18 Ağustos 1935 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 6

18 Ağustos 1935 tarihli Haber Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

* Hfme yöldân gitmek için onunla bir - Lehistanda Bisikletle seyahat ingilizceden çeviren: Ahmet Ekrem Yüreğimi sanki bir kıskaç burku - yordu. Eğer bu iki hayran kendi ara - Jarında anlaşarak saldrracak olür - sa, buradan kaçmaktan başka bir iş yoktu. Korkarak, en iyi firar yolunu gözlerimle araştırdım. Ağaca tırman. | manın imkân ve ihtimali yoktu. Ben daha kararımı vermeden, ayak ses - leri kulağımın dibine (gelmişti. Tam fırlıyacağım sıralarda, meydanın ke. narından “Bov! Bov!,, sesleri yeniden işitildi. Sevinçten bayılacak gibi oldum. Bt | gelen bir yaban mandası değil, beni kurtarmak için koşan o korucu imiş! Omuzunda ağır bir yem kovası geti - riyordu; otuz saniye içinde işler büs-| bütün değişti. Yaban mandası mısır tanelerinin, adam etinden daha iyi ol- duğuna karar vermiş gibi, kovaya doğru yürüdü. Mandanın sırlı bana döner dönmez hemen fırladım, ve o - nun burnu daha yeme dokunmadan ben çitin tepesine oturmuş bulunuyor dum. Oradan onun ve yavaş yavaş, tenbel adımlarla onun yanma gelmiş olan ailesi efradının fotoğraflarını aldım. “Az sonra çite doğru geldi. Aramızda daima çiti bulundurmak şartiyle dost bile olduk; hattâ biçimsiz - kafasını okşamama müsaade etti, Bundan ya - rım sant önce, gözlerini kan bürümüş ! öldürmek için arkamdan o koştuğuna şimdi kim inanırdı? Gün batmasına iki saat kadar kal - mıştı. Korucudan müsaade istedim. Ormanın eteğindeki Hajnovka köyüne | varacak kadar vaktim vardı. Meğerse | başımdan geçecek daha birtakım ser - güzeştler de hesaplara yazılı imiş. Ev- velâ Çarın av locasını gözden geçir - mek için durdum. Burası O tahtadan yapılmış gösterişsiz bir yerdi. Sonra ABİ KUMUYEüYE “Yattgelince; kes < likte ormanın içine daldım. Karanlık bastırdı. ; fakat korkmuyordum ; çün: | kü yoldaşımın omuzunda bir tüfek| vardı. Ancak orman o patikasının bir | dönemecinde birdenbire durarak ba - na: — Korkuyorum ki burada ayrılaca- Z£ız. Benim kulübem şuracıkta ; siz ise Hajnovkaya şu yoldan gideceksiniz. Bisikletinizle oraya bir saatte ferah ferah varırsınız! dedikten sonra ne - şeli bir ayrılma işaretiyle çekip gitti. Gel de sen şimdi, ayıkla pirincin ta - Burada ormanın ve karanlığın i - çinde tek başıma brrakılmıştım. Bi - siklet Timbamm bozuk olduğunu an - layınca, kendimi tutamıyarak suntur- lu birkaç küfür savurdum. Yolun tüm sek ve hendekleri limbanm yuvarlak camını kırmıştı. Nerede ise kömürcü. nün arkasından koşarak beni bu gece. Jik misafir etmesi için © yalvaracak - tim. Lâkin onörüm bünâ engel oldu. Nihayet Hajnovkaya doğru, gözle. rimi dört açarak ve dikaktli dikkatli önüme bakarak yola düzüldüm. Or - manda sürü sürü kurtların bulundu unu biliyordum. Bundan başka Bi - zon mandalarından birinin çiti aşa - rak ormaha dalmış olması ihtimali de vardı, Karanlık ve sessiz ormanm içinde çayırlık patika boyunca bisikletle yü- rümek, tuhaf bir o yoleuluktu. Yolun üstüne devrilmiş ağaçlara tam on de- fa çarparak yerlere yüvarlandım. Ku- Jağıma arasıra çarpan © acaip sesler, yüreğimi yerinden hoplatıyordu. Bir defasında da önümden bir karartı siç- rayıp kaçtı? Bunun bir çakal mı yoksa bir kurt yavrusu mu olduğunu bile - medim. Fakat birçok defa karanlığın derinliklerinde kıpkızıl birer çift gö- zün ışıldadığını sık sık gördüm; bun- Tarı ayağımın takılıp yere yuvar - Janmamı bekliyen Okancık gözlerdi. Kömürcünün tüfeğini ne kadar özle - dim! Aradan birsaat geçti. Ormanın s0- nu hâlâ gelmiyordu, Yolumu kaybet- tiğim besbelli idi. Bulutlar yıldızları kaplamıştı; istikameti artık tayin €- demez olmuştum. Fakat bir açıklıkta, yosunları gövdesinin yalnız bir tara - fında olan bir ağaca rastgeldim- Şim- di istikameti bildim; tutturmuş oldu- ğum yol yanlıştı! o Batıya doğru yol | almaklığım Tâzrmdı. Halbuki ben hep simale doğru gitmiştim. Bialorizeza ormanında gündüz bi - le yolunu kaybetmek kolaydır; gece- leri ise nerede olduğunu (kestirmek mümkün olmıyacak derecede zordur. Yüksek sesle şarkı söyliyerek bisik - Tetin tekerleklerini çevirmeğe koyul - dum; böyle türkü söylememin baş - ca sebepleri kendi kendime güvenç vermek ve geceleyin ormanda başı boş dolaşan hayvanları ürkütüp uzaklaş- trımaktı, Birinci sebebin pek müessir olduğunu temin edemem, Fakat ikin - cisi yapacağı işi yapmıştı. Birdenbire durakladım. Çıldırıyor- muydüm ne? Cin peri omasallarma ben, ta çocukluğumdanberi boş lâf ve yalan diye bakardım. Dünyadan ta - biatten hariç hiç bir şey olamıyaca - ğına İnanmış bir adamdım. Fakat ne diyeyim karşımda elektrik ışıkların « dan bol bir nur görüyordum. Bu ön- ce ağaç aralıklarından gözüme çarp- tı. Hayal ve seraptır diye aldırış et - medim. On dakika sonra ormandan bir açıklığa çıkınca, ayni elektrik ışı- ğını bu sefer daha pürüzsüz görmiye yim mi? Benim için hu ışık istikame - tinden gitmekten başka yapılacak bir iş yoktu. Ormandan tamamiyle çık - mış olduğumdan pedallara bastım. Düz ovada bütün hızımla o koşuyor - dum. On dakika sonra hayalimi heyecana düşüren bu elektirk ışığının hikmeti - ni anladım. Hajnovka köyüne elektrik daha birkaç gün evvel gelmiş olduğun dan bunu kutlulamak için (kilisenin papazı, kubbenin üstüne rastgele elek- trik ampullerini dizmiş her gece sa- baha kadar yakıp duruyormuş, Ru | şile ta Mel etlometre wzaletan yordu. İyi bir akşam yemeği “yedim; çok yorgun bir halde yatağa koştum. So - yunurken uzun spor (o çoraplarımdan yere bir şey düştü. Bu benim yezüne silâhım, bulaşıkçı kızın bir dakika'dı- şarıya çıkmasından istifade ederek ö- dünç aldığım patates bıçağı idi. Türkçeye çeviren Ahmet EKREM —SON— Amerikanın Miyami plâjların. da son zamanlarda moda olan bu plâj kostümünü, resmide gördüğü- nüz, milyoner kız Mis Fleonor Brayton ortaya çıkarmıştır. HABEK — AKşam ('OstASI No 45 Kıllı ÇiNGE NELER ARASINDA Mayattan alınmış hakiki bir macera Yazan: Osman Cemal Kayçısız Kız bu mektubuile beni adama tehdit ediyor; 8 AYUDTUN — İYIN — yarı Tükçe yarı çingenece bana neler söy lemiyor, — Madem ki üledir, te ben de kaçarım şinci senin yanından te » | melli... Bir daha da bakmam hiç yüzüne! Şimden sonra seninle ne selâm, ne sabah... Haydi kalasın kuru başmla artık yapa yalnız... Sen zati insan darıltmakta, gönül kırmakta çok ustasm... Yaz zama» nı, yapmamış mıydın kendi asıl ar- kadaşlarma da böylecene... Te ben gidiyorum temelli artık!... — Cehennemin dibine kadar yolun var! — Ben gideyim cehennemin di- bine; seri kalasm yeni ahbapların- la birlikte Ayvansaray cennetin - de! Yazık olsun sana ki bu kadar zaman emek vermişim senin yo - unda... Tüüh bre... Tevekkelti taalal - lah sülememişler: İnsan oğlu ka - vun değildir ki koklayasm burnu- nu dane mal olduğunu anlayasın.. Bizim çingeneler derler bu işe ar- pa ektim, darı çıktı, şinanay vay! Etem böylece hiddetli hiddetli söylenerek yanımdan © uzaklaştı. Ve inşallah sözünde durur da bir daha gelip beni rahatsız etmez! kahveci çırağı vasıtasiyle bana gelen mektupların sayısı dördü, Beşi buldu amma, benim hiç aldr- rış ettiğim yok gibiydi... Fakat, E- temin bana darılmp (gitmesinden sonra gelen son mektup pek ya - man... Kız bu mektubu ile Beni a- damakıllı tehdit ediyor; yarı türk- çe, yarı çingenece bu mektubunda bana neler söylemiyor, neler! Seni diyor, Allaha havale edi - yorum... Sen, benim gibi zavallı, fakir ve masum bir çingene kızı - nm. yüreciğini yaraladın amma koymıyacaktır bunu senin yanma Allah!... Eğer olsaydım şinci bir ayı, gelir, o koca pneçelerimle se- nin gırtlağma sarılıp seni boğar - dım... Eğer olsaydım, şincik bir şe- bek, gelir, keskin (o tırnaklarımla senin o mısır püskülüne benzeyen yumuşacık sarı saçlarını yolar ve sonra da gözlerini oyardım.., E - ğer olsaydım şincik ben bir yılan, gelir, gece uyur iken seni yüreğin. den ısırır, zehirlerdim... Eğer ol « saydım ben şinci bir cadı karı ge- lirdim elimde bir çanak zehirli lok ma ile, derdim sana: — Senin mangaptut Nazlım öl - dü; bu lokmayı da onun canı için biz döktük! Ha yiyesin bu lokma dan bir iki tane de Nazlının öbür dünyaya giden canı ferahlansm! Ve sen de bilmiyerek yerdin bu zehirli lokmadan, bulurdun şifa - nı11,, Mektubun €n sonunda şöyle diyordu: “Bu mektubu alır almaz hemen bize gel, sana diyeceğim son bir kelâm vardır!,, Bu mektubu okuduktan sonra, bunu da ötekiler “gibi büküp bir köşeye atacağıma tuttum kendlisi- Gülizar neler! Fatma keriz ederken... ne şu iki satır şeyi yazıp bir ço - | yada böyle sokaklarda mı dolaşi” ? cukla gönderdim: “Seni bu akşam Topkapı dışa - rısnda soldaki bahçeli kahvede bekliyorum. Oradan geç, konuşa- lem!,, Akşam üstü havanm yağışlı ol- masma rağmen baktım, Gülizarın omuzunda fal heybesi ile dediğim yerden geçiyordu. Peşi sıra yürü » düm ve başladık konuşmaya: istiyorsun Güli - “zar ştmat açık söyle, BAKA! — Daha sorar mısın ne istediği» mi? — Elbette sorarım... Ne bileyim ben ne istiyorsun benden! — Ateşe saldığın yüreciğimi iş» terim senden! — Ben ne diye saldım senin yü- reciğini ateşe? — Bilmem artık... Ben dönmü- şüm şinci deliye... Zere (yanarım senin için gece gündüz.,. — Ey ne olacak? — Sen bilirsin ne olacağını! — Öyleyse bahar gelsin dö se ninle bir kokorozlu düğün yapa - Irma! — Haha! Yaparsın sen şeytan- lar ile düğününü! — Sana şuradan (biraz şeker, çukulata falan filân alayım mı? — Sen götür şekerini, çukula - tanı Sulukuledeki, Ayvansaray daki kerizci kızlara... — Peki, öyleyse sana şık bir is- karpin ile alacalı bir hırkalık ala- yım... zi ig La — Alasın sen onları 6 dedikle- rime! — Sana biraz mangır toslıya - yım mı? —Ben diyilim dilenci... Tozla - yasın sen o mangırları yeni oynaş- larma?!... — Hoppala! Çattık be! — Daha çatarsm çok sen bu ka- fa ilen... — Etemden ne haber, Etemi gördüğün var mı bugünlerde? — Kalsın boynu altında Ete - min... Benim Etemle alış verişim yok; görsün yüzünü şeytanlar o- nun! — Peki şimdi ne yapacağız? — Ne bileyim ben, sen çığırdn beni, ben de geldim! — İyi amma, yaz değil ki gidip kırlarda biraz yan gelelim; bu ha- cağız — Orasmı ben bilmem... — Eğer üstün başın, kılığın kr” yafetin böyle olmasaydı, seni bü akşam Şehzadebaşına bir tiyatro” Ya veya sinemaya götürürdüm! — Madem öyledir, giyineyif yarm avşam kulübede, benim idi rellezliklerimi, (o buluşalım geni bunun burasında, gidelim o dedir ğin yerlere... — Peki amma, senin hrdireller likler dediğin gene arkandakilerif biçiminde değil mi? — Öyle amma, onlar yepyeni pırıl pırıl! — Anladık... Fakat gene çinge ne olduğun belli olacak! liyisi mh ben sana baştan ayağa bir takım hanım elbisesi, & hanım iskarpini yaptırayım, seninle buluştuğumu$ | günler bunları giyinirsin, bu su * retle tiyatroya da gideriz, sinem” ya da... — Kaça çıkar baştan aşağıy8 o yapacağın hanım elbisele riyle hanım iskarpinleri? — Yirmi, yirmi beş oskiye (li, raya) çıkar! — Ne süstun ya, ne düşünüyor” sun? © — Ne düşünmüyeceğim... Biz e$ mek bulamayız yemeğe; sen istef” sin bizim bir kış yiyeceğimiz paf9 ilen bana elbise, pabuç yapmak” Sen toslasan o yirmi, yirmi beş 0" kiyi bana da girsen bir sevaba 8” ha iyi değil mi? Kızm bu son sözü üzerine bütü” vaziyeti kavradım... Onun ban” gönderdiği mektuplar | filân be? birer tuzak, hep birer şantajd3” ibaretti, Şüphesiz bu işin içinde E temin de parmağı vardı, Köpoğl” herifin kendi başma benden #14” dırdıkları yetişmiyormuş gibi $i5” di de Gülizarla bir olup ve onu 8 ederek beni adamakıllı vurmak i” tiyordu. — Hele kendisiyle bu 59" dargınlık üzerine işi büsbütün b1” laştırıyordu. Kızın ağzına bir yi parmak bal daha çaldıktan s0n*. cebimden iki lira çıkarip uzattım : — Hele sen şimdi şu iki oski al; kulübene git; ben seni ge” bir gün çağırır, o gün de seni 2” rica memnun ederim! , (Devami var),

Bu sayıdan diğer sayfalar: