30 Temmuz 1931 Tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 4

30 Temmuz 1931 tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

* şu cevabı verdi: Asrın umdesi “Milliyet” tir. 30 TEMMUZ 1931 İDAREHANE — Ankara cadde si No: 100 Telgraf adresi: Milliyet, Istanbul. Telefon numaraları: 24311 — 24312 — 24313 ABONE ÜCRETLERİ , Türkiye için Hariç işin 400 İcuruş 800 kuruş 750 , 1400 , . 270 » Gelen evrak geri verilmez Müddeti geçen nushalar 10 kuruş tur. Gazete ve matbaaya ait işler için müdiriyete müracaat edilir. Gazetemiz ilânların mes'uliyetini kabul etmez. Bugünkü Hava Dün azami hararet 32, asgari 28 derece idi. Bu- gün rüzgâr mutedil poy- raz, hava açıktır. İki gün evvel Kadıköyünü bir sokağından otomobille geçi "yordum. O sokak © arabaların , Yalnız iskeleye doğru gitmeleri ne mahsus bir yerdi.. Buna rağ men karşı taraftan ters istika- mete giden bir eşekle rast gel- dik. Şoşöf açtı ağzım, yumdu Eşeğe ve eşekçiye bir ini komadı.. bağırdı. !bu yoldan böyle ters geçilmiyeceğini bil miyor- musun?.. Buradan geçmek yasaktır.. Eşekçi de kemali hulâs ile — Eşeğe yasak olur mu?. Naşl beğendiniz mi?.. Ben düşündüm. Herifi hek bul- dum. Filvaki eşeklik haddi zatinde memnu ve merdut bir şeydir... Artık bir kere eşek ol- duktan sonra ona yasak geçer mi yal. Kazıyyeyi tersine çevirip: “Yasak ( dinlemiyen eşek- tir,, de diye bilirsiniz. İşinize nasıl gelirse? Ben bundan soğugum Bir mizah muharriri kahveci | den bir gazoz istemiş ve tenbih etmiş: — Soğuk olsun hal. iraz sonra gazoz gelmiş. Lükin gazoz değil adeta çayl.. Muharrir içerlemiş ve gazo- za içmemiş. — Al şunu! paranı da al. is- temiyorum gazoz. Nedir böyle sıcacık!,. Hamam şuyu | gibi! Günah bel, insan bir okka buz alır da koyar... ben bundan s0- ğuğum!.. Bu sözleri işiten Selimi İz- zet hemen şu cevabı vermiş: — Ona şüphe yok!.. al sen- den de o kadar!.. Yazın bu lâtifelere kızan ol- mauyor. Kemal Cenap Beyefen- dinin bir mektubu Doktor Kemal Cenap Beye- fendi bize şu mektubu gönder- di. Muhterem doktorun müta- lealarına tamamen iştirak ede- riz : “UZUN HİKÂYE: 4 Davet Arkadaşım Cemil, Taksim tramvay durağında ve karşı ta rafta bekleyen bir kızı göster- di: — Nasıl, enfes değil mi? Baktım. Cidden enfes! ar- tık bir kadın için “enfes,, de- dikten sonra, tasvire hacet var mı ya! — Tanıyor musun? dedim. — Sadece göz aşinalığımız var, o kadar.. insanlar biribiri lerine sık sık tesadüf ederlerse sanki uzaktan ahbap gibi bir şey oluyorlar, Konuşmak için de münasip bir fırsat çıkmadı ki. Tam bu sırada kendisinden bahsettiğimiz kadın, uzaktan güle güle gelen bir kadına doğ ru yürüdü. Anlaşılıyordu ki, bu durak yerinde tramvayı de- ğil, gelen kadını bekliyordu. Manzara beni eğlendirmeğe başladı. O işimiz de yok! Bol bol hava almağa vakit Onlar iki kişi, biz de iki kişi... Arkadaşım acaba bir fırsat çı kar mı diye düşünmeğe başla- Fakat ben pek arzukeş değil dim. Çünkü yeni gelen kadın — şayet görüşmeğe muvaffak olursam, ! benim nasibim olacak tu— mi, çirkin, zayıf m zayı dikkat ettim. Gü- , mutlaka kendile- rinden çok çirkin kadınlarla gö rüşmekten zevk alıyorlar. Çit- via kadınlar da keza, güzel ka- » Bunun ruhi sebepleri “Muhterem beyefendi, Bugünkü “Milliyet”te (Mös yö - Efendi - Bey) serlevhalı ya zmuzı gördüm. Bittabi tamami le kahlısınız . Vaktile “Akşam” da noşredil miş bir yazıdan bahsetmeme müsaade ediniz. Bizde umumi- yetle halk ve gazeteler, arap harfleri zamanından kalma bir itiyat ile, her hangi bir ecnebi- ye (Mösyö) diye hitap eder. Tanzimat yadigârlarından ©- lan bu, alelacayip kelimenin, ya ni (Mösyö) kelimesinin, ecnebiye Türkçe (Efendi veya Bey veya beyefendi) mukabi- linde kullanılması lâtin e ri yeni medeniyetimi: batar bir acibe değil midir? 7 Bir kere Fransızca o (Monsieur) kelimesinin türkçesi (Mösyö) değil, (Efendi veya Bey veya beyefendidir). Bir Türk Almanyada (Herr) Fransada ( Monsicur), İtalya da (Signore), Bulgaristanda (Gospodin), İngilterede (Mis- ter) olduğu halde Türkiyeye gelen her bir ecnebi neden (Mösyö) oluyor?!.... Arap harfleri zamani cahil ba belki me- leri araap harfleri midir? da, öyle kullanıyoruz! Ecnebi ismihaslarnın yazılış tarzı meselesinde çok şükür, “Akşam”la beraber bizim “Mil liyet,, in doğru olan moktai nazarımız tahakkuk etti. Bu Mösyö tabirine de hep berâ- ber ilânı harbedelim mi?,, Hayhay, edelim Doktör! FELEK Baba... Babacığım ! Nakleden: SELÂMİ İZZET Karşısında oğlu dimdik, fakat | fa duyduğu sesler değildi. Ha- bitkin bir halde Kaynana zırıltısı dönüyordu... # Bir dakika; bi r süren bir © dakika... Smıfın gürültüsü için de baba oğul bakıştılar.. Şemi ü çıkardı, kürsü- sünden indi: Mücadele başlıyor du. Fakat bu mücadeleden, bu — Gürültü istemem.. Kırık kalem uçları cevap ver di: Tım.. Tımtım... Trm!. Sağa baktı, soldan: Düt!.. Sola bak- ; sağdan; Zırrr!, Bu sesler Şemi beyin ilk de- duruyordu. | yatı tedrisiyesinin sakin ve gü- rültülü geçen çok günleri ok muştu... Artık hiç bir şeye e- hemmiyet vermiyordu. Onlar kendilerine fenalık ediyorlardı. Varsınlar, etsinlerdi. Fakat bu gün mesele başkalaşmıştı, am- ma mücadeleden âciz — Sana bir izinsiz! Bunu rasgele söyledi . — Bana mı efendim.? — Evet sana. — Ben bir şey yapmadım ki. — Numaran kaç? — Şey... 191. Feridun Seyfiyi dürttü: — Yalan, başka bir numara söyledi. Altıgöze yutturdu... | dının tramvaya binecek niyetle İ beni ve aşkımı anlar zannede- anladığım şu: Güzel kadın, çir- kin arkadaşının yanında bir kı | raliçe saltanatmın zevkini sü- rüyor. Güzelliği daha çok teba dın da güzelin sayedlklani isti- fade etmek ve çimlenmek niye- tindedir. Fakat Kipling'in de- diği igbi “ bu ayrı mesele!,, Tramvaylar boyuna gelip ge giyorlardı. Anlaşıldı ki, iki ka- ri yok.. netekim işte yürüdü- ler. Cemil koluma girdi. Biz de arkalarından yürüdük. Yaklaş- sak ta arkalarından: — İki iki daha dört eder, mi desek? Havanın güzelliğinden bah- sedip te, bir tomobil gezintisi mi teklif etsek? Derken kadınlar Tokatlıya girdiler ve bir masaya oturdu- lar. Biz de arka kapıdan gi- r bir masaya otur. Kadınların takibimizi anla- mamalarma ihtimal yoktu. Fa- kat bize karşı ne (müspet, ne | menfi hiç bir tavur almamışlar dı. Cemil düşünceye vardı. Bir hücum tabyesi hazırladığını an layordury.. Nihayet, kadınların işitebileceği bir tarzda dedi kit — Vallahi ben âşıkım bira- Nereye varmak istediğini | kestiremzdiğim için sadece: — Yok canım! dedim . — Evet, hem candan öâşı- kım. Şimdi kendisine bir rande- vü vereceğim (sesini yükselt- ti) ben sokakta, herkesin ya-| nında harfendazlık yapacak ka dar terbiyesiz değilim. Fakat burada biz bizeyiz. Onun için rim, — Acaba? — Elbette.. ona ebedi esir ol- mağa hazırım. Meselâ yarın sa at dörtte Sıra selvilerde 219 nu maralı apartımanın ikinci katın Göz ucile öteki masaya bak tım. Güzel kadın gözlerini is- karpinlerine eğmiş, gülümse- yordu. İçimden: — Mükemmel! iş oldu, diye düşündüm . Cehren de: — Niçin gelm bir defa sen güzel lisın. Sonra zengi: ben kadın olsam, gelirim. Cemil tekrar etti — Amma adresi anladın mı? Sıra serviler, 219 numaralı aparlıman.. ikinci kat yarın sa at dört.. Hesabımızı gördük ve ayağa kalktık. Cemil şapkasını çıkar- dı ve orta! selâm veriyor. muş tarzında kadınları selâm- ladı ve çıktık. Sokakta sordum: — Cemil, bir kadın böyle bir davete gelir mi be? — Neye gelmesin?.. Eğer ben böyle bir davet karşısında kalsaydım, mutlaka giderdim. —Haydi bakalım, Allah bah TAltıgöz, bu yanlış numaraya | izinsiz yazarken, sınıftaki gü- rültü ayuka çıkıyordu. Kâğıt- tan yapılan oklar havada uçu- yor, ağızda çiğnenmiş kâğıt bil yalar duvarlara © yapışıyordu. Kedi gibi miyavlayanlar, kö- pek gibi havlayanlar, yere sür- tülen ayak sesleri duyuluyordu Seyfi Feridun'a yalvardı : — Kuzum sen yapma. a muallimin babası öyleriemişti. Fakat artık gürültü etmesin diye söy- lemesi lâzımdır... Amma cesaret edemiyordu, babamdır diyemi- yor, sade yalvarıyordu: — Kuzum yapma .. Feridun omuz silkti: , — Budala mısın sen?. Kor- kacak ne var? Dersten sonra yalvarırız, yazdığı cezaları si- ler. Sen gürültü etmene bak.. Ve fırlattığı tükürüklü kâğıt Şemi beyin sırtına yapıştı. Bu- nun üzerine sabrı tükendi Sını- Çapras kelimeler! ünkü şeklin halli #5 Yeni şekil Soldan sağa 1 — Sebep, müessir (4) (6) 2 — Büyükler (5)) Büyük (3) 3 — Keder (3) Son (6) 4 — Kumar oyunu (6) Şikâr (2) 5 — Nota (2) Beyaz (2) 6 — Memuriyetten çıkarmak (4) Desire (4) 7 — Güç (8) Kimsesiz (5) 8 — Adet (3) Emniyetli (4) No- ta (2) 9 — Rumca yaşa (4) Keşfetmek (O) 10 — Temiz (3) Ot (4) 11 — Nota (2) Renk (2) Fran- sızca çabuk (8) Yukardan aşağı 1 — Içki (5) Lezzetli (5) 2 — Vasıtni nakliye (5) Tir (2) Nota (2) 3 — Giydirmek (4) İstida (5) 4 — Nota (2) Ördeğin ağası (3) Yapmak (3) i 5 — Son (6) v 6 — Hüyh (2) Eksi mayın (5) 7 — On değil (4) Edat (2) Ba- Zişlamak (2) 5 8 — Demir gibi (6) 9 — Köprüyü tutanlar (4) Du- manın bıraktığı (2) Boşluk (3) 10 — Ateşin çıkardığı (4) Nota e 11 — Peygamber (3) Şamata(7) Kayık tum açık etsin.. Ertesi akşam, acaba ne oldu diye kendimi tutamadığım için saat dokuzda Cemilin apartıma nına gittim. ve belli ki çok âsabi. . —Hayrola Cemil.. Gelmedi değil mi? Ben söyledim sani bu kadınlar böyle gelmez le Cemil kim bilir kaçıncı rasmı, daha bitirmeden parma- | ğile ezerek söndürdü: — Nasıl gelmedi birader, geldi.. —E, ohalde bu asabiyi anlamıyorum. Hiddetten bak- sana, odayı ne hale sokmuş- sum. — Geldi be birader, geldi am ma, benimkisi değil, öteki gel. di. Hani şu maymun suratlısı yok mu, zayıfı. — Çıka çıka o gelmez mi? SEM fn içinde oradan oraya koşmu- ya başladı... Fakat sağa gittiği zaman soldan miyavlıyorlar, s0 la koşunca sağdan havlıyorlar. dı, Mya — Çık dışarı! Bir talebeyi omuzundan çeki yor, docuk sıralara asılıyor, s- nıf gürlüyordu: — Hop. Güm!.. Kapıya koştu, açtı. Koridor daki mubassıra seslendi: — Sermubassırı çağırın! . Mademki imdat istiyordu, mağlüp olmuş demekti. Sermu bassır geldi. Sınıfta çit yok. Şöyle bir Şemi beye baktı, Sey fi bu bakıştaki muhakkar mâna yı ömrü oldukça unutmayacak tu... Sermubassır konuştu. Şemi bey arkasında, alnın terini sil “i İcap allen bileli yü: zünü görmek, gözlerindekini 0- i Celsesi Matbuzş (Başı Birinci sahifede) kete Osmanlı İmperatorluğunun ve belki de bütün Türk hükümetlerinin idari hayatlarında görülmiyen pren- sip müstenit idari, siyasi, iktısadi ve sahalarda çok yralı ve kıymetli a dımlar atmıştır. Bunu yalnız benden di iyorsunuz, Bunu yalnız ben söylemiyorum. Memleketimizi bilen İ bütün yar ve ağyar bugün bunu bar bar bağrıyor. Arkadaşlar; mumdan başka vatandaş olsaydım kendimi dünya nın en zavallı ve en betbaht bir ada- mi zannedecektim. Çünkü bugün ecnebi neşriyatında, ccnebi lisanla” rında memleketim için yapılan tet kikleri, hatta bir kadın tarafından bile bu memlekette yapılan tetkik ve tetebbüleri, Türkiye Cümhuriye- nin tecssüsünden sonra Türk mil. letinin hili hazır ve istikbali için att- İ sağlam adımların kuvvet ve kud- retini bir de ecnebi gözile görerek ve dinleyerek bilğimi ve kabiliyeti- mi takviye edebildim. Bu memle kette ecnebi lisanlarmı bilerek bun- ları takip eden kaç vatandaş var- dr? Ve bu zavallılı vatandaşları biz ya para kazanmak, yahut şahsi bir infinli tatmin etmek yahut cehl den zavallılığından bilistifade mem- leket yıkmak için, bazı düşman un- surların iktisadiyatımız. hakkında yaptığı menfi propagandalara alet olmak suretile bu vatandaşlara bet bini telkin etmek, vaziyetimizi elim göstermek © şeklini kabul etmek matbua serbestisi midir, matbunt hurriyeti midir? Arkadaşlar; memleketi bu hale getiren ve bugün idare farka, bu fur. kadır.Bu hücumlar bu fırkaya yapı İirken bu fırka devrilirse yerine ge- lecek firka bangi fırka olacaktır? Bugün bizim için halledilmesi lâzım gelen en esaslı hareket noktası bu- radadır. Bu memleket içim serbesti matbuat olabilir. Fakat rejime ve devleti idare edem teşkilâta karşı bücum etmek,onu çürütmek, yapıla- cak hataların en dehşetlis Muhalifler dikkat etmiyorlar mu, görmiyorlar me ki bu halden istifade eden ne muhalifler ne de resikârda bulunan kimselerdir. Anarşiden is tfade eden ve intikam hissile ayak- lanan herhangi bir salis varlığın ba- rekete başladığı günde, bizimle ber: ber onların da başlarının kesildiğini görmemişler mi, bilmiyorlar mı? 31 mart vak'aşında Hüseyin Ca hitten evvel muhalif fırkada bulu. nan gençlerin başı kesilmişti. Biz hâlâ bu vaziyetteyiz, 4 - 5 sene zar funda bu memlekete cümhuriyetin getirdiği, yeni sitemleri. yapt mız teceddütlerin tam bir serbesti içinde ense mü- nakaşa edebileceğimize kani miyiz? ve bu muhalifler bu kanaati mi taşı yorlar.? Arkadaşlar; iktısadi sahada muha lif matbuntın yürüdüğü yol çok teh likeli bir yoldur ve bu.yol hakinda hükümetin ne düşündüğünü ve bu hususta ne gibi tedbirler aldığını ve karşıla- eğer ben kendi hisa- ir lisan bilmiyen bir bilhassa bu propagandayı | mak için ne gibi hazırlıklar yaptığı. nı anlamak benim için buraya diğimdenberi en kuvvetli bir esel halini almıştır. Ve çak ümit ederiz ki hükümetimiz bu vaziyeti İğyık olduğu ehemmiyetle kavrasın ve bü- tün memleket ve millet namına hiç olmazsa tetebbü vasıtaları noksan o ikbal için gayet beklemesi lâzımdı. BBekledi.. Yanyana yukarıki meydana kadar geldiler. Yanla rında, arkalarında talebeler var dı. Birden: “Hop. Güm!,, diye sesler duyuldu. Bu sesler, smıf ta duyduğu seslerin aynı idi. “Hop. Güm!,, Seyfi arkasına baktı, Bir alay talebe gördü. Hepsi birden, aynı âhenkle hay kırıyordu: — Altıgöze yul. yul., Şemi bey iliklerine kadar ür perdi. Sokakta da mı rahat yok tu, burada da mı başlamışlar. dı? Adımlarını sıklaştırdı. Kak dırım değiştirdi. Fakat nafile, sesler çımlıyordu: — Unkapanında arpacı zade Altıgöze - TOTEM Aİ TAİ No: 75 Yazan: M. Yavuz” | Zindandakiler ayakta! Açlar, çıplaklar, ihtiyarlar, kadın- lar, hastalar, yaralılar.. — Hangi halkın istirahati- ni? Ve elile zindandaki sefil man zarayı göstererek: — Bu halkın istirahatini mi düşünüyor? dedi. Bu zavallı halk ki, bu talisiz memleketin sahipli se. Zabit hiddetlendi: — Haydi yürü., Fazla lâf is- temem.... — Ben istiyorum... Ve olduğu yerde mıhlanmış gibi, dimdik durdu. — Üç bin masumu, güneş ve ziyadan mahrum bir zindana dolduran prensin iradesini tanı miyorum.. Anladın mı, sadık u- şak? Koğuşun içinde, üç bin esi- rin göğsü birden kabardı: Yaşa Teofilos! Prensin muhafızları, her gün hapishaneye geldikleri zama! korkusuzca, yüzlerce mahkü- mu, göz önümde döverler, kam- çılarlar, ağzından burnundan kan getirirler ve baygın bir hal de yerlere sererek çıkıp gider- lerdi. O gün, Teofilosla karşılaşan genç zabitin de böyle yüzlere baliğ olan kahramanlıkları var dı. Daha iki gün evvel, genç bir muallimin karısı, onun kan kı kamçısı altında can vermişti. Arkasını saraya dayayan milletin ıstırabına (o gözlerini i ve kulakları kapıyan asilzade ler, memleketin hakiki sahip- lerile daima mücadele ederler, ellerinden silâhlarını alarak, 28 vallıları —müdafaasız bir hal- de— kollarını bağletarak dö- verler, zindanlara (attırırlar, hattâ öldürürlerdi. Asilzadeler, bu cinayetleri- nin hesabını hiç bir kimseye vermekle mükellef değillerdi. Teofilos daha bir gece evvel, elindeki altın şarap kadehini, onların taptıkları kumandanla- run suratına çarpmıştı. Şimdi geç ve tecrübesiz bir muhafız- dan mı korkacaktı? Zabitin emrini dinlemedi. Kavgaya vesile arıyordu. — İmparator emretse yürü- Diye bağırdı ve durduğu yer den kımıldamadı. Zindanda herkes ayakta idi: Açlar, Çıplaklar, İhtiyarlar Kadınlar, Hastalar, Yaralılar, Hâsılı yürümek ve kımılda- mak kabiliyetini kaybetmiş bü- tün sefiller, bir anda dirilerek ayağa kalkmışlardı. Kapının önünde bir şakırtısı kamçı Ve bir anda, zabitin elinde- ki kamçı Teofilosun eline geç- ti, Bizans şairi dişlerini gıcırda tarak zabitin boynuna sarıldı... Boğuşmağa başladılar. Bu hamle, büyük Si ik is- Şem'ullah!. Şem'ullah!,. Hop güm!.. Altığöze yu! . İşte arkalarından yuha çeki- len bir çocukla bir adam.. Ge- lip geçen bu adama bakıp gülü yor, alay ediyordu. Şemi beyin elleri titriyordu, Seyfi gördü... Şemi ni acı a- cı içini çekti, Seyfi işitti... Ya- nmdaki adam biçare âciz bir mahlüktu. Bu haşarılar sesleri ni kesmiyecekler miydi? Evin yolu da uzadıkça ( uzüyordu... Bir kere eve gitse kendini ça- lışma odasında bulsa, yalnız ka lıp rahat rahat ağlasaydı.! İşte bu esnada buz gibi s0- ğuk, fakat içinden sıtak küçük bir elin elini tutup sıktığını his seti... Bu el: “Titreme diyor- du, meyus olma. Beni, benim muhabbeti, kaybetmedin. Ben her zamanda ziyade seni nim, seninle beraberim. Belki senden eskiden korktuğum ka dar korkup o cekinmiyeceğim İ çileri öldürülmek suretile- yanının başlangıcı idil Teofilos'un boğuştuğunu gö ren mahkümlaar kaapıya atıl dılar. Eevvelâ genç zabiti yarala dılar . Kapıdaki nöbetçileri öldür“ düler, Sefillerin vücutca en kuvvet lileri, nöbetçilerin silâhlarını 4 larak birer birer bahçeye çıkt lar; Teofilos zindanlardeki mah- kümiları da tahliye edelim. Diye bağırdı. Senelerden beri güneş ve zi- ya görmeyen sefiller, gözlerini uğuşturarak hep bir ağızdan, İ mütemadiyen bağrışıyorlardı: — Yaşasın Teofilos! — Kahrolsun istibdat! — Kahrolsun Andronikos! Diğer zindanlar da —nöbet- ka pıları açılmış, içindeki mah- kümlar çıkarılmıştı. Hapishane nin umumi kapısı önünde mu- azzam bir (kalabalık © vardı. Genç, ihtiyar; çoluk, çocuk; ka den, erkek bütün sefiller elleri silâh.. ne geçirdi- şlardı . Sekiz bin kişilik sefiller or- dusu artık hürriyetini kazan- muş, başta Teofilos, prensin sr rayına doğru ilerliyordu. »s Selânik kumandanı, şair Te- ofilos'un bir akşam evvel ken- disine karşı yaptığı hakareti hatırladıkça: — Bu küstahın damarlarını m iplik gibi söküp ayırmi Diye iyimiyeri hiddetin. den ne yapacağını bilmiyordu. AAndronikos kâtibini çağırdı: — Bana bak, dedi, sen. çok kimselere hizmet etmiş, tecrü. beli bir iş adamısın! Bu ihtilâl- ci şaire çok ağır bir ceza ver- mek istiyorum. İstiyorum ikram ettiğim şarap kadehini suratıma atan bu küstah herif, hatıra gelmedik işkencelerle öldürülsün.. sen söyle: Bu ihtilâlciye ne yapalım? Prensin kâtibi seksen yaşın- İda, fakat dinç ve şeytan bir adamdı. Sarayı, kumandanı ida re eden (bu tecrübeli ihtiyar; sakalını neye, bir müd- det düşündü — Teofilos'u saçlarından a- salım.. bacakları sallandıkça vücudü ağırlaşır ve saçınm her teli iğne gibi başma batar! İstemem.. İhtiyar düşün —Ressam Agriyas'a verdi ğimiz cezayı tertip edelim. — Na 0.? — Evvelâ bacaklarından baş layarak vücudünü ufak ufak doğratıp gö peklere yedirmişi Prens dudaklarını! ükürek — Gözlerini oyalım..: — Hafik... (Bitmedi) Sana uzaktan hayran olmıyaca ğım, Fakat bu günü unutmaya cağım, Bugün, sen çocuklar gü rültü ediyor diye değil beni, benim hürmet ve muhabbetimi kaybediyorsun diye meyus ol- dun. emi zavallıheŞgi / ? dun. Bugün senin zavallılığını gördüm. Senin zavallılığınla be ğini de bugün gör düm, bugün anladım. Seninle & lele yürürken arkamızdan aynı yu! Sesleri yükseldi. Bugünü unutmıyacağım babacığım... ,, İşte bu küçük el'bunları söy lüyordu... Babası, elini sıkan bu küçük elin sözlerini anladı ve o küçük eli sıkarak cevap ver di birlerinin yüzüne baka- madılar. Yanyana, elele yürü- mekte devam ettiler. .. Artık, arkalarından yük. selen tahkir sözleri umurların da bile olmuyordu. 8İTTİ İİ İl

Bu sayıdan diğer sayfalar: