1 Eylül 1938 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 10

1 Eylül 1938 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 10
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

BON POSTA Tercüme eden: Mebrure Sami “ İmparator geliyor! ,, Evvelki günkü ve dünkü kısımların hülâ 'Tüllerin aarayında bütün prensesler, prensler, Pransanın — yüksek rütbeli me- murları, zevceleri toplanmıştır. İmpara- toriçe Jozefin baş mühürdar Carbaceres e tavla oynuyor. Biraz mağmumdur. Çünkü kocası Napolyonla araları hiç de iyi değildir. Napolyon kendisini dul ab mıştır. İlk samanlar çılgıncasına — sever- ken, son zamanlarda onu Iİhmal etmiştir. Ortada muhtelif sebebler, bilhassa — Na- polyon'un kız kardeşlerinin tesiri vardır. Jdozefin şimdi 43 yaşındadır. Napolyon kendisini boşamak niyetlerini — taşımak- tadır. Roman başlarken içeri giren zap- tiye nazırı Fuşe bu niyeti vaktile İmpa- ratoriçeye açmakta bels görmemiştir. Bu- nun içindir ki Jozefin bu adamdan nefret etmektedir. Konuşmalar, piyano sesi içinde geçen kısa birkaç dakikadan sonra teşrifater Napolyonun ortanca kız kardeşi Prenses Burger'in geldiğini haber veriyor. Bütün gözler kapıya çevrillyor. Prenses Burgez ince tüller içinde, güzel ve cazibe- N içeriye giriyor. Yanında genç, küçük, harikulâde güzel bir kadın var, Bu, Koz- tes Mari Walewska'dır. Napolyonun gün- lünde büyük bir yer kapladığı söyleniyor. Bu yüzden imparalor emretmiş, ve Kon- tos Walewska'yı Paris'e getirtmiştir. Böy- lece genç kadın aylardanberi en çok İf edilen bir şahsiyet olmuştur. İmparatoriçe Jozefin ise büyük bir he- yecan içindedir. Kalbi parçalamıyor gibi oluyor. Prenses Bürgez ile Mari Walewska kendisine doğru gelirlerken o soğukkanlı davranmak istiyor. (Roman devam ediyor) a O sırada, imparatoriçe de kendine bâkim olmak kudretini bularak, hiçbir şey belli etmeden ilerliyor. İmparato- run validesine bir iki lâkırdı söylüyor ve yerine oturmasını rica etmesi üzeri- ne, valide kadın, kol yerleri Mımr Sfenksleri üstüne dayalı yaldızlı büyük koltuğuna dimdik, azamet dolu bir eda Hle kuruluyor. Napolyonu dünyaya getiren bu ka- dın, yüzünün keskin ve muntazam hat- ları, sabit gözleri, ağır hareketleri ve bütün varlığında üdeta için için kayna- dığı hissedilen yüce ve sessiz gururu ile tarihi Roma heykelini andırıyor. Yanında dam donörü Madam Jüno (General Jü'nun karısı) bulunuyor. Çok eskidenber; ailenin tanıdığı ve ma- zinin sadık bir şahidi olmuş olan bu kadını imparator pek sevmez ama, eski günlere hürmeten ve biraz da geveze çenesi ile gönlünü eğlendirdiğinden ©- nu arar, Generalin karısı tok sözlü, bazan da | korkunç dedikoduculuğunu — affettire- cek kadar iyi yüreklidir. Jozefin yoluna devam ederek Polin- Je Walewska'nın bulunduğu grupa doğ- | ru yaklaştı. Devletin birçok büyükleri, saray kadınları, kendisine takdim edilmek di- leğindeler... Mademki Napolyan onun buraya gel- mesini istedi. Mari de onun haysiyet ve şerefine uygun bir şekilde hareket etmeli değil mi? Kadınlara hâs olan gayretle kendini toparladı ve konuştu; ince oymalı fil dişi yelpazesile yelpazelendi ve tekrar gülümsemeğe başladı. O aralık büyük kapının iki kanadı birden, teşrifata uygun bir gürültü ile ardına kadar açıldı: — İmparator! sadası yükseldi. Ortalığa tam bir sessizlik çöktü. Dı- şarıda, mermerlerin üzerinden, sert ve acele adımların yaklaştığı işitildi. Ve «O» göründü. Avizelerin parıltısı altında bütün başlar eğildi. O, hiç durmadan yürü- dü... Gözlerile salonun içinde, birini, bir çehreyi arıyarak yürüdü... Ve onu bulunca da, 0 âna kadar çatkın duran yüzü ne kadar tatlılaştı. her zamanki gibi ması var: Yaka ve kol ağızları kırmızı, yeşil çuhadan frak, küçük apuletler, be- yaz kazmirden yelek ve külot, ipek ço- rablar, altın tokalı kunduralar, Göğ- sünde de Lejyon donör nişanı. İmpırılon'çıye doğru — ilerlerken, şöyle elile bir işaret yapıyor ve yakın akraba kadınları birer birer yerlerine oturuyorlar. Fısıldaşmalar dindi, herkes dikkat kesildi, Napolyonun kız kardeşi bir a- dım ilerledi ve çok tatlı bir ifadeye bü- | ü Bü küslah bir eda ile: — İmparatorun emri üzerine Majes- | telerine arkadaşım Kontes Mari Wa-| lewska'yı takdim etmek şerefini al- dım... dedi. «Arkadaşım» kelimesi üstünde de, Jozefine: — Ey, ne var, ne yok bakalım?.. de ken başmühürdarın çok çalışılarak öğ- renilmiş, tâözim dolu selâmıma mukabe- le ederek sözünü yarım bırakıyor ve: — Bambaceres, yarın beni görmeğe gelin. Size Roma işleri bakkında söyli- yeceklerim var... diyor. Tekrar karısına dönerek devam edi- manalı bir duraklama yaptı Jozefin titremekten kendini alamadı. Önünde, beyaz elbisesinin eteklerini yayarak e- ğilen, heyecandan yüzü kızaran genç Lehli güzeline sert sert baktı. 'Teşrifatın mecburf kıldığı üç reve- ransın bitmesini bekliyor... Halbuzi v- mumiyetle, o bu eğilişlerin birincisini kâfi görürdü... Âdetce elini öptürecek yerde de kısa bir baş selâmile kadına mukabele etti ve bükümdarların kullandığı «cemi» sığasile konuşarak: — Madam, sizin lâfınızı işitmiş idik... Yalnız Pariste olduğunuzu — bilmiyor- duk... $ iz tekrar görünürsünüz... dedi ve bunun üzerine gözlerini çevire- rek yürüdü goçti. Şaşkına dönen Mari bayvılacak gibi olmuştu. İmparatorun kız kardeşleri i- Je güzel Madam Mare ve Fuşe etrafı- nı aldılar, onu tesk'ne çalıştılar. yor: — Can sıkıntısından patlıyor gibisi- niz hepiniz... Bu ne asık suratlar... — Semni çok bekledik de andan, gece yarısı oldu biliyor musun Bonapart? Jozefin bu Bonapart ismi ile, ve sen diye hitab etmek âdetini kendine mah- sus bir imtiyaz telâkki ederek, bu hak- kandan ancak tantanalı büyük merasim günlerinde vazgeçebiliyor. — O kadar geç oldu ha? Çok işim vardı. Sade giyinmekle, misafir kabul etmekten başka bir şey bilmiyen siz kadınlar, çalışmanın ne demek olduğu- |xt nu aklınızdan bile geçiremezsiniz. Jozefin her vakit yaptığı gibi, impa- ratorla beraber yürümek üzere ayağa kalktı. — Hayır, sen otur. Yorgun gözükü- yorsun, en... Ben şimdi gelirim. İmparatoriçe gamlanan bir yüzle ye- tine otururken, o da iki yanına salına - rak bir eli arkasıtda, pek o kadar zarif Mari Valevska filminden: Tulleri sarayında bir suvare olmıyan yürüyüşile, renk renk kadife elbiseler veya sırmalı Üniformalar için- de iki kat eğilmiş erkekler, en pahalı, şatafatlı ipekliler ile süslü kadınların arasından geçiyor. Bütün bu isimleri eski yıllardan kal- ma, veya yeni bir harb zaferile takılmış generallerin, nazırların, prenses ve dü- şeslerin hepsi de şu ufak yapılı zabi - tin, yanlarına doğru gelmesile yürek çarpıntısıma uğruyor ve belki sert, fa - kat muhakkak ki umulmadık, bazan da yersiz bir sorgusunun karşısında keke- liyebilecekleri <evet haşır b ya «hayır haşmetmeabi» 1 yerinde kul- lanmak için akıllarını toplamağa çalı - şıyorlardı. Bu akşam, ateşe çarpan, general Tö- nonun karısı oluyor. Amma Napolyo - nun neş'esi var, Çoktandır omru bu hal- de görmemişlerdi. — Portügalden döndünüz ha Madam Jüno? Seyahat insana yarıyormuş doğrusu? Reverans yapmağı ne güzel öğrenmiş- SİnİZ, ârtık. Ve orada duran Holanda kraliçesi - ne (1) doğru dönerek: — Değil mi hele Hortans? İyilenmiş bizim Madam Jüno değil mi? diye ilâve ediyor. (Arkası var) Ö Oruyacularımın hatırasında Napolyonun yakınlarını daha esaslı bir şekilde canlan- Cırmak kayguüsile, romanımızın mevzuun - dan, başlangıçta, böyle sık sık ayrılmak ve diğer tarihi, eserlere, istinaden bam ilüye - ler yapmak meebüriyetinde kalışımm hoş görüleceğini umarak, biruz Ca allesinin kur- banı olmuş olan bu büyük adamım kardeş - lerinden Lul bakkında da kısaca bir kaç şer yazacağım.) M. 8. Holanda kraliçesi Hortans — Napolyonun üvey kızı ve ayni zamanda da, kardeşi Lutnin karıamdır. Napolyonum, kudret, kuwvet sa- hibi olduktan sonra yakınlarına İbral etmiş olduğu varlıkların, ünvanların hepsi de 12 yaşındaki Luiye daha topçu zabitliği zama- nından itllbaren gösterdiği — fedakârlıkların yanında hiçtir. Nitekim 20 yıl sonra Lulye yolladığı bir mektubda bizzat kendisi: «Rolandaya hemen hemen evlâd gibi bü- yüttüğüm bir prens verdim.s diye yazmış - tar. Hakikaten da böyledir. 1701 de «Okson» dü daha yeni zabit çık- tığı sırtlarda, başmda sektr çocukla dul ka- kan annesinin yükünü azaltmak emelile o vakitler on üçünü süren Luiyi yanına a) - miştı. Şimdiki para ile 92 irank 15 santim Bibi az bir şey tutan mülâzimi sani maâşile, kişt birlikte, geçinmenin yolunu bulmak mühim ve zor bir işdi. Yant hesapca iki kar- deş, günde 3 framk 5 santimle kira verecek- ler, giyinecekler, yiyecekler, içecekler ve üs- telik bu paza ile Lul okutulmcaktı da. Bu daracik büdes Je Napolyon ve kardeşi kıt kanaat geçimiyorlardı. — bile diyemiyeceğiz Kışlanın centp tarafıar düşen pavyonda 16 numaralı yan yana Iki köçücük eşyasız odu- lardan birinde mümtakbel Fransa impara - toru, ötekinde de ilerde oxun elile Holarda Eylâl 1 Evlenme dairesinde geçirilen bir kaç saat * * x Nikâh memurunun karşısına ihtiyar bir kadınla ihtiyar bir adam oturdular... Arkamdan bir ses yükseldi: «Bunlar mı evlenecek ayol... Kıyamet alâmetleri!..n İhtiyar bir kadın atıldı: «Bu da nasıl söz? Demek 10-15 sene sonra ben de evlensem benim için de böyle söyliyec ekler...» Yazan: Hati ce Hatip Fatih evlenine dairesi gene hıncahinç do- Bu son günlerde izdivaclar pek çoğalmış. Pazartçal ve perşembe günleri kıyılan nikâh- ların adedi on üç, on dörtten aşağı düşmüyor muş. Bugün de nikâh kıyılan geniş salon pek kalabalık, hattâ korldorda, merdiven başında ve taş merdivenlerin üstünde bir sü- YÜ insan var. Genç dellkanlılar, süslü kızlar, siyah, eski Çarşaflı dilenel kılıklı kadınlar, mantolu, baş örtülü, rastıklı, düzgünlü, biraz kartca ma- halle kadınları, ayakları takunyalı, basma entarili, ağızları sakızlı kız çocukları... Çocuklardan birine yaklaşıyorum. Ve o- Bibi kollarımı merdiven parmaklığına arak: — Buraya nikâha mi geldin? — Akraban mi evleniyor? — Hayır, — Ahbablarınız. mı?. — Bayır. İ — Kim nikühlanıyor?, Omuzlarını gilkiyor: — Ne bileyim ben!... — Davetli değil misin?.. — Yoot, Ben de Patih parkında oynuyan büsün çocuklar gibi burada seyirciyim. Fa- Üb parkında oynayan çocuklar, yani biz hep perşembe pazartesi günleri buraya gelir ni- kâh seyrederiz. Daha sırıtıyor: — Bedava tiyatmo... Hem yalnız biz mi? Baksanıza, salondaki bayanların yarısından fazlası da seyireidir. Dalrede işleti - oluyor. Banra. çakıp büraya geliyorlar. Bazan işleri olmuyanlar da gelip gelin soyrediyorlar. — Gelinler burada tel duvak takmiyorlar — Takmıyı ama hepsi de süslü giyi- niyor. Bu ara koridorda hafif bir telâş oluyor. Bir telan İnsanlar evlenme odasına giriyotlar, Ben de yeni arkadaşımı bırakarak — odaya doğru yürüyorum. O da hemen peşimden ge- Kiyor. Çıik altı aylık öndüle saçlı ve hepsi de kısa, Şik, modern elbiseler giyiyorlar... Gelin çocuk denecek kadar genç yaşta olmasına rağmen zc::ı neden böyle muhafazakâr... Helo da- mad için arkamızdaki bayanlar: — Öğretmenmiş... Diyorlar. Her halde münevyor bir genç o- lacak. Bayanını niçin böyle eş ve akranın- gan bambaşka bir kilıkta buraya getirdi? Bir bayan: — İkisi de İyi çocuklar, güzel çocuklar, genç çocuklar... diyor. İşte tam mes'ad bir çift olacakları mey”--da... Arkada derdli bi — ahalle karıst sesi ce- vab veriyor: — Güzellik, gençlik beş para etmez.. Ak lah son günlüğünü verzin, bunların hepel ge- Yüksek sesle geğiriyor... — Ooof... Meraklandım. Gençliğim hatırı- ma geldi... Ocof.. Bir kere daha geğiriyor Ona dönüyorum. LAciverd başörtünün altından görünen kıyır- cik saçları, biraz kartca, fakat sevimli bir Eski bir yeldirme giymiş: — Aman bayanım, diyorum. İhtiyarlıktar baksettiniz. az kaldı size valide diyecekti. Ne kadar gençmişsiniz... Bu iltifattan memnun, fakat gene başımı sallıyor: — Gençlik uçtu gitti! diyor... Ne zamar böyle düğüne gelsem... nikâh görsem, genı meraklarım kalkar.. gene de gelirtm — Neden acaba?. — Neden olsun?. İlk nikâhim aklıma ge lir... Benim hayatım romandır, roman! Ne oldu, birar da bana anlatsanıza?ı. — Kızım, daha tazecik bir kızdım. Beni bir delikanlıya nişanladılar. Nikâhımız tam olmak üzere iken büyük seferberlik çıktı, de- diler... Nikâha iki gün kala gitti nişanlım . Gidiş © gidiş, bir daha ne yüzünü gördüm, ne de kendisi geri döndü. Gene geğiriyor. Ben de pek acıyorum: — Vah, vah! diyorum... Şehid oldu, öyte mi? - Hayır... Arabistana yollamışlardı. Bi — Abla.. Şimdi nikâh olacak,. bak.. bak... | fellâh karısile evlenip dönmüş... giye buna sokuluyor. Bu sırada ikinel çift için masa hazırlandı. Nikâh memuru masanın başında oturuyor. /Şuhid yerine ik! erkek geçti. Fakat gelinle İxi tarafta iki bay. Karşısında bütün hayat | güvey yerine yanlışlıkla kayın pederle kayın için birleşen, bütün bayat için birleşmelerini temenni ettiğimiz bir çift oturuyor. Bağda oturan gelin ufak tefek bir şay. Da- mad da öyle. Damad başını kaldırmış, gâli- ba evlenme memurunun yüzüne bakıyor. Gelinin başı öne eğilmiş besbelli.. kimseye bekmiyor... Balon heyecan içerisinde, Arkamda kalan bir İskemlede oturan ve kucağında iki buçuk Üç yaşında bir çocuk tutan genç bir kadın: valide oturdu galiba... Kadın en aşağı elli beş yaşında bir kadın; erkek altmışı geçkin... Kılıklarına bakılınca taşralı oldukları anlaşılıyor. Arkamda merakı tazelenen bayan derdini unuttu, gülmeğe başladı: — Aas.. aaa... töbe estağfurullah... Bu da nesi... Bunlar mi evlenecek?.. Ana.... Ana... Kiyamet alâmetleri ayol.. Daha arkada oturan elli beşlik bir kadın- - Huu.. hemşire, şöyle biraz yana git... |cağız: Çocuk görmüyor... Diye bana çıkışıyor. Fatihin mahalle ço- cuklârı büyük bir tecessüs ve hürmetkâr bir gessizlik içinde kapının Önüne dizilmişler. Herkes dikkalle merasimi seyrediyor... Şim- di nikâh memuru suallerini sordu. Damadla gelin yerlerinden kalktılar. Arkadan bir aes: — AL Gelin de pek ufak tefekmiş... Diyor. Biyah çarşaflı bir bayan: — Bizim çocuğumuzdur. Daha on altı ya- İlk potu kıran tamir ediyor: — Ben de onu gördüm ya... Pek küçük bir gey. pek sevimli, Allah mes'ud etsin! — Damad da pek genç... — İlisi de bir yastıkta kocasınlar !nşallah! — Allah dirlik düzenlik versin! Şimdi nikâh memurunun tebriklerini din- Jeyen gençler, masadan ayrıldılar. Büyükle- rinin hayır dumaimt almak için el öpmekle meşgüller. Genç kız lüciverd bir manto, altından to- puklarma kadar uzanan sarı krep birmandan bir elbise giyiyor. Siyah bir başörtüyü çene- sinin altından bağlamış. Davetli genç kızla- rm hemen hepsi ya şapkalı, yahud da baş a- clildiik «Napolyonun Hk yıllarıs talımli ese - rinde göyle der: «Bonapart, çok zamanlar kuardeştle beraber yiyecekleri yemekleri ken- di pişirmek zaruretinde kalırdı.. Mösyö de Bözür da 9 cildlik hatıratında, Onum. elbise- derini bile kendi süpürüp ütülediğini anlat- maktadır. Yirmi yıl sonra Luiden şikâyet et- Hiği bir gün bizzat Napolyon Kolenkur'a göy- le derd yanmıştır: — « Mülüsim maaşımla geçindirip büyüt- tüğüm bu Luiyi nelere katlanarak bu boya getirdim bilir misinia? Ne bir kahveye ayak baslım, ne bir eğlenceye gittim, yavan ek - mek yediğim oldu... Kibiselerim tek Tfazla dayansın diye, her sabah kendi elimle fırça- dar ütülerim... Yoksulluğumuzu kimseye bel- W etmez, adetâ fakirliğimizin üstüne kapi- darı kilidlerim.» Böyleo, İtalya ve Mızır seferlerinde de ya- ver olarak yanında bulundurduğu ve gü - mün birinde öteki yakınları gibi başına ne çoraplar örecek Lulstnden, düşkün bir baba gibi hiç uzaklaşmak iİstemesdi. Gene bu mak- sadla, onu kanadımın altından ayırmamak İlstemiş, övey K Hortans de Boarne İle kralı olacak gocuk yatardı. M. De Coston, xlzvlenmnuuu — Allah. Allah... diyor. Ne ölür? NIkâh her yaşta Allabın emri. Demek ki on, on ber gene sönra biz de evlenmeğe kalkışsak bizi de böyle gülecekler... Diğeri onun sözlerini bile dinlemiyor: — Artık bu kadart da olmar! diyor. Kadın sekseninde var. Bir bayan diğerine soruyor: — Ne söylüyor.. ne söylüyor?... — Gelini tanıyormuş... Beksen yaşında i- miş!... Kırk beşlik bayan şöyle bir eksper gözlle uzaktan uzağa, İmzasını atmıya gayret eden gelini süzüyor. Ve tasdik ediyor: — Evet, vardır seksen yaşında... Herkes yirmi beşinde dul kalıyor da koca bulamı- Birakıyorlar. Bir kutu açıp şöyle etraftaki in- sanlara dağıtmak yok.. bansana kadına. na- Bil bir kutu verince acele, acele paketi kaçı- riyor, Sanki gidip elinden kapacağız... A- man ne eimri şeyler. İnsanın hilkati iş'te böyle anlaşılır. Nikâbımızı kıymışsınız.. kiya- Tet mi kopar? Açın bir paket gezdirin aalan« da. İçimizde İki canlısı var, çocuğu. var, h- tiyarı ver, imreneni bulunur, canı çekeni ç- kar. Sanki bu kadar cimrilik iyi bir şey mi? Bir badem şekeri bu, kemali yirmi para de- ğl bunun... Herkes alır| Çocuktarda da memnuniyetsizlik — alâlmi beliriyor.. Bu kalabalığın arasından süzülerek vakit gecikmiş olduğu için üdeta esefle — evlonme dalresinden ayrılıyorum. — Hatice Hatip CTT T

Bu sayıdan diğer sayfalar: