19 Ekim 1938 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 8

19 Ekim 1938 tarihli Haber Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Maber'in tarihi Romanı: 63 Mustafa: Ben tahttan inmedim, Mahmudu kim çıkardı? dedi — Paşa! ben sana mücrimleri buldu- rup gönderirim. Askerini dağıt, Silâhla- rını çikar. Haydi hırkai saadet dairesine gidelim. ! Alemdarın tüyleri ürpermişti, Şimdiye kadar vicdanından başkasından emir 4)- muyan, ferman dinlemiyen koca serdar, ilk defa emir alıyordu. (1) Alemdar yerinden fırladı ve haykırdı: — Savulun bre! baydi yerlerinize gi- diniz. İşte tahtın sahibi sultan Mahmut efendimizdir. Ve silâhlarını çıkararak çavuşbaşt Tah. ssin efendiye verdi. Yalniz belinde bir mu raasa pala parlıyordu. Şehzade Mahmut buna bakarak: — Paşa, onu da çikar. Dedi. Alemdar yalvardı: — Benim şevketlü hünkâr, o bana | amcanın yadigârıdır. l Alemdar ağlıyarak devam etti: — Merhamet et, Onu çıkarmam, Mahmud Alemdarm arkasmı okşadı: - Adet olmasaydı paşa, seni silâkla rınla seyretmekten daha mahzuz olur. dum. Pek âlâ, istediğin gibi olsun! Asker dağıldı. O tarihe kadar böyle bi #ordar emriyle nizamiye askeri gibi ta - limsiz bir ordunun biran içinde dağıl vermesi görülmüş şey değildi. Halk ve seyredenler hayret ettiler, Mahmut henüz yirmi dört yaşında, ta- ze, dinç, kavi bir haldeydi. Hekimbaşının sardığı bezle yüzüne hazin bir hal çök. müştü. Padişah Mahmud hirkai saadete girer. ken Alemdarı önlediler, Alemdar bağır. dı: — Durun bre. Padişah yanından ayrıl- mak olar pu. hiç? v Köse kethüda hemen efendisinin yanı» | na sokuldu: — Aman devletlim. Size erzhsnede tatir ve kahve resmi gerektir. (2) Alemdar burada durdu. Bartık ve sünnet odaları önünde sofada biri geziniyordu. Alemdarla sözgüze gel diler. Alemdar paşa, bunu bir yerde a tü. Yanında duran Anber ağaya sordu: — Bu da kim ağa? — Sultan Mustafa devletlüm! Sultan Mustafa, heybetli bir halde a- yakta duran Alemdarı görünce haykırdı: — Ben tahttan İnmedim. Mahmudu kim çıkardı? Alerodar, eğer bir dakika içinde Anber | kucaklamamış olsaydı, padişahım üzerine sıçrıyarnk onu da Selimin akıbetine ka- vuşturacaktı. Anber ye'yardı: — Aman devletlim. Mübarek elinize bu hal yakışmaz. l , Alemdar dişlerini kısmış, hağırıyordu. mi A BERİNİ ASKİ tecessüsünü mucip oluyordu. Odasının intizamını takdirle seyrediyordum, Tek yastıklı dar karyolası bana emniyet verdi, Frsıldadı: leyin ona, bucağına gitsin. Yok- Ba alk kiyamete kadar Jâneti Jacak bir iş suduruna sebeb olur. Bu sesi Hafır Abmet efendi ve diğer arkadaşları da duydular. Mahmudu hir- kai saadette birakarak koşuştular. Hafız elendi hemen Mustafanın yanma sokuldu. — Efendim. Dedi. Tahtı &lide kısmeti- niz bu kadarmış. Biraz da haremi hüma- yunu teşrifle istirahat buyurunuz! Kapının önünde Mustafanın annesi buü- Tunuyordu. Cıyak cıyuk haykırmağa bâğe Jadı: — Ere mel'un imam, Dün ayağına ka» yandığın velinimetin padişaha bu gün hâ- remi hümayuna git dersin, Sarığınla bo- Zul yezid. Herkes susmuştu. Alemdar hayretle kadına bakıyordu. Bu, valde sultan ol. mak gerekti Kadm, Mustafa hareme doğru giderken Alemdura dönerek ağza alınmaz küfürlerle söğüp saymağa başla- dı. me 0- Alemdar kedi gibi bir kenara sinmişti. Ne desin, no yaptın? Rumeli âdetiyle ye- tişmişti. Kadına silâh ve el kalkmazdı. Bu ne ağır sözlerdi. Bir valide sultana bu hal yakışır mıydı? Fakat kadın o kadar ileri gitti ki Alemdar bir defa korkut - mağa llizum gördü ve en kuvvetli sesilo ayağa kalkarak bağırdı: — Sus bre, velde misin, nesin! Elimi kana mu bulayacaksın? Birkaç Rumeli âyanı da mabeyni hü. mayun kapısına doğru fırlayınca valde #- teklerini toplıyarak koşa koşa haremde kayboldu. Köse fellik fellik kahvecibaşıyı arryor- du. Herif çoktan pılısmı pırtısını toplamış ve bir delikte soluğu almıştı. Hiç Alemda- rm huzuruna çıkar da kellosini kestirir miydi? Köse, Tayyar efendinin kulağına eğile- rek: — Kahvecibaşı yok. Tatit merasimi mü- taddır. Siz eda buyurunuz. Tayyar tatlı hokkasını buldu ve Alem- dara sundu: — Büyür paşa. Hünkâr ikramıdır. Alemdar tedehhüşle etrafma bakındı. Burası saray ve bu da nihayet saray ri- calinden biriydi. Alemdar artık işini bi- tirmiş sayılırdı. O halde kendi işini de bitirmiyecekleri ne malümdu. Almamak- tan utandı, Almaktan korktu. "Tayyar iş bilir bir ihtiyardı. Alemdara gülerek baktı. Onun telâş ve haklı kor. kusunu anladr. Kaşığı alarak, hokkayı dibinden alt üst ederek mucunla doldurdu ve yedi, Temiz bir tülbentle aflerek: — Şimdi buyur paşa, Dedi. — Belki annen ve yahut baban işitir.. Seni “Asım, diye çağıra” cağım, sakın belli etme olur mu? Yavaş cevap ver., Ayaklı ve yeşil abajurlu güzel bir lâmbayı yakarken mırıldam dım: — Peki, Sıdıka hanım. -— Benim adım da, Zehra! Zehra! diye çağır, sana müsaade & diyorum. Titriyordum, Bir battaniye verdi.. Kımıldamamamı tenbih etti. Sonra çarşafının pelerinini, etekliğini ve her zaman yepyeni duran kışlık botlarını çıkardı. İntizamla soyunuyordu. Nihayet: “Senden kaçacak değilim 4, yavrum,, diye hemen hemen çırılçıplak kaldı. Yüzünün çirkinliği, adiliği, son on senelik sâyin yıpratamadığı sinde siliniyordu. Sıdıka hanım, yavaşça gülmeğe başladı: “O kâdar fena değilim, ne dersin?,, tereddüt eder gibi duruyordu. bekliyorsun?,, diyecekti, fakat toyluğumu, mahcubiyetimi anladı ve getelik gömleğini giydi. Sonra mangalın üzerindeki çay ibriğinde su kaynattı. Çayı haşladı ve fincanlara koyarak birini uzattı. — Sana iki kaşık şeker kâfi, değil, mi? Asım? Ne utanıyorsun? İç de asm! — Peki. - Kaç yaşındasın? — Onidört. KN KE OE GENE zg Zannediyorum ki Sıdıka hanım, kâfi miktarda para biriktirdiği için, artık tamamiyle seyirci kalmak istiyordu. Ve yahut bir ismet çiçeğini koparmağı eğlenceli buluyordu. Velhasıl biz küçüklerin ml- nasebeti, bu yoğurulmuş vücutta bir arzu uyandırmak noktasmdan, Yazan: Ikimim Alemdar neğelönmiş, kahkahalarla gül- müştü: — Aferin ihtiyar. en ne akıllı a- dammışsın, Alemdar hokkayı ald Ei için hepsini slip süpürd Tayyar, kabveyl dö rirken bir yu- dum almayı ihmal etme Bu hal A- lemdarın çok hoşuna gitmişti. Tekrar söy. ledi: — Abe sen ama akıllı adammışaın Se. Teyyar ihtiyar bir kurddu. F Tirsattı, — Benim sinnim yetmişi tecavüz et. ti. Hizmet edecek vaktim geçti sonra bana efendilik tekaüdiye ihsunın- dan İbarettir. Alemdar köseye emretti: — Tayyar elen ği ye ver. İstediği gib din! Bu vaziyet uzadıkça uzam raftan da müneccimbaşı sra caba padişahın tahtı âliye cülüsu nasıl bir zamana tesadü!l ettirilmeliy Hiç sollemehüsselim tahta cülüs olur mıydı? Fakat ortada münecelmbaşı yoktu. Kim bilir hangi delikte canın: Allaha emanet etmiş, mukadderatmt bekliyordu. Öyle bu Bundan kuruş atı- lük asan 6 ya, bundan sonra hesab günü geliyordu. £ Alemdar elinden bakalım kim kurtaracaktı, Padişah haber gönderdi: — Paşa gelsin! Alemdar hirkai saadete girdi ve bik yük bir tazim ve hürmetle eğildi. Arka- #ından Arabzade Arif efendi girdi. Ve böylece sultan Mahmut Osmanlı tahtına cülüs giti, yakasını “evamı var) (1) Alemdar paşanm bizzat kendisin. den menkuldür; “Hünkârın böyle birinel İradesi bana o kadar dehset verdi ki öm- rümde o kadar müteessir olduğumu bil. mem,, Tarihi Cevdet, sayfa 257. (2) Arzhane, hırkaişerif odasının dış tarafı demekti. Osmanlı sultanları tel. hisleri burada kabni ederler ve açıp © kurlardı. Emirlerini de burada verirlerdi, Bu isim galat olarak Aslanhane halinde söylenmiştir. (3) Tarihi Cevdet, sayfa 2357. (4) Bu snberle yapılmış bir nevi ma- cundur. Bu hokka içinde birkaç dirhem- dem fazla anber olduğuna göre Asabi ne kadar tehyiç edeceğinde şüphe yoktur. Netekim Alemdar bütün bu mucune bitir. | dikten sonra kendindeki sayan hayret değişikliğe alal sır erdirememis, bundan sonra bu macunu İtiyad edinmistir. (Ta. rihler), MEMNU MEYVE İY Şüphesiz beni daha genç zannediyordu; zira, cevabım üzerine, “rısı görünen göğsünü gayriihtiyari kapadı: —Biraz evvel niçin kendini ölüme karşı bıralmıştım? — Öyle ya! Daha o kadar büyümedin ki, küçüğüm! Evde olup bitenlerden haberim yok.. Görmeden, görülmeden girip çıkıyorum.. Fak»t her şeyi keşlediyorum.. On dört yaşındayken ben de birisini &vm'ştim, Hanyayı, Konyayı gördüm. Kibrit uçlarını kazıyıp su İle içmeğe kadar vardım. Ama içmedim., İçmemek doğrudur, Asım., Anlıyot musun, içmemek doğrudur, diyorum.. İç, çayını iç te rsın,, ondan sonra anlatayım. Sevgili, güzel bebekten bahsetmek istiyo- ya *x arladım va?.. Sakın ol.. Sonra da acıdan kurtulasın diye, bir dişzi gibi, canımı acıtacağım, Hiç bir şeye karışmıyorum, fakat gör zünü açacağım.. Haydar beyi, kendim doğurmuş gibi bilir, tanırım, müthiş ihtiraslı bir adamdır. Aliyetikle alâkadar olmasını tabii bur İluyorsun, değil mi? Ah nekadar safsm! Zavallı çocuk!'.. Hiç bir şa hin yakaladığı ava acımaz, anlıyor musun? Veriyor, veriyor.. Bu sw retie küçüğü kendine alıştırıyor, ona hediyeler sıhhatli vücudu saye” “Aptal ne Anlıyor musun?.. Kızarmağa lüzum yok. sağ olursan, göreceksin. Bunu sana niçin söylüyorum, biliyor musun? Çünkü ay nihayeti ben başka yere gidiyorum.. Bir ev satın aldım. Sana adresi" veriyor ve Sonrâ... vX ED hi, Benua özür diledi: — Affsdersin dostum. Düşünmem lâ, ru$u... Viktora döndü: İ Ona göre yemek hasirin.... Viktor, maheubiyetle sordu: — M. Rokur bilhasan nasıl bir yemek emreder acaba? Sevdiği bir yemek söy- Terse... Rokur şaka yaptı: — Ne yemek olursa olsun, fakat süt- lü bir yemek istemem! Bu cevab, Benuaya içini çektirdi: — Zavallı kediciğim! Viktor mutfağa dönmüştü. Rokur: — Maamafih, kedinin zehirlendiğine dair henüz elimizde bir delil yok. Belki de boz yere telâşa düşmüşüzdür. «-— Aklmıza ilk gelen fikir doğruydu Rokur. Cevab gelinceyo kadar bu fikir... Telefonun zili, Bonuanın cümlesini ta- İamasına mâni oldu. Rokur telefonu açtı; — Allo! evet burası... * Rokur, telefonu nvucuyla kapayıp Be. nuaya “İâboratuvardan telefon ediyor- , dedikten sonra dinlemeğe devam Müthiş bir zehir mi? Vay canına! ; 4 rik değil mi? Peki ne öyleyse? — Pek ha, Teşekkür ederim. Rokur, düşünceli bir tavırla telefonu kapattı. Benua satildi: — Nasr? zehir değli miymiş? Görü- yorsunuz !... İ o — Kedinizi üç masum kurban Hero eti damla nm yal- İ dırmla vurulmuş gibi ölmüşler. “Çok kuvvetli bir zetir,, diyorlar, Fakat mahi- yetini henüz tayin edememişler, üzerin- de çalışıyorlar. “Bu sütten içmiş olsay- dınız ölümünüz muhakkaktı,, diyorlar. Birden alaylı bir tavır alarak devam et- ti; — Gazeteler için ve de güzel bir have- diz olurdu! “Esrarongiz bir facla!", “Gre. nel sokağında sütle zshirlenen üç kişi!,,.. Bonua mırıldandı: — Korkunç! Yutağınmn ayak ucuna oturdu. Başını ellerinin içine aldi ve fikirlerini mahpus tutmak, gözlerinden kaçmasına mâni ol- mak istiyormuş gibi, gözlerini kapıya - rak derin bir düşünceye daldı. Komiser de, ayakta, düşünüyordu. Bir Kaç anniye böyle durdu, sotra birden ka- rar verörek yüzbaşının. yanma gelip: — Artık ne yapacağımızı tayin edebili- riz, dedi, Bu haydudun hakkmdan gelmek MATMAZEL SEY 7N öl Yazan: R. Rober Düma — 93 — Çevirem” “Bu sütten içseydiniz ölüme imuhakkaktı, diyorlar yüzba boynumuzun borcu... Bi& ol lerinin hakkındun geldik. 5 d Cevsb vs Hakkın var, harekeli Fakat kime karşı ve nasi İl sımdı ama dalgmlıkla aklıma gelmedi doğ ! de değil misiniz? Benun dalgındı. Düşmanla temasımiZ yek ii duğunu bilmiyoruz, Hiçbir edemedik. O kadar düğü çaresi, harekete geçmek noktası göremiyorum. WU Rokur itiraz edemedi. »iden düşünceye daldılar. tor işeriyo girdi: i — Yemek hazır efendi” © yurun. Yüzbaşı ayağa kalktı: A — Haydi dostum yemi ; Rokur yemek odasına #© Benua onu alıkoyarak : — Bir dakika... dedi. çin şu meseleyi aramızda “gi halledelim: Solrada MP yok! Binaenaleyh dediğin y yemekten evvel aramızda # kat sinirlenmek yok he” değil mi? — Vandediyorum, söyle — Kararını şu: hiçbir meden beklemek; anlıyor & bir şey... Li gi . Rokur söylendi: — Nasıl olur? — Başka çare yok kl... “ ediyorum, benim gibi yap — Çıldırdın mı sen desti” Yalnız şimdilik bekliyelim” gelsin. Müteakip taarruzu göre teşebbilse geçeriz. ET. nereden geldiğini bilmem? *#j mi? Ancak o zaman bir İSİ mümkündür. yö Bekliyelim, mütecaviz &9 varsun, — Ams yilzbaşım, ya m cü teşebbüsünde muvaffak Benun mütevekkilâne — Ne yapalım? Tekel dan muvaffak olunümaz, M9 muzu farzedelim: pe # istikameti tayin ede! den birisinin ortaya ye maiyetimdeki neferlerden * rederima, Hayır değil mi?“ kendimi hedef göstermen mi? İşte bu işte de ayri ediyorum. Harb böyledir” şimde gelmeğe mecburs! (D gi i EN AAA EYE 0 EZ Mahzun gözlerinle, güzel sarışın saçlarınla hoşuma * kadar betbaht bir halin ver ki, yavrum! Aliyeyi ond X beyin henüz saygıda kusur etmediğini zannederink tiriyor. Tıpkı benim çiçeklerimi yetiştirdiğim gibi.. O ye bakıyor.. Sonra, tamamiyle kokmağa başladığı 729 ceketinin yakasına takacak ve çiçek solar solmaz Mani olmağa çalışma, Asımcığım, tırnakların Kırlı” vg Homürdanma kabilinden teşekkür ettim, Yorgu” i ederek odama girdim. Odamda durdum, kulağım Nihayet Aliyenin kapısı açıldı. Hemen sıçradım. — Bırak beni, dedi. — Çok tuhafsın, — Görüyorum. Biran durdu. — Seni menederim. daha neler — Neden? mi veririm. Artık yapayalnız yaşıyacağım. Fakat sen ara sira gel.. — Güzel olmuş mu, şimdi? Yalancı dantelâlar, duvardaki ravi hareli yy > şekerleme kutusuna çevirmişti. — Haydar bey bana şu masa ile bü maden Kendisi kullanmıyormuş,.. — Ne oluyorsun, sevgilim, beni dövecek misin Zorla cevap vermek istedim: — Karımın fahişe olmasını istemiyorum. yoksa gerçekten döverim, — Hayır, seninle konuşmam lâzım, # li! Gözlerim kapalı, maxsır “e Lâkin odâsıra girmiştim bile, Odarın şekli deği — Görüyor musun? dedi. “ gi

Bu sayıdan diğer sayfalar: