8 Aralık 1940 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6

8 Aralık 1940 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Sahife 6 HER AKŞAM BİR HİKÂYE Azkadaşım Filmi şoförü sıkıştırıyordu: — Kuzum oğlum... Bizi her halde vapuri. yetiştirmeğe bak... Eğer va- puru kaçıracak olursak işlerimiz alt- üst cldu demektir. Bir yandan du saate bakıyorduk. Vapurun kalkmasına üç dakika var- dı. Hilmi gittikçe sabırsızlanıyordu. Nerede ise kendisini otomobilden aup ya; iske! : uzaktan göründü. bu esnada vapur, sanki bizimle alay ediyormus gibi, ince sesli bir dü- dük öttürerek kalktı. Hilmi: — Yazıklar olsun! o Kaçırdıkl.. dedi. Ben mütevekkilâne boynumu büktü. Otomobilden indik. Bom- boş iskeleye girdik. Gelecek vapu- run kalkmasına tamam bir buçuk saat vardı. Bu kadar zamanı nasıl geçirecektik? Koca iskelede bizden başka kimsecik de yoktu. Denize karşı birer sigara yaktık. Arkadaşım gülümsedi: — Vapur kaçırmak şüphesiz ki fena bi: şeydir. Fakat bazan da in- sanın çok işine yarayabilir. Ben ha- yatımın en heyecanlı, en tatlı mace- rasm bir vapur kaçırmak hâdisesi- Be borçluyum... — Aman anlat şunu... Yoksa bu bir buçuk anat öyle kolay kolay geç- Mez. Arkadaşım tatlı bir hayal içinde imiş gibi: — O ne heyecanlı bir macera idi. Bak dinle.. Harpten evvel uzak bir memleketten | İstanbula o dönüyor- düm. Vapurumuz Cebelüttarık'tan sonra birçok meşhur Afrika liman- larına, bu arada Cezaire de uğrıya- caktı. Bu vesile ile çocukluğumdan- beri merak ettiğim, romanlarda isim.erini okuduğum birçok yerleri gezip görmüş olacaktım. Bunun için yola çıktığımız günden itibaren ken- dim dünyanın en mesud insanı a İdediyordum. Saadetiimin bir kat bir sebep daha vardı: Bu da vapur yı da, bitişik kamaramda seyahat eden mütemadiyen esmer kadındı. Kapkara gözleri, yüzünün ihtirash ifadesila bu güzel Pura ayağımı attığım Üzerine çekmişti. Onur cenubi Amerikalı bir dul ok duğunu öğrenmiştim. o Yapayalnız seyah"t ediyordu. İstanbula kadar gidezek, oradan trenle bütün Ay- #rupayı dolaşacak; sonra da Şerburg limanından bir transatlantiğe atla- Yıp memleketine dönecekti. Çok zengindi. Bilhassa son derecede ne- fis mücevherleri vardı. Hattâ seya- hatimizin öçüncü gecesi vapurda verilen baloda cenubi Amerikalı genç dulun taktığı pırlantalar, inci- İer kadın, erkek bütün yolcuların gözlerin: kamaştırdı. Dul ve yalnız olmasına rağmer hiç bir erkek yol- cv ile aralarında siki fıkı bir arka- danlık göze çarpmıyordu. Halbuki vur vapur yolculuklarının aşk lerinde hududsuz imkânlarla dolu olduklarını söylerler değil mi? Ne gezer? Onun peşir.d. koşanların arasın- da ben de vardım. Vakia bazan ken- i iltifatlarına nail olmuyor de- akat aramızdaki samimiyet tarzda inkişaf edemiyordu. Dansediyorduk. oGü- vertede mehtap safası yapıyorduk. Briç oyunuyorduk. Fakat işte hepsi bu kadar... Bazan vapurun küçük, fakat loş barında, güzel bir musiki dinlerken, yahut güvertede mehtap seyrede ken bu şairane vaziyetlerden iatif de ederek ona aşktan baheetmeğe #yordum. Fakat hemen sözümü ağzıma tıkıyordu. Vapurumuz Ce- zaire geldiği zaman arkadaşlığımız oldukça yoluna girmişti Cezaire beraber çıktık. Ben buraya dair bir çok kitaplar okumuştum. Şehrin ci- varında görülmeğe değer yerlerin hepsini biliyordum. Bunun için Ce- zairi beraber dolaşmağa karar ver- dik. Lâkin ne yazık ki burada uzun müddet kalamıyacaktık. Vapurumuz dört saa: sonra muhakkak Cezair- den hareket etmeğe mecburdu. Gü- zel yol arkadaşımla beraber bir oto- mobile bindik. Burada Elbida deni- len tepeye çıkacak buradan şehri, denizi seyredecektik. Bu tepeden görünen manzaranın fevkalâde ne- fis olduğunu işitmiştim, Otomobili- miz aşağı şehirden, yukarı şehre, es- ki Cezaire doğru bir takım kıvrımlı yollardan geçip gidiyordu. Yanı ba- şında oturan, dizi dizime değen, ce- nub: Amerikalı genç dul bir yandan benim verdiğim kokulu Amerikan sigarasını içerken, bir taraftan da otomobilin penceresinden dışardaki insanlara, sokakları, dükkânlara hayretle: içinde bakıyordu. Onun için burası fevkalâde enteresan, bu- lunmaz bir yerdi, Bir aralık: — Vapurun burada pek az kak ması ne kadar fena... dedi, Bu şe- birde hiç değilse bir i meği isterdim. O kadar şairane bir memleket ki... Nihays* bir kartal yuvasını andı- ran tepeys gelmiştik. Buram şehre ve denize son dçrecede hâkimdi. Te- "pedeki gazinoda birer sigara içmeği İpek arzu ediyorduk. Otomobik dur- durttuk. o Gazinoya girdik. Şimdi Akdeniz ayaklarımızın altında gibi idi. Ona bakarak sizaralarıtmızı tek lendiriyorduk. Düşün bir kere... Yanında güzel bir kadın, çocuklu” Zundanberi merak ettiğin bir mem- leket.. Güneşli bir tepenin üzerinde küçük bir gazinc... Âdetâ zamanın geçtiğine sinirleniyordum. İstiyor- dum ki bu an hiç bitmesini... Karşılıklı lâfa dalmıştık. Birden- bire kalın bir vapur düdüğü ile ken- dimize geldik. Bu, bizim vapurun düdüğü idi. Kalkmasına pek az za- man kaldığı için yolcuları davet edi- İyordu. Sizaralarımızı söndürdük, | kalktık, Otomobile bindik. Yola çik- tık. Karolina — yol arkadaşımın ismi bu idi — otomobilde: — Bazan zaman ne kadar da ça buk geçiyor değil mi?... diye güzel dudaklarını büktü. Onun bu cümle- isinden cesaret almıştım. Tırnakları İkoyu kırmızıya boyanmış küçük elini yavaşça tuttum ve sıktım. Çekmedi. Fakat vr.pura hakikaten geç kal- Mektep maçları Galatasaray, Darüşşafakayı 1 - 0, Vefa, İstanbul maarif müdürlüğü tara- fından liseler arasında tertib edilen futbol şampiyonluğu maçlarına dün Şeref stadında devam edilmiş ve Ga- İatasaray İle Darüşşafaka, İstanbul e Vefa liseleri karşılaşmışlardır. Ta- Jebelerden mürekkep büyük bir kala- balığın alâka ile takib ettiği bu maç- ları sirasile bildiriyoruz. Galatasaray: | faka: O Günün tik maçı Galatasaray ile Darüşşafaka takımları arasında va. pılmıştır. Saat 1330 da başlıyan mü- sabakaya takımlar şu kadrolarla çik- mışlardır: Galatasaray: Nejad « Ali, Ahmed - Basri, Mahmud, Esad - Mehmed, İl- baz, Şakak Neri Nala Darüşşafaka: Vahdet - Mara Turhan - Nuri, Necld, Salâhaddin - ae Ra, Hakem: Şazi Tezcan. Müsabakaya (o Darüşşafakalıların merkezden yaptığı seri bir akınla baş- landı. Galatasaray müdafnasında ke- silen bu re derhal si tarattan dikçe her iki takı- mın da büyük bir enerji ile oynadığı va Üstünlüğü biribirine kaptırmama- ga çalıştıkları götülüyordu, Gnlatasa- 4000000409000020000090003205 scier geçmez... Hep beraber nafile beklemeyelim... iz ben yar yan gidip şehirden size bir otomobil göndereyim... muştk, Yolda tekrar bir düdük sesi işittik. Saatime baktım. o Vapurun tam kalkma zamani idi. Belki de şu anda bizim dönmediğimiz kaptanın —ile nazan dikkatini celbetmişti. Şoföre Biraz hızlı gitmesini söyle dik, Halbuki buna lüzum yoktu. iş- |Çünkü otomobilimiz zaten uçar gi- bi gidiyordu. Bir aralık şoför çetre- fil bir ingilizce ile bize; — Eğer arzu ederseniz daha kes- tirme bir yol vardır. Oradan gide lim... Lâkin çok bozuk bir yoldur... dedi. Razı olduk, Biraz sonra son de- İrecede berbat bir yola sapmıştık. | Otomobilimiz hızla giderken birden- bire müthiş bir sarsıntı... Kazolina- mın yüzü benim yüzüme çarptı. Oto- mobilimiz bir hendeğe O yuvarlan- maştı, Bir mucize kabilinden olarak !hiç birimize birşey olmamıştı. Oto- obilden çıktık. Şimdi ne yapacak” k?... Dağ başında kalmıştık. Şo- ör dedi ki: — Bu sapa yoldan bu tte kim- ESadının Zaferi Müellifi; P. de Couleyain Asırlardanberi, o katoliklik, lâtin ruhunu, ahrete doğru çevirmiş tir. Bu mezhebin felsefesi, genç kıza, münhasıran ahreti kazan mak için dünyaya geldiğini tek kin eder. Ona, insanlık sandeti- ni hor, dünyayı boş, vücadünü sefil, ıztırabı mergüp görmeği aşı- İar, Bu terbiye tarzı, insanı ruhan kesifleşmeğı sevketmektedir. Ame- rikalı kadınsa, bilâkis, bu dünyanın nimetlerinden istifade için doğdu- ğuha, kâinatın faaliyetine işti sonraki hayat için hiçbir hazırlanışı, cennet : asla hevesi yoktur. Zekâsı, her türlü fikirlere karşı açılmıştır. Vücudü, su, hava ve ha- reket sayesinde inkişaf etmiştir. İeri, öğrenilmiş hicaplarla incelmiş ve marizleşmiş değildir. Çırılçıplak aynanın karşısına geçse de en ufak bir. ihtiras duymaz. Güzelliğinden | ona kovuşacağın sakin sakin bek, | sonradan önüne çıkacak! dolayı zevk duyar. Vücutça” Bozul“|lerdi. Halbuki Fransız kızları, aşkı | deritnda tol oyniyacaklardı. Tercüme eden: (Vâ - Nü) mamak için elinden gelen her şeyi yapar. Safiyeti cehalet yüzünden değil, o namuskârlıktan | dolayıdır. «Fena» ve egünahş denen şeylere O enüfliyets ve ekabalıks der. İşte, eski dünya ile yeni dünya arasındaki ruhi fark budur. Ameri- kalılarınki ihtimal, yavaş yavaş es- ki dünyayı da kaplamakta olan ve ileride bütün dünyaya hâkim olacak noktaj nazardır. Assomption müessesesinin tale- besi, ekseriyetle Fransız taşra mu- hitinin © kızlarından (o mürekkepti. Hölâne, bu genç kızlar arasında kendini fevkalâde yabancı bir âlem- |" da himetti. Fransızların hareketle. |eödahenelerde sina mütemadiyen şaşıp durdu. Ha-| yatın esrarına nüfuz etmek için son- | suz hırsları Amerikalı kızın fenasına | gidiyordu. O, aşkı, hayatım iyi pir tezahürü sayar; kendinin de bir gün Yapılacak > başka. Şey yöktu... Fakat vapur?... Biz de şoförle yaya olarak şehre dönmeğe karar ver dik. Yolda bizim'vapurun “bir kaç kere acı acı öttüğünü işittik. Akşam üstü şehre geldiğimiz zaman vapu- run bir seat evvel kalktığını haber aldık, Vapurun acentesi bize şu iza- hatı verdi; — Sizi, kaptan bir satten fazla! bekledi. Lâkin vapuru daha ziyade bekletemezdi. Hareket etmeğe mec- bur oldu... Düşünün, tamamile yabancı bir şehirde vapuru kaçırtıp burada kal- il mak!... Bereket, paralarımız yanı-| mızdaydı. Karolina ile bu yaban: şehirde kendimizi birbirimize «oi derece yakm hissediyorduk. o Genç dul ile çöle yakın bir otelde tamam 20 gün vapur bekledik. Ben de hayatımın en güzel, en tatlı macera” sını geçirdim... Bazan vapur kaçır mak insana saadet getiriyor. Hikmet Feridun Es memnu bir meyva sayıyorlardı. Bir mw i n muhavereleri de bnünla meşgul, Sofular, için, mahrumiyetlere tahammül kuv- veti bulmak ümidile dun ediyorlar. dı. Bu, Hölöne'de gülünç bit çocuk- Allaha hoş görünmek luk intibar bırakıyordu. Bu genç kızlarda fedakârlık, feragat duygu- ları hâkimdi. Amerikalı kız, onları gayanı hayret masal şahsiyetleri ha- linde görüyordu. Bilmukabele, Hölâne de yeni mu- hitinde anlaşılamadı, tenkidlere uğ- radı. Safiyetini hüşunet telâkki et tiler. Mizacındaki istiklâl, fena ter- biye tezahürü sanıldı. Zarnfeti vak- tinden evvel bir inkişaf; ve gıptayı celbeden ipek çamaşırları günah- kârk ve ahlâksızlık sayıldı. Gü- zelliği takdirleri mucip olmuş Herkes bundan dolayı ona bulunuyordu, Fa- kat ©, Assomption'da kaldığı müddetçe bir tek hakiki dost edi nemedi. Bu Fransız ve katolik muhitinde edindiği ahbaplar, sonradan çok ünah. Fakat bütün düşünce-| :, mukad: | Istanbul fisesini 0-1 mağlüp etti İ İ vi tarafın da bü tekim ilk devre didinmelerine rağmen golsüz olarak berabere bitti. İkinel devreye rının büyük tezahüratı mrasında çık- tılar. Oyuna Galafasaraylıların sağ- takımlar tarafdarla- dan yaptığı seri bir akınla başlandı. Dakikalar ilerledikçe İki tarafın da çok güzel oynadıklarını ve tefeyvuku elde etmek için bütün gayretlerini kullandıklarını görüyoruz. Fakat bü- tün çalışmalar netice vermiyor ve mü- dafilerin canalparane oyunları her türlü gol imkânını ortadan kaldırı-İdan yordu. eden Nuri sıkı bir şütle galebesini temin eden golünü yaptı. Vö biraz sonra da müsabaka yapılan bu tek golle ve Galatasarayın galibi-| yelile bitki, Vefa: 5 - İstanbul: 1 Günün ikinci maçı Vefa ile İstan- bul liseleri arasında yapıldı. Hakem Şazi Tezcanın idaresinde esreyan eden bu maça takımlar en kuvvetli kadıolarile çıkmışlardı. Müsnbakaya Vefalların akınile başlandı. Rakiple- rine nazaran daha teknik oynıyan Vefalılar hâkimiyeti kurmakta müş- külâta uğramadılar. Ve İlk devreyi 2 - 0 galib bitirdiler. İkinci devrede de bu hükimiyeti Wame ettiren Vefaiılar İstanbul Hse- müsabakadan 5 - 1 gıbi-açık..bir- sayı dazklle, gelib. gıktir ir, Bugünkü maçların programı FENER STADI: Topkapı - Kasımpaşa (Saat 1 Fenerbahçe - İ. Spor ın Vefa - Beykoz » 5 ŞEREF STADI: Beşiktaş - Süleymaniye , Galatasaray - Beyoğluspor » KARAGÜMRÜK SAHASI; Şişli, Güneş - Ortaköy Galatagençler - Akmspor Karagümrük - Demi ANADOLUHİSAR SAHASI: Anadolu - A. Hisar Alemdar - R. Hisar Beylerbeyi - AMA | Her pazar yemekten evvel, Ak ma'daki protestan kilisesine gider- di. Yemekten sonra, katolik kilise! sini de ihmal etmez, hattâ org re-| faketind: şarkı da söylerdi. Katolik | mezhebinin merasimi onun için sırf bir temaşa mevzauydu. Mâlâne Pariste zamanını iyi ge-| çirmek vaadinde bulunmuştu. Sö- zünü tuttu. Fransız lisanı, edebiyat ve tarih derslerini dikkatle takip etti. Büyük bir İtelyan profesörün- den chant (1) dersi aldı, Güzel ve saf bir sesi vardı; fakat henüz bu seste ruhun sıcaklığı mev- cud değildi. Bunu kendi de hisse- diyor; ümidsizliğe kapılıyordu. On sekiz yaşında, aşk sözleri üzerinde biraz hilekârea mübalâğa yapa: sanatına İfade vermek zaruretimi duydu. i Sophie teyze, yeğsninin o derece arkasında dolaşıyor, onunla meşgul | yozdu ki, bir tek Franstzlada- hi tanışmak. imkânini bulamadı. Haklarında birçok fena rivayetler işittiği için cidden merak ettiği o ni, smarkileri ancak uzaktan görebildi. Bu bir senelik tahsil ve istirahı at, İsenç Amerikalıya pek çok iyilikler İzni 8 Kânunueyvel 1940 Hüsmen dayanamadı: xe — Evet... Evet... Hele sen Die eğil baber mer! Hüsmen relfe Mardi Recep usta donanmadan sai dersen, bütün osmaları gitmiş wi bizimle biraz olsun ko5' a cahl1? O şimdi gelemez dedim. iamıyor musun? Hüsmen dayıyı artık hiç bir ii ret tutamazdı. Kan beynine sişi ta bir kore. Arkadaşına: a Ne mutlu gire! — Neden? Şeyhiniz herkesle konuş- maz rn? — Ne münasebet? Hazreti pir Hü- daverdi herkesle kon taneazil eder mi? Şeyhimiz, sultanımız, efendi. miz ancâk yılda bir kere sizin gibi £fa- nilerle görüşür. Oda çilekeşlere bir kurban aramak maksadile... Aptal Cemal fena bir bakışla mis- Sözle gidin erenleri Fa. — Haydi, - üllere o kadar izahat vermeğe gelmez. Onlar, dalgaların, fırtınaların dostu imiş... Ömürleri denizde geçmiş, Müiskinler yavaş yavaş çekildiler. derviş uzaklaşırken, Hüsmen relsi göstererek söyleniyordu: —Şulrlaa adam,denitdeğöö ölecek. Bulaşıkcı Cemal, Hüsmene döndü: — Duydun ya!... Aptala malim ol- du. Son nefesini denizde vereceksin! | H Hüsmen omzunu silkerek güldü: — Bu, ondan evvel bönim malü- mumdu. Her denizci, sefere çıkarken, denizlerde öleceğini düşünür ve ölüm- den hiç bir zaman korkmaz. Zaten ölümden yılan, denize olur mu? Aptal Cemal dişlerini biribirine yu- rarak, yüksek sesle mırıldandı: — Desen », sen de bizim aptallar- danmışsın! Demek ki, nerede öleceği- a! biliyorsun, öyle mi? — Öyle ya. Bir denizci için, bunu bil- mekten daha büyük budalalık olur mu? Biz denizcilerin mezarı bile yok- tur... Toprağa ağırlık vermemek için, öldükten sonra da denizlerin koynun- ayrılmayız. Aptal Cemal tek gözlle dik dik Hüs- mene baktı. — Sen hangi tarikattansm? — Ben, tarikattan falan anlamam, Haydi, şeyhine bir daha haber ver... Bizi bekletinesin. Alimallah içeriye gi- versem, tekkenizi başmıza yıkarım, Aptal Cemal hiddetlendi: — İnşallah dünya senin başına yıkı- ar da, altında inleye inleye can ve- tirsin! Şeyhimiz, pirimiz hazreti Ah- med Hüdaverdi ile de böyle eğlenirsen, cezanı çabuk bulursun! duğunu söylemişlerdi. Hüsmen kapı aralığında duran mlekine sordu: j İkinci höcre nerede? ' — Tahta sayanları mı soruyorsu8u* — Bümiyorum... Âşık Garib hanf odada oturuyor? Bana onu söyle Miskin yan tarafta kapısı açık yük bir odayı gösterdi: — İşte burada, Pakat, hâl uya” madı. Dün gece istihareye yatı — Hay allah belâsını versin bu dalanın. İnsan dün gecedenberi maz mı be? d g — Bu, senin bildiğin uyku oğul! İşin yoksa, gel otar va sana istihareye yatmanın ne di olduğunu anlatayım. Hüsmen, miskinin göğsünden ie” gösterdiği odaya daldı. Hüsmen rols, kinindan ayırdığı P lasını savurarak ikinel miskinler Tesine girdiği zamari çok garib kiri lerle karşılaş. Hüsmenin arksı İ duran Recep: — Çok ilart gitme, Hüsmen! dedi Ba aptalların kalblerini kırmağa a e Fazla utışmağa meydan kalmadı. Hüsmen palasını kınına soktu. z kü burada yatan Yirmi beş kişi Aptal Cemal: vi — İşte şeyhimiz, pirimiz hazreti Hü- m. eN al elan bir # dayerdi geliyor. minderin üne eznamiyi. Ban Diyerek kenara çekildi. dan üç kişi yüz üstü role pes biddetinden tir &ir titriyor- yal Hüsmen, miskinlere; e Garib nerde? Recep usta: w Diye sordu. Miskinlerden birl, lk ili imla alam ni Şöyü aciz #ndaşe Mile, yü DERN tanlardan birini gösterdi. Eüsmen gıcırdayan tahtalara ys yavaş basarak, mlskinin gösteün, adamın yanına gitti, Yere eğildi... zünü göremedi. Fakab, o, ari bulmuştu, Ta kendi... Âşık Garib. Diyerek başı ucunda durdu: — Rasul... Biz geldik. Seni arıyif” duk. Nasil oldu da düştün burayât Âşık Garib cevap vermiyordu, Yal. Arasıra göğsünden bir hiritı yüks” yor ve yavaş yavaş bir murıfı yordu: çurpuk insaniar... Allahtan cezalarını! bulmuşlar. Bu kadar âciz kimselere el kaldırılır mı? Miskinler tekkeat şeyhi mutfak ka- pısından, sağa sola yalpalayarak ve sarsak kolu ile çarpuk ağzını silmeğe çalışarak, kapının basamağı üstünde durdu: — Ne istiyorsunuz? Recep usta cevap verdi: — Âşık Garih! biraz görüp gideceğiz Başka bir dileğimiz yok. — Garip şey! Buradaki miskinleri arayıp sarmağa hiç kimse gelmezdi. Yalmız bazı dezvişleri adakları olan kimseler onları ziyarete gelirdi. Hal- buki Aşık Garib (Geçlei çilekeşler) arasında bir misafirdir. Dier aptal sultanlar gib! her zaman çilehnneğen Şıkamaz, Pekl.. Onu ne zaman görebiliriz? — Çilesmi doldurmasına daha beş ay var, Altı aylık höereye girdi, esma» sını çekmekle meş, Kapıda duran tekke şeyhi! - Bojuna uğraşma, oğul - Gİ öcslendi - o du aradığını bulmağı tişıyor. İnsanı, gittiği yoldan çevir yin! Yasıktı Günahtır. Serdengeçti Recep de Âşik Gari Şandan görünce tanımıştı. Hüsmen iekrar Garibin kulağı İ eğildi: rkası va? terain etti. Avrupadan dönüşünde, güzelliğine yeni bir cazibe ilâve edile tün bunlar, ona bakemebal/ii mişti. amd. Hüüne Beauchamp'ın Amerikan) Türedi birçok milyarderler 99 sosyete.'ne avdeti, uzun müddet | ılmak istediler. Hepsini reddet muhavere mevzua oldu. Nevyork muhitinin en cazip kızı haline gel miş, Öyle bir egüzelş ki, ona azldi. İyi bir ailenir evlâdile eylen rakip çıkabiliyordu. Çiçekler, ilti-| ii istiyordu. Öyle biri ki, ya vak fatlar hepsi onaydı. Ondan bir te-| şahsiyetmiş: yahut da şahsiyet bessiim dileniyorlerdi. Ziyafet ter-|bilsin... Amerikalı kadın, koc tip eden ev sahibleri, o gelsin di-| ya kudresile yahut ticaret kabiliye” ye yırtımyorlardı. Erkekler, hizmet: İle kendisine şeref vermesini kâr, kölesi kesiliyorlardı. eder. # Bu saltanat bir #ki monden mev-| Hölâne'in hayallerini, Henri BÖ simince devam etti. Bu zaman zar | nald, tatmin edebileceğe beriyof fında büyük ikramiyelerin kazanıl|du. Bütün emellerini şahsında ması lârımdı. Büyük ikramiyeler: | leştirmiş gibiydi. Yakışıklıydı, biri Yani, mevki, servet, izdivaç... ci derecede istidadlıydı, zengin”. Böyle bir neticeye varamayan | Gerçe kendisi gibi asil değildi. F# *güzels Amerikalı eliving failure» İkar Üç nesilden beri namuskâr (5 can muvaflakıyetsizlik tim- | faziletli bi burjuva ailesine mf sali). sayılır. Çabuk ihtiyarlar, 19“ İsuptu ki, bu, dünyanın her yeripöf kaüde sevkolunur, bir nevi asalet sayılırdı. : Helöne'nin serveti, yüksek zevk-| Henri, matmazel Beauchamp? ii lerini tatmin edecek büyüklüte de-|İsosyoteye atıldığı senenin en pari8f üldi. Ya muazzam serveti olan birl partisi, 5. Delikanlı genç kın #ö adamla evlenmeğe, yahut da ebe-| zünce, şairlik ve gençlik arzuları diyen kız kalmağa karar vermişti, | galayana geldiğini bissetti, a— Ben, arabalar, uşaklar, zen- (Arkası ver) gin bi” ev sahib olmak için yaran! Si bir insanıml...» diye düşünü) (1) Şan telâfruz edir. Şarkı, gi” Arzularının ancak yarı yarıya min olunması onu memnun ed. — Ya Hay. Ya Hayr. Ya Hayj© i BESE SERSİ LL KAZI O ŞE O ESASI SBEZE EA ZELİL SESE, OC LEE İS. BES LİLİ FMZ

Bu sayıdan diğer sayfalar: