6 Haziran 1939 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 12

6 Haziran 1939 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 12
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

ME EEREZ HER AKŞAM BİR HİKÂYE Rasim uzun bir bekârlık hayaltın- dan sonra nihayet evlenmişti. Karısı Mebrurenin göze çarpacak hiç bir gü- zelliği yoktu. Ev işlerinden de pek o kadar ânlamazdı. Karı koca kendileri için elverişli bir apartıman bulmuşlar, buraya yerleşmişlerdi. Rasim bütün bekârlık hayatını eğlence âlemlerinde, âşk maceraları peşinde, içki sofrala- rında geçirmişti. «Huy canın altında- dır» derler, Rasim gene, şöyle kaçamak tarafından eğlenceler, arkadaşları ile içki âlemleri yapmak istiyordu. Fakat Mebrure ona göz açtırmıyordu. Otur. dukları apartımanın tam Karşısında büyük bir ev vardı. Burada Rasimin eski arkadaşlarından Hamidi oturu- yordu. Hamdi ellisini aşkındı. Sekiz sene evvel karısı ölmüştü. Bir daha ey- lenmemişti, Yaşının ilerilemiş olma» Sına rağmen Hamdi genç bir bekâr hayatı geçiriyordu. Bazen Rasimle karısı Mebrure 80- kakta Hamdiye ras gelirlerdi. Bu tesa- düflerde karı koca Hamdinin yanın- da daima tanımadıkları bir kadın gö- rürlerdi İşte böyle zamanlarda Mebrure he. men kocası Rasimi dürter: — Görüyorsun ya arkadaüm Hamadi- nin geçirdiği serseri hayatı... Şunun haline bak bir kere... Bu da yaşamak mı sanki? Etrafını bir takım dalave- reci kadınlar sarmış, aptalı mahvedi- yorlar. Bir onun hayatını, bir de && nin muntazam yaşayışını düşün. Sa- adetinin derecesini anla... Kiymetini iyi bil... Yoksa seninle evlenmeseydim sen de o serseri bekâra benziyecektin.. derdi. Mebrure Hamdinin ismini «serseri bekâr. koymuştu. Hamdi çok içki içen bir adamdı, Arasıra evinin sarmaşık- Jarla süslü balkonuna küçük sofrasını | kurardı. Rasim penceresinden arka- daşın'ın masa başında kadehine attı. ğı küçük buz parçalarının pıriltısını #arkederdi. Hamdinin önündeki çeşid Ççeşid mezelerin ne olduğunu uzaktan keşfetmeğe çalışırdı. Bu sırada karısı Mebrure odaya gi- rince hemen Rasime sorardı — Ne 0? Gene gözlerini karşıya dik- mişsin... Yoksa o senin serseri arkas daşm gene raki mı içiyor?... Mebrure böyle söyliyerek pencereye yaklaşırdı. — İşte bildim... İyi keşfetmişim... Herif gene sofrayı kurmuş Fakı içiyor. Şu adamın hâline bakın. Bu da hayat mi?... Mebrure bundan sonra kocasına dö- ner; - Şu adamın geçirdiği hayatı gör de kendi haline bir yiyip bin şükret... Eğer ben seninle evlenmemiş olsay- dım senin de akibetin bu idiişte... $ofraları başında sürünüp gidecektin. Saadetinin kıymetini anlıyorsun ya... Rasim karısının bu sözleri karşısın» da: — Doğru doğru karıcığım... Hakkın ar... Der boynunu bükerdi. Karı koca bâzen gece yarısından çok sonra bir otomobil gürültüsile uyanırlardı. İkisi de meraklı insanlar SERSERİ Rakı | oldukları için pencereye o köşarlardı. O zaman ekseriya gördüklesi manzara Şu olurdu. Karşıki evin kapısınıri önün- de bir otomobil durmuş... Bir adam Sallana sallana, yalpliyâ Yyalpalıya Otomobilden çıkıyor ve eve doğru yü- rüyor... Kapının tam yanındaki sokak fenerinin ışığında bu adamın komşu- İsrr Hamdi olduğunu görürlerdi O zaman Mebrure: — Bak herif gene sabahlara karşı evine dönüyor. Şimdi rica ederim sen Şu adamın yaşayışına hayat mı der- sin? Nerede senin muntazam yaşayı- şın, nerede bu adamın serseri, sefil hayatı... Bir de sen benim'kadrimi kıyı metimi bilmezsin... Saadetinin dere- cesini anlıyor musun? Bundan sonra aklını başina topla anladın mı? Bak $eni ne akibetlerden kurtardım, Sen | meğer dünyanın en talihli adamı imiş- | sin. Başına «devlet kuşu» konmuş da haberin yok... Benim gibi bir kadına düşmemiş olsaydın halin haraptı | Lâkin yavaş yavaş Hamdinin kom. ! şuluğu Rasimin râhatını kaçırmağa başlamıştı. Meselâ Rasim Sofrada sap gibi tuzlu olmuş bir yemek için — Karıcığım bu yemek bir parça tuzlu olmüş!... Demeğe kalksa Meb. rure hemen cevabı yetiştirirdi; — Vay efendim vay... Yemeği beğen. mediniz demek... Kendi'elimle pişirdi- gim bu güzel yemeki tuzlu buldunuz öy- le mi? Acaba benimle evlenmeseydin, arkadaşın Hamdi gibi bekâr olsaydın bunu da bulabilecek miydin? O serse- ri arkadaşın bu yemeği bulabiliyor mu dersin? Geçen gün çöpcü o herifin çö- pünü alıyordu. Tenekesine baktım. Tekmil konserve kutuları ile dolmuş. Zavallının sıcak yemek yediği yok... Hep konserve, konserve... Bir de sen önüne getirilen bu sıcak yemeği be. genmiyorsun ha... Biraz arkadaşının | haline bak da ibret al... Sasdetinin de- recesini anla öyle olur olmaz şeylere kusur bulayım deme... Anlaşıldı mı? Rasim hemen: Anlaşıldı karıcığım!... kaşayı keserdi. Mebrure, Rasimin frenk gömilekleri- ni çok fena ütülerdi. Ekseriya gömlek- lerin yakasını ütü ile sapsarı yapardı. Rasim bunları görünce bazen: — Ah Mebrureciğim... Gene gömle- gimin yakasını sarartmışsin!... diye- cek olsa Mebrure küplere binerdi — İşte nankörlük diye buna derler.,, Ya arkadaşın Hamdi gibi bekâr olsay- dın da yakası iki parmak yağlı pis, kirli gömleklerle gezseydin... Bir kere onu düşünsene... Vallahi geçen gün O serseriye kapının önünde ras gel. dâim. Gözüm gömleğinin yakasına İliş. ti. Kapkara idi. O ne sefil, o ne perişan giyiniş... Pantalonunun paçaları ütü- süzlükten soba borularına dönmüş. Üst baş toz içinde... Kimbilir elbisele- rinin kaç aydanberi fırça yüzü gördü. ğü yok... Bir sen kendi kılığına kıya- fetine bak, bir de bekâr arkadaşının üstüne başına dikkat et... O zaman kadrimi kıymetimi bilir, saadetinin derecesini takdir edersin... Artık evin içinde Rasim hiç birşeye itiraz edemez olmuştu. Gözüne batan en büyük kusurlar karşısında Mebru- re hemen Hamdinin hayatından mi- saller alarak kendisine cevap veriyor- ve sözlerini; — Bir onun hayatını gözünün önü. ne getir, bir de kendine bak, kadrimi kıymetimi anla... diye bitiriyordu. Rasim hiç bir şeye ağız açamaz olmuş- tu. Nihayet bir gün arkadaşı Hamdiye gitti, lâf arasında ona rica etti: — Kuzum Hamdiciğim... Eğer im. kânı varsa sen buradan taşın... Hamdi arkadaşının bu sözlerine hay- rel etti. Kendi kendine; — Acaba Rasim beni karısından mı kıskanıyor? Yoksa Mebrure de bana i der müna- ARKARAŞ karşı bazi gizli temayüller mi gördü... Ben de o çaçaron kadına bakar mıyım sanki? Şu insanlar ne tuhaltır!.. Ma- amafih zaten buradan da memnun değilim... Esasen taşınmağa niyet edi- yordum. 'Taşınırım vesselâm!... Diye düşündü. Hamdi başka bir ye- re taşındı. Rasim rahat etti mi dersi- niz? Ne gezer?... Gene eskisi gibi za- vallı adamcağız neye itiraz edecek ol- sa Mebrure hemen cevap veriyor: — Unuttun mü seröeri arkadaşı- nın halini... Ya ben seninle evlenme- seydim? Sen de onun akibetine uğra- mıyacak mıydm? Hikmet Feridun Es Bu akşam Nöbetçi eczaneler Beyoğlu ciheti; İstiklâl caddesinde Dellâsuda, Yüksekkaldırımda Vinko- pulo, Mis sokağında Limonciyan, Fi- Tuzafada Ertuğrul, Pangaltıda Nar- gileciyân, Kurtuluş caddesinde Kur- tuluş, Galata Mahmudiye caddesin- de İsmet, Sariyer: Asaf İstanbul tarafı: Fatih; Şehsndeba- ginde Asaf, Karagümrük: Arif, Emin- önü: Bâhçekâpida Mehmed Kâzım, Bukırköy; Terziyan, Aksaray: Zİ, Nuri, Fener; Emilyadi, Kumkapı: Lâ- lelide Haydar, Küçükpazar: Hikmet Cemil, Samatya: Kocamustafapaşa- dâ Riğran, Alemdar: Ankara çadde- sinde Arif Neşet, Şehremini: Ahmed Hamdi, Kadıköy: Muvakkithane caddesin- de, Halid, Üsküdar: İskelebaşında Merkez, Heybeliada: Halk, Büyüke- da: Şinasi Rıza, Ortaköy, Arnavutköy, Bebek, Bey- koz, Puşabahçe, Anadoluhisarı, Ta- rabya, Yeniköy, Emirgin ve Rumeli- hisarındaki oezaneler her gece açıktır. A İstediğiniz edeli BİR OTOMOBİL YY Na Mütehassıs kimyagerler tarafından senelerdenberi tetkik ve tetebbü edilen ve bütün dünyada tesir ve faydası mühim olan tamamen yeni bir Keşiftir. Püskürtmeye lüzüm yok Yakmak lüzumu hissetmez Hiç bir zahmeti yok. Yalnız odanızın veya elbise ie çeri. 28 bir Hlmiyamda kâfidir. Sizin başka bir meşgaleniz olmadan asılması İamin vazifesini kendi görür. Kürkleri, elbiseleri, çâmaşırları halıları vesâireyi tahrib eden GÜVELERİ kökünden Sam ein Yemek salonuna, yatak lili banyo Delal kind; aptesanelere koyacak olursanız SİNEK, SİYRİSİNEK ve bütün haşaratı uzaklaştırdığı gibi fena kokuları da izale eder. Sari hastalıklar mikroblarını taşıyan haşaratlan korunmak için EVİNİZE, APARTIMANINIZIN içine bir veya bir kaç Eczanelerde ve büyük Bakkaliye mağazalarında satılır, İspençiyari Deposu: Şark Lâboratunrı T.A.Ş. İstanbul Terika No. 25 Amma... Belki de bu kadar çok çektirdiği için seviyordu onu, Bazan bu öfkeli taşkıntıkları günlerce sü- rerdi; o vakitler ihtiyar nineye, Ç0- cuklara karşı hoyratlaşır, köpeği ça- pasile, ya da bir tekme İle koğuverir- di. Amma işin iç yüzünde, böyle yap- mak ta onun âcısını, azabını bir kat daha arttırmaktan başka bir işe ya- ramazdı, İşte harman sonunda, gene böyle bir nöbetinin tuttuğu sıralarda idi ki, pirincin ölçeklenip paylaşılma zama» nı geldi çatlı. Bir kere daha tek başı- na mahsulü toplamak için âidinip durmuş, oğlunun, bir de, iki gün ka- dar gelip onlarla çalışıvermiş olan ak- raba komşunun, az buçuk yardımı İle bütün işleri bitirmişti. Artık şimdi, dövülüp brzırlanmış olan pirincin or- takça paylaşılması kalıyordu. İçinin, etinin açlığı, yakıp kavuran ateşi ile, sanki kadına, kalbi deşilmiş meydana çıkarılmış gibi geliyor ve her gördü. gü şeyden yaralanıyor, inciniyor, çok- luk farkına varılmıyan nice şeyleri hemen seziyor, bunlardan büyük mâ- nâlar çıkarıyordu İşte böylece cinsiyet isteklerinin elinde oyuncak olduğu günlerin birin- de, avlusunda, dövülmüş tanelenmiş pirinç yığınının yanıbaşında kâhyayı görüverdi. Ayakta duruyordu. Adam, boylu poslu idi, sırtındaki elbise, gü- müşi ipeklidendi, Güzel bir yüzü atıl- gan girgin bir hali vardı. Kadının zih- ninden çıkmıyan, o yapmacıklı nezâ- keli, gene pek üstünde idi. Kapakları $iş şiş ve düşük gözlerinin, garip ba- kışlarile onu süzüyor, ve bu gözlerle onun hakkında, kocasının başka di- yarlara gittiğine, bir tü de dönmek bilmediğine dair epey şeyler duymuş olduğunu anlatıyordu. Kadının gene o günü, içi öyle dolup taşıyordu ki, adam birçok şeyler sezi- yordu, hem o; yalnız kalmış bir kadını görür görmez, için için «acaba nenin nesidir bu? Aklı nerdedir? Soyununca ne biçim birşeydir?» diye düşünmek- ten bir türlü kendini alamıyan mayâ- da erkeklerdendi. Kalıbına kıyafeti. ne, kelli felli bir adam gibi gözükme- sine rağmen tam bir köpek huyu var- dı onda, Yapmacıklı nezaketle rine, hoş ve güzel sözlülüğüne rağmen çifçiler onu hiç ser- mezlerdi; bir dediği olmayınca veya istediği bir şeye, karşı konunca, onun koca boyu ile, iki yuroruğunu beline köyup öyle bir dikilişi vardı ki, iç yüzünün ne kaba sert bir şey oldu- gunu sezen zavallılar bir bakıma da, ondan çekinir, korkarlardı. Hele göz kapaklarını kaldırıp da, o hain hain bakan simsiyah gözlerini insanin üs- tüne bir dikti mi... «Peki!» demekten başka çare kalmazdı. Bazen de onunla gülüşüp şakalaşılırdı. Çünkü çekişme. den istediği pay verildi mi, ağızlarına bir parmak bal çalarcasına, onlara takılır ve öyle hoş şeyler söylerdi ki, in- sanın ne kâdar da canı gülmek iste- meşe, gene de sırıta kalırdı Işte o günü, korasız kalmış oldu. ğunu öğrendiği ananın evine geldiğin. de de gene pek keyifli idi. Büyük oğ- lana gülerek: — Tarlada şücak, senin gibi ka- ca bir yiğit varken elbette anan, baba- nı aramaz... diye bir iltifat savurdu. Oğlan da, çelimsiz vücudile iki yana sallanarak, utana böbürlene — Zaar (zakir) öyle... Ne varsa yapıyorum işte, dedi, Sonra da bü- yüklerden örnek aldığı gibi, «hark tüs diye tükürdü, sıska kollarını be- line dayadı ve kendini tam, «olmüşs bir erkek yerine koydu. Adam güldü, sanki çocuğun bu ha- line karşı, arayla birlik olup eğlenmek ister gibi anlayışlı gözlerle ona baktı. Kadın da kendini tutamadı, gülü; sedi, Her geçici misafire, .âdetli 7: ten-, bir tas çay pişirip ikram etli, Kâ- seyi uzatırken bu güler gözlere o ka- dar yaklaşmak lâzım geldi ki... Kadın, tâ gözbebeklerin içine kadar bakmak- tan kendini alamadı ve elinde olma- dan, kendi gözlerile de aç gönlünün bütün hırsını, iştahını sezdirdi. Kâh. ya, birçok şeyler sörar ve anlarcasına ona baktı; kadınım sisteğini» hissetti ve tâ iliklerinden kopup gelen bir arzu ile buna karşılık verdi, yüzü birden karardı. Uzattığı tası alırken, $ yanlışlıkla eli kadınıhkine değdi; den irkilen ana, bunun yakıcı sını anladı, Utanarak başını çevirdi, gönül i> kopan çığlığa kulaklarını tıkadı. dı, zahire yığınlarile uğraşmağığın yuldu ve birden kendi kendinden nı karak, usulca oğluna: — Biryol emmioğluna koşu gır gelsin! dedi ve çılgınlığını yat mak için de: «O gelirse. yürekli, temiz komşum gelirse düşündü. Amma kendini beğenen, n oldum» diye burnu şişen çocuk, ş “e ediyordu: İyi — Ben varım ya anam. e ben... Ben olduktan sonra, şunu ne edeceksin! diyordu. v Kâhya kaba kaba bacaklarını 5 rek kahkah güldü. Çocuğun toy nu cana minnet bildi: — Elbette ya, aferin sana oğl! Sen varken başkalarının . yar anan ne yapsın! dedi, Bu lâftan yüz bulan oğlan an da: «Emmloğlumuz gelse fena olmal deyişini pek yarım ağız buldu ve! — İstemez anne! Kimseyi çığı cağım. Çocuk değilim ben. Yet artık, dedi. Ölçekleri kaptığı gibi kabara, pirincin başına geçti, cağızın içi pek rahat değildi ağ! : İşe şeytan karışmıştı artık, sesini karmadı, oluruna bıraktı, j Mahsulün opâaylaşılma işi biti ? bir. ölçek de kendi elile doldurup çal dan kâhyaya vermek istedi ise$ adam büyüklük taslıyarak bunuf ı madı, üst dudağını uzun uzun S© ; ladı ve kapı saçağ'ının altında bufğ « sallabaş nine ile çocuklardan bağ , kimse olmadığı için, istek dolu ba larla kadını tepeden tırnağa kadari rip garip süzdü. Göz boyamak içimi | şöyle dedi; — İstemem, dünyada e, yalniz bir kadınsın, kocan gi Bütün bunlar senin kendi elinin di. gi... İstemem. Mal sahibinin payi alıyorum... Çünkü ben de emir yum... Kendime gelince... Olmaz... la um kadınım.. Helâl saymam . dedi, Ve ana birdenbire korktu; içini $ ran tatlı, ateşli isimsiz bir şeyler tında ezile büzüle, «âdettir, ille gibilerde zorladı durdu. Adam, eli kadının eli de ikramı itti ve âni bir haröketle, kel ne diye uzatılan, pirinç dolu a ananın sepetine boşaltıverdi. Kadında, arık zorlıyacak takat gi mamıştı. Adamın, terbiyeli nazik # leri, güler yüzü, temiz gümüşi piril elbisesi altında öyle grip bir © zibe ve kudret gizli idi ki, şu ışıl sonbahar güneşinde kadıncağız bu-ezici büyünün ateşten dilile oki nıyormuş gibi oldu. Tıpkı yeni yeti bir kız gibi, başını eğdi, ve sustu. © pirinci öepete boşalttıktan sonra lerek, selâmlar vererek, Uzuklaşırk de, ağzını açıp bir şeytikler söy medi. Esmer çiplak ayakları delik deği koca çarıklar içinde, dimdik kala muştı... Sade yamalı hırkasının eteği ni birteviye bürüp duruyordu. Anca, “9 arludaği çıktıktan sonf gözlerini kaldırdı arkasından o bakli adam da tam, o dâkikada başını dg virmiş ve bu bakışı görmüştü. Se verdi, ve tekrar güldü. Amma öyle haf bir gülüştü ki bu, kadın dayar mayıp başını kaldırdığına, iş işti geçtikten sonra, bin pişman oldu. Oğlu, güle sevine:; — Yaşasın şu adam be anam. iyi. yürekli imiş, gördün mü? Hiç şi diye kadar, böyle, hakkını almıyi duydun mu sen? Ben işitmedim def rusu... diyordu. Kçdın birşey demeden, aklı biraz z vel olup bitende, dalgın dalgın muti ğa doğru yürürken de arkasından a tu: — Söylesene anam, ne iyi yürek adâmmış değil mi? dedi ve hâlâ BÜ karşılık âlamayınca da, sızlandı: İ — «Anne, ünne be...» diye haykırdii Ana birdenbire titredi ve acayip telâşla üst üste; erme -NEdMM ı , : (Arkası v

Bu sayıdan diğer sayfalar: