12 Ekim 1938 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 8

12 Ekim 1938 tarihli Haber Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Hâber'in tarihi Romanı: S6 Yazan: Ikimim Gülizar haykırdı: vur bre, Âlemdar mısın, zorba mısın nesin ? / Geç vakte doğru, kendi hayatını kur- “Hayatımı fedaya karar verdi Hilda... Hem de hayato en ziyade bağlı olmam icap etliği bir suada..., İ Gülizarla Alemdar karşı karşıya geldi- ği zamanki sahneyi tasvire imkân yok. tur, Muhakkak ki Gülizarın Azrafli Alem- dar olacaktı. Kadın ölüm karşısında irgil, miş, yarı mecnun bir halde sayıklıyordu. Alemdar beğurdı: — Bre kahveci oğlu musun, ne do - müzsun, Bu karının senin yanında işi ne? Gülizar nihayet bir kadın kalbi taşıyor. da. İşte Davud oradaydı. Alemdar, Gili- zar, Davud kozlarını pay edebilirlerdi. © Fakat bu biçare kahvecinin hiç günahı yoktu. Gülizar Davud tarafından bir kö- pek gibi kovulduktan sonra bu adama il- tica etmiş, o da merhamoten onu sıyanet etmişti, Onun bayatını bu zalim serdar &- inden kurtarmak vicdan vazifesiydi. — Alemdar, Dedi, Receb beni merba- meten sıyanet ve himaye etti. Namuslu bir adamdır. Onunla uğraşmak serdarlık ganından değildir. Köse kethüda ve Boşnak ağa bu sözü doğru buldular. Alamdarı ikna ettiler. Kahveci netleeye kadar hapsolundu. A- Jemdar herkesi dışarı çıkardı. Bir kendi. si, iki de onlar vardılar, Faknt uzun za- man ayal yastığı baş koymuş Davutla Gülimar bir aralık göz göze gelince her geyi unuttular. İşte ölüm muhakkaktı. A- ralarında yine Alamdar yüzünden kavga 1. Yoksa Davud hâlâ Gülizarı çil. yordu. Gülizar da öyle. * Kaim hı çkırarak Davudun Üzerine atil- dı ve boynuna sarild, Yüzünü, dışarıya kan #an omuzlarma sürerek hayisrdı: — Var bre, Alemdar miam nesin, ser. dar mısm, zorba musm, zalim misin ne- sin, vura. Alemdar çığırından çikmiş, şuurunu yarı kaybetmiş bir halde boyuna ağır küfürler yağdırıyor, Sorduklarma ne ka- dından, ne erkekten bir tek cevab bile alamıyordu. Nihayet bu hâdise de tüyler ürperten bir neticeye vardı. Alemdar gözü önünde Davudun kafasını kestirdi ve Gülizarı da bir tavuk gibi boğdurda, İkisinin Teşini ibret olsun diye taş Üzerine sererek teş- hir ottiler. Köse bu İşte de kurnazlık etmiş ve gü- ya bir zani ile zaniyenin Alemdar tara. fından tecziye olunduğunu İşaa ederek e. fendisin'n bu günakımı bir sevab gibi gös- termişti, Halk büsbütün tedehküş etmişti İş saraya, oradsn hareme aksetti, Kadmla- rm tüyleri lrperdi. İçlerinde kaç tanesi vardı ki Alemdarı bir kaşık suda boğa- caklarla el birliğiydiler. Alemdar o gecesini azabla geçirmişti. | kir serdardan korkuyordu. “mekti. Alemdarın deviet Güllzarı seviyordu. Hem çok seviyordu. Belki affedebilir, belki hayatmı bağışlar- dı ama, Davudun boynuna sarılarak göz- İleri önünde onu şapır gupur öpmesine dayanamamıştı, Davudu affedemezdi. Çünkü ona iha. net otmiş, onun aşkını gaspetmiş, bunun- Ida doymıyarak Alemdara silâh çekmiş- ti. İşte cezasmı da bulmuştu. O gece sahaha kadar köne ile görüştü. ler. Alemdar demek köse kothüda Ahmet demekti ve Ahmet demek Alemdar de- işlerine aklı yatmadı. Ona yöl gösteren, talimat ve ren, usul ve âdât öğreten, muaşeret bil. diren hep köse kethüdaydı. (1) İstanbul havası belli olmaz. Akşam Ü- görl keskin bir soğuk çıkmış, rüzgür uğuk dıyarak esmeğe başlamış, denizdeki vası- talar hep Halice çekilmişti. Tektük evle. rin borularmdan duman çiktığı görülü. yordu, Hava adamakıllı soğumuştu Ar kasmdan ya kar ve yahut da şiddetli yağmur gelecekti, Bö göce rultan Mustafa yâ'nız kalmak İstiyerek erkenden odasma çekilmiş, fa- kat bir türlü gözüne uyku girmemişti Serdarı ekrem Çelebi mâzul ve Alem dar ordusunda hemen hemen esiri, Hün. kâr olmasına rağmen hâlâ bir serdar ta. Yin etmiş değildi. Alemdarı serdar yap- mak da istemiyordu. Alemdar İşi azıtmış mütegallibe İsmi altında saraylara da el Uzatmış, hareminin gizli taraflarma ka- dar kol atmıştı. Belki de kendisini zehirletmeğe kalkan Alemdardı. Sultan Mustafanm gözünde Alemdar a kadar büyümüştü kl, koca hün Hele Cevri kalfa, Alemdar işin öyle menkıbeler an- latmıştı, o kadar korkunç hikâyeler nak- tetmişti ki, Alenidardan deği hünkâr, belki bütün dünya bile titriyecekti. AL lahtan barka hiç bir saygısı kalmıyan bu pastva ne türlü Iâf anlatmak mümkün. dü? Kendisine akıl vereceklor de #ahne- den çekilmişlerdi. Padişah enderuniri da telâş İçinde olduğunu biliyordu. Biçbiri bir fikir bile irad etmiyor, bir tek nokta. İnazar söylemiyordu, Hünkâra itimat kal. Mmamıştı. Belki hünkör, bizzat kendi ele verirdi. Şimdiye kadar bu hal kaç kere görülmüştür. Padişahlar en gözde adam- larm: başları sıkışınca zorbaların arasina ativerir ve onların boğulmalarma, öldü- rülmelerine seyirel kalırdı, Enderun ri. cali bunu pek #lâ biliyordu, Mustafa bu endişeler içinde çok muz tarib ve mütcellin kih geziniyor, kâh yatıyor, fakat asla huzur duyamıyordu. | tarmak suretiyle bihakkin itimadına lâyık olan Cevri kalfayı istedi. Bolki bu akıllı kadmla biraz hasbihal ederek açılır, bel. ki bir neticeye varırdı. Cevri kalfa, padişahm bir eteğini öpe- rek bir kenara büzlldü. Ne çektiği hün- kârın yilründen belliydi. Padişah Musta- fa içini çekerek anlattı: — Kalfa; sen akilli bir kadınım. Umur ve abval malümundur. Alemdarı sadra- zam otsek nise olur diyo düşünürüm. Et- mesek piece olur diye hesab ederim. Bu işin içinden nasıl çıkacağız? Kalfa tam zamanını ele geçirmiş sayı. rd. — Hünkâr. Dedi, Üzülme. Alemdarm maksadı sordarı ekrem olmak değildir, Pazuyu saltanatm kırıldığı (o kendisince malimdur. Devlet mütegallibe eline geç- miş bulunuyor. Hünkürrmm İstiklâl üzre saltanat etmesi bugünkü vaziyette müm- kün değildir. — Neden kalfa? — Neden olacak bünkârm. Söz ayağa düşmüştür. Kulların senin İşlerine, sal tanat umuruna müdahele etmektedir. Bu halda padişahlık etmek ne münkün. dür? Sultan Mustafa lâfm gidişini anlama. mış değildi. Fakat, saltanatı kaybetmek, ten büyük telâş ve endişesi yoktu. Halbu- ki kalfa da tam bamteline basıyordu. — Pekl ama, Alemdarı neden getiri. tik a kalfa? — Getirtmedik ki hünkârm. O kendi- #l geldi. İzni hömayunumu beklemediler. Sen hat vezmadm. — Doğru, doğru. Ama, kalfa nihayet ben padisah değil miyim? — Padişahsmiz şevketlim. Fakat ben sizin verinizde olarvdım... — Ne yapardım Cevri kalfa? — Kullanma kendimi eratbirirdim. Devri şevketimi mumla ararlardı, padişa- bım. — Dilinin altımda ne denli fikir var, benden gizleme Cevri! — Hünkârlıktan artık İstirahate çekil. mek zamant gelmiştir derim hünkâr. Padişah Mustafanm kan beynine hü. em etmişti, Padisabirktan çekilmek mi? Bu da ne demekti? Neden kendi kendine va ortada fol yok yumurta yokken salta- natı bırakacaktı, hem İrime ve ne mak. 15*)a? (Devamı var) (1) Tarihi Najlma, (Sultan Mastafa devri). © bi HEBERNLASM VE TAHMİN ROMANI kN ; Şayet bu sayfaları mahvedemezsem; şayet, bunları günün birin © de birisi okuyacak olursa, tabedilmemiş olduklarından dolayı mem munum. Çünkü, yalnız ve yalnız el yazısında hakikatin heyecanı “saklıdır. Halbuki matbu bir yazı, soğuk, hissiz harflerle doldurulmuş bir - yalandan ibarettir. Aliye, Aliye. hayatımdan sildiğim isim; Aliye... Ah! bu sevdiğim, nefret ettiğim, kekelediğim ve Şu mektupları sekiz defa yazdım. çizdim, nihayet alıştım... Lâfa daldık ayol, di dokuz oldu ve ben hâlâ kapının önünü süpürme- dim. — Ben de onlara sütlü kahvelerini götürecektim. — İşiniz kolay gelsin Madam Der- loş. — Teşekkür ederim; size de... Iki kadın ayrıldılar ve her biri ka- picim bulunduğu binaya girdi. Madam Derloş, kontesin apartıma- nina girdi. Mutfakta hazırlık yapmağı başladı. Hilda ile Stefan küçük salonda idi- ler. Biraz sonra kapi vuruldu. Genç kadın: — Giriniz, dedi, Madem Derloş elinde kahvaltı top- sisile içeri girdi. — Teşekkür ederim Madam. geri- donun Üstüne koyunuz. Kapıcı kadın tepsiyi koydu ve dı- şarı çıktı. Yalnız kaldıkları zaman Hil- da delikanlıya sordu: — Neniz var Stefan? Yorgun gö- rünüyorsunuz. Geceleyin de eve çök geç geldiniz. — Nasıl? O satte uyumuyor muy- dunuz? Geldiğimi duydunuz demek? Halbuki gürültü yapmamağa dikkat etmiştim. Uyumadığınızı bilseydim ve biraz cüret te edebilseydim... Yatak odamm kapısı sürmeliydi talo- be efendi! Ham sürmeye de ihtiyacım ol. madığın: sanıyordum. Bana gerefiniz üze- rine söz vermediniz mi? — Sözümü yanlış anlamaymız. Aşk ar- zusundan çilga bir halo gelmiş ölmama rağmen size hiçbir zaman hürmetsizlikte bulunmam, Yalnız gece eve döndüğümüz zaman sizinle konuşmak, derdimi dök - mek Ihtiyaemı duyuyordum. Uyanık ol duğunuzu bilseydim kapınızı vururdum. Siz de açardınız ve ben yatağnızm a- Yuk ucuna oturup usulu uslu size olup bi. tenleri ânlatirdim. Genç kadın heyecanla, Stefanm sözünü kesti, — Iş oldu mu yoksa? — Manlesef hayır. Kabahat do bende. Fazla heyecandan bombanın kolunu çek- meği unuttum, oteş almadı. Stofan yere çöktü. Başı genç kadnm dizleri üstünde, omuzları kadının bacak- larmın hararetiyle ısmarak, Hildânm yüzüne bakmaksızm, bir gece evvelki hi. diseyi anlattı. Kadın, ses çıkarmadan dikkatle onu dinliyordu. Delikanlı hikâ- yesinl bitirince nsabiyetle söylendi: Si R. Rober Düma — 86 — Çeviren: F: » KM 70 NE DE SEKİZE Ara sıra büyük baba, bağırarak onu rahatsız ederdi N dut, on kuruşumu çaldın! Haydi, banka defterimi bul getir!» Aliye işe karışırdı.: “Ben getireyim mi? Sayıklamayı öğreti” na!,, Ihtiyar sesini kesiverirdi. Aliye yanımdan ayrılır ayrılmaz üşürdüm ve yanıma züldüğü vakitki hoşnutluğumu hiç hiçbir şeyin ifade kaniim, Sıdıka hanımın eski hasırı üzerine otururduk. Evin — Bu kadar kayda, şarta mi” var anlamıyorum. Yoksa şimdi)? * Benuayı çoktan öldürmüştüm. m fırsat kaçırdım. Biliyorsunuz bi $ evvel bir otobüsün sahanlığınd © İle karşı karşıya idim. Tabanca #5 sümlün çebindeydi. Parmağım rTüyordu, Ufak bir hareket dügmÜ övür dünyaya göndermeğe © Evvelki gün de lokantada karş! yemek yedik, Eğer verilen emirle” “iş saydı bu Iki tesadüfte onu öldi ten bile değildi. — Emir emirdir Stefan! — Öyle ama manasını anlami)" Mademki ben hayatımı vatan fedaya karar verdim, bir sürü tedbirine ne liizum var? Evet, hayatımı fedaya karar Hilda, hem de hayata en ziyade bö mam icab ettiği bir sırada... Sizin yılaştığım andanberi sizden başka düşündüğüm yok Hilda, Sizi viyorum ve buna rağmen ölmeği rım, Bana geçen gün “vazifenizle 4 arasından birini tercihte tereddüd #” diğinizi anladığım anda sizden » derim. Bana hayatımızı vermeğe niz yok. Çünkü hayatınız artık ğil vatanımıza alttir,, dememiş pi2? Bunun manasmı tabii derbsi dım. Fekat hiç buhran Banıyorsunuz? kabul ederek ve namusum üzerind ğim Söze İtimat göstererek beads bir oda göstermiştiniz. Korkunç bildiren sözleri de o gün söyledin” 4 ma kapandım ve dört duvar payalnız saatlerce ağladım. Hiçbir tatmin edilemiyecek olan aşkım daha göremiyeceğim annem için Gö Fakat blhassa sizin için ağladım # İnsanın yirmi yaşımda ölümü göz€ hele âşık olursa, ve sevdiği de da bulunursa korkunç bir şey Hild8i” hm bana... Vücudunda hayat 48 : bir gencin, sevgilisinin vücudiyle dayanamıyacağmı bilmesi öyle #8! değil de ölmeğe mahküm bulunduğü dayanamyucağını bilmesi öyle str | rici bir his ki. Stefan ayağa kalktı. Genç kadıi* öy ru eğildi, ağzı onun dudaklarından P” genlimetze mesafede, nefes nefesi vam etti: (Devamı eli. Evet, Aliye de büyük babasiyle birlikte orada yaşıyordu. Asıl © babası, biricik odalarına ara sıra gelirdi. Bazan başını pencerenin çerçevesine dayar, ceketinin yakasını kaldırır, üç saat kadar uyur, © Sonra tekrar giderdi. Fena bir adam değildi. Evvelce çok sinirliymiş. Bazıları, karısının karnıma bir tekme â- tarak kadıncağızı öldürdüğünü iddia ediyorlardı. Lâkin bunun ne dereceye kadar doğru olduğunu katiyetle bilen yoktu. Her nasılsa çini ve porselen tamır etmeği öğrenmişti. Şimdiki » sanati de o idi. Mahallelerde dolaşır ve orta bir sesle (o haykarırdı: — “Çiniler, porselenler yapıştırıyorum!,, Sabri efendi, zayıf, çok zayıf bir adamdı. Uzun boynunun Üze“ “ rindeki güneşten pişmiş yağmurlarla yıkanmış başı ile muttasıl göz“ lerini kırpan bir gece kuşuna benziyordu. Biran bir ayağının üzerin- “de tüneyor, sonra uçup gidiyordu. Kazandığı para, babasile kızını © ancak geçindiriyordu. Temiz, berrak su içiyor ve kara kuru ekmekle © karnımı doyuruyordu. | İhtiyar Abdi elendiden ödüm patlıyordu. Gazetecilerin ve fo toğrafçıların ziyaretini ümit ederek adamcağınızın yaşını doksan ğ sekize çıkarmışlardı. Kafasında saç yoktu, lâkin göbeğine kadar inen süt gibi beyaz sakalı vardı. Dudakları mosmor ve yeryer siyah leke" > lerle renklenmişti. İhtiyarlık dolayısile bunamıştı. Abuk sabuk söy“ — lenirdi: “Dur hele... Kımıldama... Dişlerini söküp kafana takaca- ğım Bana zeytinyağlı bir çay versene... Aliye bunların hepsine alışık olduğu için gülüyordu. Büyük bar basma lena muamele ediyor, yemeğini, keyfine göre güzel yahut fera veriyordu. “Eğer bağırırsan, bu akşam çorba yok! anlıyor musun?,. diyordu. Bunun üzerine, büyük baba, korkuyor, başını sallıyordu. Aliye, on iki yaşıma girdikten sonra artık mektebe gitmemişti. Konişularile beraber çarşıya pazara çıkıp eve lâzımgelen şeyleri alı“ yordu. Herkes onu sevimli ve uslu buluyordu. Hele güzelliği ve kor nuşması o kadar tatlı idi ki etrafındakileri kendine meftun etmişti, Bütün fikirlerine iştirak etmem için yanıma gelip saçlarının ha» fif kokusunu hissettirmesi kâfiydi. Onlar, bize komşu olduktan itiba ren - o vakitler on yaşında idi * beni hep o yaşattı. Bazan ânhem- le babam kavga etseler, yahut sevişseler, beni, dışarıya çıkarırlardı. Doğruca odama giderim, Evvelce kararlaştırmış o olduğumuz gibi küçük bir köpek gibi havlardım. Birkaç saniye sonra, onların kapı” sı yavaşça aralanırdı. Buradan, karanlığa rağmen Aliyen'n çıktığını görürdüm. “Sen misin Ahmet? diye mırıldanırdı. Yanımda bana bir parçacık yer ver ve sus!,, Hemen susmuya mecburdum,. Zira annemle babam arasında neler geçtiğini anlamak için dinlerdi; bilhassa, yaz mevsiminin fakir insanları muhabbete sevkettiği sıcak günlerder.. Alacağımız malümatı alırdık. Ama ben utanırdım. Aliye kulak kabartır ve bana işittiklerini söylerdi. ta bize kadar gelirdi. Sonra herkes uyurdu. Yalnız biz oy wuşurduk. Ben gecenin on ikisini beklerdim. Tam o saatte 9 sopasını vurarak bekçi geçerdi. Aliye korkar, sıkıca bana geniş temiz alnını öpücüklere boğardım. Saçlarını, küçücük severek: “Korkma, yavrum, ben buradayım!., derdim. Ayni da Sıdıka hanımın sesi duyulurdu. Bu bizim, ayrılmamıza * Her birimiz, usulca kapılarımızı kilitlerdik. Aliye, büyük * horladığı küçük odasına çekilirdi. Ben de, hami sılatile kollarım kabararak yatağıma girerdim, Bizi ayıran yegâne mevsim kıştı. Bununla beraber, rum ki dondurucu bir kış gecesi, bizim mutat tım. Kalktım, dışarıya çıktım. Karanlıkta, onun bam keşlettim, elimi uzattım: Aliye ihtiyarın kürkünü giymişti. “Çabuk gel, sevgilim, dedi ve mühim bir sır tevdi eder etti: “Kar yağıyor!,, Çatıya giden merdiveni ti basamağa gelince, küçük camlardan birini açtım. “bak ilk defa olarak biribirimize böyle söylüyorduk. O zamanö: £ilim kelimesini, başkalarının ağzından cansız, riyaki ve imanasız bir surette işitmiye taharımül edemiyorum... Wi dar güzeldi! Sart ile kırmızı bir renk altında bembeyaz damla” Beklenilniyen bir mükâfat gibi yağıyordu, Aliye: (Devamı var) ye e

Bu sayıdan diğer sayfalar: