November 7, 1940 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6

November 7, 1940 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Bahife 6 Yeni ahbabım Rakım Rifat o günü beni akşam yemeğine davet , Kalktım, gittim. Rifatın evine fik de- fa geliyordum. Karısı ile de henüz o âkşam tanışmıştım. Nimet çok güzel bir kadındı. Bühassa ağzı, bembeyaz ye son derece biçimli dişleri göze çar- piyordu. Evin içinde ince zevkli bir elin herşeye dokunduğu âdeta hisaedi- #iyordu. Yeni ahbabımın karısı her ba- kımdan mükemmel bir ev kadını tesi- rini uyandırıyordu. Uzun uzun, Öl#- den beriden, muharebelerden, daha birçok şeylerden bahsettik. Bu 1 ki- şilik ailenin henüz on beş on altı ya- şında bir de evlâtlıkları vardı. Genç kadın söz arasında: — Aman, dedi, hizmetçi, aşcı der- dinden bıktım, uzandım. Bü evlAtlığı- mız bana ev İşlerinde yardım eder. AAşçımız yoktur. Zaten ben yemeğe fevkalâde meraklıyımdır. Kendi ye- meğimizi kendim pişiririm. Başka türlü yapmama da İmkân yoktur. Ri oturduğu yerden karısının Sözlerini tadi etti: — Evet... Karım yemeğe son derece meraklıdır. Fevkalâde lezzetli yemek- ler de yapar. Biraz sonra göreerksin Hole bir patlıcanlı çömlek keda- ir, O et pamuk gibi ağzında . Karım mutfağa girdiği daki- en böyük bir sanatkâr wlerini, kepçelerini, tuzn, , larını kullandığı gibi zevkle, Adeta bir sanat heyccam içinde kul- lanır ve hakikaten de ortaya gayot #waitkörana yemekler çıkarır. Bir müddet sonra sözlerimin delillerini Yemek odasında göreceksin... Kocasının bu mübalâğalı karşvında Nimet: Aman Rifat, dedi, medh edip fazla şimarlma,.. em ser beyefendiye benim © yemeklerimi o tarzda an ki korkarım kendile- ri apframıza oturdukları zaman büyük bir hayal sukutuna uğrayacaklar... Genç kadın bundan sonra bana dö- merek — Hakikaten efendim, dedi, yemek yapmasını ben pek severim. Lâboratu- ar gibi tertemiz bir mutfakla, yemek pişirme sanatının bütün inceliklerini göstererek çalışmak, ortaya iştiha ve- Pici, lezzefii yemekler çıkarmak bir ka- dın için hakiki bir zevktir. Yerimde gülümsedim: — Ne kadar Iyi. Yeryüzünde bü- tün g*nş ve asri kadınların bu işin varmalarını erkek mideleri- nin aslimeti namına temenni ederim, Diideme pek düşkün bir adam değilim- dir amma o gece bayağı merek etmiş- tim. Acaba bu derece medhedilen ka- dinin yerekleri nasıl şeylerdi?.. Belki de hayatımda yemediğim dünyanın en lezzetli, en nefis, en güzel yemekleri. Ri 0 gsce tatmak nasip olacaktı. Bu- in sofraya oturacağımız dakika - şözleri beni o dereçe bi derin bir heyecan içinde iple çeki- yordum. Nihayet: Buyrunuz sofraya... dedikleri za-| man farkında olmayarak yerimden biraz bızla ve telâşla fırladım. Sofra hakikaten pek sünatkirane bir tarzda tansim edilmişti. Bana gösterilen ye- re oturdum. Nihayet derin heyscan- larla beklediğim yemekler birer birer | &ofraya gelmeğe başladı.İlk teşrif eden zifatin bir müddet evvel methet-| tiği palızcanlı çöplek kebabı 1d, Man-| z"rasından pek güzel bir çeye benzi-| yordu amma acaba lezzeti nasıldı? Tubağ'ma çatalımı vzatırken dota pek dehşetli bir polis romanının Son #ahifelerini okur gibi büyük bir me- rak içinde idim. Naml merak etmiye yim Xi, bana o kadar ballandıra bal. İandıra anlatılan maeşbur patlıcanlı çömlek kebabını lezzetinin derecesini YEMEKLER Bin bende yaptığı tesiri yüzümden anlamağı, çalışıyordu. Nihayet daya- mamayıp sordu: — Nasıl birader? Büyük bir samimeyetle osvap ver- dim; — Fevkalâde birşey... Şaheser bir yemekli... — Sözlerimde mübalâga yokmuş de- BU m1? Methatmekte haklı imişim... — As bile söylemişsin... Bu sırada genç kadın Âdeta mahcu- bane bir tarzda gülümsüyor: — Hakikaten maheup oluyorum... O kadar fevkalâde birşey olmamış... Size lezzetli geliyor sanırım... diyordu. Klısanlı kebaptan #onra sofraya bir sebze geldi. Bu da son derece gü- zel pişmişti. Sebzeden sonra gelen bö- rek de bir harika di Fakaten son 4ofraya getirilen mahallebinin lezseti- n! hayatımda unutamam... Rifatıh karısını can ve gönülden tebrik ettim. Evime döndüm, Bundan sonra Rifatır evine yemeğe giden her misafirden Kimetin methini işitiyor- dum, Herkes genç kadının yaptığı ye- meklere hayran oluyorlardı. Bir gün masamın başmda çalşir- ken tanıdıklarımdan bir zat beni zi- yarete geldi. Bu pok meraklı, her- kesin hayatının hususi taraflarını öğ- renmeği pek seven bir adamdı. Gülerek yanıma yaklaştı: — Senin Rifat adında bir arkadaşın var deği m1? — Evet, dedim, hattâ karısı gayet sözel yengek pişirir. Bu sözüm üzerine o kahkahalarla güldü. — Sen Rifatla yeni tanışmışsın.. Halbuki ben onu yıllardır bilirim, Üz- telik şimdi onların apartımanının üst Kalında oturuyorum. Dün sabah genç kadının kocasma şöyle bağırdığını ku. Jaklarımla işittim: — Haydi bakalım Rifat.. Akşama misafir var.. Mutfağa gir.. Bir paf- beanlı çömlek kebabı, bir sebze, bir börek bir mahallebi yap... Yemeklerin her zamankinden iyi olmasına dikka? et. Yoksa karışmam ha.. Rifat da buna! — Peki kafıcığım.. diye cevap ver- di. O nefis yemeklerin hepsini Rifat yapıyor, fakat bu işin şerefini de karı- 8 üzerine aliyor. İşin garibi yapmadı- ğı yemeklerden dalayı Nimet kocasına kendisini medih de ettiriyor, Hikmet Feridun Es Posta itihadına dahli olmıyan ecnebi memleketler: Seneliği: 3600. alta aylığı 1000, üç aylığı 1000 kuruştur. 7 — Heme 156 8. G0. | İki Ak. Yet, B.1157 149 659 09,4212,00 133 Va, 4,58 6,38 1158 14.41 18,59 1833 İdarehane: Babıâll ciyarı Acımusluk sokak No. 13 l Gaziantep Fıstık üretme küçtür, basit bir çatal darbesite öğre- istasyonunda yeni binalar niverecektim. Çatahımı ağzıma götürdüm. Daha “ik | bir ihraç mahsulü olan Gazlantebin en verimli ve kaz en. lokmayı yerken yeni ahbabım Rakım! ni bir şekilde üretilmesini, her sene Rifat yerden yöğa kadar hak verdim.) Ağuma götürdü lokma onun an- lattığı gibi dai ermişti, O ne güzel pişmiş, ne pamuk gibi et parçası idil... Patlıcanların lezzeti.. Ya patlıcânla- rın lezeti,.. Yalnız bunun için uzun bir makale yazabilirdim. Bu esnada Rakım Rifat karşımda mahsul vermesini, hastalık vo ariza- (lannın giderilmesini fern! bir şekilde | tetkik etmek maksadile (iç sone evveli | Gazlantepte bir fıstık Üretme istas- yonu açılmıştı. Burada 80 bin liraya jinşa edilen büro, ve memur evlerinin açılış tören! cumhuriyet bayramının birinci günü geçit resmini müteakip Eözlerini bana dikmiş, yediğim yeme-İ yapılmıştır. Tefrika No. 150 Yirmi senedenberi kendine «Sa- rıyasıt Paşazade Raif beyefendi hazretleri dedirten ve bu ismi be- nimaiyen adam bu «Bedri efendi> hitabı üzerine titredi. Azametle ba- şını kaldırdı. Meydan okuyan göz- lerle karşısındakine baktı: i Kadın: — Artik size fazla sualler sörme- yacağım... Bu kadar uzum zaman s#htekârlığınızı belli etmemek için ne gibi cürümler işlediğinizi ve da- vada galebe çalmak için de neler Yaplığınızı öğrenmeğe çabalamıya- ceğım.. Maamafih, davayı açanlar boklu inişler... Şimdi, söyledikleri- nizin bir kısmına inasyorum... He- le Röoifin katili olmadığınıza büs- bütüm inanmak İstiyorum... Zira öğ- —.—. luna, babasının katili bir adamın| kızını almak bana pek güç gele. eski, Sesini yükselterek; — Sizi adalete teslim etinemek için sizden neler istediğimi 'söyliye- yim, dikkatli dinleyin... Esrarlı Yüzü k Nakleden; (Vâ - Nü) Bedri Yelkenli: — Beni adalete teslim etmek mi?... — diye acı bir istihza ile gü- Hümeedi. — Biknem bunu yapabilir misiniz?... Zira, böylelikle yalnız ben değil, siz de mahvolursunuz... Oğlumuzun sandeti, sizin narmısu- nuz, Fennozların ismi... Hepsi, hep- #i uçuruma yuvarlanır. Galibe: . — Sözünüzü bitirin de ne demek istediğinizi tamam anlıyayım... De- mek istiyorsunuz ki, elinizde mek- tuplarıta var... Bunları aleyhbimde kullanmakla beni tehdid ediyorsu- nuz. Erkek, sıçradı. — Hayır efendim!... Ben centil menim Ben Sarıvasıf o Paşa ailesini; efli bir evlâdıyım... Böy- le bir silâhı kullanamam... Hakikaten de böyle söylüyordu. Her şeye rağmen ruhunun esaletini bütün hareketlerinde belli ediyordu. — Mektuplardan dolayı merak | KITAPLAR - | | Son Sadrâzamlar Ahmed Fethi paşa mı, Fethi Ahmed paşa mı - Fethi Ahmed paşa Viyanaya sefareti mahsusa ile mi olarak mı gönderilmişti ? Bu kıymattar kitabın 5 inci gahife- sinde (M. 1835 - M. 1251 senesinde asakiri hassa feriki Ahmed Fethi pa- şanın sefareti mahsusâ İle Viyanaya Izam) edildiği beyan ediliyor. Paşanın vazifesi Avusturya Imparatoru birinel Perdinandın cülüzunu tebrik ve baba- sinin vefatından dolayı taziyet resmi- ni ifa etmek imiş. Vakanüvls Lütfü etendi dahi tarihinin beşinci elidinde (sahife 6) bunu öyle anlatıyor. Fakat bu ifade, müşarünileşhin hakikl! memuriyeti neden (baret olduğunu göstermiyor. Çünzü Ahmed Fethi de- gil, Fethi Ahmed paşa Viyanaya dalml Ikame$ elçisi olarak tayin edilmişti. Devlet O seneler Avrupanın büyük nada maslâhatgüzarlıkia edilmekte olan Yanko Marroyan! be- yin yerine de Fethi Ahmed paşayı da- Iml ve mukim elçi olarak intihap et- mişti, Hattâ o sırada İstanbula gelmiş, sultan -Mahmudun huzuruna çıkmış ve murasan iftihar nişanile taltif odii- miş bulunan Mavroyani beye padişah bu kararını bizzat haber vermiş oldu- Bu gibi, Viyanada Fethi Ahmad paşa- ya her suretle yardım etmesini, dipio- matlarla olan münasebetlerinde nasıl davranması lâzım geleceğini öğret- mesini ve yeni setirin yerleşmesi için mükemmel ve devletin şanına lâyık bir dalre ihzar eylemesini tenbih et- miti, Bunun Üzerine Viyanaya dönen Mavroyani bey Viyanada prens N. Es- terhazy'nin Maria HUf mahallesinde Şönbrun sarayma giden yol üstünde- ki muhteşem sarayını beğenmiş ve bü- tasını senevi yirmi beş bin Florine 15- ticar eylemişii, Bu sarayın etrafında pek lâtif bir bahçe İle müteaddit ara- lıklar ve sarayın içinde pek maşhur birçok tabloları Bayt bir galeri, müte- nddid geniş galanlar ve odalar vardı, Bu salonların hepal mükemmel döşen- i Bunlardan başka, sarayda balo ver- meğe mahsus bir salon bile bulunu- yordu. İşte Osmanlı elçisi ve maiyeti Viyanaya geldikleri vakit bu saraya yerleşmişlerdi. Âlİ paşa merhumun gölgesi altında bütün gün fransizcaya çalıştığını haber verdiği meşhur ağaç / 9 sarayın bahçesi içinde idi. Şu halde Fethi Ahmed paşa Viyanada tesis olu- jean daim! sefarele birinci olarak ta- | yin edilmiş ve orada (EH. 1253) sonesi- jne kadar kalmış mülim bir elçi idi, Âli paşanın Viyana kon- feransına murahhaslığı İ Mahmud Kemal inalın Kitabinda | (sahife 12) şöyle deniyor: «kirim /muharebesinin hitamila mukaddematı İ sulhiyenin mürakeresi için ÂN paşa Viyanada İnlkad eden konferansa (1885: 28 Cemarlslâhır 1271) de mu- itahhas tayin kılındı. Recebin on üçüncü günü Viyanaya mütevoceihen hareket elti Şu satırlara göre All paşa Viyanaya gittiği zaman Kırım muharebesinin bitmiş olması lâzım geliyor. Acaba ha- kikat öyle midir? Bundan başka o 3a- tırlardan Al paşanın gittiği koni ransın kaçıncı olduğu anlaşılmıyor. Viyanada evvelce inuhtelif zamanda iki defa konferanslar toplanmıştı. Şu halde Âli paşa Viyanada üçüncü defa açılmış olan konferansın murahhas olarak göndermişti. Bu konferansm birine! içtlmaı (15 mart 1855) te vu- kus gelmiştir. Bu ve onu takip eden Gelzelerde Osmanlı devleti namına Vi- yana sefiri Arif efendi bulunmuştu. NAM paşa isa konferansın ancak O ni- san 1838 tarjhindek! içtimn:nda hazır ceğim... Size teslim edeceğim... niz rahatlasın... Alıp buradan gö- türün Galibe, bu hareketten memnun olarak: — Ben de sizden daha »z Âlice- nap olmak niyetinde diğilim... Şart- larımı dinleyiniz... - dedi. — Buyurun... Dinliyorum... Fa- kat bu şartları kabul etmiyeceğimi peşin haber vereyim. — Kabul etmeniz izap eder... te şartlar... — Neymiş? — Raife sid malları Mahir devredeceksiniz... Bunu da acele yapacaksınız... Zira sıkıntı içinde- İer... Bu adam şayet ölmediyse, kızına olan muhabbetinden dolayı diri Onu yetim bırakmak istemi- yor... Fakat vicdan azabı içinde kıvranıyor... Çünkü size haksız yere dava açtığı kanaatinde.., Maceracı adamı — Bu hassas düşünceleri bir ta- rafa bırakalım... » diye istihza ile gülümsedi. Galibet — Ve bu işi yaptıktan sonra, bir daha Türkiyeye dönmemek üzere J etmeyin... Şimdi gidip onları getire-| Türkiyeden ayrılacaksınız... Meselâ payıtahtlarında dalmi birer sefaret te-| #isine karar yermiş olduğundan, Viya-| istihdam ! | beye MECMUALAR | yoksa daimi elçi İ bulunabilmiştir. İ © günlerde Osmanlı ordusunun bir İ kısmından başka müttefik Fransız 70 İngiliz orduları Kırımda harbediyorlar ve Sıvastopolu zaptetmeğe son derece bir şiddetis uğraşıyorlardı. Sardenya devleti de yardım için oruya bir firka asker göndermişti (Kânunusani 1855). Şu halde All pa- sa Vİyaneya gittiği vakit Kırım muhâ- rebexi bitmiş değil, bilâkis pek ziyade kızışmıştı. Âli paşa Wiyanadan döndü. Bü vakit de Sivastopol henüz zaptadil- memişti, Bu meşhur kale Âli paşanın İstanbula avdetinden dört ay sorradır| İki peik çok zahmet çekilerek ve zayiat İ verilerek — fethedilebilmişti, — (EZİĞİ 1855). Şu tafsilAta göre Âli paşanın (Kırım muharebesinin hitamı üzerine mukad- dematı sulhiyenin müzakeresi için Vi- yanada toplanan konferansa gitliğini) söylemek nasl doğru olabilir? Üçüncü Viyana konfe- ransı niçin toplanmıştı mukaddematı sulhiye ne zaman imzalandı? Bizimle müttefik devletler bir saat evvel Rusyaya sulhu kabul ettirmek istiyorlardı, Bu maksadla Arusturya- İnn da askeri muavenetini temine ça- Hışıyorlardı. Fakat Ayusturyayı bu muâvenetten Prusya devleti menedi- yordu. Nihayet bu muavenetten üml- din! kesen Fransa imparatoru üçüncü Napolyon, Sardenya krah ile ittifak etmeğe teşebbüs etmişti. Ancak böyle Tefrika No. 120 Diye söylenerek, kemeri açtı. İçin- den baş on kuruşla bir iki altın çıktı migti, Me yılda bir kere, bir savallmın canini yaktım... Yaptığım iş, ürküt- We dostuma ipekli bir yaşmak bile ala- mam, Diyordu. Kemeri bir çukura fırlattı. Paraları cebine koydu. Arsadan çıka- rak, yola düzüldü. Çallı Mehmed Beyazıda doğru yürü- dükçe, göğsünü okşayan serin bir rüz- gür, İstanbulun bu maruf serserisini çabuk ayıltmıştı. Mehmedin aklı başı- na gelince düşünmeğe başladı: — Bon ne yaptım? Âşık Garib öl- düyse, kurtuldum demektir, Fakat, öl- mediyse, benimle beraber meşhaneden çıktığını aseslere söyliyecek, Yeniçt- riler ben! derhal yakalayıp xindana atacaklar. Ve arkasına bakmadan kaçtı, Gün- derce, halfalarom meydana çiktmadı, kendi semtinde görünmedi. Hamam Xülhanlarında, kahve (o peykelerinde yattı, i Âşık Garib meydanda oz we a Biz gelelim Âşık Gariba, Zeyrek kahvesi sahibi Aslan dede, ö gün ve o gec Âşık Garibin görün- mediğin! ve eve de gitmediğini görün- isminde birine meseleyi açtı: Bizim Âşık Garib dündenbe meydanda yok. Başına bir felâket gel- mesin?... Yakup uyanık bir adamdı. Aslan dadsze sordu — Kiminle gezerdi Âşık Garib? — Çallı Mehmed isminde eski biz denizci ila arasıra dolaşırdı. Fakat, bu sefer kiminle ve nereye gittiğini bilmiyorum. Yakup, Çallı Mehmedin adını du- yunca şüpheye düştü: — Bu herif, hırsızın biridir. Âşık Garipte para umarak, kendisini bir meyhaneye sökürmüş olsa gerek. He- bir itiifak Aruaturyanın menfaatleri. ne uygun düşemezdi. Zira Sardenya bizimle va müttefik devletlerimizie böyle bir ittifak yapacak olursa ileri- ds toplanacak kongreye iştirak eyler ve orada İtalya milli ittihadı mesele- #inl ortaya çıkarabilirdi. Bu sebeple Fransa ve İngilterenin Sardenya İle Itfifakına mani olmak için Avusturya Başvekil kont Buol üçüncü Viyana konferansını top.a- Fakat bu konferansa Londra- dan glen İngiliz Hertciye Nazırı lord John Russel ile Fransa Hariciye Nasır Drotuyn de Lhuys, Rus murahhası Gurçakofu birçok (o mümaşatkirane müsaadede bulunmalarına o rağmen) ikna edememişlerd. Bundan Başka! Avusturya Başvekil Buol'un hakiki maksadı vakit kazanmak ve İşi sürün- cemede bırakmak olduğu anlaşıldığın- dan, İngltere ve Fransa hükümetleri Viyanadaki murahhaslarını geri ça- gırmışlar ve hattâ yumuşak davran- dıkları için istifaya mecbur etmiş- lerdi. Demek ki Fransa ve İngiltere der- lelleri Avusturyanın kurmak istediği dolaba düşmemişler ve Sardenya ile ittifak etmişlerdi. (23 kinunusan! (1886). Bu hâdise fizerine Avusturya devleti Napolyonun ondan başka Le- hislanda ve İtalyada ihtilâllar çıkara- bileceğini de düşünerek telâşa düş-| tüğünden, mesleğini değiştirmiş ve! Rusya hükümetine bir Ültimatem göndererek sulha yanaşmadığı halde| Avusturya ordularının da harbe karı- yazağını bildirmişti. (17 kânunusani ). İşle bunun üzerinedir &i Çar, mu- vatakatini Viyanaya yazmış ve mu- Xaddematı sulhiye orada (1 şubat (1858) tarihinde İmzalanmıştır. baptaki protokolda Osmanlı hükümeti namına (İhsan) isminde bir zatın im- #asmı görüyoruz. Bu İhsanin kim ols duğunu üstad Mahmud Kemal bize habor verecek olursa pek memnun oluruz. Mehmed Ali Ayni vetiniz sizi bol bol yaşatmağa kâfi-| İdir... Katiyen, katiyen Türkiyeye dönmiyeceksiniz, anlıyor musunuz? Bir müddet tereddüd etti. Sonra kararını vermiş gibi: — Masümenin kızınız olduğunu unutacaksınız. * Erkek, titriyerekt — Peki 0)... » dedi, —? — O da babası olduğumu unu- İtacak ma? Galibe, Ihsafsızcat — Bunun için elimizden gelen gayreti | earfedeceğiz! - cevabını verdi. Böyle korkunç bir hüküm yiyen erkek, güldü. — Demek adaletimiz bu... Adli! yenin vereceği kararlardan bunun daha mülâyim olduğunu mu sani yorsunuz? Kızım tarafından nefret edilmemi istiyorsunuz... Adliyenin vereceği her türlü bükümleri ter- cih ederim... Zira, böyle bir nef- rete bir babayı mahküm edemez- ler... Kanunlarında bu gibi bir madde yoktur. Galibet İ — Ben cunutmak» tan bahset, le bir kere tanınmış batakhaneleri araştırayım, dedi. Ve Âşık Garibi İstanbul meyhane lerinde aramağa başladı. Âşık Garib Aslan dedenin kahyoha- nesinden başka bir kahvehaneye gi- demserdi, Çünkü o, kahve (1) tiryaki- siydi. Aslan dede çok Iyi kahve pişi- rirdi. Kahve o devirda bilhassa İstarı- bula yeni girdiği için, herkesin ağzı kahya içmeğe alışmamıştı. Kahveha-| neleri ancak saz şairleri doldururdu.. Yakub ilk önce kahvehaneleri, ondan sonra meyhaneleri aradı. Cincimeyda- nında, Yedikulede, Soğanağada, Ciba- Dide, Hasköyde, hattâ Azapkapıda ve Galatanın bütün çıkmazlarındaki meyhanelerde Âşık Garibi sordu. Hiç birinde izini bulamadı. Yakup en sonra Akbıyığa gitmişti. Buradaki Koçonun meyhanesi Adeta Gayya kuyusuna benzerdi, içine giren olay kolay çıkamazdı. Böyle olmakla barabar, Koço, ne yapıp yapıyor, ba- ranın kapanmamasını temin ediyordu. Gerçi asasbağılar için de İstanbulda böyle bir veya birkaç yere ihtiyaç yok dei Aaesler, aranılan herhangi bir ell-adamı buralarda ellerle koy« muş gibi yakalarlardı. Yakup bütün meyhaneleri aradık- tan sonra Akbıyığa gizti. O göte Koço- mun meyhane kisminda çok kalabalık vardı, Padi; içiyor, (Zarı Susam) şen ve şakrak! sesilo türküler söylüyordu. Yakubu tanıyanlar ilk önce ondan çekinir gibi bir tavırla dik dik yüzüne bakıyorlar. — Birini mi arıyorsun, ağam! di- yorlardı - yoksa sen do buraya bizim Bu) gti eğlenmeğe mi geldin? Yakup pişkin, kurnaz bir adamdı. — Ben de sizin gibi eğlenmeğe dim, Haydi keyfinize bakınız. Cevabın; veriyordu | İ Aşık Garbi o dakikaya kadar kim-| zeye sormamiştı jtim; nefret etmek, lânet etmek mev-! zuu bahis de » Böyle bir işkence jaklımdan bile geçmez... Siz Masu-İriki cürmünüz olamayız. Mahir bi n ye hakkı olan mirastan daha mü lizahta bulunabilirsiniz. Biz onu tek-|him bir şey vermeniz ap ediyor! * meye, işinize gelen her hangi bir zip edecek değiliz... Hakikati biz- den öğrenmiyecektir... Bu takdirde de feci hakikati öğrenmez... Kızı- niz, oğlumun zevcesi olduktan aoü- ra, ar ervetinize varis olmak mevkünden çıkacaktır... Bundan feragat edecek... Oğlum böyle bir seyi ondan istiyecektir... Onun da bu şartı kabul edeceğini takiyetle umuyoruz... Mallarınızı Mahir beye burakmanız keyfiyeti ile bu iş onun nazarında biribirini itmam edecek. irak'taki işlerimizi siz yürütmüşü- nüz. O servet hakikaten sizin sayılır. Arzunuz veçhile kullanırsınız. Mukatabı müstehzi hissini veren ,bir tebessümle gülüyordu. Devamla: — Beni anlamadınız... Şunu farketmeniz lâzımdır: Ben karşınız-| da ne hâkim, ne de intikam alıcı bir irsan vaziyetindeyim... Siz, mace- ralar yaratmış bir insansınız... Bu! emsalsiz sergüzeşte mümkün merte- |nuz? ba mülâyim bir bitiş bulunuz. — Mülâyim bir bitiş?... Yoktur. Yazan: İSKENDER FAHREDDİN Çallı Mehmed fena halde hiddetlen-| cuk tüğüm kurbağaya değmedi. Bu para/lamayınca meraka düşmüştü. ce, saeabaşının adamlarından. Yakup! Hİ hiç bir zaman eksik olmaz. Hele ÂŞMİ İsdam. O İstanbula geldikten son/f | öleki saa şatrleri müşterisiz kaldılar, ın (İçki yasağını kar.|le: dırmak niyetinde olduğu iddia edil. | Ten bir nesnenin içilmesi eniz değildir yordu. Herkes sevinç ve neşe İçinde) Bilhassa cemiyet ile içilmesi de huri” Kendi kendine; — Tuhaf şeyi diyordu - Ba buralarda da yok, Acaba gitti? Yoksa kimseye haber vı memleketine mi yolladın?! Yakub, Âşık Garibi bürkda i ketins giteş bu derece merak cezti, “ Bu sırada yanından geçen, gene nI batakhanenin rakkaselerinden ga adlı bir kızın kolundan çeki: — Buraya gel, beyaz zambak! SÜ ninle çoktanberi şarap içmedik. Olga bu teklifi raddetmedi, Yeni” rinin yanına oturdu. — Artık buralara uğramiar Başka bir yere mi dadandn? ; — Yok canım... İşten, güçten 1 miri kaldırdığımız yok. Şu içki kalksa da, biz kurtulsak. Sözü bana ortalıkta yasak var, Her hanenin zemin katı meyhane Esrar kahvehanelerinde bile içki Mİ Miyor. Yasak, bizim meyhanenin kap 9 dan İçeri girmedi. Girseydi işi harapta. Kims şarkı söyllyecek, Kirli) püramnı alacaktık! — Hakkın var, Olga! Meyhamelef büsbütün kapansaydı, siz ne Yaj nız? Bana kalırsa, bir saz kahvesi gidip orada şarkı söyler, gene para KM zanırdınız! — Şairler yorcası buna müsaade 0 mezâi, Çiçek pazarındaki kahvede Böl gön kavga, dövüş olurdu. — Adam sen de, Onlatın kareli | Garib İstanbula gelelidenberi.. j Yakup bu sözleri söylerken, gözünüN” ucu ile Olganın yürüne baktı. Olga birşey bilmiyormuş g zunu silkereki İ — Evet, dedi, Âşık Garib Şi 1, arma — Lâf açıldı da aklıma geldi, 4 Âşık Garib bugünlerde buralara uğri” madı mı? Olganın yüzünde birdenbire mint” a çizgiler belirdi; — Geçen akşam dümenci Mahmuf? la gelmişti, Bir aralık gözüme i Fakat, ne zaman gittiğini görmedim. © — Ne dedin, Olga... Sarı Mahmud beraber mi gelmişti buraya? — Bvet. Saatlerce onunla beraöff © içti. Hattâ bir arkndaşı daha vardi yanında. Herkes gördü ya... (Sarı SU” sam) da onların masasından ayrılmi” yordu, Yakup, Olganın dilinin altında bif“ şeyler gizlendiğini sezmigti, Genç EA“ dına üss üste birkaç kadeh şarap 18“ © rain öttiklen sonra: — Âşık Garibin o gece buradan Ki * minle çıktığını görmedin mi? Diye sordu. A Olga süzgün gözlerini Yakuba çeri” 1: â — Bana açıkça söyle, aslanım! Ağız Garibi arıyorsun, değil mi? ; i II, EE (1) Kanuni Süleymanın tahta ot8” Taşunun onuncu yılı sanlarında. İstandula ilk defa Şamdan gelen bif tasir kahve gelirdi ve satmağa başl?” dı. Şamlı tacir, kahvenin nasıl kayri” lup içildiğini de göstermişti. Mocalf derhal bu işe el alarak; — Haram” dır. Hahve sekir veriyor, dediler. © devrin en çok tanınmış ul #iyanlara bansemektir, meşru değildife Kahve adlı bu maddenin müsadere 1* imhası lâzimdir.. diye fetva vermişiz | Şarap, göz görmesin diye, sokakta #8 lum İçinde satılırken, kahvenin mef' halk arasmda müthiş bir iptilinm Baf göstermesine sebop dimuştn. İstanbul” da ilk kahvehane, Kanuni Süleymen devrinde (Tahtakalede) Açıldı, Bn” lan sonra, bülün fetvalara ve yassk” lara rağmen, çok kısa zaman içindi İstanbulun he; köşesinde kahvehast” ler açılmağa ve Arabistandan İstan” bula çaral çuval kahve gelmeğe Bat” Tadı, — Evet... assa ki ne ben, 99 de oğlum sırdaşınız, binaenaleyh 49 Gönül rahatı... Ve ortadan kayb?” lumuz. Kızınız sevdiği adarar alam." Bu, size hakkın çarpacağı cezalar" en küçüğüdür... — Ceza mı?... Mademki bu 18 biri kullanıyorsunuz, cezanın sizi tayininizle ve tayin ettiğiniz şekild€ olmasını kabul etmiyorum, hanım fendi... Ayağa kalktı. Bu hareketile, muhavsrenin de vamından bir fayda hasıl olmıy#” cağını göstermek istiyordu. Galibede kalktı. Sapsarıydı. —- Bedri efendi... Bu, söyliyec ğiniz son söz müdür)... Düşünmek için mühlet falan istemiyor mus nuz? Hayır, hanımefendi. — Menfi cevabınızı almam üzeri * ne buradan çıktıktan sonra ne Y8” pacağımı da merak etmiyor muf” ğrenmek İstemiyor mass” nuz? (Arkası var) ZE EĞİL. 1 e TEE İs — - 4 gi ELİMİ ğ 1 İTİN SİSE SİLE SEŞEİLAAÇ 7 ps ELLİE

Bu sayıdan diğer sayfalar: