3 Ocak 1937 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5

3 Ocak 1937 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

3 İkincikânun 1937 CUMHURİYET İstanbul Cniversitesinde kurulan yeni fakülte «İktısadî İlimler» tedrisatma başlanıyor. Yeni fakültenin esası nedir? İstanbul Üniversitesinde yeni tesis olunan «İktısadî tlimlery> fakültesinde pek yakında tedrisata başlanacağından ötedenberi lüzu mu ve eksikliği malum olan bu mühim fakülte hakkında Iktısad ve Içtimaiyat Enstitiisü müdiirü Profesör F. Neumark'ın değerli bir makalesini neşrediyoruz: Hukuk tahsilinde yapılan yenilikleri (yeni bir programın tatbikı, tahsil devresinin dört seneye çıkarılması V. S.) hükumetin gösterdiği lüzum üzerine yeni müstakil bir iktısad fakültesinin kurulması takib ediyor. Ehemmiyeti aşağıda izah edilecek olan bu tedbirler İstanbul Üniversitesinin yeniden teşkili sıralarında düşünülmüş, fakat o vakitler henüz kâfi bir olgunluğu ifade et medikleri için tatbik edilememiş olan fikirler gerçekleşmiş bulunuyor. Ayrıca bir îktısad Fakültesinin ku rulmasını muvafık gösteren veya onu icab ettiren sebebler nelerdir? Bu suale cevab verebilmek için şimdiye kadar mevcud bulunan vaziyeti bir kere gözden geçirmek icab eder. Bugüne kadar îstanbul Üniversitesinde iktısadî ilim ler esas itibarile ancak Hukuk Fakül tesi çerçevesi içinde tedris ediliyordu. Fakat bir hukukçu için iktısad ilmi nin nekadar mühim olursa olsun nihayet tâli bir branşı ifade edeceği ta biidir. Binaenaleyh iktısad tedrisatı başlıca esas meselelere ve hatta bu meselelerin ana hatlarına inhisar etmek mecburiyetinde idi. Talebe hukuk dersleri ve pratik kurlarla fazla yüklü bulunduğu için iktısadî meseleleri daha derin bir şekilde mütalea etmeğe imkân bulamıyordu. Şüphesiz bu arada bir iktısad ve içtimaiyat enstitüsü mevcuddu ve bu enstitü öğleden sonra ayrıca tertib edilen dersler, konferanslar, toplantılar ve nihayet muntazaman takib edilen neşriyatla iktısadî bilgilerin az çok yapılmasına ve derinleşmesine çalış makta idi. Fakat bu şekil, vaziyete ancak muvakkat bir şekilde çare bulan bir vasıtadan başka bir şey olamazdı. Ba husus ki enstitü müdavimleri ya Hu kuk Fakültesinde veya Yüksek Ticaret mektebinde kayidli talebeden, yahut ta pratik iktısad hayatına atılmış kimse lerden ibaret bulunuyordu. Enstitü talebelerinin bu vaziyette şüphesiz ha kikî ve esaslı bir iktısad tahsiline kâfi gelecek kadar zamanları olmadıktan başka çoğunda iptidaî bir iktısad bilgisi de yok denecek kadar azdı; böyle bir bilgi ise ancak muntazam ve düzgün bir iktısad tahsilile temin edilebilirdi. Bütün bunlarm neticesinde, mühim vazifeler için iyi bir iktısad tahsili görmüş elemanlara ihtiyacı olan resmî ve hususî iktısad müesseselerinin bütün taleb ve müracaatlerine tatmin edici bir cevab vermek kabil olmuyordu. Neticede devlet, yabancı memleketlerde iktısad tahsili görmüş olan ve sayıları ni hayet üçü, beşi geçmiyen kuvvetlere baş vurmağa mecbur kalıyordu. Bu vaziyetin uzun zaman sürüp gitmesine imkân yoktu. Türkiye gibi iktısadmı asrileş tirmeğe çalışan, prensip itibarile dev letçiliği kabul eden ve her sene iktı sadî ve sosyal idare cihazını genişleterek yeniden yeniye devlet teşebbüsleri kuran bir memlekette iyi bir tahsil görmüş iktısadcılara karşı daimî şekilde artan bir ihtiyaç kadrosu mevcud bu lunacaktır. Bu ihtiyacm uzun bir zaman için memleket içinde tatmin edilebile ceği ve edilmesi lâzım geldiği. aşikâr dır. Karısı boğuyormuş! Izmirde bir erkek kendini zor kurtarmış! İzmir (Hususî) Şehrimizde bir erkek, zabıtaya müracaatle karısınm kendisini boğmak istediğini bildirmiş ve tahkikata başlanmıştır. Şikâyetçi, Çorakkapıda Tabakahmed sokağında Ahmeddir. İfadesine bala lırsa, gece, uykusunun en tath ve derin bir yerinde bir çift pençenin gırtlağına sarıhp tazjâka başladığını duymuş ve derhal gözlerini açmıştır. Bir de ne görsün: Bu eller, kendi karısınm elleri ve üstüne atılmış olan da, bizzat karısı. Hemen mukavemete başlamış ve kadının bileklerini yakalıyarak bütün kuv vetile onu itmiştir. Neticede kendisini kurtarmış ve doğruca zabıtaya başvurmuştur. Bayramdere köyüne varış Yazan : Bedri Ziya Aktuna Yıldızın düştüğü şu vaziyete acımamak kabil değildi. Bunları anlatırken çehresi morarıyor, pembeleşjyor, ince dudaklan titriyordu. Arasıra Doğana karşı yumruklarını sıkıp topuklarını yere vurarak: Söyle bakalım, diyordu. Niçin, niçin beni düşünmüyor, bir kekliğe feda ediyorsun? Hadi, cevab versene... Hücumile tepiniyor, ve artık köpürü yor, köpürüyordu. Güzel bir çehrenin handesi kadar, giryesi de bence güzeldir. Fakat, hiddet ve şiddetin de dilfirib simalar üzerinde bu derece halâvetbahş tecelliler yaptığını hiç görmemiştim. Bu tuğyan karşısında biçare Doğan, ne yapacağını şaşırarak şahin görmüş kaz palazı gibi sindikçe siniBen, kendi hesabıma Doğana hak vcr yor, kaçacak, sığmacak delik anyordu. dim. Kanad kınğı yara alan keklik, o Her ikisine de ayrı ayrı acımakla beminimini ayaklarile dağlan, tepeleri, de raber Doğanı yalnız bir noktadan haksız releri, yalçın kayaları öyle yıldınm süra buluyordum. Doğan, bazı avcılar gibi hetile koşar ve aşar, ki arkasından insan de defini şaşırmıştı. O, kınah kekliği yağil, av köpekleri bile yetişemez. Ve bu nıbaşında, elinin altında dururken artık na karşı hiçbir avcının sinirlenmemesi de yabanî, dağî, vahşî keklikler arkasından Aimkün olamaz. koşmak ve asıl kekliğini kaybetmekle elBu hâdise, ördek avlarında daha bet büyük bir hataya düşmüj oluyordu. müz'iç, daha tâkatşiken bir şekilde tecellî Başka bir bakıştan bu mevsimde ağac edebilir. Bilfarz: Bir göl veya denizde, yapraklannm henüz tamamile dökülmesandal içinde kürek, yahud yelkenle do diği, böyle meşelik, çamlık bir orman laşırken üzerinizden geçen elmabaş, ma içinde iki avcınm birbirini kaybetmesine car, hele «patka» dedikleri ördeği, bir de imkân olamazdı. Bu kabil sık ormantüfekle havadan, paçavra gibi indirir, te lar, esasen avcılar için büyük bir tehlikepetaklak suya düşürürsünüz. Ve pek hak dir. lı bir gururla da avmızı almak üzere haBazı yerler vardır, ki insan beş altı azırlanırsınız. Fakat, vurduğunuz bu ördım ilerisini göremez. Ve önünden, yadek hafif yara almış, yahud kanad kınğı hud yanından kalkan keklik gibi, çulîuk düşmüşse suya temasını müteakıb onu gibi bir avı vurayım derken biraz ötedeartık göremezsiniz. Birden dalar. Ve suki arkadaşınm vücudünü delik deşik edeyun altından o kadar süratle yüzer ki... bılır. Böyle yerlerde, ya, yanyana gezGerçi uzun müddet kalamayıp mutlak' meli, yahud da aralannda dereler, te çıkarsa da hangi taraftan? Sağdan mı, peler bulunmalı, hâsılı saçma menzilinin soldan mı, önden mi, arkadan mı? Neharicinde birbirinden uzak olmahdır. reden çıkacağı tayin edilemez. Tecrübekâr, eski bir avcı sıfatile kenO, bir iki dakika sonra, bulunduğunuz dilerine bu şekilde bir hayli nasihat ve mevkiden yüz, yüz elli metro uzak bir noktadan yalnız gagasmı sudan dışan çı tavsiyelerde bulunarak her ikisini de banştırdım. kararak nefes alır ve birden gene dalar. Bulunduğumuz şu «Osmancık» köyüArtık bunu, bir daha vurup ele geçirmek, tesadüfe, talihe bağlı olmakla bera nün kahvesinde diğer arkadaşlanmızı bir ber ayni zamanda bir sinir meselesidir kaç saat bekledik, gelmediler. Anlaşılı de... Böyle ve bu şekilde yara almış bir yordu, ki bizim arkadaşlar, buraya uğraördek arkasından bütün gün dolaşıp ko madan hedefimiz ve geceliyeceğimiz vahyarak bir avcınm kırk elli tüfek attı «Bayramdere» köyünün yolunu tutmusardı. ğını, bütün fişeklerini sarfederek o günkü Geceden tren içinde sarsılarak uyku avmdan eli boş döndüğünü bilirim. suz kalmış, şimdi de fazlaca yorulmuş Işte, yaralı, kanad kınğı bir keklik uğrunda kendini kaybedercesine sinirlenerek olduğum icin buradan Bayramdereye kagözleri kararan Doğanı da bu sebeble dar katedeceğimiz iki, üç saatlik mesahaklı buldum. Bununla beraber diğer ta feyi avlanarak gitmek işime gelmedi. En raftan «Yıldız» da haksız değildi. Yaban doğrusu bunu gözüm yemedi. Bundan bir yerde, bilmediği, tanımadığı orman maada, sabahtanberi gözümü ayırmadıve dağlar içinde genc, güzel bir kadının ğım bulutlann gidişinden, aldığı şekiller«çantacı» dediğimiz yabancı bir köylü ile den, lodos rüzgânnın en sonunda güzel yapayalnız kalmak keyfiyeti de oldukça bir yağmur getireceğini de anlamıştım. mühim bir meseleydi. Bunu takdir eden Bunu, arkadaşlara söyleyince onlar Yıldız, çantacıya: da benim hareketime iştirak ederek ava BaQa bak, arkadaş, demişti. Sen, bedel, sıkı yürüyüşlerle kestirme bir pateşöyle ta uzaktan ve sol tarafımdan on kadan «Bayramdere» yolunu tuttuk. Köyün kahvesinden içeri girerken bitik metro açık gideceksin. Sakın, yanıma sobir haldeydim. Yıkıhr gibi sandalyeye kulayım deme... Zavallı köylü, namuskâr, saf çantacı çöktüm. Beş, on dakika sonra da yağmur ne olduğunu anlamryarak uzağa açılmış, başladı ve adeta sicimleşti. alarga gezmeğe başlamışh. Şimdiye kadar görünmiyen diğe. „. :r ar Yıldız, titrek, heyecanlı bir sesle vak'a kadaşlarımız da, bardaktan boşamrcasıyı anlahrken: na yağan bu yağmur altında bulunduğu Çiftem, sol kolumun üzerinde, iki muz kahveye birer birer damlamağa başparmağım da birer tetikte, diyordu. Göz ladılar. Ve akşamm bu zifiri karanhğı iIerim de çantacının gözleri içine dikilmiş çinde haşlanarak tüyleri ters dönmüş bir ri. Bana doğru şüpheli bir iki adım atar tavuk ıslakhğile birer tarafa büzüldüler. atmaz tetiklerin ikisine birden asılacakKırklareline giden ikinci grup avdaşhm. O kadar korkmuştum, ki içime ağla lanmız da gelmişler, bize iltihak eylemişmak geliyordu. lerdi. Bunlan da Bayan Yıldıza şu sutiler, fakat buna müstahakhm; gölge altma sığmıp ateşte kavrulanlara acıyor dum. Istırabın ne olduğunu bilmeden ıstırab çekenlerin kahramanlığını yapmak istiyordum. Hakikaten yegâne mahkum benim! Cezamı çekmeliyim!» diyordu. Artık bu binaya girerken duyduğu tarif edilmez ölüm korkusu silinip gitmişti. Kaç kere hâkimin huzuruna çıktığı ve gece yanlarına kadar merkezde kulağına kor kunc seslerin aksettiği sırada terorla istintaka çekildiği zaman yavaş yavaş ıstırabın manasını anlamıya başlamış, ve bu çö kük kara yüzlü, vahşi bakışlı hapisane arkadaşlarını bağrma basarak, «bulutlann üstünden yere bakmanm cezasmı çekiyorum. Rüya görmenin cezasını çekiyorum. Istırab beni uyandırdı. Ben de sizdenim!» diye bağıracak hale gelmişti. Şimdi gözür.de herşey ikiye aynlmıştı: Bir tarafta Hacı Toran ve onun sı nıfı; öte tarafta kozacılar, debağlar ve bütün bu hapisaneyi dolduran çocuklar.. Trajedinin düğümü onun için tama mile çözülmüştü. Artık itham etmenin boşluğunu görüyor ve büyük savaşın arasmda kahp yolunu bulamadan ezilenlere acıyordu. «Şüphe yok, ben onun kurbanıyım!» diye düşündü. Şimdi ha yatı için hiçbir endişesi yoktu. Yarın belki de bir uçurumdan yuvarlanıp gidece ğini bildiği halde, bugün dolu ağızla küfür savurarak kahkahalan atan bu adamlar arasında bulunmak ona en keskin bir içkinin sarhoşluğu gibi taşkınca zevk veriyordu. Artık yarını düşünmüyordu. Sehpayı veya kurşunu hiçe sayıyordu. «Fakat şayed bir kurtulacak olursam, yapacağımı ben bilirim!» diye söyleni yor ve gülüyordu. Bütün bu taşkınlığı, Cemal bir sarhoşluk nöbeti gibi gördüğü için tekrar daha derin bir çöküntüye düşmesinden endişe ediyordu. Cemal vaziyeti anlattı: Sen yıkıldın! Şimdi hepsi cephe yapıyor. Nur, kendini onlara feda ede cek. Fakat gidip bu kızın ayaklarına kapanmalısın! Sen onun hayatını perişan ettin. Zihninde bir düğüm bıraktın, ve bunu çözmeden çekilip gitmek istiyorsun. Oysa bugüne kadar yalnız senin için mukavemet ediyor. İftiralara, hakaretlere, içinde, bu şehirde işlediği bütün günah lan itiraftan çekinmiyor. «Bana iftira etsırf babasını kurtarmak ve seni kaybet memek için katlanıyor. (Arkası var) Bayan Yıldızı müteakıb arkadan eşi Doğan da söktü. Fakat, bu çiftin burada birleşmesile bir mesele tahaddüs etmiş oldu. «Celâliye» köyünden ava çıkar çık maz, herkes gözünün kestirdiği yere çil yavrusu gibi dağılmışlar, kimi aheste, kimi süratli adımlarla dere ve tepeleri tırmanmağa başlamışlardı. Bu meyanda Bayan Yıldızla Doğan, yüz, yüz elli metro ara ile gezerlerken karşılarına çıkan sık bir orman içinde birbirini kaybetmişler. Bir aralık Doğanın vurduğu ve kanad kınğı, yaralı düşürdüğü bir keklik arkasından koşarak kaya ve tepeleri tırmanırken Yıldız, Doğana seslenmiş ve o da: «Geliyorum.» diye elile işaret etmiş. Bundan sonra da birbirini görememişler. Orada pişmanlık satılır! ılbaşı gecesini nasıl geçirdiklerini yüksek sesle konuşuyorlardı. Kulak misafiri olmak zaruriydi ve dinledim: Salonlar, şans ilâhesini imrendirecek kadar güzel hazırlanmıştı monşer. Poker için dört, roulette için bir, lâskine ve bakara için de birer masa aynlmışb. Briç oynıyanlar ayrı bir odada kalacaklardı. Ben hepsinde şansımı tecrübe ettim. Pokerde kaybettim, lâskinede ket* zandım. roulette yeniden zarara girdim, bakarada ziyanımı çıkardım. Bu, hoşuma gitmiyen bir flux et reflux idi. Şaıv sımı mutlaka lehime çevirmek lâzımdu Bu sebeble ısrar ettim ve... harab oldum. Simdi yüz lira borcluyum, bu parayı bulmaya çalışıyorum. Malum ya, kumar borcu ba^ka borclara benzemez. O bir Dette d'honneurdur. Beriki içini çekti: Ben, dedi, utanmasam başımı yumruklıyacağım. Çünkü şansım, damarda dolaşan kan gibi benimle kaynaşmıştı. Poker masasında kareler, fluş ruvayyallar bana sanki âşık olmuşlardı, avucumun içinde dönüp duruyorlardı. Roulette parmağımı hangi renge veya numaraya koysam şans dönüp dolaşıp orada duruyordu. Yalnız bu kadar olsa iyi. Aşk ta bu yılbaşı gecesi elini eteğimden çekmiyordu, izimden ayrılmıyordu. Hani o eski meseller, proverbeler?.. Kumarda kazanan aşkta kaybedermiş ha. Gelip ta o gece beni görmeliydi. Kumarda herkese duman attırdığım gibi bütün kadınlari da heyecan içinde bırakmıştım. Fokstrottan, tangodan tut ta valse, mazukaya kadar bütün kollar benrbekliyordu. Ne yazık ki bu mükemmel baht gecesi fakir bir muhitte, Istanbulda geçti. Ben MonM Karlo'da bulunmalıydım?.. Bu sözü duyar duymaz gözümün onünde rahmetli Ahmed Rasim canlandı, Adı artık aramızda da anılmamağa başlıyan o büyük muharrir de bir gün böyle bir konuşmaya tesadüf etmiş ve kumar oynamak için Monte Karlo'ya kadar gitmek istiyen kuş beyinli adama soğukkanlılığını kaybederek şu sözleri haykırdığını bana söylemişti: Orada pişmanlık satılır evlâd. Bu metaı almak için ne diye yorulacaksın?, Rasimin bu sözündeki nükte tarihidirg Eski müverrihlerin rivayetine göre Yın nanistandaki Corinthe şehri bir zamanlar dünyanın eğlence ve sefahat merkeziydi. İki fettan kadın altm saçlannı ağ, bayv» gm gözlerini tuzak yaparak eğlenmek i» çin oraya gelenleri soyup soğana çeviriyorlar ve yıkılmış yuvalann enkazı üzerinde kâşaneler kuruyorlardı. Fakat onların güzellik şöhretleri ovalan ve denizleri aşıyor ve Corinthe gene hergün yenî zengin kafilelerile dolup boşalıyordu. Eski Yunan dilinde: Corinthe'e gitmek herkesin elinden gelmez, meseli yer aldığı gibi meşhur hatib Demosten de ateşlî hitbelerinde sık sık «oraya zengin gidenler fakir dönüyor. Yurddaşlanmı felâketten korumak isterim» diye barbar bağınyordu. Işte o sırada o heybetli hatibe biri sordu: Corinthe'de ne satılıyor üstad? Düşünmeden cevab verdi: Nedamet azizim, nedamet!. Ahmed Rasim kadar cesur olamadnri ve Monte Korlo'ya hasret çeken gence «orada pişmanlık satılır» diyemedim. Sükutumu şimdi telâfi ediyorum. Anadolu eshamı kuponları Profesör F. Neumark Üniversitede 1933 reformundanberi kâfi miktarda iktısad profesörünün mevcud olduğunu ve yukarıda bahset tiğimiz iktısad Enstitüsünün faaliyeti sayesinde mükemmel bir iktısad kü tübhanesinin noksanlarınm ikmaline çalışüdığını gözönünde tutan Enstitü müdürü Bakanhğa, müstakil bir İktı sad Fakültesinin kurulması hakkmda bir teklif projesi hazırlamağa karar verdi. Işte bu proje, Rektör profesör Cemil Bilselin ve Hukuk Fakültesi Dekanı Sıddık Sami Onarın kıymetli yardımlarile hükumet tarafından tatbikat sahasına konulmuş bulunuyor. Yeni fakültenin ders programı nelerden terekküb ediyor?. Burada bir kere şu noktayı tebarüz ettirmek lâzımdır ki, müstakil iktısadcılar için hukuk bilgisinde sağlam bir temelin hazırlanmasına, bilhassa kıymet ve ehemmiyet verilmiştir. Hususî hukuk ve âmme hukukuna aid esas derslerin çoğu hukukçular ve iktısadcılar için müşterek dersler olacak ve her iki fakültede müşterek olarak takib edilecektir. Fakat Roma hukuku ve ceza hukuku gibi dersler iktısadcılar için mevzuubahs değildir. Bu nunla iktısad tahsiline geniş bir saha nın ayrılmış olacağı şüphesizdir. tçti maiyat ve iktısad tarihi yanında bugünkü Türldyenin iktısadîtoünyesi hakkında, ticaret politikası, dünya ekonomisi, maliye politikafiinda başiıca . iktısadî meseleler, ilâh... hakkındaki dersler de ayrıca zikredilmeğe değer. Bu arada Üniversitede yeni olan bazı derslerin de bilhassa tebarüz ettirilmesi icab eder; bu dersler işletme iktısadma aiddir. Bu branş için, günden güne artan ehemmiyet gözönünde tutularak yeni bir profesörlüğün ihdası da düşünülmektedir. Başlıca Amerika Birleşik devletlerile Almanyada terakki ve inkişaf etmiş olan işletme iktısadî yeni iktısad için bilinmesi çok zarurî olan muhasebe, bilânço tertibi ve kontrolu, masraf ve fiat hesablarile bundan başka banka, endüstri, ticaret ve münakale işletmelerinin hususî meselelerile meşgul olur. Ayrıca tatbikatta mühim mevkilerde bulunan zevatın konferanslar ve hususî dersler vermeleri temin edilerek Türk iktısad hayatında tatbikatm esaslı şe kilde gözönünde tutulmasına çalışıla caktır. Türkiyenin yeni hukuk tahsili olduğu gibi iktısad tahsili de 4 sene sürecek ve bir iktısad lisansile nihayet bulacaktır. Bu müddet nihayetinde ayrıca bir se nelik bir tahsil devresinden sonra ik tısadî ilimler doktoru unvanmm kazanılabilmesi imkânmdan şimdiye kadar mevcud olduğu şekilde şüphesiz bun dan böylede istifade edilecektir. Müstakil iktısadcılara meslek husu sunda temin edilecek imkânlar neler dir? Gerçi hükumet bu noktaya dair Anadolu Demiryolları esham sahib leri iki gün evvel Maliye müsteşarının yanında toplanmıştı. Frangm düşürül müş olması dolayısile yapılacak tevzi at miktarı alâka ile beklenilmekte idi. Alınan malumata göre provizyon vaziyeti hakkında hükumetle temas et mek üzere Mustafa Şerefle Ali Nizami memur edilmiştir. Murahhaslar Maliye Vekâletile temas ederek bu işi konuşacaklardııf Georgios vapuru kurtarıldı Bir hafta evvel Izmit körfezinde Dilburnunda karaya oturan 3500 ton krom yüklü bulunan Yunan bandıralı Georgios vapuru Türk Gemi Kurtarma şirketinin gemileri tarafından kurtarıl mıştır. Mangalda yanan yavru îzmir (Hususî) Menemenin Seyrek köyünden Bayram kızı beş yaşında Melek, evde yalnız bırakılmış ve odada gezinirken mangalın üstüne düşerek ateş almış, yanıp gitmiştir. henüz resmen bir şey bildirmemiştir. Ancak, yeni Fakültenin kuruluşu hak kındaki projede teklif edildiği üzere, devlet ve bele^diyenin iktısad, maliye ve müessesatında, âmme teşebbüşlerinde iktısadî ilimler lisansiyelerinin terci hen istihdam edileceklerini düşünebiliriz. Tabiî burada bahse mevzu teşkil e den vazifeler, asıl hukukçulan alâka dar etmiyen ve iktısadî hayatın naza riye ve tatbikatı üzerinde esaslı bir bilgiyi icab ettiren vazifelerdir. Bu itibarla hukukçularla iktısadcılar arasmda lüzumsuz bir «rekabet» in ortaya çıkmasma mahal verilemiyecektir. Diğer taraftan hususî iktısadın, matbuatın, kooperatiflerin, Ticaret Odalarının ilâh... Muktedir iktısadcıları se vinç ve memnuniyetle karşılıyacaklarını da unutmamak icab eder. Hulâsa, Türk iktısadmın gittikçe ilerlemesi, asrileşmesi sayesinde müstakbel Türk iktısadcısı, üzerinde çalışacağı geniş bir faaliyet sahasını her zaman ve her yerde bulacaktır. Yeni Fakülte birkaç güne kadar çahşmalarına başlıyacaktır. Bu mesai ilk zamanlarda muvakkat bir şekil altmda cereyan edecektir. Fakat kanaatimce hükumetin bu yeni kararının kısa bir zaman içinde büyük muvaffakiyetlerle neticeleneceğinden ve iktısad Fakültesi sayesinde «yeni Türkiye> nin ulusal iktısad politikasındaki yüksek gayelerinin birer hakikat halini alacağından tamamile emin olabiliriz. Dr. Fritz Neumark Ekonomi Ord. Profesörü îstanbul Üniversitesi îktısad ve İçtimaiyat Enstitüsü Direktörü mıştı. Şimdi, oda kapısını kilidlemiyor. Gardiyan geldiği vakit ardına kadar açık bırakıyor; hatta bazı zamanlar dışanya bile çıkıp grup grup toplanan ve bağrışarak konuşan mevkufların sözlerine kan şıyordu. Zaman geçtikçe bunlarm ilk bakışta ki korkunc manzaralan altında masum, ve belki de acınacak bir cepheleri olduğunu anlamıya başlıyordu. Onlarla be raber ayni ot minderin kenarına ilişip, ortaya konmuş kaçak tütününden dolma sıgara sarmasını, onlar gibi ağız dolusu küfür savurmasmı ve onların dünyaya bakmasını öğrenmekten bir zevk duyu yordu. Daha buraya gireli on beş gün olma • mıştı ki haydud ve serseri diye tanılıp halkın zihninde cinlerin ve hayaletlerin yerini tutan bu korkunc insanlar içinde yaşamak, onlarla konuşmak, hatta bazan uzun uzadıya derdlerine kulak vermek, birçok ağızlardan ayni trajdinin sahne lerini dinlemek yüzünden, nihayet onlara mücrim gözile bakamıyacak ve «seni itham ediyorum!» diyen hâkimlere hayret edecek hale gelmişti. Cemalle konuştukları zaman, ıstırab M. TURHAN TAN retle tanıttım: Sabri Çömelmez, dedim. Bizim «Cumhuriyet» in mutemedi, avcıların da gayrimutemedidir. Sırası gelince bunlari ve soy adındaki sebeb ve hikmeti anlarsınız. Gözlüğünün çerçevesi kenanndan size sinsi sinsi bakan, bir projektör parlaklığtle gözbebeklerinden zekâ fışkıran arkadaşımız, gayet sayın, hoşgu, hoş sohbet, nükteperver, zarif bir avcı olmakla beraber maalesef ismini, hüviyetini söylemeğe, alelhusus yazmağa mezun değılim. Ben, bu tanıtmak merasimile meşgul olurken bir taraftan da gözlerim, Sabrinin gözleri içine dalıp çıkıyordu. Sabri, Yıldızın kacşısında yelkenleri suya indirmiş, kolu, kanadı kırık bir halde afallayıp kalmıştı. Adeta bir statü şeklinde, pos, beyaz bıyıklan düşük, gözleri süzük, batnı müdevveri şisik've öne doğru çıkık bir vaziyette ayakta durmuş, hayran olmuş, donakalmış, gitmişti. Ma/unt adamrt Cumhuriyetin ictimaî romanı: 7 9 Yazan: Hilmi Ziya Cemal hakikaten büyük üzüntü için deydi. İki günde ev tamamile boşalmışh. Intihardan sonra Yunan polisinin şüphelendiğini tahmin etmiş olacak ki, Nıv zi birdenbire ortadan kayboldu. Bin türlü müdahale yüzünden çekilmez bir hale gelen işlerinin azabı yetmiyormuş gibi, şimdi eve girdiği zanıan yalnız başına korkunc hayallerin hücumuna uğrayıp kendini soluk soluğa kahveye atıyor. Bazan nefret ettiği bir yüzle karşılaşmamak için bir gecede kaç defa yer değiştirdiği, azab verici bir muhavereden kurtulayım diye kahve kahve dolaştığı oluyordu. Üzerlerinde herhangi şekilde tesir yapmak ümidini kaybettiği için Kurdoğullarına da gitmiyordu. Gündüzleri zamanım dörtyana başvurup Demirin kurtulmaMnı temin edecek çareler aramakla geçiriyor. Gece evine mümkün olduğu kadar geç döndüğü halde, gene her köşede birlikte geçen günlerinin izlerini görerek, hayaletlerin hücumundan ürken bir ko cakarı gibi odasına kapanıp başını elleri arasına saklıyor. Bazan harblerden ka lan eski bir hastalığın canlanması suretinde yatağından bağırarak fırladığı ve geceyarısı kendini sokaklara attığı oluyordu. Bununla beraber Demiri hergün, muayyen saatte ziyareti ihmal etmiyordu. Ona kendi rahatsııhğından hemen bah • setmemişti. İşgal kumandanlığına, Os manlı devletine müracaatlerini günü gününe haber veriyof. Onun kurtarılması için hiç te ümidi olmadığı halde hergün daha neş'eli, neticeden daha emin görünmeğe çahşarak, bazan hakikatte mevcud olmıyan teferrüatı uydurmıya bile van yordu. Bir yandan bu itimad verici söz lerin öteden kendine müthiş bir ürperme veren bu haydudlar muhitine yavaş ya vaş alışmanın, ve ihtimal hapisane için deki bu ikinci iradî hapisten kurtulma arzusunun tesirile, artık bir nevi humma nöbeti yapmakta olan büyük korkusu geç Bedri Ziya AKTUNA Hurrem Sultan Tarihçi edibimiz M. Turhan Tanın en güzel eseri Pek yakında Cumhuriyette

Bu sayıdan diğer sayfalar: