26 Mart 1931 Tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 2

26 Mart 1931 tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 2
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

258 UYANIŞ No. 1805—121 Köy Postası: Dimyat'a pirince gidelim derken evdeki bulgurdan olduk! Bu ata sözünü muttası! tekrarlıyan aksaka- İı köylü baba, vapurun ambar kapağı kenarin- daki bir ftalıta Sandık üstüne oturmuştu; onun gözleri ambar OKiyısinı yerleştirilmiş olan içi tavuk ve Horoz dolu bir kafesten ve onun yanında duran kuru zeytin tenekesinden ayrıl- myordu. İzmilten gelen bü vapur Değirmen- dere'ye uğradıktan sonra Ereğli ve Karamürsel yolile İstanbul'a gidiyordu. “ Uğur Yapurının kaptan güvertesinde bir kenara oturmuştum; yaz gibi parlıyan ve İepi- mizi tatlı tatlı ısıtan güneşin ışiklarile güzelli- ği bir kat dala artmış olan etraf dağların hey- betli ağaçlarını, kiyilarin tatlı yeşil renklerini, denizin dağlardan aldığı in'ikâsları seyreyliyor- düm. Önümdeki güverte üstünde duran yolen- Taşıda gözden kaçırınıyordumı. Ereğli'den yük- lenen bir çevalye dolusu istakoz, gölgede duru- yor, sert kabuklu havvanlar arasıra o garip ayaklarını ve uzun bıyıklarını takırdatıyorlar! Karamürsel'de Oboymuzlarından Kalin ilmik edilerek evvelâ şöyle bir havalandırıl- dıktan ve wüthiş korku içinde çabalandırıldık- tan sonra ambara indirilmiş olan, İstanbul mez- bahasının yolcusu danalarla öküzlerin sahibi cambaz, azametle, bir kenarda sigarasinı içiyor, galiba şu zavallı Zayıf hayvanların İstanbnl kasap dükkânlarına dağılışından sonra çıkaracağı yağlı kârı düşünüyordu ve belki bundan dolayı cambazı, üstübaşı dahi pek yağlı idi. Başındaki kasketi bile yağdan parlıyan cambaz, ikide birde gülerek çatal dişlerini gösteriyor ve yanın- daki aksakallı köylü babaya soruyordu: — Dimyata, pirince giderken evdeki bul- gurdan olduk ha? Kırsakallı babanın vüzü gülmüyordu ve kısa kelimelerle şöyle diyordu: — Yarenliği bırak oğul! ben tavuklarımı düşünüyorum. Bu gece gümrükte hayvancıklar açından ölecek! en merak ettim. Şu işi anlıyayım dedim. Babaya işittirecek yüksek sesle sordüm: — Babalık! Senin tavukların gümrükte ne işi var? — Manilesto mudur ne karakatıdır işte onun yüzünden! Benim merakım arttı. Bereket versin yanım- da olaran İzmitli bir yoleu beni meraktan kurtardı; halatlar — Ben size anlatayım bey. Duha evelleri İzmit ve Marmara İskelelerinden İstanbul'a gi- den bu kabil mallar için yüklenen iskelelerde bir “kordon pusulası? verilirdi ve bumu oraların gümrük kolenlarından alırdık ve İstanbul'a varincı köylüler kordon pusulasını gösterip mallarını çıkarırlardı. Beş sene evvel bir Be- yanmame usulü koydular. Her köylü satmağa götüreceği veya vapur emanetcisile göndereceği mahsulü için yahut İstanbul'dan bu taraflara denizden getireceği bakkaliye ve sair eşya için çifte beyanname doldurtmak mecburiyetinde kal- mişti. Yazıcılara O beyannınmeler doldurtulacak, pullanacak, yerine varınca gene pullanarak mal çıkacaktı. Bu usul köylü için çok zordu. Her taraftan şikâyet olundü, Yalvarildi: nihayet beyanname usulünün kaldırıldığını müjdelediler ve hep sevindik... Fakat meğer iş öyle değil- miş... Ezivelli Beyanname kalkınca onun yerine meselâ Marsilya ve Hamburg limanlarından gelen tüccar eşyası hakkında cari Manifesto usulü kuruldu! Şimdi şu gördüğünüz aksakallı baba yok mu? Bir kafes tavuk ve bir teneke geylinini evvelâ iskelede vapur acentasına mür- caatle manifesto yazdırdı, eşyanın üstüne marka kondu; acenta, malı vapur ambarına teslim etti. İstanbul'a varınca bunları vapur gümrüğe teslim edecek!.. OMalsıhibi veya ömanetçi Sonradan gümrüğe gidecek; oraya mutlâka bir gümrük kumusyoncusu ile girilecek, muamelesi yapılacak ve ondan sonra alabilecek! Aksakallı babanın eski atalar sözünü tekrar- İlyarak Dimyata, pirince giderken evdeki bul- gürdan olduk demesindeki manayı ve Manifes- toya karakatı adını takmasındaki hikmeti şimdi anladım! Ben artik havanın güzelliğine, güne- şin parlaklığına, denizin süt gibi usluluğuna bakmıyordum. o Bulunduğum kaptan yerinden kasketinin üstünü gördüğüm aksakallı babanın kafasının içinde dolaşan sıkıntılı düşünceleri tahlile çalışıyordum ve bu adama hak yeriyor- dum. Tekrar sordum: — Baba, bu tavuklar senin mi? — Benim değil, emanet! Benim olsa o ka- dar tasalanmam! Bu âralık kafesin arasından horozun bir tanesi kirmizi ibikli kafasını çıkardı ve güzelce öttü, ona ikinci horoz cevap verdi. Kafesin alt

Bu sayıdan diğer sayfalar: