21 Eylül 1938 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5

21 Eylül 1938 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

21 Eylul 1938 CUMHURİYET TURK İNKILABINA BAKISLAR 41 iktisadî hareketler Standardizasyon Bu sütunlarda sık sık bu kelimeye te sadüf edersiniz. Bir veya müteaddıd maddelerin standardı işinden defaatla bahseder dururuz; ihrac mallarımızın vey herhangi bir dahilî istihsal ve istihlâk maddesinin standardize edilmesinı mev zuu bahsederiz. Bizim pek geç öğrenip de tatbikına geçtiğimiz işte muvaffakiyet derecemizin ne olduğu cidden merakla tef kike değer bir mevzudur. Bu, bir hayli üzerine düştüğümüz işin bir muhasebesıni de teşkil edebilir. Mallarımızın kalite, tasnif ve amba lâjları bakımından ıslahı ve ideal bir tipe ircaına çalışan İktısad Vekâleti, iki koldan standardizasyon işlerile meşgul ol " maktadır; birincisi ihracat maddelerinin •tandardizasyonu, ikincisi de dahilî istihsal ve istihlâk maddelerinin standardizasyonu... Şimdi bunların her ikisini de ayrı ayrı tetktk edelim: Son üç yılhk ihracatımızm yılda vasatî 23 milyon lirasını, yani umumi ihracatımızm son yıllarda vasatî yüzde yirmisinı :eşkil eden fmdık, çekirdeksiz kuruüzüm, yumurta ve palamut mahsullerimizin ih racı devlet tarafından murakabe edilmektedir. Bunlara ilâve olarak, buğday, arpa, tiftik, yapağı ve portakalın da kontrola tâbi tutulması takarrür etmıştir. Geçen ieneki istatistiklere göre, bu dört madde nin ihracat kıymeti, umumî ihracatımızm, yüzde on sekizini teşkil ediyor. Bu su retle yeni nizamnamelerin de tatbikına geçildiği zaman, yılhk ihracatîmızm kıy met bakımından, takriben yüzde kırkım teşkil eden maddeler devlet murakabesı altında ve standard bir halde ihrac edil miş olacaktır. Iftihar ve takdirle söyliyebiliriz ki, ihrac maddelerimizin standardı işi muvaf fak olmaktadır. İç ticaret umum müdür" lüğü teşkilâtının bu işte gösterdiği hassasiyet kontroldaki itina ve bilhassa ihrac tacirlerimizin de azamî dürüstî ve hüsnüniyetle hareketleri, bizi bu işte muvaffak kılmaktadır. Muhtelif memleketlerin it " halât dairelerinin resmî mektubları, ithalât firmalarının vesikaları, yabancı ga zetelerin neşriyatı ve standardize edilen malların sürüm ve fiatlarında görülen farklar bunun en bariz misalleridir. Dahilî istihsal ve istihlâk maddeleri • mizin standardına gelince; bunlardan şimdiye kadar iki maddeye el konuîmuş bulunmaktadır: Ipekli kadın çorabları ve pekli kumaş. Yakında dokumaiann da tandardı için Ankarada bir toplantı ya" pılacaktır. Itiraf etmek lâzımdır ki, bu sahadaki muvaffakiyet, tam olmamıştır. Çorab i$ı şimdi bir defa da bizzat çorab amilleri ele almış bulunuyor. Kat'î bir kontrol yapılmadığı için ipekli kumaşların standar dizasyon işinin ne derece tatbik cdildiğini bilmiyoruz. Dahlî istihsal ve istihlâk maddelerinin standardizasyonu da ihrac maddelerinin standardizasyonu kadar mühimdir. Gö • nül çok arzu eder ki bunda da muvaffak olalım. Romaöa Grand otelin zarif miişlerısi Hukukî ve iktisadî izahlar Bugüne kadar Türk inkılâbının iki türlü izahı yapılmıştır. Birinci izaha göre Kemalizmin esası hukukî, ikinci izaha göre iktısadidir. Hukukî izah, Kemalizmi Fransız ihti" lâlinin kopyasından başka birşey olmıyan meşrutiyetin cumhuriyet şeklinde bir devamı ve tekâmülü farzeder. İktisadî izah, bu görüşü reddettikten sonra, Kemalizmi geri bir r.iraat memleketi olan Türkiyenin, ileri sanayi memleketlerinin kapita " list, ve emperyalist boyunduruğundan milletçe bir kurtuluş hareketinden ibaret görür. Türk inkılâbının her iki izahı c'a teşvik eden ve haklı gösteren hukukî ve iktisadî bir bünyesi vardır: Teşkilâtı esasi" ye kanununa göre Türk inkılâbı demokrat, hatta liberaldir. Devletin teşekkül tarzı, Fransız veya Ingiliz demokratik şekillerinden farklı olmakla beraber, Türk parlımantarizminin seçim mekanizması Avrpadaki eşlerini andırır. Avrupa ser " mayesinin tahakkümünden ve istismarın dan kurtulmayı kendisine hedef yapan millî ekonomimiz, iyi ölçülnıüş bir otarşi hareketile, bizi büyük sanayi memleketlerinin mamul eşyasına muhtac etmiyecek derecede geniş bir endüstrileşme plânının tatbikına devam ettiği için, iktisadî izahı da oldukça haklı gösteren bir bünyeye sahibdir. Hukukî görüş, kanun ve nutuk gibi Türk inkılâbının ilk safhalarına aid vesi" kalara sadık kalarak, partinin iktisadî fakat mahdud! bir devletçiliğe doğru geçirdiği tekâmülü ya görmemezlikten gelmiş, yahud da çok defa tenkid ve red~ detmiştir. Bu devletçiliği inkılâbm demokratik bünyesine aykırı buluyor, çünkü Türk demokrasisini Fransız demokrasisi tipinden ayıran büyük millî zaruretleri anlamak istemiyordu. îktısadî görüş de, yaptığı izahta tarihî maddecilik metodunu kullandığı ve bunu da saklamadığı için, Türk inkılâbının demokratik hukukî bünyesini topyekun inkâra kadar gidiyor ve iktisadî devletçiliği mahdud değil, en son derecesile kabul ve taleb diyordu. Çünkü bütün sosyal müsseseleri ve bütün tarihi iktisadî bünyeye irca eden tarihî maddecilik metodu böyle bir neticeyi zarurî kılıyordu. Bu metodun ne olduğunu gözönüne koymamız için, Marx'ın «Ekonomi politik tenkidi» adlı eserinin önsözünde §u satırları gösterelim: «Hegel'in hukuk felsefesini muayene edince anladım ki devletler ve kanunlar ne kendi kendilerile, ne de insan ruhunun umumî tekâmülü denilen şeyle değil, an' cak hayatın maddî şartlarile izah edilebilirler. Hegel Onsekizinci asrın Fransız ve Ingiliz örneklerini takib ederek bunları «burjuva cemiyetleri» adı altında toplamıştı; yaptığım tetkik bana gösterdi ki bu cemiyetin teşrihî bünyesi ekonomi politikte aranmalıdır. Vardığım netice kısaca şöyle formülleştirilebilir: Hayatlarının sosyal istihsalinde insanlar için, maddî istihsal kuvvetlerinin tekâmülünde muayyen bir dereceye tekabül eden bazı vaziyetler, bazı istihsal şartları yaratmak mukadderdir. Bu istihsal şartlarının mecmuu, cemiyetin iktisadî yapısını vücude getirir, ki bu gerçek esas üzerine adalet ve hükumet binası yükseltilir ve sosyal şuurun determine bazı şekilleri buna tekabül eder. Maddî hayatın istihsal şekilleri, içtimaî, siyasî ve fikrî hayat vetiresinin şartlarını vücude getirir. Insanın varlık şeklini tayin eden şuuru değil, bilâkis şuurunu tayin eden sosyal varlığıdır. İktisadî esas yıkılırsa bütün bina az çok hızla altüst olur. kabataslak denebilir ki istihsal usullerinin Asyalı, antik, feodal, modern veya b u r , juva merhaleleri sosyal şekillerin tekâmülünde muhtelif katları vücude getirir.» Cemiyetlerin hayatmda ekonomik un " surun başlıca rol oynadığını iddia eden bu satırlar, tarihî maddeciliğin esas fikrini hulâsa eder: Her cemiyet, sosyal şekillerini, kanunlannı, ahlâkî telkinlerini, ilmî sistemlerini ve san'at ideallerini ekonomik yapısı üstüne kurmuştur. Bu metod ka pitalist memleketlere tatbik dildiği zaman, sermayeciliğin ekâmülünden ileri gelen smıf tezadlarının şiddetlenmesinden doğa" cak ihtilâli teşvik için kullanıhr. Bu metod yan müstemleke veya müstemleke halinde geri memleketlere tatbik edildiği zaman onları kapitalist devletlerin boyunduruğundan kurtararak, burjuva cemiyetlerini en emin istismar kaynaklarından mahrum etmek için kullanıhr. Artık ilmî bir metod değil, siyasî bir taktik (tabiye) dir. (Enternasyonal komünist)in fransızca baskısının 15 inci sayısmda (sahife 3083) P. Safarof un «Şark ve ih" tilâl» adlı makalesinde: «Şarkın tazyik altında ve geri müstemleke memleketlerinde, Hindistanda, Çinde, İranda, Türkiyede ilâh...» uyanan ihtilâl hareketinjn «bu milletlerin tarihî inkişaflarında yol " larını kesen Avrupa emperyalizmine k a r şı» vuku bulduğu yazıldıktan sonra ilâve ediliyor: «Kapitalizm, geri ziraat mem leketlerinin ekonomisile, inkişaf etmiş en" düstri arasmda uçurum açtı; Avrupanın sınaî ilerleyişile müstemlekelerin geri ekonomisini çarpıştırdı.» Bütün makale, tarihî maddecilik metodunun millî kurtuluş ihtilâllerini yapan şarkla komünist Avrupa arasında bir köprü vazifesi gördüğünü anlatmak için yazılmıştır. Kemalizm, ne idealist bir görüşe dayanan hukukî, ne de materyalist bir görüşe dayanan iktisadî izahların bu iki dar kadrosuna sığdırılamaz. Bu iki görüş de bir " birinden fazla meşru olmıyan zihnî bir spekülâsyona varır. Tarihî maddecilik için bütün mesele maddenin fikirden ve şuurdan önce var olduğunu ispat etmekti. Hegel idealizmine karşı zihnî bir reaksiyondan doğdu ve iktisadî sistemini bu dünya görüşü üstüne oturttu. O de " virdenberi ilmin tekâmülü bize tavuk mu yumurtadan yumurta mı tavuktan çıkmıştır gibi madde mi fikirden, frkir mi maddeden çıkmıştır tarzmda bir sebebiyet mü" nakaşasmın abes olduğunu öğretmiştir. Böyle olunca, idealist ve materyalist görüşlerin ikisi de toplu bir tekâmül anlayışına müsaid olmıyan tek taraflı ve sakat izahlara yol açarlar. Bu görüşlerin ikisi de biri şuur, öteki de madde abstraksiyonu içinden görülmüş ayni idealizmin iki cephesidir. Bugünün ilmi bize öğretiyor ki, madde, kaba, passif, kımıldamaktan ve kendi kendine birşey yaratmaktan âciz, müstakil ve bir tek varlık değildir; onu enerjiden ve insanın teşekkülünde şuurdan ayrı, şuurdan evvel ve şuurun bütün donnelerini tayin eden ilk sebeb gibi görmek imkânı yoktur ve tarihî madde" ciliğin zuhurundanberi madde hakkmdaki telâkkimiz, klâsik fiziği şaşırtacak bir tarzda değişmiş bulunuyor. Maddeyi ve şuuru karşılıklı fonksiyon münasebetleri içinde kavrıyan ve ortaya hiçbir kozalite davası koymıyan modern telâkkimiz, sırf idealist izahlar kadar, sırasını savmış eski bir görüşten başka bir şey olmıyan tarihî maddecilik izahile de Kemalizmi anlamaktan bizi meneder. Bunun içindir ki Türk inkılâbını esası yalnız hukukî ve siyasî, yahud da yalnız iktisadî bir vâkıa değil, toplu bir tarih, kültür ve medeniyet hareketi olarak tet kik etmemiz lâzım geldi. Ispanya Kralı Alfons sade bir hayat geçiriyor Sabık hükümdar kendine, oğlunu rakib görmekten muztarib PENCERESiNDEN Küfür ün Kadıköye gidip gelen vapur" ların birinde ve bilmem hangi bakımdan lüks sayılan hususî salonda iki gazete satıcısı bir dil savaşma giriştiler. İkisi de çocukluk çağındaydı, ağızları süt kokuyor denilecek yaştaydı. Fakat alev kesümişlerdi, sermayelerini teşkil eden mukavva koltukluğu "içindeki gazetelrrle beraber gelişigüzel fırlatıp birbirlerinin üstüne atılmışlardı, olanca kuvvetlerile yumruklaşıyorlar ve tekmeleşiyorlardı. Dövüşmek, terbiyeli tanman ve halka terbiye dersi veren insanlar arasında da jörülür. Nitekim Avrupa meb'usan mec" islerinde sözünü dinletemiyen azadan bir kısmının dil yerine baston veya yumruk kullandıklarını sık sık duyuyoruz. Düelo, sinir bozukluğile malul garblılarm hid" detlerini silâh kuvvetile yenmek istemelerinden doğmuş bir âdetti ve sudan bahanelerle bu âdete uyanlardan birkaç kere katil olanlar bile vardı. Şu halde ne yuva, ne mekteb terbiyesi görmüş, ne de yumruklaşmanın insanlığa yakışmaz bir iş olduğunu öğrenmiş olan bu iki çocuğun dövüşmelerinde bir fevka" âdelik yoktu. Onlar, basit bir kemik için köpeklerin dalaştıklarını, bir dişiyi koklamakta takaddüm kaygusile eşeklerin çifteleştiğini ve hayvanat âleminde hakkın ya ısırılarak, ya çjfte ve pençe kulla* nılarak almdığını görerek kendilerini ö yolda harekete alıştırmış biçareler olabilirlerdi. Lâkin küçükler birbirlerini yumruklamakla, tekmelemekle iktifa etmiyorlardı. ağız dolusu küfür de savuruyorlardı. H e " le yaşça hasmından daha küçük olan müvezzi öyle küfürler buluyor ve onları öyle bir canlı ahenkle püskürüyordu ki şitenlerin kıza kızara parmak ısıırma" masma imkân yoktu. Ben de, kendi hesabıma, hayran ve mustarib bu küfürleri dinledim ve sonra düşündüm: Dövüşmenin, hayvanlık devrinden kalma ve hayanları taklid etmekten doğma bir âdet Iduğuna şüphe yok. Fakat (küfür) denilen şu söğüp sayma kepazeliğini insanlar nereden öğrendiler?.. Itiraf ederim ki bu meseleyi makul bir noktaya götüremedim ve hiçbir sebebe bağlıyamadım. Insanların tıpkı hayvan" lar gibi kızmalarını, kızabilmelerini tabif buluyorum. Hatta kızılacak yerde kıza" mıyanlara korkak, yahud duygusuz denilmesine de idrakimi zorlıyarak" hak vermek istiyorum. Fakat şu küfürün nereden ve ne suretle doğduğunu bir türlü an" lıymıyorum. Çünkü hiddette, saldırmakta, ısırmakta, çifte atmakta" insanlara örneklik eden hayvanlar ise onlarda küfür yoktur. Hiçbir hayvan gazaba gelip de üzerine saldırdığı başka bir hayvanın anasına söğmez, babasma sebbetmez, ecdadına küfür savurmaz ve bunu yapmaması "benim itikadıma göre dilsizliklerinden değilğ yapılan kavgada başkalarını lekeı lemenin lüzumsuzluğunu, yersizliğini idrak etmelerindendir. Bu, böyle olunca herhangi bir ıstırarla dövüşenlerin o dövüşlere alâkalan ve paylaşılamıyan kemik üzere iddialan olmıyan kadınları, kızları ve hatta ölüleri dile almalan hayvanlardan daha aşağı bir seviyeye inmek değil de nedir? İlkmekteblerimizde bu terbiyevî mev< zuun çok önemli surette gözönünde tutulmasmı ve eşeklerin bile küfürbaz adam" lardan şerefli mahluk sayılabileceklerine miniminilerin inandınlmasmı istemek hiç de yersiz olmasa gerek!.. Alfons, tekrar tahta geçmek, sonra hukukunu oğiu Lon Juana bırakmak istiyor, fakat .... Her akşam, hiç şaşmıyan bir intizamla saat tam on ikiyi çaldığı dakikada, Romadaki Grand Otel'in barına zarif bir müşteri gelir. Garsonlar kendisini hürmetkâr reveranslarla selâmlarlar. Bu devamlı müşteri, o geceki son viski kadehini iç meğe gelen lâhik Toledo Dükü, sabık İspanya Kralıdır. Sabık Onüçüncü Alfons, tahtını bırakıp kendi isteğile memleketini terketmek mecburiyetinde kaldığı 1931 senesindenberi hiç değişmemiştir. Bugün 52 yaşındadır. Çehresinin hatları berki biraz derinleşmiş, fakat sarkmamıştır. Toledo Dükü, Romada basit bir hayat sürüyor. Servetinin miktan kat'î olarak malum değilse de, görünüşe göre iradmın pek bol olmadığı anlaşılıyor. Maiyetindekiler, bu hususta tabiatile çok ketum davranmaktadırlar. Sabık Onüçüncü Alfons'un eski cömerdliğile, bugün herkese karşı pek eli sıkı davranması arasındaki fark, Toledo Dükünün serveti derecesi hakkında en iyi fikrî veren mikyastır. Maamafih, onun hayatındaki sadeliğe, servetinin mühim bir kısmını General Frankonun emrine tahsis etmiş olmasma da atfedenler vardır. Onüçüncü Alfons, Roma sosyetesinin en göze çarpan şahsiyeti olmuştur. Fakat, sosyete âleminde göründüğü yoktur. Yalnız dello Coccia kulübünün müdavimidir. Her gün öğleden sonra bu kulübe gider, orada çok sevdiği briç oyununu oynar. 1alya Kral ailesile teması pek azdır. Çünkü, gerek Kral, gerek Kraliçe, onu kansile banştırmak emelindedirler. Sabık Kral, Mösyö Mussolini'nin dosudur ve onu son derece takdir etmektedir. Sık sık, mütenekkiren ziyaretine gider. Sabahları, Toledo Dükü, ekseriyetle yazı odasında çalışır. lspanyol davasına karşı büyük bir alâka beslemekte, askerî harekâtı harita üzerinde takib etmekte memleketinin siyaseti hakkmda, milli faaliyet sahalarının hepsinde malumat edinmeğe çalıştnaktadır. Sabık Onüçüncü Alfons, öğleyin, otelin alt katındaki teklifsiz göründüğü kimseleri kabul eder ve onlara, pek sevdiği bir vermuttan ikramlarda bulunur. Etrafındakiler, sabık hükümdarın çok hoş sohbet olduuğnu söylüyorlar. Hatta, dostlarile, samimî bir mecliste bulunduğu zaman konuşması, daha serbesttir. Bir nevi Madrid argosu konuştuğu rivayet edili yor. Yukanda Kral Alfons, aşağıda oğlu Don Juan F. G. Ege tütün rekoltesi İzmir (Hususî) Ege tütün rekoltesi, nihayet 28 milyon ton olarak tahmin edilmiştir. Piyasanın ikinci teşrin bida yetinde sçılması muhtemeldir. Tacirler, İktısad Vekilinin İzmirde bulunduğu günlerde, piyasanın her sene muayyen bir tarihte, meselâ 15 ikinci teşrinde açılmasınm karara bağlanma sını istemişlerdi. Bu mevzu üzerinde a lâkadarlarm yaptıkları tetkikat henüz bitmemiştir. Maamafih, müstahsil, kendi hesabına bunu zararlı görmektedir ve hakim nazar noktası da budur. PEYAMl SAFA ( ingiıiz muharibleri kongresi C Fedakâr çavuş Bursada sıtma ile mücadele Bursa (Hususî) Şehrimizde ve bazı kazalarda bu sene gene sıtma vak'aları görülmüştür. Mücadele teşkilâtı bunun için sıtma mücadelesine büyük bir e hemmiyetle devam etmiştir. Şehrimizde ayrıca tatarcık humması denilen mikrobik Papatis sıtması da kaydedilmiştir. Üç senedenberi görülmekte olan bu hastalığın Hindistandan geldiği ve hasta üzerinde ilk günü kırıklık yaparak bunu bir üşümenin takib ettiği ve müteakıben dört gün devam eden bir hararetin başladığı söylenmektedir. Bu nun için bu cins sıtmaya (beş gün humması) denilmektedir. kân olmadığım bizzat söylemektedir. Binaenaleyh bu meselede takındığı vaziyetin sebebini, muhitinde bulunanlar, ken disini temize çıkarmak, ondan sonra taht üzerindeki hukukunu kendi isteğile oğluna terketmek arzusundan başka bir şeye hamledemiyorlar. General Franko'nun, Ispanya tahtını Toledo Düküne teklif ettiği haberi herhalde asılsızdır. Bununla beraber birçok Kral taraftarlarının bu fikri besledikleri muhakkaktır. Bu Kral taraftarları da, Onüçüncü Alfons'un, yaınki îspanyaya Kral olamıyacağını bilirler, fakat, onun, yerini bir başkasına terketmeden evvel Madrid'e geknek arzusunda bulunduğu da onlarca malumdur. Onüçüncü Alfons, tebrie ettiğine ancak bu suretle kanaat getirecek veya hükümdarlığı kabul etmesi teklifini reddedecek, yahud birkaç gün tahtta oturduktan sonra, oğlu don Juan lehine feragat edecektir. Bugün îspanyada mevcud bütün kralcılar, tahta don Juan'ı namzed görüyorlar. Falanjistler de Karlistler de onu istiyorlar. Zira, vaktile Ispanya Kral hanedanının iki şubesi arasında paylaşılan hükümdarlık hukuk ve imtiyazlarına, bugün don Juan şahsan sahib bulunmaktadır. Don Juan'la bahası arasında, maddî ve manevî büyük farklar vardır. Gerçi, don Juan, babasma karşı son derece hürmetkâr davranmakta ve taht meselesi mevzuubahs oldukça, bu husustaki kararın babasma raci olduğunu söylemekle ikSabık Kral öğle ve akşam yemeklerini tifa etmekte ise de, Onüçüncü Alfons, kendi dairesinde yer ve geceleri ya dostoğlunu kendisine rakib görmekten çok larile buluşur, yahud sokağa çıkar. Her mustaribdir. pazar, saat on birde mutlaka kiliseye giBaba ve oğul, ikisi de, Ispanya işleri der. Senede birka çdefa, ya orta Avruhakkmda hiçbir yabancı ile müdavelei efpaya, yahud dostu olan Kapurtala Mihracesini görmek üzere Hindistana seyaha kârda bulunmuyorlar, ikisi de General te gider, oralarda avlanır. Bazan da Lo Frankonun emrine âmade ve kendisine zan'daki doktorunu görmeğe gittiği olur. hayran olduklannı söylüyorlar. Bu vaziRomadan başka, istiyerek oturduğu ye yete göre, günün birinde, Ispanya tahtı için baba ile oğuldan birini intihab etmek, gâne şehir Milâno'dur. General Franko'ya düşen bir iş olacakGrand Otel'e gelenler arasmda, pek tır. Fakat, şurası muhakkaktır ki, tahta nadiren, sabık Kralın oğlu, Asturya PrenOnüçüncü Alfons geçerse, bu geçiş musi don Juan görülür. Ortanca oğlu don vakkat olacak, sabık hükümdarın vazifesi, Jaime, hastahğı dolayısile veliahdlık humillet tarafından ittifakla seçilen oğluna kukundan feragat ettikten sonra don JuKralhk hukukunu devretmekten ibaret kaan, Ispanya tahtmın yegâne varisi bululacaktır. nuyor. Maamafih, bir zamandanberi don Jaime'in babasma karşı olan vaziyeti va ( Bulg ar ris değil rakib vaziyetidir. Zira, Onüçüncü Alfons tahtından feragat etmiş değildir. 1931 senesinde tahtını bırakıp îspanyayı terketmesi, memlekette kan dökülmesine meydan verme cnek arzusundan ibarettir. Diğer taraftan, lspanyol hükumeji, Onüçüncü Alfons un tahtından ayrılışını hiçbir kararla, hiçbir vesika ile teyid etmemiştir. Böyle olsa bile, Toledo Dükü, kendisini irsen ve manen îspanya tahlımn varisi addetmekte mukaddes bir an'aneyi bozmak salâhiyetini kendisinde görmediğini söylemekte dir. Taht üzerindeki hukukunu oğlu don Juan'a terketmesi kendisine müteaddid defalar tavsiye ediltnişse de, o, bu teklifi daima reddermiştir. Bunun sebebi malum değildir. Onüçüncü Alfons, bugünkü harbden ortaya çıkacak olan yeni îspanyaya Kral olamıyacağını müdriktir. Çok fazla hürriyetpcrver bir kral olarak taht işgal ettiği için, kanunu esasisi bizzanır totaliter olacak bir milletin hükümdan sıf : ı l ^ j V J : ; ; ;HKlâf i rm M. TURHAN TAN H: M. Cantürk imzasile mektub yollıyan okuyucuya: Eski İtalyada çok derin medeniyet Izleri bırakan Etrüskler ve onların pek yakın akrabaları olup orta Asyadan Anadoluya göçetmiş bulunan Lidyalılar hakkında Türk Tarih kurumunun çıkardıgı dört ciltlik eserin birinci cildinde mükemmel malumat vardır. M. T. T. Yağmurlar Ege mıntakasında zaralı oldu İzmir (Hususî) Eğe mmtakasının muhtelif mahsul merkezlerinden alınan haberler, son yağmurlarm maalesef üzüm ve ;ncir mahsulünde mühimce za rarlar yaptığım göstermektedir. Üzumün, dörtte üçü ıslanmıştır. Çünkü üzüm, bu sene havalarm tesirile, çok geç toplanmış ve sergilere konmuştur. Asıl korkulan nokta, yağmurun deva mıdır. Çünkü o takdirde mahsulün çü rümeğe yüz tutması ihtimali vardır. Müstahsil ve tacirler, bunu nazan iti bare alarak endişe etmektedirler. Borsadaki fiatler degittikçe sağlamlaşmakta ve iyi cins üzüm fiatları yükselmekte dir. İncire gelince, muhafazasız tentelerde ıslanmış incirlerin renkleri de bozulmuştur. Yağmur, bittabi ağaçtaki mahsule de tesırîni fnsterm''=tir. Eskişehir avcılarının bayramı Eskişehir (Hususî) Yüzden fazla azası bulunan şehrimiz Avcılar Birliği büyük bir kafile halinde ve hususî bir vagonla Bileciğe bağlı Gölpazarı kazasına gitmişlerdir. Gölpazarı Belediyesi nin Türk has misafirperverliğile hoş bir av günü geçiren Eskişehirliler ertesi gün sabaha karşı dönmüşlerdir. Seyahatin eğlence ve faydalarmı gören avcılar yakmda Afyona tâbi ve Türkiyenin en meşhur keklik av mahalli olan Çekür lere gideceklerdir. lngiltere Ağır yaralı Ingiliz eski muhariblerinin 36 ncı kongresi Bükingham sarayında toplanmıştır. Resmimiz, ki asker tarafından kongereye götürülnekte olan bir ağır yarah eski muhaHbi gösteriyor. l»gütere Uzakşarka gönderılen Ingiliz askerleri arasmda bulunan Rayt adında bir çavuş 7 aylık oğlunu da Şanghaya göndermiştir. Resmimiz, çavuşu küçük çocuğile bir araba gösteriyor. ff Büyük Britanya Kral ve Kraliçesini ziyaret için Bulgar hüküm darları Ingiltereye gelmiştir. Resim kendilerini Londrada Green Park'ta ge zerlerken gösteriyor.

Bu sayıdan diğer sayfalar: