teşkılâtlanFakat bizde, bugüne kadar, öyle zan dınlmış değildir. nediyorum ki, hiçbir kitabcunızda, tercüFİKRET ADİL

Bu sayıdan diğer sayfalar: