19 Ocak 1939 Tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 4

19 Ocak 1939 tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

# ye W 130 i , SERVETİFÜNUN H A F T A No. 2913—528 e â Z I S5 l Meğer İstanbulun cahili imişim ! Doğma büyüme İstanbultuyum. Her tarafını di- yemem, fakat bir kışım yerlerini bilirim. Bilmediğim, görmediğim taraflarını da gördüklerime kıyas ederim. Meğer büyük hata ediyormuşum. Kendimi sadece temiz, lüks caddeleri, mahalleleri değil, uzak kenar semtleri, içerlek mahalleleri de az çok gezmiş, gör- müş sayanlardandım. Bilhasea çamur ve pislik der- yası halindeki sokaklardan bütün İstanbullular gibi ben de her zaman acı acı şikâyet edenlerdendim. Aksarayı, Şehreminini, Edirnekapısını, Kasımpaşayı ve Fatihin Haydar mahellesile Cibali, Fener gibi Haliç taraflarını en bakımsız yerlerden sayardım. Ah, evet, aldanıyormuşum. Çünkü bütün bunların akisız- lığına, çamuruna, kaldırımsızlığına, hâsılı her hangi yokluğuna top yekün galebe çalmış olan bir mahalle varmış. Feriköyünün ta dibindeki Dere mahallesi... Bu Pazar günü benim gibi hiç orasını görmemiş olan bir dostumla beraber, Feriköyünde tramvay yo- lundan aşağıya doğru ine ine nihayet bir huninin ağzı gibi daralan o mahalleye düştük : içiçe, labirent gibi sokaklar, - hayır sokaklar değil, kapı aralıkları kadar toprak satıhları etrafında ev denemiycek, ku- lübe denemiyeck &caib binalar.. hemen çoğü tene- keden... Bir kulübenin pençeresinden ufki bir vazi- yette çıkan bir soba borusu, &iz geçerken belinize, böğrünüze duman savuruyor. Pencerelerde &aksılar ve saksıların arkasında bitkin, solgun benizli insan- lar var. Bunlar bizim vatandaşlarımız !, Fakat hâlâ, kim bilir belki bu mahalle kurulduğundanberi posta- cıdan ve tahsildardan başka memur yüzü görmemiş- ler. Çöpçü buraya ne inmiş, ne inmeği düşünmüş. Belki bir çeyrek aşırdır atılan süprüntülerle pis, bu- laşık lâğım suyu akıtan bir derenin etrafındaki top- rak setlerin geniş çukurları doldurulmuş! çöpten, pislikten, kavun, karpuz kabuklarından ve daha kim bilir nelerden senelerce tabii bir beton yapılmış! te- sadüfen önümüze çıkan ve bizi bu iğri büğrü sokak- lar içinden bu derenin etrafında dolaştıran postacıya soruyoruz : — Bu nasıl yer? — Öyledir, Hele yazın buradan burnunuzu tı- kamadan geçemezsiniz. — Demek okadar fena kokar! — Evet... — Peki, buradaki halk buna nasıl tahammül e- diyor 9 — Alışmışlar zavallılar. Alışmışlar! Ben bu kelimeyi unutturacak elin nerede olduğunu düşünüyorum. O el belediyenin elidir. Bu kokan dereyi temizletmek, bu labirent içinde ve insanın diz kapaklarına kadar çıkan bu çamur göllerinde hiç olmazsa edi taşlardan birer yol yapacak olan belediyel.. O belediye ki, İstanbulda bu semti hiç görmemiş, İstanbul coğrafyasında böyle bir mahalle olduğunu sanki hiç bilmemiş ve bu ins sanları böyle kendi tali'lerine, sefaletlerine, hastalık- Iarına ve ihtimal ölümlerine bırakmışız. Evet mu hakkak ki şehrimizde tifonun merkezi başka her yerden evvel burasıdır, yoksa Haliç kenarları ikinci derecede gelirler. Bu sallanan kulübeleri, hele şu mülevves suların üstünde bir kovboy filmindeki dağ köprüleri gibi iki yana rakseden tahta üstüne tene» ke kaplı acaib köprüyü değiştirecek olan merhamet- li el neredesin ? Ta Bomonti fabrikası zamanından- beri yukarıdan bu çukur mahalleye müzehrefat akı- tan bu kirli, bulanık ve siyahtan daha siyah su baş- ka nerede görülmüştür? Bu derede, bazısı bu sefalet içinde hayret edilecek derecede sevimli, güzel çocuk. lar kâğıttan kayık yüzdürüyorlar ve suları ellerile birbirlerinin üstüne fışkırtıyorlar. Bizse, üç arkadaş, (biri yolumuza çıkan postacı!) teker teker bu suyun üstündeki kovboy köprüsünden gegiyoruz. Hem nasl bir korku ilef.. İçi zangır zangır sallanan üstü te- neke kaplı köprüden ayağımız kayıp düştük mü, ya- hut köprü yıkıldı mı muhakkak ki pislik balçığına boğazımıza kadar gömüleceğiz! Fakat merak.. ede- biyatçılık ve gazetecilik merakı... Tehlikeyi bir kere göze almışız ! Postacımız şimdi, bir kerwer altı kadar alçak ve dar bir delikten içeriye iğiliyor ve durup bize de sesleniyor : — Arkamdan gelin! — Ay.. oradan yol var mıf — Evet, bu deliğin arkası da bir sokaktır Sonra gülerek ilâve ediyor: — Bulaşık dere sokağı.. — Peki, diye soruyoruz, karşıya geçmemize ve sonra köprüden tekrar buraya dönmemize ne lüzum vardı — Ne çare, arada böyle delik yoktu. Onun için bu mahalleye başka türlü giremezdik, Burası dış gördüğünüz sokağın arkasıdır. Uhlu sokağının... — Ya.. Demek öteki sokağın ismif.. — Uhlu.. — Manâsı ne bunun? — Bilmem, — Tür rkçeye benzemiyor. — Evet benzemiyor Şimdi semt ve malhana değil, lisaniyat ilminin yeni bir muamması karşısındayım. Fakat bunu dü- şünmeğe vakit yok. «Bulaşık dere» sokağına dalıyoruz. Burada yarısı tenekeden ve yarısı tahtadan ku- lübelerin bahçeleri de var. Açık kuyulardan birinin üstüne bir mangal kapağı kapatmışlar, Bir pencere- den balkon gibi sarkan bir seddin üstünde musinklu teneke ve bir sabun... anlaşılan, burası, temizlenme yeri!.. — Devamı 133 üncü sayıfada —

Bu sayıdan diğer sayfalar: