4 Nisan 1950 Tarihli Yeni İstanbul Gazetesi Sayfa 3

4 Nisan 1950 tarihli Yeni İstanbul Gazetesi Sayfa 3
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Bir geziden notlar Suriyede Hayat Beyrutta olduğu gibi Halep sarfedilerek, Lübnan kadar olmamakla beraber Suriye de oldukça mamur. İnsan bu memleketlerde dolaştıkça: “Türkler, Giğer kolonizatör devletler — hilâfına, gok zaman Anadoluyu ihmal edip, b Taların imariyle meşgul olmuşlar, bu- raların kalkınmasında gayret sarfet- mişlerdir. Halbuki bizden sonra gelen- ler tam bir sömürgecilik zihniyetiyle hareket etmişlerdir.” şeklindeki mı ruf bir Türk şahsiyetinin sözlerine hak veriyor. Hakikaten Beyrutta — olduğu gibi Halep ve Şamda da, nerde emek sarf- edilerek, özenilerek inşa edilmiş bir yapı görseniz, “Türklerden kalma- | dir.” ; “Osmanlı İmparatorluğu / za- | manında ikmal edilmişti" şeklinde bir cevapla karşılaşırsınız. Şamın devlet konağı, bir cadde kadar geniş kapalı garşısı, Sinanın eseri olan ve avlu- sundaki büyük ve güzel havuziyle bir zevk âbidesi halinde yükselen Sultan- Selim Camii, Medineye kadar götü- Tülen Hicaz demiryolu ve onun is- tasyon binası, Halep'in bir çok âbide ve yapıları, meşhur saat külesi, v.s. hep bu meyandadır. * Suriye halkında kıyafet değişikli- iine doğru büyük bir meyil var. Ka- dınların yüzlerindeki peçeler içerisini adamakıllı gösterecek kadar ince, ba- Zılarında hiç yok. Naylon çoraplı, e- tekleri dizlerinde hanımlar, tramvay- lapda erkeklerden ayrı — oturmakta berdevam, İleri fikirli üniversite talebelerinin pek çoğu fese boykot / ederek, fötr gapka giymeye başlamışlar - bile. Bunlardan — biriyle / tanıştırılmıştım. Beni Şamın en büyük seyahât acen- tağarından birinin önüne götürerek vittindeki resmi / gösterdi ve: “Biz DEREM doğruluğuna / inanamıyoruz, dedi. / Geniş teşkilâta — sahip - bir Amerikan havayolları kumpanyasına ait olan bu afişte kalpaklı, sakallı, çekik gözlü bir baş ve yalan yalnış bir Süleymaniye Camii vardı. Altın- da gu ibare: “Tayyarelerimiz İstan- buldan da geçer.” Beni buraya geti- ren bu samimi Suriye münevverine, maalesef inkılâplarımızın büyüklüğiy- le mütenasip propaganda yapamadı- Bımızı, memleketimizi — turistik - bir bölge haline elan getiremediğimizi i- tiraf zorunda kaldım. Türkiye hak- kında gerek coğrafi gerekse sosyal bakımdan en ufak bir bilgiye bile sa- hip olmadığını açıklayan kumpanya- nin mümessili sözlerimi - tatminkâr bulduğundan bu mânasız ve gülünç afişi vitrinden çıkarmak nezaketini | gösterdi. * Büyük Türk ve Müslüman kuman- danı Salâhaddin-i Eyyubinin Şamdaki Türbesi onun azametiyle kıyas edile- miyecek kadar bakımsız ve harap bir 'erde. Hattâ, ziyaretine giderken, bu hrin yerlisi olan şoförümüz, dar ve sokaklar içinde bir kaç defa yo- u sormıya bile mecbur kaldı. Türbe- 'nin bahçesinde yanyana ve demir bir parmaklık içinde 3 ve 8 mart 1914 tarihlerinde Mısıra giderken şehit dü- şen Üç Türk tayyarecisinin; Yüzbaşı Fethi, Mülâzımıevvel Sadık, ve Yüz- j Yeni Neşriyat "İşte - Babdli,, Matbaa teknisyenlerinin yerinde bir teğebbüsiyle uzun zamandan beri intişar etmekte olan “İşte Babılı".adındaki kaymetli eser ikinci elldini kârak etmiş- ür, özenilerek işna edilmiş bir yapı (Türklerden kalmadır) şeklinde bir cevapla karşılaşırsınız ve Şamda da, nerede emek görseniz Yazan : Orhan Karaveli başı Nuri beylerin mezarları var. Bu kahramanlara üç dört adım mesafe- deki -maalesef- bakımlı olmıyan tür- besinde Salâhaddin-i Eyyubi, meddini Zenginle yanyana ebedi uy- kusunu uyüyor. * Bugün, Suriyenin siyasi hayatında 'tam bir sukünet mevcuttur ve hükü- met oldukça kuvvetlidir. Bu süküne- tin doğmasında ordunun siyasetle uğ- raşmaktan imtina etmesi belirli bir rol oynuyor: Zaim, iktidara gelir gel- mez, kendisine mareşal payesini ver- miş ve cumhurbaşkanı olmuştu. On- dan sonraki darbenin kahramanı "be ba" İâkabiyle maruf Hınnavt, Erkânı. harbiye Başkanlığiyle, ve Edip Çiçekli ise bu makamın reis muavinliğiyi iktifa etmiştir. Fakat dolaşan söylen- tilere bakılırsa iktidar gene, Edip Çi- çeklinin elindedir. * Halep'in ağırbaşlı ve asude bir ha- N var. Tarihi ve meşhur kalesindeki minareye çıkıldığı zaman şehrin son derece geniş bir saha Üzerine yayıldı & farkediliyor. Fakat beldenin en bü- yük hususiyeti pek monoton bir gö- Tünüşü olmasındadır. Kültür bakımından oldukça iyi bir durumda olan Halep yeni yeni gelişen bir Teknik Üniversiteye, bir Amer kan Köllejine, muntazam tedrisatlı liselere sahip bulunmaktadır. Son z: manlarda ise geniş bir ilk öğretim faaliyetine girişilmiş ve şehrin bir kaç yerinde örnek ik okul binaları açılmıştır. * “Yazımıza son verirken, Suriye top- rakları üzerinde dalgalanan bir Türk bayrağının mevcudiyetinden bahset- meyi vazife telâkki ediyorum: Bu bayrak Halep'e 270 Km. mesafede ve 'aber Kalesi mevkiinde — Süleyman Şahın Türbesi üzerinde dalgalanmak- fta ve bu Türk toprağını bir manga Mehmetçik gece gündüz beklemekte- dir. YENİ İSTANBUL Ölümünün 50 nci yıidöpümünder İHAN askerlik tarihine, büyük, bir zafer kadar şanlı olan, Plev 'ne müdafaasını kaydettiren Gazi Osmân Paşa, 1832 de Tokat'ta doğ- du. Yağcıoğulları denen fakir bir ai- leye mensuptü. Hayatını kazanmak Üzere, çoluk çocuğu ile beraber, İs- tanbula gelen babası, Onu Beşiktaş Askeri Rüştiyesine verdi. Osman Nu- ri, Askeri Rüştiyeyi bitirdikten son- Ta (1844), Askeri İdadide — okudu. Huradan Harp Okuluna girerek 1853 'de mülâzim (teğmen) rütbesiyle me- zun oldu. 1853-1886 Kırım Harbi hazırlıklar zırasında, Mülâzim Osman Nuri Efen- di de erkânıharp (kurmay) yetiştiril- mek Üzere ayrıldı ve Rümelideki orduya gönderildi. Osmanlı devletinin harbe girmesiyle (29 eylül 1853), On- man Efendi de muharebeye iştirak etti; Gözleve (Öpataria) savaşların- 'da (mart 1855) mühim yararlıklar gösterdi. Hizmetlerine mükâfaten bi- Tinci mülâzim, sonra da yüzbaşı ol- du. Kırım Harbi bittikten sonra İstan- bula dönen Yüzbaşı Osman Nuri E- fendi, Erkânıharbiye Dairesine me- mur edildi (1857). Ertesi yıl Kolağı S1 () oldu. 1859 da Anadolunun hi ritasını almağa memur edilen ve Bur- a cihetinden işe başlayan heyete iş- tirak etti. 1861 de, TTesalya Yenişehrinde bu- Junan fırkanın kürmay başkanı oldu ve bu arada / binbaşılığa terfi etti. Bundan sonra Cebel-i Lübnan'a tabur Kkumandanı olarak gönderildi. 1866 da Girid'e izam edildi. Burada gösterdiği değerli hizmetlerle — Serdar-ı-ekrem Ömer Paşanın takdirini kazandı. Sı- Tasiyle kaymakam (yarbay) ve mi- ralay (albay) oldu (1868). Sonra Ye- men'e gönderildi. Yemen'deki savaş- larda büyük başarılar gösteren Mi- ralay Osman Nuri Bey, terfi ederek Mirliva (general) oldu. 2 temmüz 1876 da Sırplar, Osman- h devletine harp açtılar. Vidin ko- mutanı bulunan Osman Paşa, bunü haber alır almaz Sırp hududunü geç- ti. İzvor tepelerini ve Zayçar kasa- basını işgalde büyük başarı gösterdi; ”Amerikanın Sesi,,nin türkçe neşriyatı stüdyosunda Tarihte mağlübiyetle bit- miş öyle müdafaalar var- dir ki, bir zafer kadar şanlıdır. İşte Türkün, des- tani bir hamasetle biten Plevne müdafaası da bunlardan biridir. Yazan: M. Şakir Ülkütaşır Gazl Osman Paşa 'nin idaresinde bulunan Sırp ordusunu fena bir bozguna uğrattı (7 ağustos 1876). Bu muvaffakiyeti üzerine ken- disine müşirlik (mareşallik) rütbesi verildi. 1877-1878 Rus harbi çıktığı zaman, Osman Paşa, yine Vidin'de - bulunu- yordu. Moskof ordusunun — Ziştov'u geçmesi Üzerine, Plevneyi (2) müda- fan emrini aldı ve 19 temmuz 1877 de Plevneye geldi. Plevne dolayları Rus orduları ta- rafından sarılmıştı. Kasabanın bida- yette yalnız Sofya yolu açıktı; sonra. bu nokta da kuşatılıp tıkandı. Osman. Paşa, önce Rus kuvvetlerini mağlüp etti; Birinci Plevne muharebesini ka- zandı. Fakat biraz sonra — muhasır burada, ekserisi Rus - komutanları: Rus ordusu, Rumen kuvvetlerile tak- Plevne kahramanı Gazi []sman Paşa viye edildi ve Osman Paşayı şiddetle tazyika başladı. Bunun üzerine Os- man Paşa da Plevne sırtlarına çekil- di; tam bir müdafan tertibatı aldı. Plevne 250 bin kişilik bir. düşman ordüsiyle sarılmıştı. Osman Paşanın Maiyetinde ise 60 bin Türk süngüsü vardı. Osman Paşa, en kötü şartlar altında ve çok llstün kuvvetler kar- gısında Plevneyi tam dört buçuk ay Müdafan etti; dayandı, kahramanca döğüştü. Osman Paşa, bu müdafaası | ” esnasında bir taraftan yardım görme- di. Osmanlı sarayı, bu hamaset lev- hasının sade bir seyircisi olarak kı d Rusların bütün teslim tekliflerini reddeden Osman Paşa, nihayet 15 a- zalık 1877 de bir çıkış hareketi yap- mak istedi. Fakat şayıca kendi kuv- vetlerine pok faik olan düşman or- düsünün muhasara hattını yaramadı Siperlerde bir er gibi dolaşır ve dö- Züşürken hain bir kurşun onu aya- | #andan yaraladı. Elinde kalan bir a- | vüç kahramanın beyhude yere kan- larını da dökmek istemiyordu. Or- düsüna tesllim olmak emrini verdi. Kendisi de Plevnenin - yaralı olarak içinde bulunduğu - küçük bir evinde, Üç Rus generali tarafından ziyaret 've esir edildi, Şanlı Plevne müdafaasının Avru- pa umumt efkârı üzerinde husüle ge- tirdiği büyük akisler münasebetiyle bizzat cepheye kadar gelmiğ olan Ruz Çarı II Aleksandr, Plevnenin suku- tundan sonra burada Osman Paşayı nezdine kabul ettiği zaman bu büyük 've kahraman müdafle; — Sizi tebrik ederim. Plevne mü- dafaası askeri tarihin en -güzel bir hâdisesidir. Kılıcınızı kendi. memle- ketinizde gibi şerefle taşıyabilirsiniz! Dedi; ona kılıcını iade etti ve ken- disine hürmet gösterdi. Gazi Osman Paşa, esir olarak Harkof'a götürüldü ve oradaki esaret hayatında da ihti- ram gördü. Plevne etrafında ve sonra yakın- Jarında birincisi 20 temmuz 1877 de, ikincisi 30 temmuzda, üçüncüsü de A0l 1877 de (ki, buna altı gün muharebesi denir) olmak Üzere Üç, muharebe cereyan etmiştir. Osman Paşa, bu üç savaşta da zafer kazan-) mış, Rusları yenmiştir. Üçüncü zaferi kazandıktan sonra kendisine “Gazi' Unvani tevcih olunmuştur. — Plevne muharebeleri Ruslara 55 bin, Rumen- lere 10 bin ölü ve yaralıya mal ol- muştur. Türk ordusu ise 30 bin şehit ve yaralı vermiştir. Plevne müdafaa- Sı, cihan askerlik tarihine, — kaza- nanların değil; kaybedenlerin bir za- feri olarak geçmiştir. Gazi Osman Paşa, mart 1878 için- de Rusyadan İstanbula döndü. Halk tarafından büyük bir tezahüratla, karşılandı. IT. Abdülhamid, ofu doğ- ruca saraya davet etti. Ertesi günü de Hassa Müşirliğine getirdi. 9 ha- ziran 1878 de Mabeyin Müşiri oldu. 5 kasım 1878 de de, Mabeyin Müşirli- l uhdesinde kalmak üzere, Serasker- liğe tayin olundu. 1885 senesine kadar bu vazifede kaldı. Seraskerlikten çe- kildikten sonra, Mabeyin Müşirliğini muhafaza eden Gazi Osman Pa 1897 Yunan Harbi sırasında müfet- tiş mfatiyle — Selâniğe — gönderildi. Harpten sonra tekrar müşirlik gö: revlerine döndü ve bu vazifede ölün- ceye kadar kaldı. Gazi Osman Paşa, yıllardan beri çekmekte olduğu göğüs darlığından 4 nisan 1900 (23 mart 1316) tarihin- de vefat etti. Öldüğü zaman 68 yaşın- da idi. Vasiyeti üzerine Fatih türbe- sinin bahçesine gömüldü. Gazi Osman Paşa, yüksek mane' yat sahibi, kahraman ruhlu bir asker, temiz ahlâklı bir insandı. Çocuklarına bile hürmetle muamele eden bir baba idi. TT. Abdülhamid, onun koca bir memleketi dolduran şöhreti karşısın. da dalma Ürkmüş, - tevehhilme düş- müştür. Plevne i0üdafaasından Dzı'lle imizden bir sahne BAKİM U bakım kelimesiyle ben, “ihti- mam,, dan, hergeyin bakımından, 'i tutulmasından bahsetmek istiyo- Tüm. Pransizcadaki “Entretien” ve almancadaki — “Unterhaltung,, ün i- fade ettikleri mânada — bir “bakım, Kastediyorum. — Bu . mesele, - bizim memlekette ehemmiyetle ele alına- cak bir dâvadır gibi geliyor bana. * Bundan bir hayli sene evvel, An- karanın daha yeni, pırıl pıril parlak; yepyeni olduğu devirlerde de oraya giderdim. Sonra İstanbula dönünce, burası bana yıkık, âdeta viran bir hal arzederdi. Kaldırımlar sökülmüş, daşları yamrı yumru; — parmaklıklar kopmuş, parçaları ” çarpık, çurpuk; duvarları çatlamış, — tuğlaları delik, deşik!. Dışardan bakınca bu muazzam gehir, güzel sahilleriyle adamın yü- züne gülerdi ama, içerisi - birazıcık “bakımsız, gelirdi bana... Hep düşü- nürdüm: Ankaranın asfaltında çat- lak yok, çukurlar yok, kaldırımında yamrı yumru yok; binaların da de- lik deşik düvarları yok.... — Parmak- Jıkları kopmamış yerinde, bahçeleri de tertemiz.. Her taraf derli toplu, 'bakımlı,, yepyeni! Darısı İstanbulun başına diye içimi çekerdim... Adeta İstanbulün — hesabina — kıskanırdım. Ankarayı, * Eskiden Ankaraya sık sık gider- ken; bu defa arası biraz uzadı. Fena bir tablatim vardır. Etrafıma — hep alıcı göziyle bakarım. Üstünkörü ne bir iş görürüm; ne de etrafima ka- yıtaız kalırım... İşte bu âdet sürük- lemesiyle yine etrafımı etraflıca göz- den geçiriyordum... Bu sefer, Ankara- mizla İstanbulumuz. arasında bir benzerlik, Ankaranın da — İstanbula benzemek Üzere olduğunu / seziyor- dum! Ziraat Bankasının önünden ge- gerken başımı şöyle bir yukarı kal- dırdım. Geniş saçakların ” kenarları gürümüş, parçalanmış, biraz daha böyle bırakılırsa döküm döküm ola- cak. Daha ilerde, başka bir binanın pencere kepenkleri yumrulaşmış, du- varları çatlamış.. — Böylece — bırakıl- miş.. Kaldırımlar çöknüş, çukurlar peyda olmuş, Yenişehrin yeni mahal- leleri de “bakımsız,, eskimiş; bahçe- lerin parmaklıkları kopmus, — devril- miş, boyunları bükük yerlere yatı- vermişler... * Yukarki satırlar tesadlifen Ani ra Üstüne düştü.. Halbuki dâva bir bakım dâvasıdır. ve umuümldir. Yok- | #a bir şehir, bir mahalle, bir ev, bir dükkân meselesi - değildir. “Bakım- #iz, kalan her yeni şehrin bile, her- geyin olduğu gibi yeni kalamıyacağı, bir gün harap bir hal alacağı mu- hakkaktır. Yenisini yaptığımız her: seye, mütlaka senelerce temiz kalma- #ı, çökmemesi için önceden bir *ba- kım” bütçesi de ayırmak Jâzımdır. Bu her yerde, her işde şarttır. * Bir gün bu güzel İstanbulda me- rak edip dolaşırken, en mütena cad- delerimizde bile, — başımızı / kaldırıp Yazan : Kenan TEMİZAN camına kâğıt yapıştırılmıştır.... İçek riye girersek merdivenler kırık, pare maklıklar sarsaktır... Kapıların tok- sakları bazan da yoktur! Kocaman inaların, muazzam kapıları ekseriya oyalarını atmış, sanki metrük bir haldedir.. Bu mühteşem - binaların abdesthanelerine girersek, ekseriya mustukları kopmuş, — aifonu kırılmış ve böylece bırakılmıştır. Bir gün, parklarımızdan birindeki kanapelere bakalım; Boyaları döküle müş, kolu, kanadı. kopmuştur. — Bir Bün, yenice sayılacak asfalt dediğimiz caddelerimizde ayak oynatalım; mut- lak koca koca çukurlara saplanırız... Bir gün yeni gelmiş otobüslerimize binelim; camı kırılmış, nikel pencere- deri paslanmış, file rafları yırtılmış- tır... Evet bir gün, bir gün... nereye baksak hemen hepsi “bakımsız”, kı- mk, yüzüstü birakılmıştır. * Her işin, her şeyin mutlaka —her zaman yenisini yapmak zordur. Ya para yoktur, ya mevzuat müsalt de- ildir. Halbuki yeninin çabuk eski- memesini, dökülmemesini sağlamak hem daha ucüz, hem daha kolaydım. Fakat bu mühim bir “hüner,, ve “sis- lem işidir. Eğer her sahada “ba- kım,, meselesini“yeni kuracağımız bir iş gibi ele alır ve bunu bir “pren- sip,, olarak kabul edersek işte o za- man apartmanlarımızın, pencereleri- mizin cephesi de, içi de yüzümüze güler; kırık cama kâğıt yapışmaz, Sıvaları çatlamış duvarlara, saçaklar Ti kopmüş . damlara, kolü kanadı kopmuş kanapelere rastlamayız! Et- rafımızın “ahengi,, terbiye sistemimiz üzerinde iyi tesirler yaratır; — daha “derli toplu,, insanlar olmamıza yar- dim eder! Ve en mühimmi; milli ser- vet heba olup gitmez!.. Çünkü, “bas kımsız,, lik yüzünden harap olan her şeyin yerine konması için sarfedilen paralar, sokağa atılan servettiri. * Bu acı hakikatin, acılığı nispetin- de önüne geçilir bir mesele olduğu muhakkaktır. Bu “bakım,, işine baş- ka memleketlerde verilen değer o kadar büyüktür ki, belki bana - bu satırları yazdıran; O muazzam ba- kam işlerinin; ihtimamın içimde ya- rattığı bir kıskançlıktır. Ben, koskoca, saray gibi bina cep- helerinin sabunlu sularla yıkandığır 'Ya; muazzam banka binalarının, en alt bodrum pencere parmaklıklarının parlatıldığını, sokaklarda asılı koca- man Jâmbaların, mütehassıs Jâmba silicileri! tarafından — sık sık *temiz- | dendiğini; apartman sahiplerinin pen- | çerelerini her sene boyatmaya mece bur tutulduklarını, müessese ve dük- kân cephelerinin mütemadiyen göz- den geçirildiğini, umumt bahçe — ve park sandalyelerinin her ilkbaharda, boyandığını, tamir edildiğini, on se- ne bile işliyen otobüslerin, dün fab- rikadan çıkmış gibi yepyeni tutul- masının sağlandığını ve daha neleri, neleri gözümle gördüğüm içindir ki, içimden gelen bir kıskançlık kıvilcir mi bu yazımı ateşledi! Her iş için önceden ayrılacak — bir göyle bir etrafımıza bakalım: Müt- | “bakım bütçesi, Sistemli ve proge Tete Babilli” matbancılık- teknifini Her akşam Türkiye saatiyle 19.15 te başlıyarak yarım saat devam eden “Amerikanın Sesi”nin türkçe neşriya- Jaka © koca apartman pencerelerinin | ramlı “bakam, gayreti, — gehirlerin Saredern gekilde İzah eden makslele- | nn hazırlanması ve yayınlanmasında Amerika Birleşik Devleti a yedi Türk yardım etmek | L nn yüzü dış tarafları yağmurla, rutubetle bo- | yüzünü gülüdürür. Ve partallığı da Bizae, Türkiyede bu meyzuda mühim bir | tedir. New-York'taki “Amerikanın Sesi” stüdyosunda, ön sırada oturanlar soldan sağa Ü çanda ayı bir rütbe di Şimdlki “Be. | Yalarını kaybetmiş, kara tahtalar ha- | ortadan kaldırır. Kasında tuttuğu düret yola inzimamen, | döğrü şunlardır: Sadi Koylan: Tercüman-spiker; Ne neşriyat Sekreteri; İsmall Torun: | yüzbaşılığa tekabül eden bu rütbe, Bal: | İlne gelmiştir. Cemiyet terbiyesinde, milli serve- a mecmua tabı nefmeslinde göstenizi Arka niri “Amerikanın Sesi” programları Şefi Foy Köhler | kan Harbinden sonra Kaldırımıştir. Şöyle idari işlerle ilgili resmi bi- İ tin tasarrufunda büyük rol oynuyan #üizlikle de dâvasının hakiki bir. mü: Ankaradaki Amerikan Büyükelçiliği Kültür Ataşeliğine tâyin — edilen | , (2) Plerne. / Sofyanın 148 kilgmetre | nalarımıza bir göz atalım, —mutlaka | "bakım, meselesi Üzerinde ehemmi: pörarani a v daann ee maağgrn n 'r'e veda ederken görülmektedir. Arka sıranın solunda görülen üç kişi program şefi Ali Kayaalp, | sabağır “Bu meşhür. müdafansiyie 'cb | düvarları dökülmüş, — sıvaları çatla- İ yetle durmak yerindedir. kanaatin- ederiz. | muharrir Raif Erişken ve Yazı İşleri Müdürü Mehmet Batur'dur. Kan harp tarihinde yer almıstır. mış, çok kereler kırılmış bir pencere | - deyim. ivri sakalı, behemehal kolalı gömleğiyle ve oto- | — | doğruldum. Sen, evin içinde idi. Merak ederek Behçet Bey kendi yatağından korkuyordu. | — | izzet ve ikballe — çünkü hünkârın Adeti böyle Ahmet Hamdi Tanpınar mat - tavırlariyle bir kuklaya — benziyen adam odamdan çıktım. Bu müthiş bir şeydi. Mi, — uzakça bir yere nefyini beklerken onun aa B K rlEğ kendisini her gün en aşağı otuz aynada seyre- Behcet Bey, benim odamın karşısındaki ko- Nihayet kararını verdi. Odanın bir köşesin- ölümünü haber aldığı anı, Atiye Hanımın bu ha- . derdi. Yaşamadığı zamanını ise hiç olmazsa eli | —| ridora açılan geniş odada yatıyordu. Ses oda- | — | de Üzerinde çiltçilik takımları duran — masaya | — | beri aldığı zaman gehresinin sararışını, yangın. aat birden sayardı. dan geliyordu. Koridora girince, odanın kapısı- | — | doğru yürüdü. Sandalyeye oturdu. Kalın göze | — | dan sonra, o vakte kadar her şeye Tağmen, ha. takımın başı ucunda, çok uzaklardan gelen dal: | İ celik entarisiyle kanapeye oturmuş, kısa kollariy- | —| akdığı, adını bile okumadığına emin olduğum | * kahayı bütün ömrünce süren blr Itaatle öderen . galar gibi kırıldığını düyardım. Henüz hakiki ma. | —| le bir türlü Jâyıkiyle kavrıyamadığı tanburunu | — | eski bir kitabın dağınık formalarını. dikmeye | — | bu Kadının kendisiyle bir daha, bir çift kelime Dı ın kıler Basını bilmediğim, fakat o tenha Saatlerde her ge. | —| Zıplaya *ıplaya çalarak, Mahur besteyi, Şerife İ —| basndı. Ben biraz daha bekledim. Bciki daha İ —| konusmamasını evin İCinde Si DU Böle gl yin Üstünde olduğunu ve her şeyi beraberinde alıp | —| Hanımın bana, karısının ağzina sön nefesiyle |— | fazla Kalırdım; o kadar kendi içime — dalmiş- |— | bi yaşamasını, hulâsa hepsini hatırlamışta. Bür D zi Sasir aa lş beraber tıkadığını söylediği bu acayip eseri söye | —| tim ki.. Fakat birdenbire gecenin — sessizliğini | —| tün bunlar korkunç. çok Korkunç #eylerdi. Za Çünkü hepimiz, her #ey, dostluklarımız, kederle lüyordu. Ses yavaş, fakat dokünaklıydı. / Belki |— | saat sesleri yıktılar. Evin hemen her tarafından Fakat Göztepedeki tecrübem bununla kal- Fimiz, sevinçlerimiz, Sabihanın — kendisi olmak | — | kanapenin öbür ucunda Atiye Hanımın” - gümüş |— | zaman kendini ilân ediyordu. Beyhüdedir, diyor. | — | madı. O zaman ön altı yağında olduğumu söyi Kitaplarına alt — yapmaktan, —ssat — tami- | —| için çırpınışları, İhaanın kendi kendisini bir imti: | —| cerçeveli büyükçe bir resmini görmeseydim, bir | —| 'du; bütün bu ıstıraplar, unutmalar ve hatırla. İ ; | lemiştim. Gellean üznret yavak Yaveı Tande d rinden ve İstanbula indikçe mezat — yerlerinde Hana banseyen konuşmaları, Atiye teyzemin, Va. | — | de Behçet Beyin yüzündeki o garip Gurgunluk | — | malar, ben verken bepsi beyhededir! hükmünü sürmeye başlamıştı. Saint Angustiri'in öteberi eşya yahut yazma kitap almaktan başka | — | lât Beyin, Şerife Hanımdan dinlediğim Ümitsiz | — | dikkatimi çekmeseydi, 6 kadar — ürpermezdim. Yavaşça odama — çekildim. O zamana ka- İ — | dediği gibi ben de hazların “Kartaca” sını ister hiç bir şey düşünmüyordu. apkları, Mahur bestenin, ben bu hikâyeleri dinler: | — | Hattâ bütün bu hikâyeleri bilmiyen'bir yabancı | — | dar Behçet Beye gülünç ve biçere bir mahlük | — | istemen tanıyacaktım. Niteklm. anlatmaya biş Her sabah muntazam şekilde gazetesini oku- | — | ken hafızamda hakikaten meşketmisim gibi can u, gece yarısı bu halde görmüş olsaydı, şüphesiz | — | gibi bakmıştım. Bunda da haksız değildim. Bu | — | de lüzüm olmayan bir tesadlifle kadın vücudünü, yan, misafirleriyle günün siyasetini — münakaşa | | tanan cümleleri, Behcet dayımın ömrünün yalnız. | — | gülerdi. Fakat ben her geyi biliyordum. insan enkazını, kendi hatalarının bu biçare yı- | İ ilk defa orada tattım. Bu, yirmi bes yirmi alti eden, kendisini Şürayı Devlet âzalığından çıkar: | —| ngi, Süleyman ' Beyin türkülerinde — Sabihanın Odanın bütün lâmbalârı yanıyordu. Ve Beh- | — | kıntısını herkes - bu gözle seyrediyordu. Hattâ | —| yaşlarında genç bir dülla ollu. — Pakat — bana tan İttihat ve Terakkiye düşmanlığı — yüzünden işaretiyle benim için yaşamağa başlayan görme- çet Bey bu ışıkta, ölen karısının resmine, sevdiği, aile içinde ona en müsamahalı davranan — ba- hiç bir şey söylemedi. Sarhoşluk geçer geçmez Bizli ve aşikâr muhalefet yapan bu adamın bir | — | diğim, tanımadığım insanlar hepsi, daha bilme: | | Asikiyle beraber söylemekten — hoşlandığı, önun | | bam bile bu yarım yamalak ve hiç bir hürmet: | — | ielmde garip bir Belik, bi Ravi İrep beğlde diğim, tanımadığım bir yığınlariyle beraber ne: | | ölümünden sonra tenhada kendi kendine”miril- | | siz dostluğu kargılığını beklemediği. bir iyilik | — | Aekın tecrüpcelni aldan eei benenis aai Cemal, oğlum, Bosna - Hersek vilâyetinde re arlığın hangi sahillerinden — koptuğunu danarak bu ölüyü hatırladığı aşk bestesini oku- gibi ona bahşediyordu. — Fakat bu gece - onun bana bu yolu vaktinden çok evvel — kapatmıştı. vali kim şimdi? diye sorduğunu söylersem, Beh. bilmediğim bu dalgalarda idi. yordu. Sırrını yakalamış, bu biçare mahlükun içini ke- Belki de onun azabiyle on gün yerine haftayı cek dayımın ne cins adam olduğunu anlatmış olu O zaman yatağımda / Ürpererek/ doğrulür Müsiki bitince Behçet Bey resmi eline aldı. | — | miren azabı, istirabi. görmüştüm. daha doldurmamışken İstanbula, evime döndüm. Tum zannındayım ründL KS GaRUR SÖGN | bamdldlele | — İ Usun uzum lli O ada döşündüğü, gart bi Behçet Bey ölen karısının resmine bakar. | | Yolda hep Sabihaya artık Jayık olmadığımı dü: Behcet Beyin, mühtelif merakları arasında | — | ymucizelisini, Sabihayı, onu tanımak ve sevmek | — | Meyi ne kadar iştiyordum. Nihayet başını sal. | İ ken elbette bütün evlilik hayatım, evleneceği | —| şünüsordum. Artn Ona hçn gamsaki di ballar ciltçilik ile saat tamiri tlk safta gelirdi. Onun için |— Taa aat ae aüşü ea ladı ve yavaş yavaş. yerinden kalktı. Konsola | — | günlerdeki o bir bakıma haklı tereddüdünü, ilk | —| myacaktım. Aramızda bir şey yıkılmış gibi ge köşkün onun oturduğu odalarında © iç bayıltıcı ç £iderek orada gözlerden birine resmi kilitledi. | — | günlerin hayal sukutunu, babasına — varıncaya | — | Tiyordu. giriş kokusu hiç eksilmezdi. Vaktiyle mabeyin « Biandhul, 'ber 'hatıra kitabasda "SAMMAHI. apla, Fakat anahtarı Üzerinde bıraktı. Sonra odanın kadar karısını bir türlü ona lâyık görmeyen Bununla beraber herkesin geçtiği bir yol- fası olan küçük sofada ise küçük bir masa üze np geçeceğim.” der, Niçin bu hatıraları yazarken ortasında yaj ni bilmeyen hir adam — gibi etrafın bilerek, bilmeyerek kendisine yaptıkları dan geçtiğimi çok çabuk anladım. Sabihayı he- rinde saat tamirine mahsus Aletleri ve çözülmüş | — | ben de onun eibi yapmadım. Halbuki başlarken | | gurdu. Demin tanbur çalarken onu gören bir | — | fenalıkları düşünmüştü. Bunlar gibi Dokter Re- | —| man & ai gvinde gördüme Ve le DaNAREI saatler vardı. Hemen hemen semtte herkes br Kyetim Düyle: $gi. yabancının şüphesiz güleceğini söylemiştim. fiğin evlerine ilk geldiği günü, Atiye Hanımla gibi konuştuk. Bu da ikinci tecrübem oldu. Fa- BAA SÜĞ NL NMN Düt a İşte bu gecelerin birinde Üstüme yığılan bu | — | kat aysı adam, yatağına bakarken — yüzünün | — | yenlden Waşlayan dostluklarını, onu deli gibi K | —| Kat bu emniyet bile beni uzun zamanlar "fa. Gisi de saat ve ayna meraklısıydı. Bu kısa boylu, | — | zaman dalgaları arasında çırpınıp dürürken bir. |— | aldığı ifadeyi Körseydi. Behçet Beyi bir daha | — | kandığı anları, seraya Jurnal verirken Beçirdiği | — | püetierin n ymmiği nn aat gae ada hiç de güzel olmayan, daha ziyade eski elbiseleri, | — | denbire içeriki odadan bir tanbur sesi işiterek | — İ unutamaz, öna ömrünün #onuna Kadar acırdı. | — | tereddütleri, bü Şümnalla — yakibini göyle (Devanı vat) 181 182 138 154 135

Bu sayıdan diğer sayfalar: