6 Ağustos 1937 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 7

6 Ağustos 1937 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

"BENE BİLİRİM NELE DERLER... Bir Cezasız Gaddarlığa çe. Dair Notlar ğr Gekiniemdreb e mi Azan: Aka Gündüz | öne ARR İKsps: eüvertiye açılan kamaramdayın. Do- illerindeki soyahatimin motların göz- orum. Çarprazlama gelen güneşin kime yorum amma, bütün vapuru kızdır- den ri m hane » dı ia genleri dinlemeli a başkalarınm Ez dinlemek! acalpçe ol Aylıksız, gönüllü hafiye. birşey. Kork Yıl önce bile Miydi yekta kitabmda okumamış Kak yaz yftları konuşurlarcan zana ak ahlâkı hamideye taş er Öyle ise de, ben kabari Kitabın o sözü (başkala- 1) id vera, albuki dışarıda gülü- tan? Hal ) değiller. Onlar halk- Baal k, (başkaları) değildir. #rmi dinlemeyiniz. Fakat bulunduğunuz za. Uk am lanma mutlaka ku- Atınız, #tmiz ve yaptıklarına göz İri yapmazamız, ah Mez, #mideye de aykırı düş Ya bir dep, Ya bir ibret alırsmız, bugün ç o kadar ki, hem e si Ge zip İalananlar ike Ra zelecrklere Dalma halk içinde meli balm konuştukları- Bu, hafiyelik Mkti, şç Erudan doğruya millici- Balki ve İnkilâpçıliktir. neği geçelim. Ne diyor- 2 gül im? Penceremin dışında We nere, gâh kilfrederek bir Yan be iyorla rdr, ben de pen- Tisinde kulak kabartı Seg düm, in oğru, ben de gör. vi iz biraz fazla rumuzlu dayı, Mm açık söylemeli! Ba My e Bu, gaddarlıktan bi bir gey e Se Sy — Sasun. Sunu bir daha a gizemin fakot Trak es ni güneş Mülkü - ae gözlüklü kas . "da kayısı var, bar Yarısı var (9) ç dayısı var, acengel ç Kim : hal ürüm Gıkdı, Dövüünm yen gözüm çıkdı, en dizim çıktı, AP çin kin güderler ? Ki fena olmıyan hievive, deniz iskelelerinde mal vag ün nasıl yüklenip boşal da, lm yamalak gösleriyor Böyüü o ika yarım yamalak Yörd. |, 8 fakat pek doğru söylü- bir giç, *Psihden Sirkeelye kadar © © Dip içleye uğradık. Hepsinde GİM - sanki sözleşmiş- “ Böde gm Ken maş, çal gördüm, Vinci işle- eğ, | DİBİ, vinc i, di ün: k: üncü, besinci, on sekizinci Beden 4 Yal Yazan puantör, işi sey kya, 1. hep birer, beşer defa 2) mahaimayın Yahu! Insaf yok yorum. Bir geniş potada gümüş erit- Vag, olmuş. Uzak kıyılar sigara dumanı fakat biraz pırıltılı bir pusa boğulmuş. dak İpin Sivası 1 ya ? Terimi sölmeti, bir bar- buzlu Karahisar daha içmeli ve pencerenin iri memlekete inirlenerek konuşanlar — li İstanbul manından içe yolculuk işte böyle başlar Hayır! dinliyen yok. Sandıklar parçalanır, kutular yuvarlanır, se. petler atılır, çuyallar yarılır, varil. ler delinir.. ve, yapağı değnekleri. nin ortasında fosur fosur sigara içi lir. Ucu bez topuzlu bir çengel var; Allah o çengelin belâsını versin! O çengeli kullanan bir yürek var; Al Jah o yüreğe biraz çarpmtı ve in- saf versin! Sandıkları yuvarlıyan pazılara insi 'aş meyve küfeleri, ni pestil eden tekmelere insaf! LE | D oğrusun delikanlı: İncirle. rin ağa olsa, üzümlerin sa- 21 olsa, çuvalların sözü olsa, ben bilirim neler derler. Belediye bakmazmış ta, kabzı- mallar ihtikâr yaparmış ta, vali bey aldırmazmış ta, halk bu yüzden taze meyveyi pahalıya yermiş O taze meyvenin vapura, vagona na. &ıl indirilip bindirildiğini görürse- niz bunların hiç birini söylemezsi- “iz. 17 Haziran sast 19 (İstasyonun ını söylemiyeceğim). iyi ambalâj edilmiş, yumruk gibi, nefis Malat. ya kayısılarınm vagondan bir indi. rilişini, bir itilip kakılışmı, bir yer. lere vuruluşunu, bir arabaya yük. letilişini gördüm; sanki mal suhibi imişim, sanki esnafı imişim ibi içim yandı. Otuzar kiloluk sepetler den onar kilosu ezik çıkarsa, ma. nev bu ziyanı kime yükletecek ?Yok sa cabadan sineye mi çekecek? El. bette müstehlike yükletecek, el. bette halk pahalya yiyecek. Bir limanda tepeleri Külâklan. mış,, mükemmel küfelenmiş taze ü- züm yüklediler, Uzüm derim size, koruk derim onlara! Şattan güver. teye çıkıncıya kadar her küfenin ön beş kilo şirası deni?€ akmamışsa 0- tuz defa kalemim kırılsın. Bir limanda bilmem ne zadenin yepyeni, tertemiz, ütülü telislere sarılmış mis kokulu sabunlarını bir yükletiş yüklettiler.. Içim, sıcak suda kalmiş sabun gibi eridi. Bu sa bunların bir kısmı Elâzize, bir kıs- mı Adapazarına, bir kısmı Trabzon dan bilmem nereye gidecekmiş! Denize yağan prinç yAğmuru görmek isterseniz bu eli çengellile- rin kasıp kavurdukler: çuvallara bakınız. akmızmızdaki Italyan vapu- V runun bordasında koca bir şat, Şatın üstünde zarif tahta ku- tular, Üzüm mü incir mi ne, Yere, biribirine müvazi üç tane yumuşak ip seriyorlar, iplerin üstüne iki ucu halkâlı kalınca bir bez geriyor lar, Zahir kutuları incitmeden yilk- lemek ii Fakat bu yumuşak ipli kalın bezin üstünde sıralanmösya kadar kutuların basma gelen, piş- miş tavuğun başına gelmiyor. Or- ta çağda kesilmiş düşman kellesi ol salar bu kadar yerden yeyre çar- pılmazlar. Bütün bunları gördükten sonra asıl söylenmi um gelen sözleri içinizden k şöylece mıri- danabilirsiniz: Müstahsile yazık ! Müstehlike yazık ! ihracatçıya ya- zak, ithalâtçıya yazık! Esnafa ya- zık! « eğer varsa - sigortacıya ya- z:k! ve nihayet, top yekün, memle kete yazık! Bir de insanların vapurdan Sir- keciye çıkışları vardır, Görmediniz- se, Allah aşkma gidip görünüz. (30 Ağustos cuma) vapurun İskelesi ile rıhtım arasındaki seksen, yüz met relik mesafede insanlar hiyar küfe- si değil, armut sepeti değil, arpa çuvalı değil, sabun dengi değil, Birşey., ömür birşey.. nasıl anlata- yım bilmeni ki. O ne gürültü, o ne hücum, o ne harman çorman, o ne gülünç facia yarabbi! iye ele NÖ admda bir de koca istimbot yanaşır da, il. timaslı yolcuları rahatça çıkarmı- ya suvaşırsa seyreyleyin gümbürtü yü. Kayığı bavulunuzu zar, canı- »ızı zor attıktan sonrada iş bit- mez. Yarı yolda yolkesön sandallar ve içlerinde işaretsiz, alâmeti feri- kasız vatandaşlar vardır. Sökül pa- raları! Ne parası! Sandal parası! Sana ne? Biz şirketiz! Bana ne? Bu yirmi beş kuruş rıhtımda alınamaz mi ?Her sandalcıya bir zımbalı def- ter verilip sandalda kesilemez mi? ” emniyetsizlik Şirketin oarasma varsa yolcuya ne? Hamallar da şir- ket değil mi? Tertemiz, terterbiye- İ li hamallar gümrüğün içine ve tam yolcunun geçeceği yere bir masa koymuylur. Her geçen yolcu zor- lanmadan, üzülmeden hamal parası nı verip geçiyor. Hattâ hamallar mnarktan beşka santim bahşiş almı- yorlar. Neme lâzım, doğruyu doğ- ru, eğriyi eğri konuşmalı. Ben bunları söylüyorum, fakat Sanılmasın ki tenkit ve şikâyet edi. yorum. Hayır, hiç bir şirketi, hiç bir teşekkülü, hiç bir ferdi tenkit et miyorum. Nafile birdenbire ayakla nıp cövap vermiye kalkışmasmlar, dileğim, kasdim olmadığı için kar- şilık vermiyeceğim. Ben sadece İki aydanberi karşılaşmadığım sayın okuyucularımla şöyle bir merhaha- laşıp, dönüş yarenliği ettim. O ka- dar. UZAK ŞARK ÇOCUKLARI ,ARASINDA epeden tırnağa beyazlara bürünmüş olarak, grup grup şehri dolaşıyorlardı: Bir el. | mann yarısı, öteki yarısına ancak bu kadar benzeyebilirdi. İki su damlasi, biribirinden belki daha kolaylıkla eyırt edilirdi. Fakat genç iki genç Ja- ponu; birarada iken teşhis edip, bu filân, şu fa- lancadır, demek için, yıllarca, in- san fizyonomileri üzerinde etüt yap mak lâzım... Sirkecide bıraktığmız bir Japo- na, on dakika sonra, Taksimde rastladığınız zaman, biliniz ki, bü ayni adam değildir; fâkat ayni ırk- tan adamdır, Japonlar, her şeyden evvel, ve her şeye rağmen ırklarınm bütün karakteristik hususiyetlerini mü- İ hafaza etmişler. İstanbula gelen misafirlerimizi, dün tramvayda, otobüste, yayakaldırımında saatler ce tetkik ettim. Şimdi simaları, bi- ribirine o kadar karıştırıyorum ki, gördüğüm binlerce Japonun ayni şahıs olup olmadığını kendi ken- dime soruyorum, Hemen hepsi güleryüzlü, şakacı mahlüklar. Fakat, yalnız kendi a- ralarmda gülüşüyor ve şakalaşı- | yorlar. Bir yabancı gördükleri za- man, derhal değişmek şartile.. Hiçbir sır ifşa etiniyen son derece ketum bir yüzleri var. Çoğu İngi- Wzce biliyor. Fakat konuşanları İ pale «3. Belki de sükütün alm ol- duğunu kestirdikleri için söyle - mektense dinlemeyi tercih ediyor- lar. ikkat ettim, bütün Japon ne ferleri, boyunlarında birer matara tüşiyorlar, İçlerinden biri- ne yaklaşarak, yanındaki tereüma nın yerdimiyle : — Bu mataranm içinde ne var? Diye sordum. Kısaca cevap verdi: — Soğutulmuş cay! — Siz susadığınız zaman yalnız çay mı içersiniz? — Evet. — Dşarğa bir limonata, bir bar dak bira almaz mısınız? — Hayır! Hiçbir bahriyelinin, umumi eğ- lence yerlerinden birine, bir bira- haneye hattâ bir kahveye girdiği. ni görmedim, Windsor İstanbuldan röportaj Japon Denizcileri İstanbulumuzu Çok Sevmişler YAZAN: Salâhaddin Güngör —— ——- Bindiğim tramvayda on kadir- Japon misafir vardı, Biletçiyi gö- rünce, bir deniz subayı, çantasma davranacak oldu. Fakat ötekiler, kulağıma japonca bir şeyler söylü- yerek, para vermesine mâni oldu- lar, Biletçiye sordum: — Bilet kesmiyor musunuz? Güldü: — Para verseler keseceğiz am- ma, yanaşmıyorlar!.. Biz de tabi misafir oldukları için ısrar etmi. yoruz. Okadar zeki mahlüklar ki, daha ir gelmez Üç beş kelime türkçe öğrenmişler. En çabuk belledikleri şey nedir, bilir misiniz: Bayan! Bir kâdın görünce, gözlerinin içi gülü- yor ve bütün şarkir nezaketlerile iki büklüm eğilerek, biribirlerine gösteriyorlar; — Bayan! üilhane parkmde da biraralık onları takip ettim, Yağmı- ra rağmen neşeli görünüyorlarâr. Çiçeklere bakarak, gözlerini süzü- yor, ve hassas burunlarını ucile havaya dolan çiçek kokusunu tat. h tatlı içlerine çekiyorlardı. Kri - gantemler diyarmın çocukları için, bu sevgi, elbette çok görllmezdi. Ellerinde fotoğraf makinesi ile dolaşanlar da az değil, Istanbuldan memleketlerine götürecekleri he- diyeler, bu birkaç resimden ibaret kalacak galiba!. . Çünkü alış ve- riş eden, tek bir Japon neferine rastlamadım. Beyoğlu caddesinde, yağmur, bütün şiddetiyle devam e Dükasının Bir Centilmenliği Zevcesile birlikte balaymı geçir. mek üzere Venedikte bulunan Wind. sör Dükü, üç gün önce Amerikalı bir kadının suya düşen çantasını kurtar mak için elbisesile, potinile suya dal miştir, Paris gazetelerine göre, vaka şöyle olmuştur: . Venedikte büyük kanalm kenarla- rında gezinmekte olan Amerikalı sey yahlar, Windsör Dükünün zevcesile beraber geleceğini haber alınca, 8a- hile yığılmışlardır. Bu sırada Ame rikalı genç bayanlardan birinin kıy- metli çantası elinden kurtularak su- ya düşmüştür. Kanaldaki cereyenm çantayı götüreceğini gören Windsör Dükü derhal suya dalmış ve birkaç kulaçta çantayı yakalıyarak sahibine inde etmiştir. Genç Amerikli kız çok mahçup olmuş, kızarmış, halk ise bu centilmenlikten fevkalâde memnun olarak sırıl sıklam sahile çıkan Dükü alkışlamıştır. Japon kahriyelileri dün Şehirde gezintiler yaptılar Giyordu. Herkes, birer damaltı bul- mak için sağa sola kaçışırken, Ja- pon neferleri yerlerinden bile kı- pırdanmadılar, Yarım yamalak Ingilizce bilen bir Yahudi vatandaş vasitasile © ferlerden birine sordum: — Sizde de çok yağmur yağar mı? Yahudi sözümü tercüme edin- ce, Japon misafir, bu suali niçin sorduğumu merak etmiş göründü ve neticede verdiği cevap gü oldu — Japonya çok güzel yerdir. O- rada yağınur az, güneş çok!.. p> ediyorum: Her dola gan grupun önünde ardın- da, pir aşkıma tercümanlık yapmalı üzere kendilerini takdim eden bir takım vatandaşlar peyda oluyor. İşte, Japon mağazasınm önlinde. yiz, mağazanm içi, dışı, misafir bahriyelileris dolu... Camekânlara hayran hayran bakıyorlar, Bir şey beğenip almak için mi? Hayır Bu camekânlarda, biraz kendi men leketlerinin çeşnisi var da ondan! Küçük bir kahve fincanındaki çe kik gözlü dilberi, yanımda duran Japon deniz sübayı, Nagazakide bt raktığı genç nişanlısma benzetmiş. p “2 vi olacaktı ki, önünden bir türlü aye rılamıyordu. Dayanamayıp sordurdum: — Evli misiniz? — Evet... — Çocuğunuz var m — Evet! — Kaç tane... — Şimdilik üç.. — Kardeşleriniz? — Altı! Sonra, bir başkasma da aynı sus ali tekrarladım: Kiminin dört, ki. minin altı, kiminin sekiz kardeşi vardı, pste,dedim: Serr tehlike... İ sarı tehlikeyi, belli ki, Ja- pon anaları doğuruyorlardı. Kaba sığnıyan Japonya, beşik sallıyan ellerin eseri idi, Ve bu Japonya do Zurgan bir millet olmasaydı, evlât larmm Kanmı, Çin topraklarında bu kadar hesapsız harcıyamazdı el bette... 'Tramvayla dönerken, bir Japon sübayile kısa süren bir ahbaplığı« mız oldu. Münasebet getirerek, Çiz de başlıyan büyük harpten söz ağ, tım. Japan subayı, beni çok kurnaz», en atlatir: , — Çin... O o.. Çin, buraya çok uzak! Biz, şimdi yakın yerlerden bahsedelim. Meselâ, bugün Boğa- ziçine gittik, Yağmur yağdığı hak de ne güzeldi. Sözü ben de çevirmiye mecbur oldum: — Istanbulda, en çok neresini beğendiniz? i Yanmdaki tercümana, adlarmı sorduktan sonra, cevap verdi: — Beykoz... Altınkum.. Fener« bahçe! Gardenparti Dün akşam saat 17 de Amiral Koga ile diğer Japon sübayları ve sü- bay vekilleri şerefine, Heybeliada de- niz harp okulunda bir gardenparti tertip edilmiştir, Japon deniz askerle. Ti de grup grup dün şehri gezmişler- dir,

Bu sayıdan diğer sayfalar: