August 20, 1937 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 6

August 20, 1937 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

— işkence “ İşkence ,, der dururuz, nedir ? Bir Fransız muharririnin mahkümlara hâlâ işkence tatbik edilen Çinde gördükleri ve duydukları Ölümü cezaların - en ağırı olarak te « lâkki eylemek bil « meyiz doğru mu » dur? Bizce ölümden k daha ağır ceza; şkencedir. Romalılarda, İs - panyollarda, büyük ihtilâle kadar Fran- ı'ıd:ı sık sık işken « tatbik edilirdi. İşkencelerin dere - celeri bile vardı. Hü kümler, bu derece - lere göre verilirdj; z'ılarn en hafifi ola rak telâkki edilirdi. İşkenceler de hal kın gözü önünde ya- pılırdi. ğ İş o dereceye var. © dı ki halk artık iş » * kencelere kanıksadı. İlk önceleri işkenceleri, bir evakit geçirme» telâkki eyledi. Sonraları ise zevk duymağa başladı. Ve müptelâsı oldu! Şimdiki spor meydanlarındaki iz- diham, o devirlerde * işkence meydan- larındaki izdihamların yanında solda sı- fır kalır, «Medeniyet asrı» denilen yirminci a- sırda bulunduğumuz halde işkenceler yeryüzünden tamamile kalkmamıştır, Çinde bazı mıntakalarda el'an işkence tatbik edilmektedir. Son zamanlarda ağır bir cürüm iş adamın işkence ile ne & i, vak'aya şahid o- z Tİnden Hubert Bauchet'den dinliye! «— Şafak henüz Kuang Ping mahallesindeki Şang Se mabedi- nin büyük çanı üç defa vuruldu! Ci - vardaki mabedlerin küçük çanları da sık sık vurulmağa başlandı. Bunlar mahkümun idam edileceğini ilân edi- yorlardı. Muhakeme bir gün evvel ce- reyan eylemişti. Mahküm suçunu gid- detle inkâr eyledi ise de para etmedi! Bu mahküm sekiz gün evvel gece yarısı dört kişiden mürekkeb bir hırsız getesi ile Huan Şu Ko'nun mağazasına girmişti. Mağazada mağaza sahibinin Oğlu ile gelini yatmaktalardı. Hırsızlar delikanlıyı öldürdüklen sonra karısını almışlar, bahçeye götürmüşler, zevkle- rini tatmin eyledikten sonra onu da boğ muşlardı. Mağaza tamamile yağma e- dilmişti. Zabıta 4 kişiden şüphe etti. Bunlar - dan üçü kaçtı birini yakaladılar. Yaka- jlanan delikanlı o saatte orada bulun- madığını iddia ediyordu. Fakat sözleri- ne itimad edilmedi, ve derhal işkence- ye mahküm ettiler!. Bu adam Niu Çi adında yirmi yaşın- da yakışıklı bir delikanlı idi, İşkence mahalli Hutoha deresi civa- ryındaki çayır idi. Çayırın bir köşesinde küçük bir mabed vardı. Mabedin 50 metre ilerisinde siyah ipekten yapılmı: kısa bluzlu on beş adam meydana iki metre yüksekliğinde bir kazık çakmak- talardı. Kazığın üç tarafına kalın des- tekler dayanıyordu. Gene bu kazığın Üst arafına bir metre uzunluğunda bir kalas mıhlandı. İstihzarat uzuyordu, #aat on biri bulmuştu. Çinliler idam ve işkence cezalarını Öğle üstü ve kalabalık bir halk kitlesi önünde yaparlar... Çayırı halk kaplamıştı. Çayırın bir noktasında birdenbire bir kaynaşma ol- du. Halk geriye çekildi. Pehlivan vü- cudlu dört adam sert adımlarla ilerle- mekte idiler, Kolları sıkı sıkıya arkasına bağlan- miş olan mahküm bunların ortasında yavaş yavaş yürüyordu, beline kadar çıplak idi. Boynuma bir karkan geçii mişti, Dört bir tarafına zincinler ta mıaş, her bir zincirin ucunu bir adam tutmuştu. Bunlardan başka mahkümun ayakları da zincirlenmişti. Mahkümun arkasından bir rahib iler- Hiyordu. Niu Çi ilâhları tahkir eyleme- miş olduğundan rahib ona refakat edi- yordu. Kazığın önüne gelindi. İpek bluzlu Çinde dilenciler adamlardan biri hükmü yüksek saş ile okudu, Mahkümun boynundaki karkan çıkarıldı, Bu esnada Niu Çi rahatlandı ve derin bir nefes aldı. Omuzları yara içinde kalmıştı. Adamlar bncaklangwjax* yakaladılar ve her birini kazığın yanındaki destek- lere, koîlirmı da :,-ukarıdam kalasa sı- tini kanahyürdu. Kımılda imkân yoktu. Saçlarından da mıiştı. Böylece bir müddet bırakı! l—ıır takım adamla: ılar. Diğerleri önünde kısza ve kes- kin kılıçlarla oyunlar yaptılar. Halk de- Hee alkışlıyordu. Bir aralık kılıçla oynıyan adamlar- dan biri sert adımlarla mahkümun ya- nına gitti, sol memesinin üzerine - nı soktu ve yıldırım gibi sür'atle bir da- ire çizdi. Memenin etrafından daire - den kan siziyorduü. Sıra sağ memeye geldi. Niü nı bile açmamışdı. Meğer en feci sahne başlamak üzere imiş! Bu sefer bir adam kılıç yerine bir hençerle mahkümun göğsünün adale- lerini kesmeğe başladı. Cellâdlar biraz dinlenmek ihtiyacı- nı duydular. Sonra tekrar işe koyudu- lar. Evvelâ kılıcın tersi ile bacaklarının kemiklerini kırdılar. Adalelerini kopa- rıp çıkarmağa başladılar, Nihayet ba- şını kesmek lütfunda bulundular. Mah- kümun vücudünden o kadar kan fış- kırmıştı ki başından hiç kan çıkmadı. Pariste Saint Michel meydan: civa- rındaki otellerden birinde ikamet eden bir Çinli dostum var. Ne olur ne olmaz ismini vermiyeyim. İsmini Yen diye- lim. Bana bundan feci vak'alar anlattı. Hattâ vak'alardan birinde maznün mevkiinde bulunmuş, göğsündeki tmüt- hiş yaraların izini bana gösterdiği vakit tüylerim ürperdi. Memelerin kesilip atılması cezası kımn senelere kadar resmen tatbik edil- mekfe idi. Bu ceza bilhassa münaseba- fti gayrimeşruada bulunan kadınlara tatbik edilirdi, Eskişehir Atatürk Büstü ile süslenecek Eskişehir (Hususi) — İstasyon arka- sındaki meydanlığın tesviyesine devam edilmektedir. Tesviye işi bir aya kadar ikmal olunacaktır. Hakikaten çok güzel olacak bu sahanın ortasına Atatürkün bir heykeli rekzedilecektir. Eskişehirde Petrol buhranı Eskişehir (Hususi) — Yeni orman ka- nununun tatbikatı dolayısile şehrimizde başlıyan mahrukat buhranı devam et- mektedir. Elektrik ücretinin pahalılığı yüzünden halk gazyağı lâmbaları kullan- mağa tehacüm etmekte, bu yüzden petrol atları yükselmeğe başlamaktadır. Bu- gün kilosu 25 kuruşa satılan petrolün bir kaç gün sonra 30 kuruşa çıkarılmıyaca- ğından kimse emin değildir. Çı ağzı- Belediye cezalarından istifade eden adam Kılıbık ölmasfle meşhur dostuma ak - şara geç vakit Beyoğlunda Tasigeldim. — Sen bu sastte buralarda? — Evet, hiç ummasdın değli mi? — Ne münasebet, hattâ uzaktan seni gördüğüm zaman her halde o değildir, ona benziyen bir başkası olacak diye dü. günmüştürm. e— Bir başkası değil, ruhan ve cismen benim., İstersen gel şurada beraber bi « rer bira içelim, parası benden! — Parası senden mi? Ayol benim bil- diğim karın, sabahleyin tramvay paranı hesaplar, <©ne verir. Cebinde başka me- telik bulunmaz. Yüzüme baktı. Cüzdanımı çıkardı; güzdanda yepyeni bir beş liralık vardı. — Hadi gel içelim. — Peki, Yanyana yürürken düşünüyordum. Bu an! değişikliğin sebebi ne olabilirdi? Birahanede bir masaya karşı karşıya oturduğumuz zaman dayanamadım, sor- dum: — Senin gibi kıdemli bir kilibik bü saatto Beyoğlunda gezsin, parası olsun |— EDEBİYAT :ı Şiir Buhranı İzmir'de çıkan Anadolm gazatesinin '9.B.3T tarihli sayısında İrfan Hazar'ın eŞitre datr» adlı bir yazısı vardı. İrfan Hazar, İzmir'in gazeto ve mecmuaların. da güzel hikâyeler ve özlü tedkikler ya- zan genç ve kiymetli bir muharrirdir. Bu seferki yazısını da alâka ile okudum: zihni tahrik eden bir fikir ortaya atıyor. İrfan Hazar dünya nazmında bir buh- ran olduğunu, şairlerin yeni şekiller, ye- ni bir ifade tarzı aradıklarımı anlhattık- tan sanra bu buhranı şiirin değil, an- cak nazmın geçirmekte olduğunu söy yor ve diyor ki: «Devri rette büyük şairlere maliktir. Ancak bu- nu kabul edebilmek için şiirin yer değiş- tirdiğini bilmek, onun vezin, kafiye ve şekil gibi dar kitablardan kurtularak kendini romanların, hikâyelerin, konfe. ransların, hattâ filimlerin içine attığını anlatmak şarttır.» Bu gatırlardan, burada ne işi olduğu- nu anlıyamadığım ekonferansları» keli- mesini, bir de sinemaya karşı bir hafif- seme hizsi gösteren «hattâ> edatım kal- dırırsak ben de kabul ederim. Evet, za- manımız şairleri, geçmiş asırlarınkinden daha büyük değilse de onlar kadar bü- yüktür. Evet, bugünün şiirini — yalnız manzumelerde aramak yanlış olur, onu hikâyelerde, artık her türlü edebt ve fel- | sefi faaliyeti içine almağa meyleden ro- dc:ılnnnı bira ısmarlasın, hayret! eyim amma kimseye bahset - — Bahsetmem. — Yazmıyacaksın? — Yazmam. — Anlatayım; belediyenin sayesinde bu rahata kavuştum, Artık her ekşam, istediğim saat eve gidiyorum. Sabahları evden çıkarken karım cebime iki üç lira para koyuyor. Yaşasın belediye, yaşasın belediye.. Haydi birer duble de beledi » yenin şerefine yuvarlıyalım! — Yuvarlıyalım amma, besediyenin se- ni bu rahata nasıl kavuşturduğunu an- hiyamıyorum. — Belediye cezalarını " çoğaltanlardan Allah razı olsun! — Gene bir şey anladımsa plâjda yan- mış gibi kapkara olayım.. — Anlaşılmıyacak şey değil.. Beledi - ye cezaları çoğaldı. Yere tükürenden, tramvaya atlıyandan, çivili kaldırımdan tek parmak dışarı çıkandan, yere süp - rTüntü atandan ceza alıyorlar! — Evet. — İşte ben de bu tarzdaki cezalara kar- şılık olarak her gün karımdan bir miktar para çekiyorüm. — BSen ceza vermeyince karın da pa - rayı geri ister.. — Coza vermiyorum amma, ceza ver- diğimi söylüyorum. — Ya makbuz? — Bu da iş mi canım, dairede arka - daşlar var, Hemen her gün bir ikisi ce- za veriyorlar. Ben onlardan bu mak - buzları bir kahvesine, yahut bir paket sigarasına alıyorum. İsimleri, adresleri lâstikle giliyor, yerine kendi dsmimi, kendi adresimi yazıyorum. — Ya eve geç gitmene karın kızmı - yör mu? — Ne diye kızsın, cezayı alıncıya ke. dar beni karakol karakol dolaştırdıkla - rimı söylüyorum. Dostumdan ayrılıyordum: — İçirdiğin biralara teşekkür ederim. Dedim, güldü: — Bana teşekkür etme, dedi, beledi « yeye teşekkür et! İMSET Anversten yumurta İstiyorlar Anversten iki bin sandık Türk yumur- tası İstenmiştir Flat meşelesinde he - nüz mutabakat Kasıl olmamıştır. An - Jaşma olur olmaz gaktır, mallar sevkoluna « manda da bulmak |âzımdır. Fakat (bu nokta İrfan Hazar'ın dik- 1| katini bilmem nasıl olmuş da celbetme- miş) bu da şiirin « yalnız nazmın değil - bir bühran geçirmekte olduğunu — isbat eder: şair kendine, öledenberi alışık al- duklarımızdân başka ifarle vasıta yor; an'anevi kalıbları biz tür ederliyor. Şairin, kari #le buluşacağı yer muayyen de; nki ona: «Ben istedi- ğim kalıba girerim; sana kendimi belli etmeğe mecbur değilim, beni ara, bul> diyor. Bu yüzden kari de onu aramaz, dinlemez oldu ise kabahat karlın mi? Kabahat şairdedir. demek istemiyo- Tum: o da, kari ile buluşmak, onun ta- iz, eski devirleri geçecekşkud- | —Yazan : Nurullah Ataç rafından Aanlaşılmaktan önce kendini ifade edebilmenin yolunu arıyor. Bugün yanılmadığımızdan katıyet'e emin olarak söyliyebiliriz ki! eskiden kalma kalıbları, hiçbir tazeliği kalmar dağı için nazik addolunan eski şiir dilini, kullananlar arasında değerli sanatkâr- lar, Üstad denecek kimseler bulunabilir, fakat büyük şair, yaratıcı şair buluna- maz. Eskiden kalma kalıblar derker. yal- nız vezinleri İkasdetmiyorum: — meselâ Fransa'da bir Paul Valöry, asırların bı- - | raktığı alexandrin ile, an'anevi vezinlerle şiir söylüyor; fakat eskiden kalma lisa- nı, şiir Üslübunu kabul etmiyor. O da, Şeyh Galib gibi: «Bir başka lisan tekel- lüm ettim> demek istiyor. Zaten büyük şair, ancak o sözü mek hakkına malik - olanları lJarm&'nin: «Donner un sens plus pür aux mots de la tribu» (Kabilenin kelım - ne daha saf bir mana bahşetmek) mısrat da » dikkat edilirse « yıne o fikri ifade eder. Kabilenin kelimelerine daba saf bir mana vermek, bir baçşka Hsan tekel- lüm etmek lüzüumu bugünkü kadar kuv- vetli olunca, şair karii aramayıp kari da şafri anlamayınca şiir bir buhran zama- nı geçiriyor demektir, Bu fena bir şey mi? Bilâkis, zamanı- mızda şiirin ne derece canlı, kuvvotli ol duğunu gösterir. Bütün bu araştırmalar, kalıba sığamamaklar çlir — nefhasının kudretini isbat eden İrfan Hazar buhranın yalnız nazımda olduğunu söylemekle bence yanlış bir hüküm veriyor: nesir, yani romanın, his kâyenin, felsefenin Üüslübu da bugün şiddetli bir buhran geçirmektedir. O da kendine yeni bir lügat, yeni bir nahiv yaratmağa çalışıyor; o da dünkünün ay- nen temadisinden ibaret değil, Böyle 6l- ması da tabil idi, çünkü kıymetlerin de- Biştiği bir devirde yaşıyoruz, nazmın da, nesrin de yeni kıymetlere uygun, onları ifade edebilir bir üslüb edinmeğe çalış- ması elbette zaruridir. Buhran devrinin şilri de, nesri de buhransız olur mu? Nurullah Atag Hakiki romancı Güzide bir romancımızla konuşuyor. dum. İster hikâyelerinde, ister romanla- rında olsun tam manasile (karakter) ya- ratamıyan, bütün kahramanlarını silik, soluk bir şekilde renklendiren. ve oku- yucunun muhayyolesinde gelip geçici bir iz bıraktıran edibe dedim ki: «Kah- ramanlarınız destekle yürüyar, baş- b başına, birer şahsiyet — olarak yükselemiyorlar, meselâ ne — bile - yim, teşbih kusursuz olmaz, kadın karakterlerinizin arasında bir Şekspirin Ofelyası, erkeklerde de hakeza, Sinkler Levisin beşeri kahramanları yok..» de . dim.. Güzide romancı evvelâ gözlerini açtı. Sağ elinin asabi bir hareketile saçlarını sıvazladı. Sonra, bu sözlerimden hoşnud kalmadığını gösterir bir eda ile: — Ben bu kadar yazarım. Bundan faz- Tasına da uğraşmam.. Çizdiğim — karak- terler, romanın veyahut hikâyelerimin dayanabileceği, kavrıyabileceği karak- terlermiş ki, öyle yaratmışım.. Hem ben mükemmel karakter yaratmak <ukalâ- lığını» güdemiyorum ki.. dedi ve ilâve etti. Herhangi bir romanda her şahsiyet, elbette ki etrafındaki dekor ve diğer e- lemanlarla belirir. Yani desteksiz ola- maz. Yesari de bu fikirdedir. Sonra, ben okuyucularım olan, liseliler, Kulelililer için yazıyorum. Onlar beğeniyor, takdir ediyor ya, bu benim için kâfi, Bu hüküm karşısında susmaktan baş- ka bir şey yapamadım. Fakat sonra, ken- di kendime şöyle düşündüm: Romancı kimin ve ne için yazar?7. Ro- mancının sosyal hayatımızdak! mevkli nedir?, Romancı, bir psikolok, bir mü- dekkiktir. Dolayısile reel bir İnsandır. Herhangi bir tezi müdafaa ederken nasıl bir ifade şeklini kullanırsa — kullansın muhakkak ki sosyal hayatımızda mühim ve nâzım bir mevkil vardır. Düşünüşleri daha toplayıcıdın. Binaenaleyh hiâdisale- 7i daha kuş bakışı, İcabında tâ İçinden | yımt.. , kurlarına verdiği Yazan : İbrahim Hoyi görür, takib eder, ve bunları mantık, muhakeme menşurundan — geçirdikten sonra bize roman şeklinde sunar. Bun- dan ötürü de, yarattığı kahramanlar, hattâ ikinci, üçüncü plândakiler bile re- eldir, beşeridir ve üdeta canlıdırlar, As» la silik ve destekli olamazlar, Zaten bit rTomancının, hakikt surette edebiyat ülke sinde parlaması, muvaffak olması da 0 eserinde — Troalitenin, hayatın tâ kendisi bulunmasila kalm-e dir. Kuyruklu yıldız gibi, bir parlayıı sönen, belki de bir müddet için, popületi olan (taklid) diye isimlendirebileceğim romancılar, bahsimden hariçtir. Bunlat -(Jedebiyat piyasasının opportünisteleridir. Talaş alevi gibi parlarlar.. Ezelt münek* kid olan tablat ve zaman üzerlerinden unutulma silindirin! pek çabuk geçirir. * İnanışımca, ayakta dimdik duran kâ> rakter yaratamıyan ve yahut eserini B7 bir kütle için yazdığına inanan herhaf” gi bir romancı olgunlaşmış — sayılamağı Olsa olsa emekleme devresini geçirmiği tecrübe çağında yürümektedir. Bundaf ötürü de, ben filân sınıf için roman hö” zırlıyorum demesi, sosyal hayatta İ'l” ki mevküni tayin edememiş olduğun” gösterir, Meşhur İngiliz romancısı Dikens, pick Wick Papers'i, Sketchs fron Boz'u yazdi” ği zaman, güzide edibimiz kadar gençtle O kadar meşhur değildi. Eserini liselilF okuduğu gibi, bugün bile en yaşlı M sanlar bile sevo seve alıyorlar.. Sebib sormaya hacet yok... Çünkü eserlerindi tablati olduğu gibi aksettirmiş, reslitt3i söylemiş ve yarattığı şahalyotler wfAT bir yıptı;ucıkhnı ummımmlı o.v için de İngiliz edebiyatının senelardi? ıuıl'd rine koyamadığı en kuvvetli olmuştur ve edibidir de, “ Bıl.mın. düşüncelerimde yanılıyor T

Bu sayıdan diğer sayfalar: