18 Ocak 1939 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8

18 Ocak 1939 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Eski İsmi gizli tutularak kurulan Şehremini operatör Cemil Topuzlunun hatıraları Eİ a SON POSTA bir mekteb: Dişçi mektebi Arkadaşlar: “Tıbbiyeyi Askeriyei ıslah eyliyemedik. Bari Tıbbiyei Mülkiyeyi Fakülte haline koyalım,, dediler. Fakültenin kurulmasile hepsi açıkta kalacaklarını zanneden Mektebi Tıbbiei Askeriye muallimleri küplere bindiler — Tübbiye muallim kadrosundan hiç kimsenin açıkta kalmasını istemiyenler, eskisi gibi (80.000) altının maaşa tuhss edilmesini, luboratuvar vesair noksanlar için aynca hükümetten para Istenmesini teklif eyliyorlardı, dedi, Onlar, bir de kadro yapmışlardı ki bu geribin garibi idi: Kütüphane doktorluğuna bir ferik doktor, dahiliye müdürlüğüne de bir Uva doztor getiriliyordu. Meseieye müdahele ettim, Bize verilen tahsisat miktarının £ artırılsmıyacağını söyledim. Dinlemediler. Böylece hiçbir yeniliğin vapılamıyacağını aniadım, A- radar. çekilâ'm, Birkaç ay geçti. Bir gün hastanede 0 tururken Dr. Süleyman Numan ve Asaf Derviş Faşa merhumlar gelâ'ler. Buna: «— Görüyorsun ya, dediler, cm oi âlem, devran gene ol devran... Bü - tin ıslahat teşebbüslerimiz suya tü. Biz, biliyorsun, Mektebi Tıbbiyyei Mik kiyede de muallimiz. Sen de oranın seri-| riyatı hariciye mualiimliğini kabul et| Dün maarif nazırını . ya Ekrem Bey, ! hud Hakkı Bey - gördük. O da fikrimizi tösvib etti. Mademki Mektebi Tıbb'yei Askeriyeyi ıslah eyliyemedik. Tibbiyei!| Miğlkiyeyı fekülte haline koyalım, hep beraber calışalım.» İ Teklifi kabul ettim. | Birkaç gün sonra Kadirgayı gittim. Tâkin, orsnm hali de büsbütün perişan! idi, Ne muntazam bir ameliyathane, ne de temiz bir hastane vardı. Hocalar da| birbirinin sleyhinde idi. Süleyman Numan Paşaya: — Burada da nasıl çalışacağız? dedim. 4— Sen sabırlı ol, Şimdi maarif nay- rım yanından geliyorum. Bize, istediği | miz gibi bir kadro yapmak selâhiyetini| verdi. Ayrıca tahsisat alacağımızı söyle- di, Gelecek sene bütçesine konacak para ile fakülte ve hastane binaları yaptırasa- Em i. Haydi işe başlıyalım»| üzü gülüyor, gözleri bahtivar- lıktan panl parl parlıyordu. Halindeki başkalık, Seniyenin nafiz nâzarlarından kaçmadı. O da gülümsi- yerek: — Kucak kucak selâmlar, dualar ge- tirdim. dedi. Müjdeyi götürdüğümde, salt ellerine birer zil takıp da, oynama- dığı kaldı. Rânâ, avluya bakan odaya işaret et - ti ve sağ elinin şahadet parmağını dü - daklarına götürerek: «Sus'» demeğe ge tirdi. Şazimendin işitmesinden korku yordu. Yukarıya çıktılar, Seniye diller dök- meğe başladı: — Kızım! Ne kadar sevindiğini bil - mezsin, Ehyâ oldu. Artık, bir elimi bı! raktı, öbür elimi ö O koskoca, ker- Ni ferli kassum muavini, o ulema adam, çocuk gibi çırpındı.. «Sahi mi? Gülüm Rânâ gelecek mi? Hay ağzını öpeyim» diye söylendi, durdu, Şimdi, güzelim, yarın, öğle vakti Kapalıçarşıya, Kal - pakçılarbaşına gelirsin. Ben seni ora » da, va Karabet'in dükkânında, yahud k: Kâni efendide beklerim, o Karabeti bildin va? Nuruosmaniye camiine Çı - karak kapının ağzında. Amma, beni kindilere kadar bekletip de sakın gel- memezlik etme, ha”! — Yok; gelirim. — Pek gevsek (söylüyorsun. Sonra rezil olurum, alimallah! — Merak etme Seniye hanımcığım! Gelirim dedim mi, gelirim ben. Sözü - me sadıkımdır. — İyi, öyle isel lolur sonra, Hâlbu - Cevabını verdi, O gün Süleyman Numan, Ziya Nuri, Asaf Derviş ve birkaç muallim arkadaşı- muzla toplarıdık. Evvelâ ben söz aldım: Mektebi Tıbbiyei Askeriyeyi, meş- Tuti n ilânı üzerine, ıslah edip fakül- te haline koymak istedik. Lâkin muvaf- İnk olamadık. Arzu ederseniz Tıbbiyei Mü'kiyenin adını değiştirelim. Avrupa - da olduğu gibi fakülte ünvanını verelim. Murtazam bir kadro yapalım. Ayrıca bir eczacı, bir dişçi mektebi ile bir de do- ğum evi tesis edelim, dedim ve nazırın vâdin: anlattım. Süleyman Numan Paşa: 4— Fikrinize iştirak ediyorum. Yalnız fakülte kelimesine taraftar değilim, Tıb meğresesi tâbirini kullanalım. Muallim verire de müderris diyelim.» özlerini söyledi. Ekseriyet benim fik- rımi tasvib etti. (Bilâhare fakü nvanı İmuhafaza edilmiş, yalnız musilim t8biri | yerins müderrislik kabul olunmustur.) Müdüriyet, nezaret ünvanlarını lâğv ve Avrupada G'duğu gibi duvayyenlik - sim- diki dekanlık - tâbirini ihdas ettik, Gü- süzce de bir kadro yaplık. Birkaç açıkta kaldı. Bunlardan biri sorir!- yanı hariciye ve doğum evi muallimi dok- tor İfust Paşa idi. Onu da eczacı mek- tebi müdürlüğüne getirdik. Arkadaşlar, beni duvayyen seçtiler. Nezarer, bütün bu icraatımızı muvafık gördü. Böylece 1908 senesinin İlkteşrininde Tıb Fakül. tesi kurulmuş oldu. Fakat Mektebi Tıbbiyeli o Askeriyedeki mmnallimler de küplere bindiler, Çünkü İskültenin kurulmasile hepsi büsbütün açıkta kalacaklarını zarnediyorlardı. N3- hayet hükümet keşmekeşe nihayet verdi, 1909 senesi Haziran veya Temmuz ay- Jarmda, meliye nazırı Cavid Bey, bütçe müzskere edilirken bir emri vaki yaptı. 'Tevhidden bahseylemeden, Mektebi Txb- biye! Askeriyenin tahsisatını Tıb Fakül wa tesine geçirdi. Bu suretle Mektebi Tıbbi- ye Askeriye bilfiil Tıb Fakültesine #lhâk edilmiş oldu. Vaziyetin, mebuslar bile İdsıkına varamadılar. Uökin, o muallim ksdrosu yeniden bir türlü tanzim edile- miyordu. Münakaşalar tekrar matbusta aksstmişli, Maârıf nâzırı - o zaman dalgınlığile meşhur olsn Emrullah efendi idi . beni çağırdı, Gittim, Şunları söyledi: «— A canım, mekteblerinizin hzl ne olacak? Tıbbiyei Mülkiye fakülte oldu. Meçlisi mebusandan gelen bütçe kanunu ile fülen 'Tıbbiyei Askeriye de kalmadı. Onun tahsisatı da maarif nezaretine yeç- t. Lâkin musllimlerin dırdırı bitmedi. Eğer gu hal devam ederse, hen de eskisi gib: « yani Abdülhamid Il zamanında ol. duğu gibi - başrmza sivil bir adam geti receğim, Muallim kadrosunu da bizzat ben yapacağımı, Dün Harbiye nazırı paşa ile gö: üm. Nazir, kadronun bir heyet tarafından tanzimini teklif etli topçu livâsı Hasan Rıza Paşayı ileri 6 Ben de İnkülte duvsyyeni olduğunuz için sizi eçilm. Her !kiniz buluşup davayı halle- Ertesi günü Hasan Rıza Paşa Haydar- psşadaki mektebe geldi. Diğes muallim a.kâdaşlar ile beraber içtima ve Lyon Tıb Fakültesinin kadrosunu « ettik. 27 masilimlik kürsüsünü kâf: zör- j dük. Hatıra gönüle bakmadan en sevgili arkadaşlarımı bile açıkta bırakum. En muktedir olanları yerlerinde alakoyduk. Hariçten ğe Cenevede bulunan Aki) Muh- tarı, Hicazda bulunan Suad Hamdiyı ve baytar binbaşım İsmail Hakkı Beyi sl dık. Akil Muhtarın, diplomasının bura- ca musaddak olmamasına ve muzvinÜk yapmadan muallim tayin edilmesine iti- râz ettiler, İsmail Hakkı Beye de «doktor değil, baytardır!» özrünü buldular. Su- (Devamı 10 uncu sayfada) Yazan; Sabih Alaçam mi . | büyük ve TARİHTEN SAYFALAR: | Destan edebiyatının il dehası: Homirüs Lİ * Bu minimini ve sevimli çocuğun beşiğinin etrafında dokaz | güvercin uçuşuyordu. Vakit vakit yanıbaşına konuyorlar; yun kanailarile onur ellerini okşuyorlar; yazın sıcak günlerinde del kanatlarını birer yelpaze gibi kullanarak yavruyu serinletiyorlar * Yazan: Kadircan Kaflı Bazı edebi eserler vardır ki li Tak neşredildik'eri sirada büyük yığın, bilhassa ortâ zevk sahibleri tarafından iştahla okunurlar, Fakat çok geçme * den unutulurlar. Bir mevsimlik çiçek - ler gibi Kısa öm lurlar, Bir kısmı da, doğdukları sırada bü - yük bir alâkasızlık, hattâ hücumlarla karşılasırlar Aradan yıllar geçtiği bal de onları okuyan bulunmaz, Muharrir- İeri çok zaman sefalet içinde kalır ve ölürler. Yarım, ( bir veya birkaç asır sonra ise fevkalâde rağbet görürler. Bir kısmı ise hem doğdukları sırada birdenbire ve bütün halk tabakaları tö- rafından büyük alâka ve takdirle kar - şılamırlar; kem de yıldan yıla, asırdan asra, edkidikçe değer ve tad kazanan bir şarap gibi zevkle okunurlar. Birinciler, çerezdir. İkinciler, «Os - kar Vayld» in dediği gibi, henüz sorul- maahlış olan süzllere cevab verirler; su al meydanda olmadığı için de anlaşıl - İçüncüler ise hiç şüphesiz en mes'ud eserlerdir. yur ve büyük Yunan şsiri ük mes'udlardandır. Bu adamın eserleri oüç bin seneye yakım bir zamandanberi gittikçe — artan bir takditle okunmaktadır. Gerek kendisi eserleri hakkında binlerce ©& ser yazılmış; gerek kendisi ve gerek ki- tablarındaki sahneler için bir çok hey- keltraşlar ve ressamlar, oedibler, bir çok eserler yaratmışlardır. Bugün bile bütün hayatlarını Homirüs'ün tetkiki- ne hasrelmiş âlimler vardır. San defa Avrupadan gelen haberler- den öğreniyoruz ki İngiliz âlimleri Ege denizinideki adalardan Tiyaki'de hafri- yatta bulunmuşlardır. Maksadları, Ho- mirüs'ün Odise adındaki eserde bah - settiği İtak adasının bu olup olmadı - ğını anlamaktır. Hafriyat neticesinde adada bundan İşte me EHomirü 0 sem de birlikte çık- sak, kocana karşı bahane bulması güç ku böyle olursa, içarşıya gittim diye İyemin etsen, başın lağrımaz. i Rânâ şaka yaptı: — Ne çok bilmiş | sin, sen?! — Ne yaparsın? “Dedim a: Biricik a - gabeyim. Onun hatı- rası için çok bilmiş de öldüm! - Bir şey daha sorayım, Seniye ha- nımcığım.. — On şey sor. Bik diğim “ şeylerse, bir bir cevab veririm, — Sizin eve. girip çıkarken beni gö- rürlerse? an değil miyim, ayol? Bana Tanrı mi- safiri gelmez mi? Hem bizim evin et - rafı tehnâdır. Böyle, dükkânlar yok - tur karşısında. — Lâkin, sorması ayıb değil a? Ora- dan nereye mideceğiz? — Ağeheyimi bulmaya. Rânânın kalbindeki en son endişe - ler de siliniverdi. Böylece, ertesi güne randevuyu ka - Örme kesesinden çıkardığı mecidiyeyi Rânâya uzattı, üvey çocuğuna daha müşfik davrandı. Bizzat duyduğu sonsuz bahtiyarlıktan — Bakındı şimdik şu lâfa! Ben in -|etrafındakilere Ode pay ayırıyordu. O| vaktile eve dönmüş ol da. gün, kendini unutarak, ilk defa, koca- st evde iken yüksek sesle türkü söy - İledi. Osman efendi sofada kahve içi - yordu; işitti, Elinde filcanı olduğu hal- de, kalktı, karısınm yanına gitti ve bu tatl: sesi dinlemekle kendisine, mümikün mertebe zarif cüm- — Evet amma, nerede bulacağız O -| rarlastırdıktan sonra, Seniye gene gel, | lelerle-ifade etti, nu? — Nerede olacak? Bizde, — Sizin ev uzakta mı? — Kıztaşında, — Çarşıya orası ters gelmez mi? — Ev, öyle lâzım. Ben buraya gel - bi. gitti, nâ o geceyi de uykusuz (geçirdi. Fakat bu sefer uykusunu kaçıran, vie- O, evden çıkmağa hazırlanırken, Râ- nâ: — Efendi! dedi; bugün biraz çarşıya — Şu çocukların arkasına birer en'a- rilik Oalayım. Hele Şazimendin hiç gi - yeceği kalmadı. — Olur, Dur, sa - na para vereyim, Onun, örme kese- sinden çıkardığı me- cidiyeyi alırken, Râ- nâ, çekinerekteni- İâve etti: — Belki oradan da Akbıyığa, bizim kapı yoldaşlarından Cavidan'ın evine ka- dar da o uzanırım. zavalh çok hasta i - miş, Bunu, şayed ge - cikecek olursa, bir bahane ortaya koya- bilmek için söyleneti, Hamamer — Pekâlâ dedi, İysdet sevabdır. — Merak etmeyin! — Haydi, Allaha ısmarladık! — Güle güle, Öğle vekti yaklaşıyorken, hüviye - #ini mümklin mertebe gizlemtk için duyduğu hazzı| arkasına bol bir çarşaf giyen, yüzüne de kalın bir peçe örlen Rânâ, çocuğa iyi bakmasını Şazimende tenbih ettik- ten sonra sokağa çıktı. Yüreği, kopacakmış gibi çarpıyordu. Bazan, çok hızlı attığı adımların haza- danmdaki herhangi bir mücadele de - çıkmak istiyorum, İzin verir misiniz? İrı dikkati celbedeceğini hatıra getiri - — Hay, hay, iki gözüm! Bir ihtiya *İ yor, yürüyüşünü yavaşlatıyordu. Lâkin fl gönlünü dolduran sevinçti, Sabahleyin, kocasına daha mülteğit, can m: var? sonra gene dalıp, gayriihtiyari hızlan ilk ola - |3400 sene evveline aid bir çok * lunmuştur. Bunlardan başka bi Tanım duvarlarında şu cümle ol tur: sUlis'e hediye edilmiştir.» Ulis, Homirüs'ün Odise meşhur büyük eserinin baş kah dır. Biz bugün ve bu münasebetli rüs'ün hayatının umumca pili ve en mersklı noktaları üzerin! durmak İstiyoruz: * Bundan iki bin sekiz yüz sel evvel İzmirde Melez çayı kıyısi nimin! ve sevimli bir oğlan gözlerini açtı. Onu bir beşiğe İ lar; annesi vanık şarkılar söyl yutuyordu: babası onun sesinde reket'erinden sasdet buluyor de böyle bir ya çin kendi Cünkü o, diğer çocuklara beni du. | Bu çocuğun beşiğinin etrafif kuz beyaz güvercin uçuşuyo! vakit yarı başma konuyorlar; sak kanatla onun ellerini lerinde de # natlarını çırpatak onu seri dı Bu dokuz güvercin, dokuz gi risinden, Müzlerden başka $0 #illerdi, Çocuk, böyle güzel bir muh el mahlâklarm uarkads$ i, Derenin şırıltısı, ku vütları, rüzgârın sesleri.ve taki denizin fırtınalı. zamanli uğultuları onun hisleri üzeri akisler yapıyordu. 4 Bir de'ikanlı olduğu zaman $ fuklar aradı. Beyaz çarşaftani Tan elbisesi ve ayağındaki sand (Devamı 10 ynew ? g yordu, Hasanpaşa yokuşunu tr yazıda geldiği vakit tkanır durdu, soluk aldı. Yirmi pa! ta tramvaya binmediğine Geç kalmış, Seniyeyi bek y tan korkuyordu. Camiin bir Ge dan girip, ötekinden çıktı. 5” yar, bir sürü erkek, abdest ve öğle namazına hazırl dırvanın etrafına toplanmış! nüp kendisine bakmamaları ef nin nazarı dikkati calib ol vid eylediğinden, Rânâ duydu, Sahaflara sapacak danlığa çıkınca, oradaki on parahk darı serpmek iste dan işliyeceği günahın, peşif ni ödevecekti, : Darı ambarınıfı başmda © rikl: ihtiyara meteliği uzati” çeği daldururken, yüzlerce oradaki ulu ağacın yaprak? dan süzülen güneşin yali. yanar döner göğüs ei ta etrafa kondular, birer 瀔 ğı gurürle, salma salma, © başladılar. 3 P z darılari vere savurdu. > — Allah kabul etsini dü bile asmadan, Sahaflar dı, carşının büyük kapı girdi. Burada, dükkânlarının ö müşteri avlamak baha çene Jâf atan arsız 85 kârşıland»: — Kücük hanım! vari, — Buyurun, hanımefendi rimız içöridedir. Buy ç — Ah verelim.. sarıl ni çeşidlerimiz geldi. — Ne arıyorsunuz, sil korlarımız..

Bu sayıdan diğer sayfalar: