10 Ekim 1936 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8

10 Ekim 1936 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

5a layanlar, y uzama x .* Hastalık sari imiş.. Bu hastalığa tutulanlar arasında şişman- rengi değişeler, küçülenler olduğu gibi çirkinken güzelleşenler, ihtiyarken gençleşenler de var AF C 0 ASON POSTA * Yazan: IMSET mu? | Sesin geldiği şik vardı. Beşiğin içinde altı aylık bir çocuk büyüklüğünde bir insan yatı - yordu. Â Ne o artiık selâmı sabahi İmi? Sesinden tanımıştım, bu Etem İz - zetti. Bizim Babıâlinin en uzun boylü adamı ufacıcık olmuştu, | — Ne oldun birader? — Daha ne olayım, şu Tevlikle ko - nuşmak için buraya gelmiştim.. Hus * talığı bâna da geçli. Kü Verdim. Koğuştakilerin hepsi birer biner ya* taklarından kalkıyor, yanıma geliyor * lardı: Etrafım tanıdık, tanımadık, yâ- hut ta tanıdığa benziyen bir çok şima Vile dolmuştü. Fakat bunların hepsi & - kestin hastaliğ | — Bana baksana dastum iltifat. yuk | ıhıatahğ;um — Onun içinde ne olduğunu bili - tarafa baktım. Bir be- |yor musun? — Hiç bir yok, bomböş! — Öyle görü - nür amma — onun içinde insan var. — İnsan mı? — Evet. Bak - triyoloğ Kemal o- hun içinde, Anlattılar: Baktriyoloğ Ke: Mmal, Tevfiğin D geçenlerde şöh - Teti ayyuka çıkaın Tularemi ile alâ - kası var mı, yok şey Birinciteşrin 10 sezaamamı — ! Konuşma: ' Lügat kitabı Yazan : Nurullah ATAÇ ki bahsedilmeğe de ni E öi « len Türk, o dilde okü” | — Fransızcadan türkçeye falan lüğat (4 Xlarımı türkçe ile anlatabilen adaf kitabı iyi midit ? 3 dır: Türkçeyi bilmiyorsa, fransızca Bu suali çok kimselerden duyarsı - şünüyorsa, anladığını anlatmak içli ae eee Fransızça Nurullah ATAÇ ıo kadar azdır nız, Ondan sonra da muhakkak bir şi- (yandığı gil türkçe değilse o adam K kâyet başlar : menin bir kültür gösteren mânasli Buncâ yıldır. memleketimizde »rürk değildir; belki Fransız da deği ransızca öğrenildiği halde daha iyi bır hıgat bile çıkarılamadı. Bu yüzden bü- yük eserler de tercüme edilemiyor. Mükemmel fransızca bilenlerimiz var, ana dilleri gibi konuşup y ama bana ne? ne olursa olsün, bi v kadar ctmez. Bir kimsenin, kelimef bir kültür gösteren mânasında Türk & yi için, her anladığını, bileiği ser tercüme edecekler ama f ee in Ö lak yi ;nt: p . h. li İ Tral limelerin türkçe karşılığını göster h GĞ A Gâbi, ğ « sızca bilen, Fransız kü üne gerc luçat yok ki.. Halbuki iyi bir lugatımız yoksa bu- bDun sebebi büyük eserlerin dilimize he- Düz tercüme edilmemiş olmasıdır. E - vet, yıllardan beri memleketimizde fransızca öğreniliyor, konuşuluyor; fa- kat gerçekten kıymetli olan pek az eser tercüme edildi. onların da çoğu yanlış- larla dolu... in? Çünkü o yıllardan jberi öğrendiğimiz, ana dilimiz gihi ko- puşup yazdığımız zannedilen fransız » cayı bilmiyoruz, ânlamıyoruz. Birtakım pek müphem hisler, sezgi ler istisna edilirse insan her anladığı- ten nüfuz etmiş insanlar çok olsaydi bette ki o dilden birçok büyük eserli de türkçeye tercüme edilmiş, hiç 0t mazsa o eserlerdeki fikirler memleğ? timize yayılmış, «türkleşmiş» olurdur Bir yığın roman, hikâye, hatlâ İ kitabı dilimize çevrilmiş, bir kıusmunlf $çindeki fikirler de memlekelimize Yf yılmıştır. Bunların kemiyeti ve | yetl ne ise, asıllarma uygunluğu ne J'Aı Tecede ise bizim de fransızca bilmemi” | Fransız kültürüne nüfuzumuz işte o recededir. Ne aşağı, ne fazla! ” &l geldiniz? eneral Kadri Raşit gayip insanlar halinde idiler: K a Ş ö Saçları, sakalları ve kirpikleri yere Mükemmel bir röportaj mevzuu ya-|kAdar uzanan biri elini omuzuma koy- kalamıştım: dü: Tevfik isminde birinin boyu uzuyor- muş. İki metreyi çoktan geçmiş te 3 metreye merdiven dayamış. Bu adamı görmek, görüşmek ve sonra güzeteye yazmak hiç te fena olmıyacaktı. 'Tevfiğin bulunduğu Gülhane hasta - nesine gittim. Koridorda başı, bizim Hasan Beyin başından üç misli büyük olan bir hastabakıcıya rastladım: — Bayan, dedim, hani boyu uzıyan bir Tevfik varmış.. O nerede? Koca kafalı kadın; beni tepeden lr« nağa kadar süzdükten sonra: — Ne yapacaksınız? — Ben gazeteciyim, kendisile görüş- mek istiyordum. — Görüşmek mi istiyordunuz.. Bu kolay, fakat başınıza bir tehlike gelirse yet kabul etmem.. , beni aklı sıra korkutacak - tı. Koğuşun kapısını ittim. Kapı açıl » di. — Hoş geldin yahu, hangi rüzgâr se- ni attı. Bu ses koğuştaki bütün hastaların Bızlarından birden çıkmıştı. Hepsi y -— Haydi bakalım gazeteçi, bu sefer de neler yazacaksın? — Daha ne yazmak lâzım geldiğini düşünmedim, hem affedersiniz amma sizi tanımadım.. — Nasıl tanıma: Ben sizin Son Postaya komşu değil miyim? — Son Postaya komşu., Hiç hatırla- maıyorum, hizim civarda size-benziyen kimseyi görmedim. züme — bakıyorlardı. Beni tanıyo! lardıı. Ben de onları - tanıyor - dum, — Tanıyordum amma kim ol- duklarını tayin edemiyordum, Kapının yanındaki dürt kişiyi içine ferah ferah alacak kadar büyük bir ya- takta bağdaş kürmüş oturan hasta yü- züme baktı: — Beni tanımadınız mı? Nasıl tanırdım, yüzü pek yabancı gel 'ordu amma, vücudu ömrümde görmediğim bir vücuddu. Öyle şişman- dı, öyle şişmandı ki bilmem kaç sene €vvel Almanyadan İstanbula — getir:p) beş kuruşa seyrettirdikleri iki yüz ki- hluk gişman kadın onun yanımda sid- kanın sıskası kalırdı. Affedersiniz, dedim, simanız yu - bancı gelmiyor amma, — Ben Kadri Raşit değil miyim? — Hangi Kadri Raşit? — Çocuk doktoru. ine daha dikkatli bak - idi. Fakat bu vücut. iniz amma siz bu hale na- Mazhar Osman — Sizin civarda iken bon böyle uzun açlı, uzun sakallı değildim ki.. — Yalll — Buraya tetkikat yapmıya gelmiş- tim, hastalık bana da geçti. Ben doktür Buani Yaverim.. — Yal!! Yüzü kardan beyaz birisi seslendi: davujd Mgt..uĞü(hadda cmfhy m — Guzeteci gürültü etme, şimdi tıbbi kitaplar okuyorum, kafam karışacak. — Tıbbi kitaplar oküyorsunuz öyle mi? Sizin tpla alâkanız vab mı? — Olmaz olur mu, hem sen beni bil- miyor musun? — Nereden bileyim, ben bü kadar beyaz insanı şimdiye kadar görmüş de- gilim ki. — Ben Şükrü Hâzım değil miyim?.. vi Sahi tü kendisi idi. Demek oluyor ki M © da meşhur hastalığa' yakalananlar - dandı. Masanım üstünde ufak bir tüp duru- yordu. Elime aldım. — Birak! Diye bağırdılar: e — Tutulduk, — Neye? Tevfiğin hastalığına.. İzahat verdi. Meğer bu hastalık sari imiş ve herkesde başka başka şekiller- de tebarüz a - dermiş. Kü nin boyu uz! Mış, kimi ş maş, mi gençken ($ tiyar olurmuz l N - — Geçmiş ( gun! Dedim. Y yamet.mi koptu. vecekti yi — Koca adamı yere mi düşürecek - başımdan sin? Bes: Baktriyoloğ Kemal — Hangi koca adam? mu diye merak etmiş.. Tevfiği bir kaç kere muaye - heden — geçirmiş. Fakat hastalık -- — Fahreddin Kerim na da sirayet etmiş ve bir mikrop ka - dar küçülüp gözle görülmez hale nı anlatabilir. Daha doğrusu bir insan ancak anlatabildiği şeyleri gerçekten anlamış, gerçekten biliyor demektir. Başka bir dilde okuduğunu kendi dili ile tekrar edemiyorsa, hiç şüpheniz ol - masın, o kitapta söylenenleri kavrama- mıştır; onlar. içine işlememiş, sadece bir lâfz tabakası halinde idrakini sar - mışlır. Gerçi bazı kelimelerin bir dilde, gol - — Döğtüm ne ölur, ne olmaz biraz kendini bizden uzak tutsan.. Bu sözü söyliyen, fevkalâde — güzel — Ne oluyorsunuz yâhu, dedim, kı- İyoktu. Bu iki kişi de bana hiç yubanc; |diğer bir dilde ifade edilemiyecek hu- gözlü, yakışıklı bir delikanlı idi: ;susi bir mânaları vardır; fakat bunlar Bu zatı hele hiç gözüm ısırmıyordu. | — Sizi tanımıyorum, acaba siz beni. — Ben sizi tanımaz olur muyum? — Nereden tanıyorsunuz? — Nereden tamıyacağım, Babıâliden.. — Siz kimsiniz? — Ben'Salâhaddin. Salâhaddin, Salâhaddin, hangi Sa- lâhaddin? — Güngör Salâhaddin. Ne kadar da değişmişti. Boyu üç metreyi bulağ — bir adam, dört metreden daha uzun karyolasın - dan kalktı; kendi kendime: — İşte, dedim, Tevfik bu olacak. Uzun boylu adamın yüzüne Beyazıt kulesinin tepesine bakar gibi baklım: — Geçmiş olsun Tevfik; artik yalnız da değilsin. — Benim adım Tevtik değil.. — Olahilir, ihtimal ben yanlış bel - lemişimdir. Buraya ilk gelen boyu u -| zıyan adam sen değil misin? | İ ş;gısînm;im_—m? Tarsus (Hususi) — Tarsus - Nam- — Ben Fahreddin Kerimim. run yolunda vukua gelen kazanın tah- Hani şu miniçik Fahreddin Kerim kikatı devam etmektedir. 20 - 30 met- yok mu, işte örlün boyu üç metre ör - relik uçurumdan yuvarlanan - kâmyo- muştu.. 4 nun 32 yolcusu ve 3 - d ton tahmin e- İki kişi yan yana oturmuşlardı. Bi - |dilecek kadar çok yükü vardı. Evvelccııonm hareket edebilmiştir. Kaza rinin yüzü beyazdı, siyah bıyıkları var- D7 Slztüta günür Siysbla Ve tıwıkım]l—ııldırdıüım gibi yolculardan 2 kız ço- bafif eurette yaralanmıştır. Tarsus - Namrun Yyolundaki kaza cuğu ölmüş, G insan ağır, 24 kişi de Ramazan hakkında kanuni takibat V Lügat kilabı bunun miyarıdır. Fa ” lan lügat kitabıni eksik ve yanlışlı BW luyorsanız, birtakım kelimelerin mâ? sını anlatamıyorsa onu vücüde ;_'m!ld adam işte o kadar fransızca biliyor &€ ) mektir. Ondan daha iyişini yazmak K bil değilse, onun içinde yanlış veya '*ıî sik olarak tarif edilen kelimelerin, o X8 limeleri kullanmış eserlerin tercüm€ * sinde daha doğru bir mukabiline rasgel” miyarsanız, o kelime henüz türkçelf konuşulmamış demektir, d Kamyon uçuruma yuvarlandıktan sonra ) Terüte sülk Bökimi yaralları W bir amele gibi çalışarak kurtarmışı yvardan geçen otomobillerle şehre gö dermiştir. Çünkü sıhhi imdat hey' buradan kaza yerine ancak sekiz rinde yardım talebini reddeden ,0! İpümaktadır. ban, saninle resim çıkartmıştım. Siyah yüzl ıyıksız adam söyledi; — Cafum bizim lâla! misiniz? Beyaz #adam — — Ayo lâla banim... © bızim bay. Siyah adam — Canyr, ben döktör Mazhar Osmanım, yanımdaki de bizim ,Vâla. . 4 Anlamıştım. Hastalık bu ikisinde de |başka türlü tebarüz etmişti. Biri.siyah olmuştu, öteki beyaz, Fotoğrafçıya döndüm: Diyecektim, Fakat bizim fotoğraiçı- nn yerinde 12, on üç yaşlarında narin bir çocuk vardı. Fotoğraf makinesi b - nun elinde idi: — Çocuğüm Cemal ne oldu? — Cemal bentm.. Sen misin Cemal? Muharrir Salâhaddin Güngör görünmüyorlardı. Beyaza sordum: — Ben sizi tanıyor git —Bani nasıl — tanımaz Amma da suâl, " Amma da sual ne demek, ben seni olursun, nereden tanıyacağım, — Anlıyamadım lâla olan © mu, siz — Bir kaç resim al da artık gidelim, |& — Cemal benim amma; sen kimsin? Elimi yüzüme götürdü! y lim burnuma değdi. Meğer — bu imüthiş uzamıştı. — Burnum uzamış. — Yalnız bürnün değil, kollarına bir baksana.. Kollarıma baktım, Ellerim yere Ö7 Becek gibi idi. Hasan Bey. kafalı hastabakıcının g zünü hatırladım. Ben koğuşu sorduğuf zaman bana; Başınıza bir tehlike gelirse nıri“' Jiyet kabul etmem, Demişti. Tehlike dediği buymuş M e yapmalı, başa geldi çe B * (| Bu yazımı hastanede yazdım. Çi “:: (|ben de artık bu selerle ayni değiştirmi? a yatıyorum | Aman İinek meraki dirnı nazı attığınız, bizimle kon vuz gün ba Biz de şeklir run, sakın bir

Bu sayıdan diğer sayfalar: