23 Ekim 1933 Tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 4

23 Ekim 1933 tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

İ Tetkikler ve Fikirler | Çikolâta efsanesi Çikolata fabrikacılığı da bir kaç | senedenberi milli sanayiimiz arası» | na girdi. Bütün dünya çocukları gibi, Türk çocuklarının da pek hak hı olarak sevdikleri bu lezzetli mad de yüzünden ber sene en aşağı don bir milyon liramızın yabancı memleketlere gittiğini (o gazeteler yazarlardı. Şimdi bu paramızm hepsi değilse de büyük bir kısmı memleketimizde kalıyor, hem de çocuklarımız sevdikleri çikolatayı daha ucuz ve daha bol yiyorlar. Kahveyi bütün dünyaya biz Türkler tanıttığımız gibi, çikolata- yı.da tanıtanlar gene Türk ırkıma mensup oldukları pek muhtemel bulunan Azteklerdir. İspanyolla- rın Orta Amerikaya yerleşmelerin- den evvel oralarda bir imparator- luk kurmuş olan Aztekler mede- niyeti ile orta Asyadaki Türk ırkı- nın medeniyeti arasında çok ben- zerlik vardır. Meselâ Çinde bulu- | nan ve Türk ırkı medeniyetinin eserlerinden olan hasta heykelle. | ri ile Azteklerden kalan hasta hey- kelleri ayni san'ati gösterirler. Bu benzerliği tarihçilerden o bazıları Zinlilerin orta Amerikayı dolaşarak orada gördükleri sanati taklit et- | mişlerdir. Diye izah etmek isterler- se de her iki medeniyetin aslı ayni medeniyet yani orta Asya medeni- yeti olduğunu, yani Azteklerin or. ta Asyadan Amerikaya geçmiş ol- duklarını söylemek akla daha ya- kın gelir. Aztek dilinde dahi Türk- çeve benzerlik bulunması bu fikri teyit edecek mahiyettedir. Azteklerin dünyaya tanıtmış ol dukları çikolata efsanesinde bile Aztek dilinin Türkçeye benzediği- ne biz delil vardır. Filvaki Azteklerden kalan efsa- neye göre, onların Allahı ve Alla- h.n Peygamberi olan Kuetzalkotl çikolatayı insanlara Talçitebek is- mindeki dağın üzerinde tanıtmış- lardır. Talçi kelimesinin bizim şim, diki Türkiyemizdeki alçıya benze- diği garip görünerek kabul edilme-| se de Tepek kelimesinin bizim Te- pe kelimesine pek yakın olduğu ve ayni mânâda bulunması elbette gö- z6 çarpar. Mongol dilinde tepe do- bo olduğu halde şark türkçesinde | dombak olması da Azteklerin tebe kelimesinin sonuna bir K ekledik- i zah eder. Azteklerden kalan ve Hiyeroğlüf | zısı ile yazılmış olan Teramakstli | diye kitabına göre Allahlar, kendi: lerinin pek sevdikleri ve güneşin | ille awlâdınm da pek ziyade hoşlan- İikları kakao ağacını insanlara tr onun nefis meyvasmdan KA Taze marllğ İmla la öğretmek için bahçıvan (Kust: şalcoatlı) Peygamber olarak yeryü | sühe göndermişlerdi. Bu Peygamber Telçitepek dağın-| da yerleşti ve oradaki toprakların Feliyinliğinden ve iklimin güzelli- | #inden istifade ederek yeryüzünde | bir cennet meydana getirdi. Bu cen | nette hasıl olan arpa başakları o | adar ağır olurlardı ki bir adam o- Bu güçlükle taşıyabilirdi. Pamuk | ağacı insanların arzusuna göre baska başka renklerde mahsul ve- rirdi. Meyva ağaçlarının verdikleri meyvalar başka hiç bir yerde bulu- namıyacak kadar büyük ve lezzetli olurdu. Cennetin havası kuşların zarif musikileri ve çiçeklerin yü- rek acıcı kokuları ile dolardı. Bu cennette kakao ağacı en mü- him şeydi. Çünkü Peygamber gı- dasını yalnız o ağaçlan alır ve baş-| ka bir şey yemezdi. Halk bu ağacı yeryüzünde tanıttığı için Peygam- beri kendisine (o hükümdar yaptı. Fakat o dünya kudretinin zevkini tattığı vakit şeytana uydu ve şeyta- nın insan kıyafetine girerek getir- diği yabancı bir içkiyi içince çıl- dırdı. Bunun üzerine Allahlar ken- disini yeryüzünden kaldırarak yağ mur ve krağı perisi yaptılar. Fa- kat kakao ağacı insanlara kaldı. ... On altıncı asrın başında İspan- yollarr Meksikaya girdikleri vakit orada buldukları Aztek İmparato- ru ikinci Manteçuma yalnız çiko- latadan yapılmış içki içerdi. Bu iç- ki kendisine altından, fakat başka parlak madenlerle süslenmiş kupa- lar içinde getirilir ve İmparator bir defa içince kupayı sara- her tarafını ihata eden göle a- Her defasında ayrı kupa gel-| den İsvanyollar sonradan bu ü kurutmuşlar ve dibinde altın kupalardan bir hazine çıkarmışlar dır. Saraym bir senelik | çikolata sarfiyatı bizim şimdiki hesabımız- la yüz bin tonilatoya ( çıkardı. İs- panyollar İmparatorun sarayında bir milyara yakın kakao meyvası bulmuşlardı. Avrupahların ilk de- fa tanıdıkları kakao meyvaları da İmparatorun sarayında O bulunan bu meyvalardandır. İ Aztekler arasında kakao meyva- sı para yerine geçerdi. & Herşeyin kıymeti kakao meyvasma — göre, beş, otuz, yüz kakao diye ölçülür- dü. Bu meyvanın para yerine geç- mesinde bir de hikmet vardı: Her- kes mümkün olduğu kadar çok | kakao meyvası toplıyarak zengin olmak ister fakat — çürüyecezi i- çin — toprak alta gömerek sak- sarfetmeğe, ya yeme- olurdu. Bu suretle insan ların hasis olmalarının önüne geçi- lirdi. İspanyollar da Meksikaya yerleş tikten sonra Aztekler kadar çiko- | Istaya düşkün oldular. oKadmlar İ sabahtan akşama kadar çikolata iç- kisi içerler, pazar günleri kiliseye gittikleri vakit bile netçileri kendilerine bardak içinde sıcak sıcak çikolata getirirlerdi. Bir pes- kopos bu âdeti yasak etmişti, Ha- nımlar darıldılar, keşişler daha mü- sait cidukları için kilise yerine ma- nastırlara devama başladılar. Pes- kopos keşişleri aforoz etti. Ve bu fer hanımlar çikolatanın hatırı in zvlerine kapandılar. Nihayet akıllı bir papas çıkarak — o vakit kakaonun yağı olduğu bilinemedi. ği için — çikolata içkisinin pebrizi bile bozmıyacağına dair fetva ver- di, peskoposu mattetti. İspanyollar vasıtasile çikolatayı öğrenen başka milletler de hemen onr düştüler. Heryerde (o kibarlar çikolata pişirmek için mahsus aş- çılar getirtirlerdi. Fransada on yedinci asırda hal. kın iptilasından para kazanmağı düşünen açık gözlü biri — Krali- iIR ciç EĞİ BURHAN CAHİT (İnkılâp Romanı) Başını kaldırdı. Beni Ermeni kı- 21 sanıyordu. Güzel türkçe konuştu ğumu görünce şaştı, kaldı. — Sen Türk müsün ? Ona bir kaç kelime ile başıma gelenleri anlattım. Çok iyi bir adamdı. Benim için bir hayli ar: — Burada bir kitapçı Ali Efendi var. Ona bir danışalım. Sen gene beni burada bul. Çaresine bakarız, dedi. O kadar sevinmiştim ki paranın üstünü bile almadan ayrıldım. Çar- şıda dolaşan marabetlerin şüphe- İenmelerinden korkuyordum, Mak- sadımı anladıkları takdirde beni mektepten dışarı salıvermiyecekle- ri muhakkaktı. mdi bir daha izin gününü dört gözle bekliyordum. Mektepte zaten ders yaptığımız yoktu. İstanbuldaki hocaların hiç biri yok. Hele en çek piyano hoca- mızı kaybettiğime yanıyorum. O ihtiyardan çok istifade ediyordum. Fakat piyanolarımızdan birini bi- zimle beraber getirdiler. Onun bo- zulan akordunu zahmetle kendi- miz yaptık. Amerikalılar bizim için sandık sandık erzak gönderiyorlar. Fa- kat öyle görünüyor ki papaslar, ma rabetler eskisi gibi Amerikalılara bel bağlamıyorlar. Burada öğren- di mki İstanbulun muhtelif köşele- rindeki erkek ve kız itamhaneleri hep Yunanistana nakletmişler. Atinada, Selânikte bir çok yer- lerde bizim gibi Türkiyeden gel- miş kız ve erkekler varmış. Kim bilir oralarda da benim gibi nekadar Türk kızı, Türk çocuğu vardır. Beklediğim gün nihayet geldi. Bu Sör Sateniğin isim günü idi, Onun şerefine bize o kasabaya in- mek izini verildi. Onar, yirmişer kişilik kafileler MILLIYET PAZARTESİ 2 BOĞÜTLER İşçi kadınların beslenmesi İşe giden kız ve kadınların ziyade- leşmesi ve hatırı sayılır bir miktarda çoğalması bun'arı beslenmesi mete- İesini hatıra getirir Bu mesele görün- düğü kadar kolay hallolunur işlerden değildir. Halbuki sıhhati umumiye ile pek yakından alika (ve münasebe- ti olduğu için göz önünden ayırmağa gelmez. Bunların çoğu bir lokma bi #ey yemeden sabahları erkenden işi- nin bulunduğu yerlere gitmeğe mec- bur oluyorlar. Sabah yola çıkmadan bir parça bir şey yemek istese onu kendi hazırlamalıdır. Netekim akşam evlerine dönenlerin çoğu yemeklerini bizzat yapıp hazırlamağa mecburdur. lar. Halbuki sabahtan akşama kadar çalışan kimse için bu iş ne kadar yo- rucu ve yorgunluk vericidir. Bu kadm ve kızların gittilderi iş yerleri ve fabrikalar ekseri büyük ve kalabalık şehirlerde bulunduğu için hemen yakında ve istedikleri yerde karınlarını doyuracak ucuz ve kendi- n münasip yemek yapan aşçı ve lokanta bulunamaz. Böyle bir yer bulunsa da pek uzak ve kıyı, kanar yerlerde bulunur. Bu itibarla bunla- rm çoğu sıhhatça hiç te arzu edilir halde değildirler. Bazı müteşebbis iş adamları" ve sahipleri işçiler ne kadar iyi olurlarsa o kadar yı mekhane tedarik etmek çaresini bul- muşlardır. Arzu edenler dahi evlerin. ileri yemeklerini ğından işçi kızlar gündüzleri meğini bafif tertip esmer ekmek, pey nir, veya terayağı, bir bardak süt ve gıdasını alacağı Bir çok kimseler yenilen yemek, hemen o ande kuvvet ve enerji ver. diğini zannederler. Bilmezler ki, ye- nilen yemekler evvelâ hazmoluyorlar sonra höcere teşkiline hizmet ederler. Ondan sonradır ki, hararet ve enerji hâsıl etmek için temellük eder ve d. dılırlar. İşte hayatım ifade ettiği mana budur. Büyükada || Dr. ŞÜKRÜ 2d genin adamı olduğundan — çikola: | ta satışmı (bizim (inhisar idaresi duymasın) ishisar altına aldı. Meş- hur filozof Voltaire kahvenin de ha tırını kırmamale karıştırmak usulünü i, Napoleon da geceleri çok çalıştığı vakit yorgunluğunu gidermek için sikolata içer ve yanındakilere de birer bardak ikram ederdi. Yemek sevmeği bir güzel sönat derecesine çıkarmış ve onun edebi yatını yazarak adı ölmiyecek in- sanlar arasına olan Brillat— | Savarin anberli çikolata icat etmiş ve bunu imahzun tabiatli kimselere bilhassa tavsiye etmiştir. İsveçli büyük tabiiyat âlimi Lin- ne yeryüzünde bulünan hayvanlara ve nebatlara birer ilmi isim taktığı vakit çikolata ağacına kakao Te- obroma adını vermiştir. Allahlar ' içkisi demek olan ikinci kelime bir taraftan Azketlerin efsanesine tel- ! mih olmakla beraber, o büyük ada: mun da çikolatayı çok (o sevdiğine delâlet eder. | Galiba, insanlar urasında Allah- lara en yakın çocuklar olduğu için onlar da çikolatayı Allahlar kadar severler. GA. Sevinçten kalbim çarpıyor. Kim bilir bugün belki de Ee be dönmiyeceğim. İçime öyle geliyordu ki üzüm- cünün bahsettiği adam kurtulmam- için bir çare bulmuştur. Çarşıya geldik. Büyük çınarın altında toplan- mak üzere herkese öteberi almak için izin verildi. Bana takılmak istiyen Sürpik is- mindeki kızı atlattım. Kahve ve gazinoların sırasında» ki üzümcüye k Aadam beni derhal tanıdı. — Kızım. Şuri i at kulesi var. Görü Evet! — Tam onun karşısında İlmi E- fendinin dükkânı var. kitaplar, eteler vardır. Oraya | gidince rsün. o Ona git, Seni bekliyor. Beni üzümcü (Mustafa yolladı, de. Çarşıda dolaşan kızlara, Mara- betlere bir şey hissettirmemek için İ ellerim pardösümün © ceplerinde | öteye beriye bakıma bakına cadde- yi yürüdüm. Saat kulesi epey uzaktı. ! Bugün sokak daha kalabalık, | Allah yerede kitapçı İlmi Efendi- ' le mektepten çıktık. nin dükkânında beni tanıyan kim- İ , se olmasa! Beterin beteri var! Tuhaflardan biri anlattı: — Yeni evli bir ahbap, elinde bir kesekâğıdı ile bakkaldan çıkı- yordu. Gülerek yakalştım: — Genene .nevaleler düzdün bakalım? Basını salladı: — Bırak Allah aşkına. — Merak bu ya.. Dedim, kese- kâğıdında ne olduğunu görmesem içim rahat etmiyecek!.. Kesenin — pardon — keşekâği- dının ağzını açtı: — A... Diye de nesi — Görüyorsun ya,. Keçi boynu- Zu. Sonra yüzünü buruşturarak ilâ- ve etti: — Bizim hanımın en baş yemişi haykırmışım.. Bu zu laşırız.. bari odun parçaların yenilecek bir tarafı olsa.. Hani, eskilerden biri “bir dirhem bal için on çeki odun çiğ- niyemem!,, Dediği kadar var. Öm- rümde ağzıma almış adam deği- Jim. Bizimkinin bayıla bayıla ye- diğin ül Keçi boynuzu da yenir mi ca- nım? Arkasını okşadım: — Bu kadar şikâyet etmeğe hak- kın yek... — Niçin? — Dua et ki karın keçi boynuzu taşıtıyor. Gözlerini açarak sordu: — Başka ne taşıtacaktı? Kulağa eğildim: — Meselâ keçi boynuzu yerine sana yalnız bir insan boynuzu da taşıtabilirdi! | M, SALAHADDİN iamamea tezyin ve tecait ecilen ASRİSİNEMA Kapılarını, Bu perşembe akşamı açıyor. Her akşam ve Cum», İ Cumartesi, Pazar günleri 16,5 matinelerinde ZENGİN VARYETE PROĞRAMI (6977 Yar aleşam saat 21,30 da Fransız Tiyatrocunda meşhur piyanist KORTO”'nun veda komseri Bugünkü proğram ISTANBUL » 18 Gramofon, 180 Hizele 19 Dikme! Rise Hanı 1945 Serim Ha 20,30 Münir 2130 Creme 23 Anadelu Ağı ANKARA, 1 NE anlara) Frünesen, ie Bey ve arkadaşlari. Borsa haberi, saat ayarı. 18; Taganni 19,25: Hafif m pi “Traviata,, operam (Ver- . 1840: Konferana. — 1845: Çil piyane konseri, 70,45; Filharmenik takım ta- dan konser. 23; Haberler; — Siyan mu- i. 24,36: Mandito cazs. YANA, SIBE m. 18,25: Çift piyana konseri. | 18: Müsühabe, 1920: Müsahabe ve ders. nden ka Akşam konseri, Çplâk ile MİLANO - TORİNO » LORANSA 8,15: Balâliyka orkestrası, 19,45: Haberler. 450 m. içre şarkıları. 20,551 Radyo orkesi- ROMA, 441 m. e Ecem 2150: Hafif mesiki konseri BÜKRES, 394 m. ke 20: Tüganni. 19,30 20725: plâk öle sem mi. 22.20: Taganni. Galatasaray lisesi | börberlerinden Hamdi Bey, Galatasaray merkezinin ya- nina nakletmiştir. Milliyet bu sütunda iş ve işçi iatiz yenlere tavasmat ediyor. İy ve işçi istiyenler bir maktupla İş büro- maza müracaat etmelidirler. İşçi aranıyor Memüre Hanım isteniyor Karaköy Voyvoda caddesi Karaköy | Palas sırası Polis noktası arkasında Sev- ket Paşa Han. 3 üncü kat No. 7-9: Her gün saat 12 den bire ve beşten yediye kadar müracaat olunması, İş arayanlar Eski yeni harfleri: okur yazarım. Daktilo bilirim. Pek seri değil, Askerden yeni terhiş edildim. Kendime bir iş arı « yorum. Kumkapı Nişancasında Nalbant cami sokağında No, 5 hanede Ahmet. debi bir tahlil bna ma e iğ ep şe yem Deli Gönül: MARIE BELL MT Ye gas Bel. UR (8971) .— Türk dili. bülteni ANKARA, (A.A.) —T.D.T. Ce- miyetinden: dan neşredilmekte olan Türk dili adir bültenin üçüncü sayisi çık D. T. Cemiyeti tarafın n cemiyetin kurullaydan öm şmalariyle kararlarının plânçosu, m Mart, şmalarını gösterir raporla leme kolunun Temmuza kadar aylık raporlar, derlemeden ge len sözlerden istılâh karşılığı ola! ceklerden bir kısmının listeleri, Di Bı Lüğatı Türkten taranmış askerlik, idare ve siyaset sözlerinin listesi, İn- giliz ve Alman gazetelerinin Dil inki- lâbımız hakkındaki yazıları, Gılga- mış hikâyesi, ve bunun hakkında ec- vardır. #e geöderdiği bir mektupla şaire ait bazı hatıralar da ayrıca bu sayıda yer tutmuştur. Naim Hâzım Beyin Arap dilinde Türkçe adı ile şimdiye kadar bir çok arap sözlerinin Türk köklerinden çık mış olduğu hakkında gazetelerde çı- rak yazdığı bir etüt açık bölüm ola bülteni dilsevenlere tavsiye ederiz. İSTANBUL BELEDİYESİ i Temsilleri şam: saat 21,30 da KRİSTİ Yazan: Eugöne O'neile Türkçeye çeviren; Avni Bey Müslim ve talebe gecesi 4 Perde gtlilyer yi MILLIYET" tir. ABONE ÜCRETLERİ : Türkiye için Hariç için LK. LK Gazetemiz ilânların mes'u- kal etmez. BUGÜNKU HAVA Yenilköy vasat merksindün alleğe zlümuta na: Tatli ve tayin 761 15 deren, Türk san'atikârlarının yeni ibdaı büyük bir gala ile bugün İstanbul halkına irae olunacaktır. Rejisör ERTUĞRUL BEYLE büyük bestekâr MUHLİS SABAHATTİN Beyin eserleri ve HAZIM GALİP, VASFİ, MAHMUT, MUAMMER Beylerle ve ŞAZİYE, NECLÂ, SEMİHA ve yeni yıldızla- rımız CAHİDE ve MELEK Hasımların temsilleri olan Soz Bir, Allah Bir Büyük ve mükemmel Türk filmi, Bugünden itibaren Şehzadebaşında MİLLİ, Ayasofya'da ALEMDAR Sinemalarında bâşladı Sabırsızlıkla beklediğiniz eseri (ogörünüz ve İftihar ediniz. Fiyatlarda zammiyat yoktur. Gündüz oyunları 2-4-6 akşam oyunları 8,15-10 # b mek için şaırmıyor- Körkudan tabit gö yaptığım hareketleri dum. Nihayet saat kulesinin geldim. Karşısında bir çok dükkân lev- haları, camekânları görünüyor. Şaşkınlıktan İlmi Efendinin ne levhasını, ne gazete ve kitap dolu camekânmı bir zaman göremedim. Nihayet dükkândan © bir adam dışarıya doğru Türkçe seslendi: — Hafız Ali postaya git bak. Gazeteler gelmiştir. Bu ses ne munis, ne (o yumuşak sesti. o tarafa doğru koştum. n kapısı açıktı. Atla dim. Gözlüklü, orta yaşlı, zayıf bir adam beni görünce dikkatle baktı. O daha sormadan ben başladım: — Kitapçı İlmi Efendi siz misi- zin efendim? .— Benim yavrum. Sen galiba İs- tanbuldan geldin. — Evet efendim. — Üzümcü © Mustafa gaya mu yolladı seni. İlmi Efendi beni limite Rahat yanına ! rahat türkçe konuşuyordum: — Evet efendim. İlmi Efendi camekândan dışarı bakir. Sonra bana yüksek defter yığın- ları arkasında bir sandalye göster- di. — Otur kızım. Anlat bakalım. Sen buralara nasıl geldin. Ermeni Eytamhanesinde iki se- ne Türkçe konuşmadığım için bil- diğim bazı kelimeleri o söylerken zorluk çekiyordum . Kitapçı İlmi Efendiye Erzurum- dan başlayıp Dedeağaca kadar de- vam eden ömrümün her parçasını aklıma geldiği kadar anlattım. Babamın nasıl parçalandığını, annemin nasıl baskında (ortadan kaybolduğunu anlatırken İlmi E- fendinin gözleri yaşarıyordu. Ken maceramı anlatıp bitirdik- ten sonra İlmi Efendi uzun uzun düşündü. Sonra yavaş yavaş ko- ği Türk yavruları pek ü Yunanistanda, Bulgaristanda Tik lar vakit buldukça kurtuluyorlar. Pek küçükken Ermeni çocuğu diye Eytamhanelere- kaçırılan Türk yavrularmı kurtarmak kabil değil.. Çünkü onlar ne analarını, ne ba- balarını, ne memleketlerini bilmi- yorlar. Sen kaç yaşındasın kızım, — On beş efendim. — Evet, sen tabii her şeyi bili- yorsun. Kaçmakta haklısın. A RR O kadar ölisaşum. ki kendimi tulamadım. Gözlerimden © yaşlar mıdır, ire Efendi beni teskin etmeğe çalışıyordu. — Beni kurtarınız, bir daha 6- Ri göndermeyiniz, diye yalvar- im, — Merak etme evlâdım. Artık. gitmezsin. Fakat burası oufakbir yerdir. Belli olursa mesele çıkar. Zaten Yunanlılarla da sulh imza- landı. Acele etme. Şimdiki halde seni çok emniyetli bir Türkün evi- ne yerleştiririm.. Ortalık açılâm. Seni İstanbula yolcu ederiz. Tür- kiye artık kurtuldu. Mustafa Ke- mal Paşa bütün Türkleri hürriyet- lerine, istiklâllerine — kavuşturdu. Sen de öz vatanına kavuşursun yav rum. O dakikada bu söylenen şeyle- rin mânâsını idrâk edemiyordum. Beş altı yıldır biribiri üstüne yük- lenen felâketler beni o kadar kor- kutmuştu ki iltica edecek yer arı- yordum. Kitapçı İlmi Efendi güldü: — Demek şimdi o eytamhaneye gitmek istemiyorsun? — Hayır. — Gitmezsin. Ben zaten bir kaç ahbaba anlatmıştım.Şimdi sen orta (Devamı var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: