8 Eylül 1938 Tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 12

8 Eylül 1938 tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 12
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

250 SERVETİFÜNUN No. 2194—509 Fransız Edebiyatından hikâyeler e OMLET GUSTAVE DROZ' dan çeviren: KERİME NADİR Sabahtanberi düşmekte olan yağmur yorulmuş gibi görünü- yordu. Okadar incelmişti ki, ak- şamları çimenlerin üstünde görü- nen hafıf sisleri andırıyordu. Henüz yemek yemiştik; veme- gin sonunda uyumuş olan «Mösyö Bebe» yatak odasına çekilmişti. Bizde, Lüiz (Louise) ve ben, açık pencerenin karşısında, ayakta ufku seyrederek mırıldanmak nevinden şarkı söylüyorduk. Karım bana dedi ki: — Baba Nuh, gemiden çıka- ım mı, — Lâkin alâimi sema görmü- yorüm. — Daha iyi,.ileri doğru gideriz. Gitti ve biraz sonra başını ört müş, ayakkaplarını giymiş, eldi- venlerini takmış olduğu hulde dön- dü; uzun zümün giltüşülmedikten sonra tekrar buluşulan o güzel gün- lerde olduğu gibi, yanıma sokula- rak kuvvetli bir surette koluma — Ah! dışarı çıkmaktan nek&- dar memnuonm.. Havanın güzelli- givi hissediyor musun 1. Ben yürü- mek, yürümek istiyorum.. Çok u- zağa gidelim !. Daha aydınlık. Bu sözleri söylerken, yürüyüşü- nü benimkine uydurmak içir iri adımlar atarak gülerek beni itiyordu. Çitin boyunca yitti& ve sola sa- parak ormana girdik. Bu güzel or- manı nekadar severdik!. Şu saat- lerde sâkin ve rutubetli olurdu. Sudan yetişmiş olan yosunlar gikı- lan bir sünger gibi ayaklar altında ezilir, o ağır dalların her bir yap- rağından düşmeğe hazır bir şeffaf damla sallanırdı. Durarak Lüize: — Islanacaksın, dedim. — Adam sende!, Ayakkaplarım kalın |. Haydi gidelim... Katreler dökülen ormanda ağır ağır yürümeğe devam ettik. Karımın bu akşam cesur olması hoşuma gidiyordu. Zira, bilhasda her şeyin susup sükün bulduğu, rüzgârın sâkin olduğu, yağmurun yorularak bulutlara sokulduğu hat- t& kuşların bile uyumağı, tüylerini kurutmağı düşündükleri bir saatte nemli bir orman kadar güzel bir şey yoktur. Ben bu hali severim; çünkü in- san wşile beraber kolkola buluna- rak, tamamile yalnız olduklarını hissederek yüksek yeşil kubbeler altında gezmekte, rutubetli orma- işleyici kokusunu teneffüs etmekte, bütün kütüklere aksederek ahenkli *# uzun bir *li çıkaran meğelere bir deynekle çarpmakta; kâh kırı- lan bir dalın, kâh yapraktan yap» rağa fısıldaşarak zaman zaman dü- şen su damlalarının gürültüsile dur- makta, yağmurla temizlenen sâf havayı ciğerlerin bütün kuvvetile gekmekte, bütün bu zarif manza- ralaun nazik ahengini - tabir ca- izse - gözlerle dinlemekte fevka- lâde bir baz vardır. Tam isabetle hakikati tasvir için kullanıla kultanıla umumileşen bu tarz lisanı, zarif kelimeleri bir ara- ya getirmek maksadile sıralıyorum zannolunmasın !. Güzel bir günden sonra güneş ufka yakluştığı vakit manzaralar, ateşin başında ipek büken bir genç kızın vüzü gibi kızıla boyanır, renk- lere boğulur, levhalar ruhlanır, sâf- laşır; tabiat sarhoşluğunun taşkın keyfinden titciyor zannolunür; ar- zın ateşli faaliyeti hissedilir; or- manlera hararet yayılır; yaprakla- rn üzerinde elmaslar, zümrütler, yakutlar; göklerde zevk titreyişleri verecek yaldızlıısafhalar bulunur. Burası, bütün tesirli kuvvetlere melik bır ahenk mecmuası, bir a- çıhnea gözleri kamaştıran bir mü- cevherat muhafazası gibi ışıltılı bir ziynet levhası halindedir. Burası, bir mâbede benzetilebilir ki, sur- lardan yükselen sedaların heybe- tile aksettiği bir sırada, tekmil bir milletle beraber yere dizçökerek hamdediyor, göklere şükran avaz- ları yükseltiyor zannedilir. Karanlık bir havada başka bir güzellik vardır. İç açan bir renge, Deş'a verici bir nağmeye rastlanıl- maz; tabiat yorulmuş ta bir parç& esnedikten sonra dalıyormuş gibi gözleri nemli, sâf bir sükün içinde uyur. Bu akşam, kendisini uyutması istenen kemanlar dilsiz bir çalışla inler, hafif hafif etrafa dağılır gi- der, yaylar derin bir hüzünle mü- teeşsir gibi kirişlere ancak doku- nur.. Bir rüyaya benziyen şu sessiz musikiyi hissedebilmek için dur- mak Iğzım gelir. Lâkin bu sakit seda nağmeleri okadar tatlıdı, o bafif ahenk okadar hissidir ki, göz erin önüne nağmeler sıralıyan bu dağılıp gitmenin gönülden seyrin- den zevk alanlar, inliyen tanbur- larla aglıyan kemanların nemli ör- tüsü altındaki bir ormanla, yaldızlı inikâslarla parlıyan bir ormandan hangisini seçeceklerini bilemezler. Biz ağaçların altında yürürken, başımızın üstünden bafif bir rüz- gâr geçerek tepelerini okşadı, dal- lar hemen hışırtıya başladı ve 18- lanmış kuşlar gibi silkinerek üze- rimize bir mücevherat yağmura döktü. Lüiz hemen durarak ; — Aman Yarabbi! Muzib rüz- gâr! Islandım, dedi. Elbisesi biraz uçuyordu. Birbi- rine sıkışmış ve otların içine ya- rım saklanmış ayaklarını görü- yordum. — Islandım, ıslandım; başlığım kalktı, boyunca bir tufan, bir ne- hir aktı... — Neteye zavallı sevgilim 1. — Nereye mi?. Söylüyorum yal. Boyunca, tam ortasına işte! Bana baktı, gülüştük. Boynunu sildim, başlığını dü- zelttim. İyice kuruduğu zaman gülümseyerek bana dedi ki: — Sen çok hoş bir adamsn!. Zannederim bu hadise onu ke- yiflendirmişti. O derece ki, otların üzerinde bana dayanmış olduğu balde sıçrayorduk. Yüksek koruların saf sükütü içine daldığımız sırada birden: «Ey, hiç karısını sevmeyen küçük yaramaz kocam, haydi ileri !> söz

Bu sayıdan diğer sayfalar: