17 Kasım 1940 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 2

17 Kasım 1940 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 2
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

CUMHURİYET 17 îkİncitefrin 1940 Büyük siyasî tefrika: Yazan: GORDON WATERFİELD Cepheden geri çekilen harb muhabirleri Ingiliz gazetecilerinden biri Alman paraşütçüsü zannedilerek az kalsın kurşuna diziliyordu Alman bombaları muhacırlar üzerine her an ölüm saçıyordu Gerçi bizim rütbemiz yoktu, fakat kendi aramızda ancak yüzbaşıdan mafevk olanlara selâm vermeğe karar vermiştik. Omuzlarımızın üzerinde «harb muhabiri. kelimelerini taşıyan bir yazı vardı. Ve bu yazı, Fransız halkına hüviyetiraizi izah edecekti. Şapkalarımızın veya DerelerimiEin üzerinde «CG.> harfleri vardı. Bun. lar da harb muhabiri manasına gelen Correspondent de Guerre kelimes;nin ilk harfleri idi. Harb muhabirleri bu kıyafetlerile Pariste ilk göründükleri zaman Istihza ile karşılandıiar ve miEah gazeteleri onların şapkalarile de, elbiselerile de ayn ayrı alay ettiler. ıVe bizim, askere de, sivile de benzemediğünizi söylediler. Haklıydılar ve bi»im bu halimiz daima şüphe ile kargılanmamıza sebeb oldu. Combrai'ye : dönen gazeteci arkadaşlanmızın başından geçenler hakikaten nakledil ıreğe değer. Fransayı istilâ eden muhacir yığınîarı, ya bir takım şayiaların ansızın yayılmasmdan, yahud Alman tayyareleriıün taarruzuna uğramak yüzünden, birdenbire bozguna uğrayorlardı. Arada bir takım şayialar müthiş bir süratle yayılmakta ve muhacirler telâş yüzünden kendilerini arabaların, kamyonların, yahud sıhhiye otomobillerınin önüne atmakta idiler. 15 mayısta Combrai'de kalan harb jnuhabirlerinden biri, NewYork Tiınesin muhabiri Percy Philip, Associated Press'in muhabiri Taylor Henry ve Figaro'nun muhabiri Maurice Noel bulunmakta idi. Ordunun matbuat zabiti bunları akşam bırakarak ertesi sabah döneceğini ve onları ilk hatta doğru götüreceğini söylemişti. Fakat Combrai'deki umumî karargâh. cephenin kendisine doğru yaklaşmakta olduğunu anlamış ve derhal yerini değiştirmeğe karar vermişti. Sabahleyin yola çıkmak ümidile erkenden uyuyan gazeteciler unutulmuşlardı. Gazeteciler sabahleyin uyanarak kahvelerini içtikten sonra matbuat zabtini beklemeğe başladılar. Fakat gelen giden yoktu. Gazeteciler olan biteni anlamak için dışarı çıkmışlar ve burada ancak birkaç zabitin kaldığını görmüşlerdi. Bu zabitler bunlara bakarak: Sizin burada işiniz ne? dcmişler, sonra anlatmışlardı: Almanlar buraya yaklaşıyorlar. Karargâh da buradan göçtü. Siz dz ilk trenle hareket etmelisiniz! Üç gazeteci de eşyalarım toplayarak istasyona göndermişlerdi. Fakat istasyon mahşerden nümune idi. Trenin kalkmasına bir saat kaldığı için gazeteciler de yemek yemek üzere istasyondan ayrılmışlardı. Tam bu sırada Alman tayyareleri görünerek istasyonu tahrib ettiler. Bu variyeti gören Philip, istasyon şefinin odasmda bıraktığı yazı makinesile el çantasını kurtarmak imkânı bulunup bulunmadığmı anlamak için koştu. İstasyon, hiç bir trenin hareketine itnkân bırakmıyacak tarzda harab oimuştu. Muhacirler, siper aldıklan halde mühim zayiata uğramışlardı. Ortada birkaç ölü de j'atıyordu. Gazeteciler bu vaziyet karşısında birer bisiklet tedarik ederek harekete karar verdiler. Gazetecilerin üçü de bisiklctle hareket etmek üzere iken Alman tayyareleri burasını bir kere daha ziyaret etti ve attığı bombaların biri Henry Taylor'un arka tekerleğini parçaladığı gibi onu da bir kenara yuvarlamıştır. Diğer iki gazeteci daha hafif berelerle kendilerini kurtardılar. Henry Taylor da yeni bir bisiklet tedarik ederek arkadaşlarile birlikte yola çıktı. İlk gün geçtikten sonra Filip bir trenle harekete karar verdi, diğer ikisi dr; ayn ayrı hareket ettiler. Philip uzunboylu bir İskoçyalıdır. Onu Alman paraşütçüsü sanmak işten değildi. Onun bindiği tren bombalanmış ve halk bu yüzden heyecanlanmıştı. O gün Fransız gazetelerile rcıdyoları da paraşütçülere karşı tetik davranmak için sıkı sıkı talimat vermişti. Philip ise, dediğimiz gibi, boylu boslu ve üstübaşı paraşütçü olduğunu hissettirecek bir adamdı. Bunun neticesi olarak dört Fransız askerile yüzbaşılan ona yaklaşmış ve onu tevkif etmişlerdi. Askerler de, yüzbaşılar da o kadar sinirliydiler ki Philip'in gösterdiği resmî evraka bakmak bile istemiyor ve itirazlarmı dinlemiyor ve derhal onu kurşuna dizmek lâzımmış gibi hareket ediyorlardı. Philip Fransada on dört sene yaşamış olduğu için derdini koluyca anlatıyor, fakat bir dinleyen buıamıyordu. Fhilip, lejyon donör kordonunu da haiz olduğunu söylemiş, fakat bu da a'.eyhteki hissiyatını galeyan haline gctirmiş, ve bir Almanın dahi bu kordonu tanıması müthiş bir kepazelik sayîlmıştı. Philip, General Gamelin karargâhmdan a'dığı vesikayı çıkardığı zaman, bambaşka bir şüphe ile karşılanmıştı. Çünkü onun bir sürü vesikalar taşımakta olduğu göze earpmış ve bu da onun aleyhinde bir delil olarak kullanılmıştı. Bunun üzerine çizmeleri ayağından çekilmiş ve aranmış, daha sonra üstübaşına bakılmış, fakat aleyhinde kulla nılacak hiç bir şey bulunmadığı zaman da şu sözler söylenmişti: Makineli ziraat Ingiltereden son sistem ziraat makineleri geldi Bundan epey bir müddet evvel b:r ziraat heyeti Londraya giderek mühim miktarda ziraî alât ve edevat mubayaasına girijmişti. Verilen siparişler üzerine imal ediîen son sistem ziraat makinelerinin ilk partısi şehrimize gelmiştir. Bu makinelerin kısmı azamını büyük pulluklar teşkil etmektedir. Mühim miktarda ziraat a!âtı daha gelecektir. Evvelce Amerikaya sipariş edilmiş olan ziraat alât ve edevatı şehrimize gelmiş, ziraat kombinesi mmtakalarına tevzi edilmişti. Bu traktör ve harman makinelerinden elde edilen neticeler tahminin fevkinde olmuştur. Hükumet. 5'eniden mühim miktarda alâtı zirayie n.ubayaasmı da münakasaya koymuştur. Ziraat mskinelerinin çoğaltılması nıemleket istihsaltı üzerinde çok mühim tesirler ve artışlar husule getir mektedir. Haberleri ı Serbest fikirler =^= IHEM Eğer Descartes bugün D sağ olsaydı Bundan üç yüz yıl önce Avrupa bu giinkü kadar vahşi ve kanlı; bir türlü bitmek bilmiyen ve atuz yıl devam eden bir harbin yirminci yılını yaşıyordu. Descartes başlangıçta harbe iştirak etmiş, fakat muhariblerin vahşetinden nefret ederek kıfasını terketınış ve o zpman için dünyanm en sakin yeri olan Holandada bir inzivaya çekilmişti. Fakat asıl harbin çıkmasma sebeb olan Bohemya Kralı da, tacmı tahtmı kaybettikten ve memleketini Avusturyalılar işgal ettikten sonra, Holandaya iltica etmişti. Descartes burada, Bohemya Kralının, büyük kültür sahibi kızı Prenses Elisabeth'i tanıdı. Bu tanışma filozofla Prenses arasında uzun bir muhabereye vesıle olmuş, ve Descartes ebedileşürdiği Prensese lây^mut mektublarını yazmak fırsatını ermiştir. İşte gene böyle mektublarından birinde Prenses filozofa Makya velden bahsederek kitabını okumayı tavsiye etmiş ve fikirlerini jormuştur. O da şu cevabı vermiştir: «Altesinizin hakkında kanaaümi yazmamı emir buyurdukları kitabı okudum. İçinde çok iyi olduğuna kani bulunduğum bir çok kaideler buldum. Mese'.â çunun gibi: «Bir hükümdar daima tebaasının kin ve nefretinden sakınmalıdır. Ilalkın sevgisi kalelerden daha kıymetlidir.» Fakat bir çokları da vardır ki tasvib etmem imkânsızdır. Zannımca, müellifin en fazla kusur ettiği nokta, akli yoîlarla iktidan elde eden hükümdarlarla gayri meşru vasıtalarla devleti gasbedenler arasında kâfi bir fark görmemek, ve bu sonuncular nevinden hükümdarlara hâs düsturlan hemen bütün devlet reislerine tavsiye etmek olmuş rur. Zira, nasıl kalın ve yüksek duvarları tutamıyacak derecede kötü temellere dayanan bir binanın duvarlarını zayıf ve alçak yapmak zaruri ise, ayni şekilde, cinayetlerle iktidar mevkiine yerleşmiş olan kimseler de, tabiî olarak, cinayet işlemekte devama mecburdurlar, ve faziletkâr olmak isteyince ikti darda tutunamazlar. Şu kaideleri, şüphesiz, bu türlü hü kümdarlar için söylemiş olacak: NALINA MIHINA Kahraman ihanet! (iMehmed Karahasan Yazan: tecavüzler intikam arzusunu canlandltmak için kâfidir, fakat büyükleri intikam kudretini yok eder.. Ve bu temeller üzerine şöyle müstebidce kaideler vazediyor : «Bir memleketin hâkimi kalmak için onu baştan başa tahrib etmelidir; çabuk ve hep birden yapılmak şarlile büyük zulümler icra etmelidir; hayır sahibi gibi görünmeğe gayret etmelidir, fakat lıakikatte böyle olmamalıdır; faydalı olduğu müddetçe sözünii tutmalıdır; gizlenıeli. aldatmalı, ihanet etmeli, ve nihayıt hükmetmek için her türlu insani lıislerden sıyrılmalı ve hayvanların en canavan kesilmelidir.» Descartes'ın buna verdiği cevab gayet basittir: «İyi bir hükümdara bunun tamamen aksi kaideler öğretmek lâzım dır.» Sonra hükümdarın hareketlerinde tebaasile, dostları veya müttefikleri ve düşmanları arasında bir fark gözetmelidir. dedikten sonra Descartes devam ediyor: «Düşmanlara karşı hemen her şeyi yapmağa cevaz vardır, yeter ki bundan hükümdar veya tebaası için bir fayda temin edilsin. Bu takdirde tilki ile arslanı, kuyvetle hileyi birleştirmeyi red detmiyorum. Fakat bundan, cemiyete taban tabana zıd, aslâ, hiç bir %eçhile istimaline cevaz bulunmayan bir hileyi isü'sna etmelidir, ki o da şudur: Daha iyi bir şekilde ansızın yakalamak ve avlamak kasdile, mahvı istenilen kimselerin yalandan dostu görünmek. Dostluk bu tarzda suüstimaline aslâ cevaz verilmiyecek derecede mukaddes bir şeydir. Ve sırf ihanet kasdile bir kimseyi yalandan seviyor görünen bir adam. bilâhare hakikaten sevmek istiyeceği kimselerin onun dostluğuna aslâ inanmamalarını ve bılâkis kendine "larşı küı ve nefret beslemelerini haketmeğe lâyıktır.» Müttefiklere gelince, hükümdar sözünü tamıtamına tutmalıdır, hattâ bundan kendine zarar gelse bile, zira vaadini yerine getirmek şöhretinin ona temin ettiği fayda, sozünü tutmak suretile gördüğü zarardan daha ufak değildir. Ve o, böyle bir şöhreü ancak kendısi için bir zarar tehlikesi mevcud olan böyle fırsatlarda kazanabilir. Fakat kendini büsbütün mahvedecek vaziyetlerde devlet ler hukuku onu sözüne sadakatta mazur görür. Fakat hükümdar verdiği söze her zaman sadık kalabilmek için, vadetmeden önce çok teemmüllü olmalıdır. Meselâ, komşularının bir çoklarüe dost geçinmek iyidir, fakat ancak az kuvvetli olenlarile sıkı ittifaklar akdetmek daha iyidir. Zira, hükümdar kendisi ittifakına nt kadar sadık kalmak istese de, diğerlerinden de ayni şeyi beklememeli, ve diğerleri, menfaatlerini gördükleri her anda, kendini aldatacaklarmış gibi hesabını yapmahdır. Halbuki çok kuvvatli olanlar istedikleri zaman bir bahane bulabilirler, fakat az kuvvetli olanlar bulamazlar.» *** Bir eserinde «bir millet felsefe ile iştiğal ettiği derecede terbiyeli ve medenidir, büıaenaleyh bir devlette mevcud olabilecek en iyi şey hakikî filozoflara malik olmaktır.» diyen Descartes, beşeriyetin, büyük bir kısmının, onun bu sözleri söylediğinden üç yıl sonra, Makyaveli bile mezarından fırlatacak kötü Makyaveller ve sahte filozofların oyuncağı ve zavallı kurbanı olduğunu görebilseydi, her halde «aklıselim dünyada en iyi taksim edilmiş şeydir» demezdi. Fakat bununla beraber Prenses Elisabeth'e yazdığı bu mektubu da tekrar tekrar okumamızı tavsiye etmekten kendini alamazdı sanırım: Çünkü bu kadar açık ve seçik hakikatleri insanların anlayamıyacağına da bir türlü aklı eremezdi. Ekmek fiatlarını ucuzlatmak için Belediye İktısad müdürlüğü ekmek fiatlarını ucuzlatmak için yeni bir ekmek nümunesi üzerinde tetkikat yap maktadır. Yeni ekmeğin kepeği fazlalaştırılarak randıman miktarı yüzd= 8t'. ya iblâğ edilecektir. Bu suretle yap.lan nümuneler Sıhhat ve İktısad miidurlüklerindo tetkik edilmiştir. İyi netice alınırsa, şimdiki ekmek fiatlarında Boşuboşuna vakit kaybediyoruz. otuz para kadar bir tenzilât icrası kaKalk, şurada dur, seni vuracağız! bil olabilecektir. Yüzbaşı rovelverini çekmiş ve: 152 yaşında bir ihtiyar Haydi! İzmit (Hususî muhabirimizden) Diye bağırmıştı. Etraftaki kalabalık bu hattı hareketi Sapanranın Mümtaziye köyünde sakin olan bir ihtiyar, Türkiyenin en yaşlı tasvib ediyor ve: adamıdır. Kafkasyada Alman dağında Çirkef boş! diye bağınyordu. Philip'in bir tek ümidi vardı, o da doğmuştur. Tam 152 yaşında bulun jandarmaya haber gönderilmiş ol.iıasıy maktadır. Osman İslâm oğlu ismmdeki bu ihdı. Bu yüzden hâdiseyi geciktirmek ve zaman kazanmak icab ediyordu. O da tiyar, 6 saatlik yolu yaya gitmekte ve şüzel ata binmektedir. Dişleri tam 5 yüzbaşıdan rica etti: Beni kurşuna dizmeden evvel mii defa yeniden çıkmış ve hayatında uzun sasde ediniz de çizmelerimi ayağıma zaman bekâr kaldıktan sonra 3 defa evlenmiştir. 2 kızı, 1 oğlu, 15 torunu geçıreyım! (Yann devam cdecek) vardır. ** talyanlar, Yunanlılara karşı. ilk uğradıkları mağlubiyeti, Arnavudların ihanetine atfettiler. Belki doğrudur. Fakat .ihanet. ne kelime? İtalyanlar, kullandıklan kelimeyi yanlış seçmişler! Buna .ihanet. değil «vatanperverlik» denilir. Bir paskalya günü havadan, denizden, karadan saldırıp işgal ve istilâ ederek esaret boyunduruğuna vurnıağa çalıştıklan bu memleket hallo, sanki gönül rızasile kendilerini davet etnıiş ve sanki se^ne sevine İtalyan ordusunun hizmetine girmişler de şimdi harbetmeyip Yunanlılara iltihak edince, bu hare'' ket ihanet oluyor. Biz açıkça söyliyelim ki bütün dünya Arnavudluktan ve Arnavudlarüan boyle şerefli ve namuslu bir ihanet bekiiyor. Arnavudluk haikının büyük bir kısnu müslüman olduğu ve Osmanlı padişahları islâm âleminin lâfzan da olsa haiıtesi buiunduğu halde, Arnavudlar Osmanlı saltanatına karşı ikide birde isjan ederlerdi. Halbuki hürriyet ve istiklalint düşkun olan bu serâzâd insanlara, vaktile lürklerin yaptıklan muaraele, şimdi İtalyanlardan gördükleri zulumle kıyas kabul etmez. Padişah, en yakın muhaiızlarını Arnavudlardan seçer, Arnavudluk vilâyetleri imtiyazlı bir muameleye mazhar olur, Arnavudlar sadrıazamlığa kadar yükseür ve Osmanlı meb'usan meclisinde, Arnavuıilarılan bahsedildikçe daima «Arnavud kavmi ııecibU diye Türkler için, bilmukabele olsun, hiçbir zaman kullanıhnıyan hürmetkâr bir dille konuşulurdu. Hulâsa, Osmanlı imparatorluğu camiası içinde, Arnavudların Türklerden daha mümtaz bir mcvkileri vardı; buna "rağmen, isyan ederlerdi. İçlerinde, fırkacılık ihtirasına kapılaniar, ecnebi parasının aleti olanlar, ırk ayrıhğı güdenler olmakla beraber, istiklâl istiyenler de vardı. Biz, bugıin, Arnavudların o zamanki saiklerini topyekun hürriyet ve isriklâl aşkı di>e kabul eflelim. Böyle olunca hürriyet ve istiklâl aşkile Türke silâh çeken Arnavudun, kendisine klöe muamelesi yapan İtalyana karşı piştova veya «At marüııi Deb» reli Hasan!» şarkısında olduğu gibi martine sarıltnakta bir an tereddüd etmemesi icab eder. Memleketleri işgal ediliı kcn pck yalnız kalmış olan Arnavudlar. kısa \e mahdud bir mukavemet göstarebilmişlerdi. Şimdi ise Yunanistan ve İngiltere onlarla beraberdir; belki başka yardımcılar da çıkacaktır. Geçen kış, Arnavudluk konsoloshanesi bana biri •Arnavrudluk meselesi», öteki Mazlum Arnavudluğun müdafaası için» adlı iki fransızca risale göndermişti. Bu broşürler. İtalyanlann yaptığı tecavüze ve gasıblığa karşı Arnavudluğun hukukunu müdafaa için neşredilmişti. Fakat, bugün. artık kalem ve mürekkeblı: millî hakların müdafaa edilebileceği zaman geçmiştir. Şimdi hakkı silâh ve kan müdafaa eder. Onörüne çok kıymet veren a.'abî bir millet olduğu için, ferdî kavgalârıhda bile hemen silâha sarılan Arnavudların şimdi, hürriyet, istiklâl, yurd vo şeref gibi millî mukaddesatı müdafaa için, tanı silâha sarılacağı zaman gelmiştir. Dünvanın her tarafındaki Arnavudların, haşta Krallan Zogo olmak üzere, Yunanistanda Arnavud zabitlerin kumandasında teşekkül eden Arnavud lej>onuna koşmalan lâzımdır. Tîizden aldıklan istiklâllerini İtalyanlardan kurtdrmak için, yalnız Debreli Hasanın değil. bütün yurddaşlanmn martinleri Arna\udluk dağlarını inletmelidir. Bütün dünya Arnavudlardan İtalyanların şikâyet ettiği o kahraman ihaneti bekliyor. Mehmed KARAHASAN Bir kilo çivi 150 kuruça mı satılmış? Asker ailelerine yardım etmiyenler İzmir (Hususî) Şehrimizde askpr ailelerine kanunen yardım yapmağa mecbur 8 tüccann, taahhüdlerini getiıip belediyedeki alâkadar teşekküle yatırmadıkları görülmüş ve haklarında tahsili emval konunu mucibince haciz muamelesine eirişilmiş. isimleri de BeI^diye koridorunda bir lisete ile ilân edilmiştr. Kına ve kınakına Kına ve kınakına Düşenler İhtikârla mücadele Yıldızlar Yazan: Üniversite mezunlan Üniversitenin yeni sene mezuniarı: 296 Tıb, 142 Hukuk, 133 Fen, 76 Edebiyat, 31 İktısad, 18 Diş Tababeti mektebi mezunu olmak üzere 699 dur. Mezunların nispeti %9094 arasındadır. Yangınlar İlkteşrin ayı zarfında şehrin mtıhtelif semtlerinde 25 yangın çıkmış, bunlardan 22 si başlangıç halinde iken söndüriilmüştür. Liselerde 939 940 yılında liselerin son sınıflarında bulunan 4772 talebenin '736 sı liseyi bitirmiştir. 3166 talebeden 2225 i devlet olgunluk diploması almağa muvaffak olmuştur. Orta ve muallim mekteblerinde 21502 talebeden 9117 si diploma almıştır. Harb olur, kervan yürür. Kabadayılar, si !âh çatmış, birbirile atışırlar diye dünya durmaz döner. Fab rika işler. Çiftçi eker, tüccar, satar. Biz de bu arada ihracat yaparız. Bu ihracat meselesi bir önemii şeyair. Bana öyle geliyor ki ihracat yapabilmek memleketler için sıkıntıyı dcfedip fershlamaktır. Biz de bir ihracat memleketiyiz. Tabiî komşularımıza, civarımıza şunu tnınu göndeririz. Ne gibi? Balık gibi, kınakına gibi, larısabur, kına gibişeyler. Ne bileyim, haibuki son günlerde balık ihracatımıza yeni bir rakib çıkmış. Korfu civarında hedeClerine düşemiyen tayyare bombaları, diyorlat ki denizdeki balıkları kırmış. Herkes ktpçe ile balık avlıyormuş. Nişancı olmıyan pilotlar altında balık olmak da müşkül dava. Müşkül dava deyince hatırıma geldi. Ciornale d'İtalia gazetesi şöyle bir makale yazmış: «İtalya, tarihinin en buhranlı zamanlai'inı yaşamakta ve büyük bir donanmaya ve her türlü vesaite malık olan müthiş bir düşmanın tehdidi altında bulunmaktadır. İtalyanın ve hassaten İtalyan donanmasının vazifesi çok ağır olacaktır.» İtalyan gazetesinin hakikl bir ıstırab ifade eden bu makalesine karşı şu İngiüz sözü hatırıma geldi. İngilizler: İnsan düşerken birşey hisset.nez. Fakat sukut durup da insan kıçını yere vurunca düşüşün acısı o zaman hissedilir, derlermiş. Bizde düşenin dostu olmaz, hele bir yol düş de gör! diye bir laf vardır. Kaziyyenin aksini alırsak, dostu olan henüz düşmemiş demektir. Bekliyelim. Bakalım âyineı devran ne suret gdsterir. BÜRHAN FELEK Çocuk düşmesile alâkadar olduğu kadar insanlar büyüklerin düşmesile de meşgul ve endişenak olsalardı meselâ bugünkü Fransanın inhidaTiı belki de jnienmiş olabilirdi. Oralarda demokrariyi, canı isteyince nazır ve kabine düşürmek diye tefsir ede ede o haie geldi ki; galiba son harb kabinesinı teşkil etmiş olan Paul Reynaud kabinesi üçüncü cumhuriyetin galiba 104 üncü kabinesi oldu. Hesab edilirse her kabineye 8 ayhk ömür isabet ediyor. Bu kadar çok düşmeselerdi, şimdi kalkmak için bu kadar çok zahmet çekmezlerdi. ı Dün öğleye doğru Köprünün Üsküdar iskelesinde feci bir kaza olmuştur. Mahkum olan çocuklar Iskeleye yanaşmakta olan Şirketi HayRejim aleyhinde beyanname dağıtan riyenin 66 ve 78 numarah vapurların ave hükumetin şahsiyeti maneviyesini, rasma sıkışan orta yaşlı bir adam ezidan dolaştırarak suçun ateşini soğut Peisicumhuru tahkir eden Nihad ve lerek ölmüştür. Ölen adamın üstünde hüviyetini tesr.ıaktansa herşeyden evvel mumaileyhin Faik isimlerinde iki çocuğun muhakepit edecek her hangi bir evrak bulunadükkânımn kapısma: mesi dün nakzan görülmüş, netice het madıeından zabıta, hüviyetinin tespiti (Bu dükkânın sahibi falan malı şu ikisi de birer sene, onar ay hapse mah vc hâdise meö'ulleri hakkında tahkikakadar fahiş kârla satmış ve ihtikâr yapkum olmuşlardır. ta başlamıştır. tığı için mahkemeye verilmiştir. Ahaünin dikkat etmesi lâzımdır.) diye bir yaita yapıştırmak hardal yakisından tesırli olur. Hem efendim! Halkm sıhhatini mu hafaza için: (Bu evde tifo vardır, girmeyiniz) diye yafta yapıştırmıyor muyuz? (Burada ihtikâr vardır. Girmeyin) diye bir ilân yapıştırmak da haikın malını muhafaza için bir tedbirdir. Mal da malum ya canın yongasıdır. İzmir (Hususî) Nizameddin na «Ekseriyetle az değil, çok fenalık yapmında bir tacir, çivinin kilosunu 150 tuakta menfaatleri vardır. Çünkü hafil kuruşa sattığı iddiasile mahkemeye verilmiştir. Ticaret müdürlüğü, bu günkü muhakeme celsesinde okunan tezkeresinde, çivinin ancak 4 0 5 0 kuruşa satılabileceğini bildiriyordu. Maznunun vekili, gelecek celsede müdfaasını tahriri yapacağını bildirdiği için muhakeme talik edilmiştir. Feci bir ölüm = .,,., Yıldızlar Meded bu yıl dızlardan kardeş! Gerçi adımız (Felek) amma, benim r.e eskiden, ne şimdi yıldızlarla aram hoş değildir. Yıldız deyince çeşidi vardır. Üç yıldızlı Martel kon yağından üç yıldızlı maka^ere kadar. Ve yıldız kâh gökte, kâh sinemada, kâh matbuatta, kâh içki şişelerinin üzerinde görülen bir nesne halinde yavaş yavaş her tarafı sarmağa başladı. Biz eskiden bir Çoban yıldızı, bir Dübbüekber, bir de Kutub yıldızı bilirdik. Şimdi artü. Bir dostuma sordumdu: Yahu! Bu yıldızlar? Evet! Nereden çıkarlar? Bilmiyor musun kuzum! Eski aylan kırparlar. Haaa gerçek! Lâkin bu kadar çok eski ayı nereden bulurlar? Beşiktaş kaza kongresi Cumhuriyet Halk Partisi Beşiktaş kaza kongresi dün Vali ve Belediye reısi Lutfi Kırdarla Parti Vilâyet idare reisi Reşad ve diğer zevatın huzurile toplanmış, kaza kongre reisi Zühtü Çubukçuoğlunun okuduğu rapor müttefikan tasdik edilmiştir. İhtikârla mücadele Gelin güvey oluyoruz gibime geli yor. İhtikâr var mı ki: mücadele edelim. Hiçbir salâhiyet tar ağızdan ortada ihtikâr olduğuna dair resmî bir şey işitmedik. Gerçi şu rada burada ya bir bezzaz veya bir dessas yakalamp mahkemeye veriliyor ama bunun ıa ihtikârın kol gezdiğine hükmedcmeyiz. Ortada pahalılık var efendim. Bununla ihtikâr arasında fark olmak gerek Pahalılık bir mahn maliyet Catuun yükselmesine denir. İhtikâr da, ucuz alınan malı, zaman icabı sıkışıkhktan istifade ederek yüzde yüz. iki yüz. üç yüz kârla satmaya denmelidir. Böyle birşey yapan varsa, bence mahkemeye falan verip de işi resml yo]larBir sabah, güneşten evvel uyanmış, giıneşten evvel sokaklara düşmiiştüm. İçimde, bütün gece devam eden manasız, sebebsiz bir sıkıntı, bir burkuhna vardı. Açık havada, açılınm .diyordum. Nereye gideceğim? Neresi olursa. Sigaram ağzımda, ellerim arkamda, boş sokaklarda topuklarımın sesini duyarak, ağır ağır yürüyordum. Yaş, kırk beşi bulduktan sonra, insan, hızlı yürüyebilir mi ki! Zaten, bu yaştan sonra, hızlı yürümenin manası kalmıyor. İnsan, ölüme doğru hızlanmıyor, gerileyor. Yollarm aessiz, tenha güzellıği, içimin sıkıntısını yavaş yavaş gideriyor. Yüksekkaldırıma doğru yürüdüm. Kepenkleri kapalı kitabcı dükkânları, bana, mekteb yıllarını hatırlattı. İhtiyarlık kötü! Göz pınarlarım doldu. Etrafıma bakmıyorum; önüme, yanı halime! bakarak yürüyorum. Vakit vakit gökyüzüne bakıyorum. Güneş, gökyüzünün maviliğini pembeleştirdi, yaldızladı. Yüksekkaldırımdan Köprüye iniyo rum. İlk vapurlar kalkmak üzere. Gene mekteb yıllarını hatırlayorum. Boğazdan gelen ilk vapurun eli çantalı küçük yolcuları arasında, ben de varduu. Halide Pişkin beraber Beyoğlu H A L K Sinemasında BENİ ÖPÜNÜZ Komedi 3 Perde En büyük Neş'e Haftasuıı Yaşıyor. Çünkü : BU AKŞAM VE YARIN AKŞAM / • I | Amerikada ve Avrupada bütün lisanlara teıcume edilerek tefrika halinde çıkan büyük macera B O M A \ I V L A L E JOAN BLONDER MELYİN DUGLAS Her hayata bir saadet katan... Her yuvaya bir istirab aşılıyan... Her gönüle bir aşk çengeli takan, Fransızca KADIN PARMAGI Filmini neş'eden örülmüş bir fantazi... Heyecandan yaratılmış bir eser... Kahkaha ile süslenmiş bir san'at harikası yaptılar. Gülmek ve mes'ud olmak için ( L Â L E ) ye koşunuz. D İ K K A T : Dünya harbinin en son ve heyecanh vak'alan Bugün saat 11 de tenzilâth matine. NASKELİ 12 LER Öniunüzdeki Çarşambj dan itibaren ÂLKÂZAR Sinemasının en büyük programı olacaktır. Gene miralay, mefruşatçı mağazasuıda uzun uzun oturur, konuşurdu. Ona, açık kahve getiren kahveci, bana da lokum getirirdi. Ben, orada «yeni muşamba» kokularını koklardım. Bu koku, ilkçocuklu ğumdan ruhuma sinmiş bir hatıra kokusudur. Ne zaman, yeni döşenmiş bir yere girsem, bu kokuyu duyar, çocukluğurr.u yana yana hatırlarım. Mercanyokuşundan çıkıyorum. Mefruşatçı mağazasınm önünden geçerken durakladım. Mağaza, o mağaza. Firma, o firma. Babamın dostu olan eski sahibi çoktan Bakkm rahmetine kavuşmuştur. Acaba, içeri girsem. ne olur? Hayır! Ben, kapıdan, gene ayni <yeni mu .nmba» kokusunu duyuyordum. Fakat, orada beyaz saçlı, beyaz bıyıklı. geniş omuzlu, kordonlu, dimdik gene miralay yoktu. Yanında sinmiş, çaycımn getirdiği lokumu yiyen sünepe, kır saçlı, cılız ocuk yoktu. Yürüdüm. Hatıraları uvandırmamah. Çünkü injan, hatıralara basa basa yürüyor. B. FELEK Düşenler Türlüsü oluyor. Ana rahminden tu tun da pencereden, ağacdan, duvardan. traırıvaydan ve e I şekten düşmeye ka dar. Birincisine ru iaileı. ikincisine dadılar, üçüncüsünı bahçıvanlar, dördüncüsüne anneler, beşincisine de be lediye karlşır. Nasreddin Hoca bir gün eşekten düşmüş. Hâdiseye gülenlere: Ne gülüyorsunuz? Ben düşmesem de intcektim. Demiş. Düşmese de ölecck cı'ızlarm nüfus kütüğüne yazılmasında gerçi fayda yoktur ama gürbüz yavrularıa da dedıkleri gibi amortiye gitmesine gönül razı olz Lâkin benim tuhafıma giden şudur: Hayattan hikâyeler Göz pınarlarım, gene doldu. İnsan, kendini, bir kere hatıraların nayaline kaptırdı mı, artık, her adımında, bir hatıraya bastığıru hissediyor, ve hep, hatıralara basa basa yürüyor. Köprü üstünün deniz kokan serinüğini, ağır ağır yükselen güneş ılıklaştırıp ısıtıyor. Dinlene dinlene yürüyorum. Ayaklarım alışmış, Sirkeciye doğru sapıyorum. Bıktım bu yoldan. Bu yol: «Babıali Ankara» caddesine çıkar. Bu cadde, benim ömrümün yirmi beş yılını kemirip yemiştir. Ben, dinlene dinlene, ağır ağır yüriirken, dükkânlar birer ikişer açılıyorlar Sultanhamamına doğru yolumu değiştırdim. Kafamdan, şöyle bir plân çizdim: Mercanyokuşundan Beyazıda çıkarun. Mercanyokuşunu ağır adımlarla ürmanıyorum. Gene hatıralar, iğnelerini lxynime sapladılar. Beş altı yaşında var yoğum. Kapısı, caddeye karşı çıkmaz sokak gibi sedüstu ahşab bir evde oturduğumuzu biliyorum. Evin karşısında bir merfuşatçı mağazası, bir de harman yapan çaycı vardı. Yokuşu çıktıkça, haüralarm yükü bastırıyor. «Serasker kapısı« ndan bu yokuşa, beyaz saçlı, beyaz bıyıkh, kordonlu. dımdik, gene bir miralay inerdi. Bu beyaz saçh, beyaz bıyıklı, kordonlu, dimdik, gene miralay, harman çaycıya uğrar; «akkuyruk, harman» çay alırdı. Çaycı, terazide hile değil, parmaklannuı uclarmda bile küçük yanhşlığı gözeterek titrerdi. Çaycı, bu gene miralayı, hürmetle severdi. Çocuk gözlerimin kalbime nakşeylediği çizgilerden hiç ve hiç yanılmıyorum. Yazan: MAHMUD YESARI Çaycının biraz aşağısında mafrusatçı vardı. Beyaz saçlı, beyaz bıyıklı, kordonlu, dimdik ,genc miralay, bu mağazaya girer .otururdu. Evi için. muşamba. perde, tül, yer halısı aldığı olurdu. Faltat, hemen hergün, orada oturur, bir soluk alır, bir yorgunluk kahvesi içerdi Gene miralay, mağazaya girınce hemen ,kahve ısmarlanırdı. Fakat, miralay açık kahve içerdi. Bunu söylemezdi. Kahvenin «ona. olduğu söylenince kahveci hemen çekirdek kahveleri tavalar. el değirmeninde çeker, köpüksüz açık kahveyi haarlardı. Gene miralay, bazan çocuklarile de beraber geürdL Onun üç oğlu vardı. Ber. en küçükleriydim .Fakat, ne yazık ki. o geniş omuzlu, hâkim bakışlı, gene mira'ayın şanma yakışmıyacak kadar da sünepe idim. Şimdi, boylu boslu, alımlıyımdır maşallah! Tuz satışı 1939 1940 senesi zarfında dahilî tuz satışı fi milyon lira kıymetinde 177,766 tonu bulmuştur. 1938 39 senesinde ise tuz satışı 5,7 milyon lira kıymetinde 169,993 tondan ibarettir. tnhisar idaresinin varif'atı İnhisarlar idaresinin 1939 1940 malî yılı zarfındaki safi varidatı 45 milyon lira olup bundan tayyare resmi ve Hususî idare aidatı tenzil e dildikten sonra hazineye 43.9 milyon lira devredilmiştir. Bir sene evvel safî varidat ancak 42.4 milyon lira. hazine hissesi ise 41.4 milyon lira idi. MAHMUD YESARİ

Bu sayıdan diğer sayfalar: