6 Ağustos 1935 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 6

6 Ağustos 1935 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

CUMHURfYET KUçUkj hikfiye İ Ilk kıskanclık Suad Derviş toş gelin elbiseleri içinde ne güzeldi. Onu hatırlıyor... O daha minimini iken nasıl Fatoş abla onu dizlerinin üstüne alır yanaklarından öper ve kulağma: Beni alacak mısın? diye sorardı. Ve o küçük kollarını onun boynuna dolar, saçlannı, yanaklarını öper: Elbette alacağım. Derdi ve onu hep böyle düşünürdü. Bugünkü gibi güzel masal kitabındaki yaldızlı gelin resmine bakardı. Fatoş bu resme nekadar benziyor bugün... Tıpkı düşündüğü gibi. Kulağmda hâlâ onun tatlı sesi var: Peki Ahmed gelin olduğum gün bana ne hediye alacaksın?.. Pırlanta küpe alacağım Fatoş Abla... Beni nerelere götüreceksin ev lendiğimiz zaman. Bahçedeki salıncağa... Akş?ma kadar bahçedeki sahncakta sen salla nacaksın. Bahçedeki salmcak... Fatoşla nasıl o sahncakta kolan vururlardı. Genc kızın salmcak daha havalandıkça yük selen feryadı, inış ve çıkışlarda içine dolan ürpertiler arasında onun uçuşan tül eteklerinin kokusu... Yeşil dalla rın arasında kavbolurlardı ve aşağıdan ağabeysi bağırırdı. İniniz, aşağı ininiz, artık düşe ceksiniz. Ve Fatoş küstah bir kahkaha ile: Sana ne. Biz nişanlımla oynıyo ruz, derdi. Sonraları Ahmed artık bu nişanlılık oyununa inanmıyordu, büyümüştü ve biliyordu ki Fatoş yaşındaki genc kızlar kendi yaşındaki çocuklarla evlen mezler... *** Küçük adam; aşağıda kapandığı o dada elleri arkasında geniş adımlarla dolaşıyor. Yukarıda düğünün neş'esi sanki oturduğu odanın tavanını yıka . cak... îçinde sofraya konulacak yemeklere karşı duyduğu iştihah meraka rağmen bu odadan çıkmak annesinden ve yengesinden!... af taleb etmek istemiyor. Bütün insanlardan, hatta mutfakta hazırlandığmı gördüğü zaman imrendi ği mayonezli istakozlardan bile nef ret ediyor. Odada dolaşırken karşıdaki aynanın karşısında duruyor. çilli suratı, ağla maktan kızarmış gözleri kızıl, sarı saçlarile ne çirkin, tıpkı bir soytanya benziyor. Büyük kravatım. beyaz ya kasını âdeta parçahyor. Gelin hanımın eteğini tutacakmış. Ben gelin hanımın uşağı değilim... Diye aynadaki gölgesine bağırıyor... Sonra oturduğu odanın kapısma doğ ru koşuyor... Kapıyı açıyor... Sofa kalabalık, kimse onunla meşgul değil, o ipek eteklerin arasından süzüle sü züle çift merdivene yaklaşıyor ve merdivenin yanındaki yemek salonuna giriyor, burası bomboş... Kenarda çay masası, çay masasının üstünde kabarık dantel ve ipek etek lerile küçük bebek duruyor. Porselenden çay bebeği, onun yanına gıdıyor, onu eline alıyor... Tıpkı Fatoşun gözlerine benziyen temiz bakışlı yuvarlak gözlerine, tıpkı Fatoşun burnuna benziyen minimini burnuna, tıpkı Fatoşun ağzına benzi yen kızıl dudaklı ağzma bakıyor... Yarabbi bu bebeğin ne aptal bir duruşu var.. O terbiyeli ve koket tebes sümile bir elinde topuz yelpazesile nekadar, nekadar gülünç bir duruşu var. Bebeği yerinden alıyor ve dantel elbiselerini parçahyor. Sonra yere atı yor. Ayaklarile üstüne basarak başını eziyor... Fakat ezilen bebeğin çocuk bakışlı gözü, daima tatlı, müsameha kâr, terbiyeli ve işveli, tebessümü kı rılmamış, bozulmamış halının üstünde kalıyor... Sonra koşarak merdivenlerden ken di odasına çıkıyor. Raftaki masal ki tabını alıyor.. Bu güzel kitabın yaldızlı sahifelerindeki yaldızlı prenses re simlerinin hepsini, hepsini, hepsini parça, parça ediyor. Ve yere düşen bu yırtıklarm üstüne uzanıp hıçkırarak ağlıyor... Sağlık bilgisi Kaplıca tedavisinden fayda gören hastalıklar Geçen iki vazımda sıcaklık ve radvoaktivite etkilerini anlatmıstım. Bu kez de kaplıcalardan fayda görecek hasta lıkları yazavım. Bazı insanlar vardır ki kol ve bacak parmaklarında şislikler. ağrılar yapar. Vücudlerini yormıyan. tembelliğe alışkın eskilerin tenperver dedikleri adamlarda bu aŞrı ve şislikler çok görülür. Bu bir nevi bünye hasta lığıdır. Adına Nikris = Gut derler. Bunlara iyi gelir. Böyle ağrılı bünve lilere, romatizmalılara, sıska, lenfaik, sıracalı çocuklara, şeker hastahğı olanlara, şişmanlara, astım adı verilen ne fes darlığı çekenlere. etlerdeki ağrılara, ekzema, psoryazis ve buna benzer deri hastalıklannda, iç bezleri iyi çahşmıyanlara, sinir sızılarına, sinir ufunetlerine, kol ve bacak tutulmalarma, sinirleri yorgun, bilhassa cinsî kudretlerinde zayıflık olanlarda. mide ve barsakta gerilme ve sızılı hastalıklarla sürekli kalm barsak hastahklarmda. romatizmadan ileri gelmiş kalb zarı hastahklarmda, sinir yorgunluğundan ileri gelen çarpıntılarda, kırmızı kan damarı gerginliği artmasında, nefes makinesi, burun, boğaz ve nefes daılığı hastahklarile, kadmların rahim ve yumurtalık hastahklarile, ayını yeter derecede görmiyenlerde, böbrek taş lan ve bilhassa asidörikten ileri gelen taşlarda, sızılı kan hastahklarmda, kansızlık hallerinde kaplıca ve bilhassa kaplıcalardaki radyoaktiviteden çok fayda görülür. Bir kısım hastalıklarda ise kaplıca tedavisinden fayda yerine zarar gelir. Ateşli kan tükürmeli ciğer veremlilerinde, taze nekris hastalığm da nöbet esnasmda, üremi denilen kan zehirlenmesinde, kanserde, muvazenesi bozulmuş kalb hastahklarmda, ilerle miş böbrek hastahklarmda kaplıcalar dan fayda görülmez. Damar gerginliği yüksek olanlarda dikkatle ve hekinı bakımı altmda kaplıcaya devam etmeli dirler. Kaplıcalar tabiatin insanlara en verimli bir hediyesidir. Yurdumuz bu cihetten çok zengin dir. Fakat tabiatin bu hediyesine diğer ulusların yaptığı gibi insan elile süs lemek, orada banyo zamamndan dış vakitlerde oyalıyacak tertibat almak lâ zımdır. Herşevden evvel temizlik me selesi gelir. Kaplıca şehirleri otellerinde tahtakurusu ve diğer haşerattan e ser olmamalı, odalar, yataklar, havlu lar, yemek salonları, yemek levazımatı çok temiz olmalıdır. Geceleyin otellerde saat ondan sonra ne radyo, ne de gü rültü patırdı olmamalıdır. Ikindi kon serleri, akşam on ve en son on buçuk ta bitmek üzere hafif temsiller, eğlenceler ve bilhassa mahallî oyunlar gibi çekici şeylerle kaplıcalara gelenlere i yi zaman geçirtmek ister. Şarbaylar da hiç olmazsa kaplıca çevresine parke kaldırımlar döşeyerek ve günde bir iki defa sulatmak suretile tozu kaldırırlarsa kaplıcalarm müşterisini çoğaltmış olurlar. LOKMAN HEKlM Duymadıklarımız ve bilmediklerimiz 1 Tarihî romam : 7 Yazan : M. Turhan Tan Çocuk sapsan kesiliyor ve: Ben onun yanına girmem, diyor. Dudaklan hmçkırıklarını zaptetmek lstiyen bir azimle titriyor. Annesi: Deli diyor. O nasıl lâkırdı? Ve onun siyah kadife elbisesinin üstündeki beyaz yakayı düzeltiyor: Sen gelinin eteğini tutacaksın, Mihrinurla ikiniz bu vazifeyi görecek siniz. Ahmed şiddetle yakasını çekiyor: Düzeltme bu yakayı anne... Beni bir soytanya çevirdiniz... Ben gilmem gelinin arkasmdan.... Annesi de hiddetleniyor. Vallahi Ahmed diyor. Sani fena yaparım. Ahmedin sarı saçlarla çerçevelenmiş çilli yüzü ve kalkık bir burunu var. Annesinin bu tehdidi üzerine biraz üzülüyor ve rugan iskarpinlerinin burnuna baka, baka takib ediyor. O giderken aynanın önünde giyin mekte olan akraba kızları gülüşüyor lar: Ahmed ağabeyisini kıskanıyor. Ahmed evlenmek istiyor, diyorlar. Ahmed hiddetle onlara dönüyor ve dilini çıkarıyor. A!.. Terbiyesiz... Buna da ne oluyor. Vallahi canı evlenmek istiyor galiba... Kıskanıyor, kıskanıyor. *** Gözlerine yaş doluyor. Neden kıskanacak?.. O daha on bir yaşında, on bir buçuk yaşında bir çocuk. Hiç çocuklar on bir yaşındayken evlenirler mi?. Hem Fatoşla evlenmek... Küçücük Fatoş kocaman gözlerile kızıla boyanmış dudaklan ve tıpkı porselen bir bebek teni gibi insan tenine hiç te benzemıyen tenile o kadından daha fazla çaylığın üzerine koydukları bol etekli bebeğe benzemiyor mu... Küçücük be beğe?... Evet Ahmed küçük bir çocukken Fatoşu bebeğe benziyor diye çok beğenir. Onun bol, kabarık ipek eteklerinin yanmdan ayrılmazdı. Onu yaldızlı masal kitabındaki kız resimlerine benzetirdi.. Çocukken... Fakat şimdi o on bir.. Hayır on bir buçuk yaşında.. O kız ço cuğu değil ki bebekleri sevsın... *** Gel şekerün... Gel .kravatım dü zelteyim. Gelin bembeyaz elbiseleri. bol tülleri, başında pırıl pırıl yanan tacı.. Ve o muzlarından aşağı süzülen ışıltılı tellerile karşısında duruyor. Gel... Şekerim... Öpeyim seni. Ahmedin kalbinde birşey burkuluyor. Aman ne de büyümüş Fatoş. Evvelden beraber bahçe ağaçlarma çıkarlar, kovalamaca, köşekapmaca oynarlardı. Şimdi gelin oldum diye hemen büyük bir kadm tavrı takınıyor ve ona büyükler gibi hitab ediyor. Gel öpeyim seni. Ne de düzenbaz şeymiş.. Kendisile oynadıklarımn, kendi yüzüne güldük lerinin sebebi kendine karşı duyduğu dostluk değil, sadece ağabeyile ev lenmek için, ağabeyine yaklaşmak i çin yapılan sahte bir yüze gölücülük müş.. Ne duruyorsun, ayol bak ben se nin için güzel oldum. Senin için süslendim. Gel öp bakayım yengeni! Öpmek mi Allah esirgesin. Ve Ah med kendisine doğru kollarını açmış olan genc kızın yüzüne tükürüyor. A!.. Terbiyesiz Ne o?... Ahmedin annesi yüzüne tokat indiriyor. Şaşıran gelin elile yüzünü örterek bir adım geri çekiliyor. Ne yapıyorsun Allahaşkına çıldır dın mı? Ve Ahmed odanın içindeki kargaşalıktan istifade ederek dışan fırlıyor. Kıskanıyor ağabeyisini vallahi. Hayır kıskanmıyor.. Kıskanmıyor. Neden bunu yaptı. Bunu da bilmiyor.. Yalnız kaçmak istiyor... Yaptığı şeyden öyle utanıyor ki bunu nasıl yaptı. Hangi şeytan ona bunu söyledi.. Gelin o beyaz elbiseleri içinde ne güzeldi.. Güzeldi. Kendisini öpmek isti yordu. Öpecekti. Tatlı tatlı lavanta kokan göğsünde sıka sıka öpecekti onu... Halbuki... Şimdi... Merdivenlerden aşağı inerken annesinin sesini duyu yor... Gözüme görünmesin öldüreceğim. Acaba öldürür mü?. Öldürse ne iyi olacak.. Ölmek.. Herşeyin bitmesi... Ne bitecek... Düğün evinin gürültüsü mü?... Onların kahkalan mı?.. İçinde duyduğu nedamet mi?.. Bu acı nedametten mi geliyor. Aşağıda dadısına tesadüf ediyor: Ahmed nereye?.. Cevab vermiyor. Dadısının şişman ve kırmızı yanaklarını ısırmak istiyor.. Annesi nasıl herkesin içinde onu tokatladı. Fatoşun gözü önünde. Fatoş... Bu isim gözlerine yaşlar getiriyor.. Küçücük kalbi öyle azab çekiyor ki Fa Işık kadmlan şişmanlatır mı? Smema yıldız lan, kumpanya 1 a r 1 a yaptıkları mukaveleler mu cibince, vücudle r i n i n çizgilerini ve şekillerini ol duğu gibi muha faza etmeğe mecburdurlar. Bu se beble çok sıkı rejimler takib ederler. Buna rağmen, Holivut sinema kum panyalan, son zamanlarda, artistlerin vücudlerinde dolgunluklar peyda ol mağa başladığını görerek telâşa düş müşlerdir. Yapılan tahkikat, artistlerin rejime aykırı hiçbir şey yapmadıkları halde anlaşılmıyan bir sebebden dolay şişmanlamakta olduklarmı göstermiş tir. Fena halde şaşıran kumpanya direktörleri bu sefer doktorlara müracaat etmeğe mecbur olmuşlardır. Doktorlar, nihayet, bu şişmanlığın sebebini bul muşlardır. Meğer, filim çekilirken kullanılan merkiu lâmbalarının ültra vi yole ışıkları, vücuddeki albüminoid cisimleri geliştiriyor ve şişmanlığa sebeb oluyormuş! Bir gün Bükreş yolundan bir kalabalık göründü Çakırcı ile Yunusunda yüzü güldü Bu durumda ne Vilâd, ne Yaksiç, İstanbuldan korkmaya yer göremiyorlardı. Hatta Macarların Sırblarla, Bosnalılarla, Arnavudlarla yaptıkları el ve dıl birliğini canlı bir akış haline koymak, Ve nediklileri de Türklere karşı harekete geçirmek için ilk adımı atmayı kendileri için bir borc tanıyorlardı. Eflâktan İs tanbula doğru atılacak bir tükürüğün Balkanlarda bir tufan yaratacağına ina nıyorlardı. İşte bu inanla yüreklerinde korkuya yer vermediler, korkunc bir plân çizdiler, Çakırcı Hamza Paşadan gelecek haberi beklemeğe koyuldular. îstanbuldan gelen jurnalın doğruluğunu gösteren bu haberin gelmesi çok gecikmedi ve bir gün Vidin valisinin mektubunu taşıyan bir ulak Bükreş sarayında boy gösterdı. Mektub, yazdığımız düzene uygun, bir çağrı (davet) getiriyordu. Vilâd, böyle bir çağırışın kendisi için büyük bir şeref olduğunu söyledi, hemen teşekkürlü bir cevab yazdı, ulağa da bol ikramlar yaptı, paralar ve kumaşlar verdi, sevindirerek geri yolladı. İki taraf ta artık sevinc içindeydi, Yunus Bey Voyvadanın cevabı gelir gelmez Istanbula tatarlar çıkarmıştı, saraya müjdeler uçurmuştu. Onun inanışına ve yazışına göre Vilâd, çantada keklik gibi birşeydi. Bu kekliğin kebab edilmek üzere Istanbula yollanması bir gün işi oluyordu. Vilâdla Yaksiç te sevinclerinden zil takıp oynuyorlardı. Bunların taşıdığı kanaate göre de Çakırcı Hamza Paşa ile yanındaki saray kâtibinin yakalanması, pınar başında su içmek kadar kolaydı, bu hâdiseden bütün Balkanlan ayaklandıracak sarsıntılar kopması da enikonu elle tutulacak kertede olgun bir hakikatti. İşte bu durumda Çakırcı Hamza Paşa, göz kamaştırıcı bir alayla Vidinden çıktı, Tuna üzerinde ve yukarıya doğru bir gezi yaptıktan sonra geri dondü, kalafat noktasında karşı yakaya geçti, çadır kurdu, avlanmaya başladı. Bükreş sarayile yaptıkları anlaşmaya bakılırsa Voyvada Vilâd da oraya gelecekti, kendisile birleşecekti. Bir gün, iki gün, hatta üç gün geçti. Vilâddan bir haber çıkmadı, bir izer belirmedi. Çakırcı Hamza Paşa da sinir lenmeğe başladı. Ne o, ne Yunus Bey, Voyvadanın kurulan düzeni sezinsemiş olmasından kuşkuya düşmüyorlardı. Yalnız herifin böyle bir gorüşmeği, herhangi bir düşünle (mülâhaza ile) kendisi için yersiz bularak kalafat taraflarına gel mekten vazgeçmiş olmasından korkuyorlardı. Böyle birşey, Fatih Sultan Mehmede karşı kendilerini çok küçük düşürecekti, kellelerinin bile bu durumda düşmesine imkân vardı. Fakat bir gün Bükreş yolundan bir kalabalık göründü, Çakırcı ile Yunusun da yüzü güldü. Gelenler bir ahçı ve bir saz takımile birkaç buyardan, bir iki katar katır yükü yiyecek, içecekten ibaret olup başlarında Demıtrıyos Yaksiç bulunuyordu. Genc Macar, terbiyeli ve keskin duygulu finolar gibi yaltaklanarak, tatlı diller dökerek Voyvadanın saygılarını, selâmlarını Vidin valisine bildirdikten sonra efendisinin İstanbula gönderilecek delikanlılan ve on bin altın vergiyi yanına alıp gelmek üzere bulunduğunu, kendisinin ilk peşkeşleri getirmek ödevile yollandığını anlattı, Çakırcıya ve Yunus Beye hayli değer taşır armağanlar sundu. Ayni zamanda Voyvada ge'inciye kadar onlan konuklamaya mernur edildiğini söyliyerek hemen mutfak çadırlan kurdurdu, kazanlar sıralatn, bir düzine ahçıyı çalıştırmaya koyuldu. Artık Çakırcı Paşa memnundu, Yu nus Bey geniş bir nefes alarak çadırında yan gelip uzanmıştı, şu Vilâd işini ba şardıktan sonra bir yolunu bulup Eflâk Voyvadahğına geçmek kuruntusile beynini yelpazeliyordu. Yaksiçin, oraya gelir gelmez ayağının tozile kurduğu sofra, gerçekten ağız sulandıracak bir biçimdeydi. Ta Macaristan bahçelerinden devşirilmiş çeşid çe « şid yemışler, Kıbrıs mah şarablar, lez zetleri kokularında uçuşan yemekler, ilk bakışta en ölgün iştihaları şahlandıracak bir güzellik taşıyorlardı. Çakırcı Hamzayı obur ve çok obur bir duruma düşüren sofranın pek nefis oluşundan ziyade sofracıların seçginliği idi. İkinci Sultan Muradın şerbetçiliğin den yetişmiş olan Hamza Paşa, ne Edirne, ne İstanbul sarayında bu biçimde sofracılar görmemişti. Vilâd, gerçekten zevk ehli olduğunu yalnız bu genc hizmetçileri giydirişile belli etmiş oluyordu. Koca Voyvada, Eflâk topraklarına adım atan Vidin valisine hizmet için sofracı değil, Tuna kıyılarında bir gönül karışıklığı yaratmak için sanki canlı bir ebera kuşağı (Kavsi Kuzah) yollamıştı. Çakırca Paşayı, herşeyden artık, işte bu ebem kuşağı oyalıyordu. Kuşağın çizgileri demek olan her uşak, bir başka biçimde giyinmıştı. Kimısı Hmd alacasından, kimi Mirza boğasından kapama taşıyor ve şal kuşak kuşanıyordu. Bir kısmı Kırım kesimi beyaz gömlek giymiş ve som sırma kuşak takmıştı. Süt mavisi bezden yelek, Venedık kadıfesinden üstlük giyenler bu alaca kümeye başka bir renk veriyorlardı. Bunların hepsi çakşırsızdı, gömleklerinin yırtmacları da hayli uzun olup altın kopça ile ilıkli bulunu yordu. Fakat bu düğmeler, uşakların yürüyüşleri sırasmda gümüş topukların pırıldamasına engel olmuyordu. Bu görünüme (manzara) kıvrak ırlayışlarla kulaklarda tatlı bir sarhoşluk yaratan usta çalgıcıların hünerini de katarsak Çakırca Paşanın durumunu bıraz daha canlı olarak göstermiş oluruz. Vidin valiai işte bu dekor içinde içti, yedi, içti, yedi, geceyansına kadar sofra başında kaldı. Voyvadayı, Eflâk işlerini, Fatih Sultan Mehmedi ve herşeyi he men hemen unutmuştu. Kanmadan, kanamadan şarab içiyordu; doymadan, doyamadan çerez yiyordu; durmadan, duramadan gümüş topuk seyrediyordu. Yunus Beyin de ondan aşağı kalır yeri yoktu. Sinir pekliği, mide sağlamlığı bakımından Hamza Paşaya göre pek cılız olduğu için küngürlemesi de daha çabuk olmuştu. Sofra başında uyuklu yordu. Geceyarısından biraz sonra Çakırcı Paşanın da çelik sinirleri yumuşadı, obur midesi şişti ve gözleri kapandı. Artık gümüş topukları düşte görüyordu ve yıkıldığı yerde bozuk düzen şarkılar sayıklıyordu. Canlı ebem kuşağını, sihirbaz gibi ince ve sezilmez bir ustalıkla saatlerdenberi fırıl fınl çeviren, Çakırca ile Yunus Beyi bir yığın salyalı et haline getiren Demitriyos Yaksiç, otağ dışında da ayni şeyi yaptırmış, Vidinden kalafata geçen iriliufaklı bütün paşa takımını çadırlarında, ahır çergelerinde sızdırıp bırakmıştı. 50 m|lyonluk kolleksiyon Pekin sarayı müzesindeki meşhur porselen kolleksiyonu 50 milyon dolar mukabilinde bir İngiliz Amerikan grupuna satılıyormuş. SongYuan, Ming ve Toing hanedanına aid çok kıymetli ve çok nadide parçalardan mürekkeb olan bu kolleksiyonun, yağmadan kur tanlmak üzere emin bir yerde muha faza edileceği söyleniyorsa da, hakikatin böyle olmadığı anlaşılmış ve yukarıda yazdığımız gibi kolleksiyonun sa tılacağı meydana çıkmıştır. Çin hükumeti, şimdilik bu kolleksi yonun, ayni İngiliz Amerikan grupu na 30 milyon dolara terhin edildiğini bildirmiştir. Amerikan eğlencesi Amerıkada Put land demiryolları kumpanyası, yeni lokomotıfler almış ve iki tane eski lokomotifi ne yapa cağmı düşünmeğe başlamış. Dünyanın her tarafında böyle eski şeyler hurda d&mir diye satılır. Halbuki Amerikalılar bakınız ne yap mışlar. Bu iki eski lokomotifi ayni hattın üstüne karşılıkh koymuşlar. Birbirin den iki yüz metro uzaklaştırmışlar. Makinistler, lokomotifleri son sürat le hareket ettirerek kendileri yere at lamışlar. Bu iki lokomotifin çarpışması, müthiş bir patlama ile etrafa dağılışı, dumanlar, ateşler içinde harab oluşu, seyircileri bir hayli eğlendirmiş. Bu eğlenceyi seyretmeğe gelen sekiz bin kişi adam başına beş frank temaja ücreti verdiği için kumpanya üstelüc kârlı da çıkmış! Limon ateş pahasına! Orta Avrupaya gönderilecek yaş meyvalarımız Memleketimizden orta Avrupaya gönderilecek yaş meyva ve sebzelerin transit yolile Romanyadan sevki meselesini müzakere etmiş olan Türk ve Ru men mütehassıslarından mürekkeb heyet vazifesini bitirmiş ve Rumen delegelerı Romanyaya dönmüştür. Romanya elçisi M. Filotti bu miinasebetle demiştir ki: « Yapılan toplantılar hep müte hassıslar arasında ıdı. Türkıyeden orta Avrupaya gönderilecek meyva ve sebze gibi mahsullerin transit olarak sevki usullerini tetkik etmektedir. Bu hususta bir karar vermek mevzuubahis değildir. Miitehassıslar raporlannı Türk ve Rumcn hükumetlerine vereceklerdir. Hükumetler raporlan tetkik ederek lâzım gelen ted birleri alacaklardır. affetsin. Bir daha fena çocuk olmıya . cağım... Çok pişmanım... Affetmezsen öleyim inşallah. Senin Ahmedin Bu kâğıdı büküyor, kapıdan çıkıyor ve oradan geçen küçük dayızadesini çağırıyor: Al bunu... Fatoşa götür... Mavi ipek elbiseli, mavi kocaman kordelâlı küçük kız merdivenden aşa ğı inerken koridordaki yol halısmm ta ortasma bağdaş kurarak cevabı bek lemeğe hazırlanıyor. Son zamanlar da limon fiati bütün dünya piyasa • larında yüksel miştir. Bunun se bebi tekmil piya salardaki limonla rın İtalya hüku meti tarafmdan satın alınmakta ol masıdır. Bu limonlar şarkî Afrikada bulunan İtalyan kıt'alarına gönderil mekte ve sıtmaya karşı ilâc makamında kullanılmaktadır. Boş a n m a rek o r u! Yugoslavyanın Novisad şehri mah kemesi bir gün zarfmda 24 tane boşanma kararı vermiştir. Amerikada bile. bu kadar kısa bir zaman içinde bu kadar fazla boşanma kararı verilmediği söyleniyor. (Arkası var) Nümerotaj işleri için bir toplantı yapıldı Danun^iyo ye genc edib *** Ağlaması nekadar sürüyor... Yavaş yavaş göz yaşları ve hıçkırıklan dini yor. Şimdi ne yapacak?... Mayonez li istakozu düşünüyor... Sonra yemişleri.. Şimdi herkes sofraya oturacak... Fakat annesi onu sofraya almıyacak mış... Peki ne yapsın?.. Ne yapsm acaba?.. Öyle de karnı acıktı ki.. Yattı ğı yerden kalkıyor.... Masanın basına Ve kendi kendine düşünüyor: yaklaşıyor ve majiskülleri süsliye. süs Artık yengem oldu. Ömrümün liye ufak bir kâğıdın üstüne şu satır sonuna kadar ona dargın kalamam lan yazıyor: «Güzel yengeciğim; ya! Beni effet... Ve anneme söyle beni SUAD DERVİŞ İtalyanların ulusal şairi D'Annunzioya takdim edilmek için çırpman genc bir edib bir gün bu muradma ermiş. heyecan içinde, şaire demiş ki: Üstad! Sizin isminizi pek çok işittim, fakat yüzünüzü hiç görmemiştim. d'Annunzio şu cevabı vermiş: Bunda şaşacak birşey yok. Ben de sizin yüzünüzü görüyorum, fakat isrtıini?i hiç işitmemıştim. B ılonlu böcekler İki Amerikalı bilginin, gayet meraklı bir keşifte bulundukları haber veriliyor. Bu adamlann buldukları şey,Empis Paplitea ismini verdikleri bir böcektir. Bu böcek, istedıği zaman, vücudünden, yanyana iki balona benzer bir uzuv çıkarıyor ve bunu şişirerek havaya yükseliyor. Bu böceğin, çoktanberi dünya yüzünde mevcud bir cins olduğu şüphesizdir. Bu itibarla Mongolfiye bira derlerden de evvel balon mevcudmuş demektir. Dünkü toplant ıda bulunanlar Dün İlbaylıkta İstanbul İlçebayları toplanarak nümerotaj işlerini gözden geçirmişlerdir. Şehir içindeki binaların numaralanması işi bitmiştir. Yalnız yakın bazı nahıyelerdeki eksıklıkler tamamlanmaktadır. Kontrol işi de on beş güne kadar bitecektir. Mülhak kazalarda nümerotaj işinin bitmek üzere olduğu için bazı köylerin eksiklıklerinin tamamlanması na çalışıldığı bildirilmiştir. Bugünden itibaren nüfus genel sayı mında çahşacak memurların isimlerinin yazılmasına başlanacaktır. Nüfus sayı mı için İstanbul İlbaylığında bir merkez bürosu tesis edilmiştir. Bu büronun me » murlan tayin edilmek üzeredıt

Bu sayıdan diğer sayfalar: