16 Aralık 1937 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8

16 Aralık 1937 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

SON POSTA | Paris ve Pariste bugnkü apaş kahvelerinin içyüzü Seyyah şehirlerinde yabancıları nerelere götürürler, peler gösterirler, göz lerini nasıl boyarlar? -1585- * İlk defa gidilen her memleket, türlü türlü gezilir; Bir arkeoloji âlimi, gittiği yerlerde baş- ka şeyler arar; bir fen adamı o memleketi başka gözle görür; yeni evlenmiş iki genç başka türlü gezer; eğlenmeye gelen bir adamın aradığı başkadır; bir kumarbaz | «tripor lardan kurtulup da sağına solu -| na bakmıya vakit bulamaz. Bir doktor, | bir artist, bir makineci, hepsi kendi işi- ne, kendi zevklerine uygun düşecek şey- lere göz kulak olurlar. Bir de eturist» ler vardır. Bunların ço- ğu yeni yet tler görmek — için yola çıkarlar; k zengindir, başka işi yoktur; kimisi yılın sekiz on ayında çalışır, bir iki ay da seyâhate çıkar; bun- Tarın hemen hepsi de görmüş olmak için, kendi memleketlerine döndükleri zaman: — Tatili «Nis» de geçirdim!.. Demek için belli başlı bütün büyük şe- hirlere tuğrarlar; sonra, lâf arasında bir sırasını getirip: Napoliye de gittim; <Pompei» ha - rabelerini gezdik. Diye s!ze bir de danmuş «lâv» parçası İ gösterirler! Bunlar :çin âdeta «klâsik» bir gezme programları — yapılmıştır. — Gidecekleri memleketlerin de bir listesi vardır. Ora - rada gezip dolaşacakları yerler de önce- den bellidir. Müzeleri, sarayları, üni - versiteleri de gezerler; kiliseleri, eskiden kalma büyük binaları da görürler. Yük-| sek bir dağ varsa oraya da çıkarlar; eski | bir şehrin yıkıntıları kalmışsa oraya da giderler; sonra tiyatroları, — kabareleri, müzikholleri de dolaşırlar. | Zaten her şehir, nasıl demeli bilmem, iki yüzlüdür: Birisi orada yaşıyanların, yerlilerin bildikleri, makyajsız, boyasız bir yüz.., Birisi de yabancıların gözüne | güzel görünmek, onların hoşuna gitmek | isti; ., Hemen hemen kadınlar gi- bi Onların da sabahleyin yataktan kalktıkları zaman bambaşks halleri, son- | ra odalarımı toplarken, yemeklerini hazır- larken, sonra da sokağa çıkarken, misalir- lerini karşılarken gene başka başka kı -| hkları, kıyafetleri olduğu gibi, şehirler de, tıpkı onlar gibi yabancı gözlere hoş gö- rünmiye çalışırlar, süslenirler, —Üüstelik | çok defa kendilerini beğendirmek içı'rn[ büsbütün tanınmaz bir renge girerler. —| Yola çıkan herkes, o zamana kadar, iyi kötü, her ağızdan bir başka masal dinle- miştir, Gittiği yerlerde de hep onları gör- mek isterler, hep onları ararlar. Venedi - ğe giden göndollarla gezmek, «barkarol» dinlemek hevesindedirler; Atinaya giden «Akropol» u sorarlar; İstanbula gelen - ler camileri, sarayları, Ayasofya müze - sini görmeden edemezler. Parise giden - ler?.. Onlar da kluklarında kim bi- lir ne kadar roman okumuşlardır; hayal- lerinile o romanlardan, sinemalardan, a- ğizdan ağıza ( maceralardan kalmıştır. Parise ayak | © hayallerin birdenbire böklerler; hep onu a - rarlar. Müzelerden, öoperadan, <Fontei - nebleu» den, «Versailles» dan sonra, bel- ki de bazan düha evvel gece meyhanele- rini, apaş kahvelerini, müzikholleri gör- mek için içleri titrer. Çocukkeri hemen hiç birimizin elinden düşmiyen altmış beş santimlik arabacı romanlarındaki korkunç şatolar, bodrum meybaneleri, köprü altları bugünkü Pa- risin havasina, ruhuna göre yaşamasına imkân da, lüzum da kalmıyan birer efsa- nedir; fakat içerisine ot doldurulmuş kaplan postları gibi, bütün bu efsane - lerin içerisi de tıka basa ekomedi» lerle doldurulmuştur. Parise gelen ber turistin önüne ilk ön- ce bu, sürülür. Zevk düşkünlerinin, bu bir türlü ko- <€amak bilmiyen gözdesi de eski şöhreti asırlardanberi kendini besliyen müşt! rilerini, hemen hemen hep büöylelikle el- den kaçırınamaya çalışir; altmışına ge- lip de hâlâ dudaklarından boyası, gözle- rinden sürmesi, saçlarından <oksijen» i eksik olmıyan zavallılar gibi. Bugünkü spaş kahveleri, iste o efsane- lerin sanki bir mumyasıdır. Bunlar, Pa - rise gelen bir Amerikalıyı boş döndür - memek için kurulmuş, âdete tiyatro gibi, ortaoyunu gibi hayvansi bahçesi gibi müşteri bekliyen birer müessesedir. Ba- yağı zamanlarda kapalıdır; bömboştur. Turizm acentalarından birisi: — Bu gece saat birde geliyoruz. Diye haber verince canlanir. Dekoru eski apaş meyhanelerine benzesin diye karanlık merdivenlerden ininlen bu kuy- tu yerler, tam © satte açılır; başları kas - ketli, boyunlarına birer mendil bağlan- mış erkekler, şaçlarının ucu çengel çen- gel taranmış, gözlerinin kenarı çürük gi- bi siyaha boyalı kadırilar, tahta masa - ların etrafına dizilir. İçlerinden birisi a- kordeon çalar, öteki de hastalıklı kısık bir sesle şarkı söyler. Kadını saçlarından çeken, yerlere yuvarlıyan, sonra da du- dak dudağa getiren danslar.. Ara yerde bir de yalancıktan kavga.. üç beş küfür.. İşle temaşa, tamam!.. Her yerde, hattâ İstanbulda da bira: böyledir. Turistlerin klâsik gi Su'tanahmedde, Ayasofya civarında raylarden, müzelerden başlar; sonra da Edirnekapıya, Kariye camime, bazan da Eyübsultana kadar uzanır... Bunum bir de gizli yüzü vardır: Dönüşte, denizden geliyordum. Benim bindiğim vapurda Baalbek harabelerini gezmeğe giden turistler, Felerinage için yola çıkmış papazlar vardı, İçlerinden bir ikisi ağzından Raçımdı; her kim vâdet - miş ise etmiş; bunlara: —- İstanbula gıdince size harem ha - yatını, peçeli kadınları, odalıkları, ha - remağalarını göstereceğiz. Demişler. Bu zavallılar da inanmış, Pi- yerlotiye ilham veren mezarlıkları, ka - fes arkasında kasnak işliyen cariyeleri göreceğiz, diye hepsi de heyecan içinde gırpınıyorlardı. İstanbula geldikten, ge- zip gördükten sonra elbet onlar da al - dandıklarını anlarlar, diye zarmederse - niz, yanılan siz olursunuz. Bu zavallı tu- ristlere, tıpkı öyle bildikleri gibi, iste - dikleri gibi bir İstanbul göstereçek, bü- tün o peçelerle örtülü, kafeslerle örülü, tütsülerle dumanlanmış hayallere uy - si: , Bâ- jaid bazı Atatürk ve modern Türkiye,, İ b U — —?"* Bir Fransız muharfiri hakkımızda değerli bir eser yazdı Fransız muharrirlerinden, Gerard Tongas, «Alatürk ve modern Türkiye- nin bhakiki çehresi» serlevhası altında güzel bir kitab neşretmiştir. İyi bir kâ- yda basılan ve Atatürkle Ankara ve tanbulun güze| üç manzarası ilâve e- dilmiş olan bu kitab, on bir kısımdan mürekkebdir. Bu kısımlar şunlardır: Türkiyeyi tanımağa ve sevmeğe ni- çin mecburuz; Kemal Atatürk, hayatı ve felsefesi; Ankara, Türkiyenin leşme sembolü; Türkiyenin istikbali ve su meselesi; Türkiyenin ziraat politika- sı; İnkılâb enstitüsü; Türkiyenin sana- yileşmesi; Türkiye, ziraat ve hayvan ye tiştirme memleketi; Türkiye-Fransa iktısadi rabıtası; netice; Atatürk Türki- yenin tarihi KEronolojisi. B. Tongas, bu bahislerinde Türkiye- nin yenileşme hareketlerini kısa fakat veciz ifadelerle canlandırmış ve Türki- yenin bugüne kadar takib ettiği siya- seti güzel cümlelerle methetmiştir. En sonra Fransa ile Türkiye arasında tahaddüs öden Hatay itilâfını teşrih ederek Hatâyın Türk ve bu İhtilâfın| halli hususunda Türkiyenin gösterdiği hüsnü niyetin şayanı takdir olduğunu yazmaktadır. Kitaba bundan başka 1923 den 1936 senesine kadar Türkiye ile Fransa ara- sındaki ticarf vaziyeti gösteren bir ced- vel de ilâve edilmiştir. Ayrıca bu kitabın «Şark memleket- lerini etüd için dö Nco d etmek isteyen| ad edilecek bir kay- Muammer Eriş bu akşam Ankaraya dönüyor Muammer İş Bankası umum müdü: besine gi- le bir| Şi Banka muamelâtına izahat almış ve banka işlerile| ul olmuştur. Muammer Eriş dönecektir. Tni bu akşam Ankaraya geun bir kaç saat geçirtecek gizli gizli | «kumpanyalar», bu kumpanyaların da o işe uygun sartistleri», «dekorlarır, <ak - sesvar» ları vardır. Beyoğlunda, yan so- kakların birinde, basık tavanlı bir eve gö- türürler, Duvarlarda köşele taları resimli, Acem, işi bezler, pencere- lerde Şam kul lerde birer sedir, y ortada bakır mangi dil, raflarda bir iki kitab, bir buhurdan, bir çubuk... Bir kaç tane düşkün kadın da bu uydurma şark odasında nargile içi- yor... Tefli; udlu bir çalgı, o çalgının ya- nısıra bir de çiftetelli, işte onların «Klod Farerden» — öğre! leri İstanbul... Bu zavallılar, kendi memleketlerine döndük. leri zamân da gene bunu sayıklarlar; © saçmalara kim bilir kendileri de daha ne- ler katarlar... İstanbula gelenlerin çoğu nereden bul. müuşlarsa bulmuşlar, işte böyle gizli bir kaç evin yerini öğrenmişlerdir. Buraya — gelir gelmez ilkönce — g0- rup — araştırdıkları — budur. — Turist. leri — eğlendirmek — için, — Eyübsul . tanda güvercinlere mısır serpenler kadar mahalle aralarında çingene çocuklarını oynatanlar, toprak sokakları, kaldırım- sız yolları gezdirenler, bu yüzden para kazanalar da çoktur. Yalnız bizde değil, dünyanın her ye - rinde, her büyük şehirde buna benzer, hattâ bundan daha gülünç, düha saçma neler vardır. Nedense seyyahlar da çok defa, hep böyle şeyleri ararlar, hep bun- lardan hoşlanıfrlar... Parise gelen bir yabancının, kendisini pir aşkına gezdirecek tanıdığı yoksa ya bir tercüman bulur; yahud eline bir ha- rita alıp sokak sokak dolaşır; köşebaşla - rında polislerden, gelip geçenlerden yol sorar, sağlık ister. Bir de seyahat acen - taları vardır ki herkesi kendi zevkine, Bir evrak çanptasının halıraları Yazan: İsmet Hulüsi Zaman beni ne ka- dar yıprattırmış. Es- ki halim gözlerimin Önüne geliyor da şim- diki kendimi âdeta tanıyamıyorum. On sene evvel bir dük - kân — camekânında idim.. Bir gün dük - kâna giren kalantor bir #dam beni eline aldı. Evirdi, baktı, çe virdi, baktı. — İyi, dedi, kaça? Dükkân sahibi al yanaklı şişman bir Rumdu. — Vereceyim sizin isin elli liraya! Başkaları gibi: — Çok! Demedi. — Bu olmaz, daha ucuzunu ver! Demedi. — Alıyorum, dedi, ve koltuğuna koy- du; elli lirayı tıkır tıkır saydı. Benimle birlikte dükkândan çıktı. Ertesi gün sahibim içime bir çok şeyler koydu. Neler koyduğunu birbir sayamı - yacağım.. Para derseniz gırla; sonra çek dedikleri, tahvilât dedikleri, sened de - dikleri bir çok şeylerle de dolup dolup boşalıyardum. Bu hal epey zaman devam etti. Ben daima kiljdli dururdum. Bıra - kıldığım yerler; ya üstü camlı şık ma - salar, yahud da otomobil döşemeleri o- *|lurdu. * İki sene mi, üç sene mi ne geçmişti. Bir akşam, sahibimin masası ü ruyordum. Sahibimin Jiseye diğim on sekiâilk kızı içeri girdi: — Baba , k — Yenisini a — Yök baba, istemem, sen kendine bir yeni çanta alırsın.. Ben senin bu çantanı çok beğeniyorum da. — Pekâlâ, mademki beğeniyorsun al! Hemen o dakikada yazıhanesinin çek- melerinden birini çekti, bütün muhte - vamı bir anda çekmeye boşalttı. — AI kızım. Liseli kız, beni aldı. Manikürlü elle - |rile okşıya okşıya odasına götürdü. O - İnun odasına hiç girmemiştim. Gerçi ba- basınınki kadar zengin görünüşlü değil - di ama, gene güzeldi, şıktı. Duvarlarda resimler vardı. Bir kenarda — temiz bir karyola duruyordu. Liseli kız içime bir çok kitablar, def - terler koydu. Küçük gözüme de bir ta - rak, bir diş fırçası, bir ufacık kutu pud- ra koymayı :hmal etmedi. Artık otomebillere binmiyordum, üstü -|camlı masalara konulmuyordum. Gece - lerimi, liseli kızın ufak masasında, gün - düzlerimi de sıraların gözlerinde geçiri - * yordum. a Bugün liseli kızın koltuğunda tramva- ya binmiştim. Liseli kazın yanıbaşında he- mer. hemen onunla ayni yaşta bir genç peyda oldu. Sahibimin eline titriyen el- lerile bir mektub biraktı. Benim kapa - ğim açıldı. Mektubun bırakıldığını his - settim. Ayıp olmasına rağmen kendimi okumaktan menedemedim. «Güzel bayan, diyordu, size karşı his - settiğim büyük aşk günden güne daha kuvvetlenmektedir. Sizi görmek, sizinle konuşmak benim için artık bir emel ol - du. Yarın öğleden sönra sizinle buluşup bir sinemaya gidelim.. Ben saat iklde sizi Galatasarayın önünde bekl Ertesi gün saat bir buçukta: — Akşama kadar burada kalsın, deni- lerek, kâğıd kalem satan bir dükkâna bı- rakıldım. * Liseli kız, liseyi bilirdi zannederim.. Çünkü artık beni taşımıyor. Bir kaç za- man bir kötü dolapta kaldıktan sonra; hizmetçinin çocuğuna verildim. İçime kapları yırtık bir kaç kitab, bir topaç, bir düdük, bir şeytan uç: nası konuldu. Yaşayışımdan hiç de memnun değilim.. Her gün oradan oraya atılıyorum. Bazı geceler mutfakta yatıyorum. Bazı geceler kendi mesleğine, hattâ biraz da milli - kapı arkasında sabahlıyorum. yetlerine göre gezdirir, eğlendirir... Kemal Ragib Enson Hele gündüzleri hiç sormayın, koluma ip bağlayıp beni sıralar arasında sürük - S ei C D ae di ea 4V L d lüyorlar.. Yeni yaramaz sahibim arkâ * daşlarile kavğa ederken beni kaldırıp O ların başlarına vuruyor. Sokaklarda t0f gibi elden ele atılıyorum. Mektebin yanındaki yokuşta üzerimt binip kızak kayıyorlar.. Ah o eski günler, onları o kadar ari * yorum ki.. , * Küçük sahibim bir futbo! topu ıllllli istiyor, parası da yok; bana baktı: — Şunu bir satsam cCa, dedi, parasil? bir futbol topu alsam. Eskiciyi çevirdi, pazarlık ettiler.. E$” kici elli kuruşa satın aldı. Bir.çok gün ötede beride sürüklendik” ten sonra bitpazarında kullanılmış e$? satan bir dükkâna konuldum. Beni bü * yamışlar, bozuk kilidimi tamir etmişlef” - |di. Nihayet müşteri çıktı ve bir liraya 5* tıldımı, Beni alan adam bir terzi imiş. Benl tahsildarına verdi. İçimi bir alay alatı senedlerile doldurdular.. Artık tahsilda * rın kolunda sokak sokak dolaşıyordu!nk Girmediğimiz han, kapısını çalmadığı * mız apartıman, ramadığımız mücss kalmıyordu. Tahsildar da ama gâarib â * damdı. Herkesle haşka türlü konuşu * yotrdu. Kimine: — Beyim, paşam! Diye yerlere kadar eğiliyor, kiminl? karşısında sertleşiyor: — Ya barcunu verirsin, yahud da seni rezil ederim! Diye, barbar — bağırıyordu. Ayın ilk günlerinde ilk sahibimin zamanındaki bi içimin para ile dolduğu vâkidi. Fal ayın son günlerinde ancak bir iki Jf0 taşıyordum. Bu iş epey müddet devam etti. Tam x sene tahsildarın kolunda taşındım. Fâl gitgide bozuluyordum. Bir gün nasılsi içimden bir sened düşmüştü, düşerdi »3 kilidim bir türlü iyı kapanmıyor, ikidt bir kulbum kopuyor, ötem berim sökü * lüyordu. Bu sened düşme hâd!sesine tef” zi çok sıkıldı. Tahsildara çıkıştı ve nzhâ* yet tahsildara bâşka bir çanta almıya kâ* rar verdi. Tahsildar sordu: — Bunu da bana verseniz.. — Ne yapacaksın? — Evde lâzım olur. * Terzi tahsildarı, beni karısına hediğf etti. Tahsildarın karısı her sabah beni #” hyor, pazara gidiyor.. İçime öteberi dok duruyordu. Sarımsak, et, soğan kokusü benim eski meşin kokumu tamamile al * dı. Gecelerimi, gündüzlerimi tahsildarifi ufak mutfağında kirli bir dolab içerisind? geçiriyordum. * Ne kaderim, ne kiymetim kaldı. Bf sabah tahsildarın karısı gene beni almi$* tı. Kendi kendime: — Oh ne &lâ, demiştim. Sokağa çıkâ * cağım! Sokağa çıkmağa, dolaşmıya bayılıyo!” dum. Benim cinsimden yoni yeni bi çok çantalara rastlryordum. Onlar bana istib” fafla bakıyorlardı. Fakat bön de onla! gürurlarına gülmekten & vi alami * yordum. Kendi halimle onların halisi mukayese ediyor, görünüşümle onlara: — Farzla mağrur olmayın, siz de gü ” nün birinde benim gibi, belki de bendf daha fena olacaksınız. Demek istiyordum. İsmet Hutüsi *

Bu sayıdan diğer sayfalar: