25 Ekim 1938 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 6

25 Ekim 1938 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

CTJMHURİYET 25 Birinciteşrin 1938 PO R Yazan: NÜZHET ABBAS SİYASI COĞRAFYA: Atletizmde netlen gerileyoruz? Atletizmde gerileyip gerilememek meselesi futboldakı gıbı ölçüsü kolay bır iş değildir. Ayni zamanda bizde atktle futbolcu adedi ele ahnacak olursa ilki nin ikincisine nazaran pek çok olduğu için futbolda gerileme varsa sebeblcri oyuna karşı umumî bir rağbetsizliğe atfolunabilir. Halbuki atUtizm hiç öyle değildir. Yalnız bizde değil birçok yerlerde temaşa bakımından futbolü halk atletizmden üstün tuimaktadır. Bunun için de atletizm halkın sevdiği (popu laire) bir spor olamamıştır. Atletizmde genliyor muyuz? Buna müspet cevab vermemek için biraz ınsafsız olmak icab eder. Beş sene evvelıne nazaran rökorlarımız, Balkan Olimpi yadlarında aldığımız dereceler elbette ki dundur. Bu vaziyet altında insan tabiî olarak acaba buna sebeb nedır? diye kendi kendine bir sual sorar. Kabahati her zaman şahıslara yüklemek zâhnda olan msan mizacı ilk hamlede gerilemeyi Federasyon başkanına yüklemek istiyecektır. Bu da çok yanlıştır. Söyle ki: Dört bes sene evvel her nasılsa elde bulunan bir takım iyi çalıştırılmış, iyi antre edilmis olarak Balkan oyunlanna iştirak ederek iyi derece almış olabiliı. Dört sene sonra da bu takım efradı formundan düşerek, ihtiyarlıyarak ayni oyunlarda fena derece almış olabilirler. Bu atletizmin gerilediğine bir delil olmakla beraber noksan çalısmaya bir işaret değildir. Bizce asıl şaşılacak hâdise o zaman bu kadar iyi bir derece almış olmamızdır. Şimdi bu hakikati eski Federasyon reisile yenisi de bizım kadar ve bizden daha iyi bilir ve takdir ederler de acaba neden bir türlii itiraf etmeyip dolambaçh yollardan giderek kendılerini haklı çıkarmak isterler? Bu da beşerî zâftır ve hoş görülebilir. Eski zamanın ücretli askerleri gibi (mercenaire) bir atlet takımı yetiştirmek, göz boyamaktan başka hiçbir işe yaramaz. Bunu da hepimiz biliriz. Fakat bazan dayanamaz, kazara elı mizde bulunan bır takımı sanki biz ya ratmışız gıbi uzun uzuıı övünürüz. Bu da beşerî zâflardandır. Atletizmde geriliyor mu, ilerliyor muyüz? Tezi üzerinde bir de şurası var: Yeniler eskilerin yapmadıkları bir işi yaptık iddiasındadırlar. Atletizmi memleketin her tarafına yayıyoruz diyorlar. Semeresi ıleride görülecek bu iş üzerinde de münakaşa caiz değildir. Belki bir netice çıkar, belki de hiçbir şey olmaz. Böyle bir propagandayı halka atletizmi sevdirecek mertebede yapabilmek için çok daha fazla gayret, bilgi ve tatbik unsuruna ihtiyac vardır. Elimizdeki vesait, imkân ve elemanlar bu işin başa nlmasma kifayet etmiyecek derecede azdır. Hangi memlekette olursa olsun, (atletizmin beşiği olan Yunanistan; her nasılsa müstesna) atletizm hareketlerine; doldurma su ile değirmen döndürme vaziyetinde mekteb hancindeki teşekküllerle revaç verilememektedir. Atlamalar ve belki de koşular müstesna atletik sporlar halkm temaşa zevkini okşamaktadır. Bu itibarla da bu spor büyük ve çok nadir yapılmak şartile i#i propaganda edilmiş toplanmalar hariç; etrafına büyük seyirci kütleleri tophyamamaktadır. Çünkü atletizm yapanı çok tatmin ve memnun eden; seyircisini ise (eski atletler müs tesna) az alâkadar edjen bir spordur. Atletizm bir mekteb sporudur. Mektebde ve yalnız mektebde başhyan atletizm cereyanlarıdır ki memlekette bu sporu yapacak, sevdirecek ve yaşatacaktır. Bu hususta Maarif Vekâletinin harekete geçmek üzere bulunduğunu derin bir memnuniyetle öğreniyoruz. Hiç şüphe yoktur ki iyi muallimlerin elinde Türk gencliği atletizme olan kabiliyetini gÖstermekte hiç de gecikmiyecektir. Bizce atletizm esasî bir spordur. Cem'î oyunlara karşı genclerin duyduğu şevk ve heves bittabi atletizme karşı olan meyilden kat kat daha kuvvetlidir. Atletizm bediî bir zevk; cem'î sporlar ise gencliğin alabildiğine hızını verebilecekleri spordur. Atletizm cem'î sporlara nazaran çok daha intizam, çok daha disiplinli hareketi istilzam ettiren bir iştir. En ufak bir ıhmal, en cüz'î bir lâkaydî bır atletin derhal formundan düşmesine kifayet eder. Bu formdan düşme ise perfor manslarda kendini süratle göstermekte gecıkmez. Bu bakımdan da bir atlet, bir futbolcuya nazaran çok daha perhizkâr ve muntazam bir hayat yaşamalıdır. Amerikanm atletizmde başta gitmesinde yegâne amil emin olabiliriz ki yatı, kolej ve üniversiteleridir. Buradaki talebenin ekseriyeti hali vakti yerinde ailelerin evlâdlarıdır. Fakir olanlara da cemiyet bol bol yardım etmektedir. Atletizm yapmıyan yahud atletizmde geri olan bir kolej veya üniversite halk nazarında tutulmamaktadır. Bir yatı kolejinde işinin ehli ve mütehassıs antrenörlerin elinde muntazam hayat süren talebenin atletizmdeki muvaffakiyetile gelişigüzel bir hayat süren genclerin bu spordaki ademi muvaffakiyetlerini gayet tabiî görmemiz icab eder. Sualimizi atletizmde neden gerileyo ruz? şeklınde değil de, atletizmde neden ilerlemiyoruz? diye sorarsak yukanki izahlarla buna cevab vermiş oluyoruz zannındayım. Çareleri; Atletizmin bir mekteb sporu olduğuna nazaran: 1 Kültür Bakanlığı bu ise derhal vazıyed ederek yatı mekteblerimizde, bilgili muallimlerin idaresinde atletizme başlatmahdır. ' " "' '' " 2 Avrupaya atletizm muallimi yetiştirilmek üzere hiç vakit kaybetmeden talebe göndermelidir. 3 Bu tedbirlere başvurulurken mekteblerde saha meselesini halle tevessül etmelidir. 4 El ve kol kaldırmak şeklindeki köhne îsveç usulünü mekteblerden kaldı rarak bunun yerine alâkalı oyunlar koymalıdır. 5 Bu işi başarmak üzere Kültür Bakanlığı bir umum müdürlük ihdas etmelidir. Kültür Bakanlığının bu mesaisi haricinde askerî mekteblerin de atletizme hususî bir ehemmiyet vermeleri lâzımdır. Askerî liseler, Harbiye mektebleri, Heybeli Deniz Lisesi gibi askerlik ilmî müesseseleri atletizmi yaymak ve gencliğe aşılamak için en emin ve en iyi vasıtalardır. Disiplin ve intizam altında çalışma imkânları buralarda her yertlen daha fazla ve kolaydır. Eğer atletizmi ciddî alıyor ve bu sahada muvaffak olmak istiyorsak yapılacak ilk iş bunlardır. Bunun haricindeki çalışmalar daima mevziî, daima yan muvaffak kalmağa mahkumdur. Avrupahudutlarınm yaşı 1938 senesi, Avrupanm eski ve yeni hududlannın, mucize eseri gibi birdenbire ortadan kalktığına veya değiştiğine şahid oldu. Her tahavvülde, ortalığı telâş kapladı, kıyamet alâmetlerile karşılaşmış gibi korkuya düştük. Haritalarda istikrar kalmadı. Fakat, Avrupa hududlarmm esasen hiçbir zaman fazla ihtiyarlamadığını nazan itibara alırsak bu telâşa pek mahal olmadığmı görürüz. Meselâ, bugün Avrupadaki 49 hududun içinde, yalnız bir tanesi 1809 tari hinden ve ancak on bir tanesi 1905 tenberi mevcuddur. Avrupanın en eski hududu, 1668 denberi İspanya ile Portekizi ayıran kara hudududur. Gerçi, bu hudud Portekize Ceuta şehri başta olmak üzere bir takım fedakârlıklara mal olmuşsa da, üç asir danberi İspanya cihetinden sulhu temin etmiştir. En genc Avrupa hududu da Çekoslovakya hudududur. 1919 1920 de çizilen eski hududları henüz istikrar peyda etmiş değildir. Lâkin, asıl şayanı dikkat olan nokta, Çekoslovak hududlarmm, On üçüncü asırdanberi sayısız harblere mukavemet etmiş en eski sınırlardan biri olmasıdır. Bu devirde, fazla hududlu bir memleket olmanın zararlı bir mahiyet taşıdığı şüphesizdir. Hududlarmm çokluğu itibarile rökoru kıran memleket Almanyadır. Anşlus' tanberi Fransa, Belçika, Holan da, İsviçre, İtalya, Lüksemburg, Çekos lovakya, Macaristan, Polonya, Litvanya ve Danimarka ile tam on bir hududu vardır. Fransanın, Romanyanın, Yugoslav yanın ve Polonyanın her biri altı hududludur. Sovyet Rusyanın Avrupa kısrrunda 5 hududu vardır. Belçikanın, Bulga ristanın, Yunanistanın, Macaristanm, Letonyanın ve Çekoslovakyanın dörder, Finlandiyanın, İtalyanın, Litvanyanın, Lüksemburgun, İsviçrenin, Arnavudlu ğun, Danimarkanın, İspanyanın, Eston yanın, Norvecin, Holandanın, İsvecin, Türkiyenin ikişer hududu vardır. Ve nihayet îrlanda, Büyük Britanya ve Portekiz, kara cihetinden tek hududludur lar. Son müşahede olarak şunu söyliyelim ki orta Avrupa ile şark ve Balkan Avrupasınm bugünkü bütün hududları, istis nasız 1913 ten, Büyük Harbdenberi mevcud, yahud 1938 de tesis edilmiş bulunuyor. Tuna mıntakalarından garba doğru uzaklaşıldığı nisbette, hududlar eski ve müstakar bir vaziyet almaktadır. İspanya ile Portekizin hududları, eskilikleri nisbetinde Avrupanın en garb noktası hududu olmak vaziyetini herhalde sadece tesadüfe medyun olmasalar gerektir. Avrupanın bayat, kurtlu çocuk gıdalarmdan sakmınız! Yavrularınızın midesini abur cuburla doldurmayınız! Tabiî, saf, lezzetli Fransanın hududları da nisbeten eski ve müstakar hududlardandır. Belçika hududları 1830 Londra konferansından, Pirene hududları 1814 Napolyon harblerinden, İsviçre hududları 1815 ten, Lüksemburg hududları 1867 den, Italya Bunun uyandırdığı yegâne ümid, Avhududları 1 860 tan ve Alman hududları rupa kıt'asının şark nısfında, siyasî ve ır1919 danberi mevcud hududlardır. kî istıklâl temın edildikten sonra hudud Avrupa hududlanna birer yaş tayin ların daha kolay istikrar peyda edeceği, edersek, Fransa hududlannın 87 yaşında, ve bu memleketlerin vasıl olacakları ol Portekizin 270, İspanyanın 197, Isveçin gunluk derecesinin Avrupada devamlı bir 126, tsviçrenin 124, Felemengin 112 ya sulh ve huzur devresi yaratacağı ihthnalişmda olduğunu görürüz. dir. hz/u na çocuklar bayılıyor. Çok istahlı ve severek büyürler. Bu saf özlü unların vitamini bol, gıdası çok ve kalorisi yüksektir. Bütün çocuk doktorlan buna şahadet eder. Avrupada daima diplomalarla musaddak birinciliği kazanmıştır. Bu kadar yüksek evsafa malik tabiî gıda ancak HASAN ÖZLÜ U N L A R I D I R . ( Dünya hal^er şampiyonluk müsabakası J Pirinc, Yulaf, Mercimek, Buğday, İrmik, Patates, Mısır, Türlü, Bezelya, Badem, Çavdar Ozü Unlarmı Çocuklarınıza Yediriniz. İstanbul Üniversitesi Pazarlık Komisyonundan: Muhammen fiatı Yaptırılacak işler Edebiyat Fakültesi dammda kiremid 135 Lira tamiri ve kiremid alınması Morfoloji binası dam tamiri 436 > Adlî Tıb Enstitüsü dam tamiri 135,75 » Yukarıda yazılı üç iş ayrı ayrı pazarlıkla yaptırılacaktır. İsteklilerin bu gibi işler yaptıklarma dair vesikalarile 27/10/938 perşembe günü saat 11 de Üniversite Idarî ve Malî İşler Müdürlüğüne gelmeleri. ( 7816 ) l Bu müsabakalarda derece alan Alman, Mısır ve Amerikan haltercileri yanyana Viyana 24 (a.a.) Halter dünya şampiyonası pazar günü sona ermiştir. Olimpiyod şampıyonu Alman Josef Manger antrenmanlannı yaparken ayağından sakatlanmış olması yüzünden zavıf düşmesine rağmen unvanını muvaffaki yetle müdafaa etmiştir. Genc Amerikalı Stene Stanko ikinci, Estonyalı Luhaer üçüncü olmuştur. Umumî tasnif neticesinde: 1. Almanya 51 puvanla, 2. Birleşik Amerika 9 puvanla, 3. Mısır ve îtalya 2 şer puvanla, 4. Estonya ve Fransa 1 er puvanla. landa futbol karşılaşması 2 2 beraberlikle neticelenmiştir. Rakıblerinden daha üstün bir oyun gösteren Danimarkahların sayılanm soliç Uldaler, merkez muhacim Kristensen yapmıştır. Holandalılarda golleri atanlar sağaçık Van Leur ile sağiç Van Der Veen'dır. Devlet Demiryolları Işletme U. Müdürlüğünden; Cumhuriyetin on beşinci yıldönümü münasebetile birinciteşrin 1938 ayının 28, 29, 30 ve 31 inci günlerinde, banliyö ve halk ticaret biletleri ile bazı hususî tarifelere tâbi biletler haric olmak üzere satılacak biletlerin bedelleri üzerinden % 20 tenzilât yapılacaktır. Fazla tafsilât için istasyonlara müracaat edilebilir. € 4462 » ( 7746 ) ı İstanbul Üniversitesi A. E. P. Komisyonundan: Radyoloji Enstitüsü damma döşenecek 1259.07 lira keşifli Roberoit işinin açık eksiltmesi 7/11/938 pazartesi günü saat 15 te Rektörlükte yapılacaktır. İsteklilerin en az 1000 liralık bu gibi işler yaptığına dair ihaleden bir saat evvel İstanbul Bayındırlık Direktörlüğünden almmış vesika ve 94,50 liralık muvakkat tenjinat makbuzlarile gelmeleri, keşif ve şartname hergün Rektörlükte görülür. (7804) Norveç: 2 Lehistan: 2 Varşova. 24 (a.a.) Lehistan milli futbol takımı ile Norveç mülî takımı arasmda yapılan karşılaşma 2 2 beraber likle neticelenmiştir. Bırincı haftayımı 2 0 Norveçlılerin lehine biten bu maçta, Lehlüer 74 üncü dakikada birinci ve 86 ıncı dakikada da ikinci sayılanm yapmışlardır. RADYOLİN Sabah9 Öğle ve akşam Her yemekten soDra muntazatnan dişlerinizi fırçalayımz. Dıyormuş. Ferihayı da gene onun için Mısıra götürüyormuş. Orada onlan biribirine nişanlıyacaklar; anasma babasına karşı da, oldu bitti; diyip işin içinden çıkacaklarmış... Adamcağızm birdenbire ölüvermesi bütün bunlann hepsini altüst etmiş oluyor. Haşmet, içli içli bunları anlatıyordu. Çayını bitirmiş, şimdi de sigaranın birini söndürmeden ötekini yakıyor!... O aralık, Şükrü Paşa gene salonun kapısına kadar geldi. Bizi hâlâ böyle baş başa görünce kaşlarını çatmaktan kendini alamadı. Yan gözle saate baktım: Ben buraya, Haşmetin yanına geleli bir saate yaklaşıyor. Şükrü Paşa da ondan kuşkulanmış olacak... Adamcağız açıktan açığa beni bu gencden kıskanıyor!... Kimbilir, böyle böyle, Haşmetle ikimizin arasında, günün birinde, birimize karşı bir ısınma, bir yakınlık doğuverecek diye mi saniyor, nedir?... Haşmet, belki pek terbiyeli bir çocuk, çok yakışıklı, hem de pek çok kadına göz karaltısı verecek kadar yakışıklı bir genc amma, ilk gördüğüm günden beri ben ona karşı pek o kadar isinamadım. {Arkası var) Danimarka: 2 Holanda: 2 NÜZHET ABBAS Kopenhag, 25 (a.a.) 30.000 seyirci öMaçta 25.000 seyirci hazır bulunmuşnünde yapılmış olan Danimarka Ho tur. Durdum, uzalrtan onlara bakıyordum. Sadeddin Necminin Nermine doğru öyle bir sokuluşu var ki... îkide birde kalkıp kalkıp dansediyorlar. O zaman hemen herkes gülmemek için başını başka yere çeviriyor. Zavallı adamcağız, zaten ufak tefek, genc kadının yamnda büsbütün ufalıyor!.. Nermin de meğer ne edalı taze imış!... Onun sokulduğunu gördükçe kınlıp dökülüyor, sözüm ona kendini naza çekiyor!... Şükrü Paşa da orada idi. Hemen yanıma koştu. Biraz oturduk. Cevad Sami, gene birisini bulmuş, oyun oynuyor... Hem de kiıru?... Nizameddin Nazmiyi!.. Adamcağız türkçe bilmiyor, nasıl an laşıyorlar, bilmem. Bir aralık, bütün o kapıların, pencerelerin gıcırdısı azaldr, vapur da eskisi kadar sallanmıyor. Fırtına, biraz yatışıyor mu, nedir?.. Biraz ona bakayım, dedim. Salondan çıktım. Küçük salonun önünden geçiyordum. Baktım: Haşmet, orada yalnız ba;ına oturuyor. Zavallı çocuk!.. Onünde de bir fıncan çay, biraz da biskü Haniya bu akşam oturup ta biraz şanın gölgesi göründü. Haşmetin benimle derdleşecektik, dedi. Öyle vadetmemiş konuşmak istediğinı, ona da anlatmışmiydiniz?.. tım: Sonra önündeki cayı gösterdi : Ne söyliyecek acaba?... diye o da Vakit bulup da akşam yemeği yiye merak etti. Konuşunuz bakalım. Biraz medim. Yemek vakti geçtikten sonra da Bedriyeyi, biraz Ferihayı, biraz da onu tıkandım. Canım birşey istemedi. Büsbü dinleye dinleye belki bir ipucu ele geçirirtün aç yatmamak için bari bir çay içeyim, siniz!... dedim. Siz nereye gidiyorsunuz?. YatmıŞimdi bizi burada yalnız görünce yaya mı?. • • Herhalde beninı sizi burada bek nımıza sokulmadı. Gene çekildi. Yalnız, liyeceğimi unuttunuz bile... neden«e, biraz sinirlenmiş, biraz öfkelen Beni mi bekliyecektiniz?.. Öyle bir miş gibi... Bu adamcağıza da ne oluyor, şey konuşmad:k, sanırım. Akşamdanberi bilmem... salonda idim. Fırtına biraz dindi gahba... Artık şuradan, buradan Haşmetle koOna bakmak için çıktım. nuşmaya başladık. Feriha ile nasıl sevişKamaranın kapısından baktım. Üç beş tiklerini, şimdi de onun ağzından dinleadım ötede bir kapı daha var. Oradan dim. Hacı Hüsameddin, genc kızla ikida güverte görünüyor. Yağmur büsbütün sini günden güne biribirine bağlıyan sevkesilmiş... Pencerelerden dışarıya taşan ?iyi öğrenince, öyle benim zannettiğim giışıklann arasında bir iki gölge dolaşıyor... bi, danlmamış, üstelik elinden geldiği kaDemek ki güverteye çıkanlar bile var... dar yardım edeceğini söylemiş. Gene Haşmetin yanma geldim. Bedri Beni, kendi oğlundan çok sever ye Satveti sordum: dü... Diyor; bir yandan da gözleri yaşan Biraz daha iyice, dedi. Bu akşam yor... bir aralık kacnarasından çıkacak, salona Mısırrdaki işler düzelince Hacı Hüsakadar gelecekti. Aksi gibi bu gece de fırtma büsbütün arttı; çıkamadı. Demin ge meddin çekilecek, Haşmeti de müdür giçerken baktım. Ferıha ile beraber oturu bi iş başına getirecekmiş. Şimdiye kadar hep onun için : yorlardı. Biraz daha sabrediniz!..* Bu aralık salonun kapısında Şükrü Pa Tefrika No.23 \ Hacı Hüsameddinin blümünden sonra bana da bir ürkeklık geldi. Hele böyle çıigın bir fırhna, göklerde, denizlerde kudurup üstümüze saldınrken insanın tüyleri ürperıyor. Vapurun ıçı büsbütün korkunc görünüyor. Öyle zannediyorsunuz ki b'lüm yanıbasınızda tepıniyor; ha şımdı, ha şimdi sizin üstünüze de bir pençe uzanacak; sizi de kıvrandıra kıvrandıra hetnen oracıkta boğup öldürecek!... însanın içine ışte böyle kuruntular çöküyor... Tayfalardan biri seslendi : İçeriye gir!... Denize gidersen, loryada banyo yaptnaya banzemez!... Sonra da kendi kendine söylendi : Bu havada bu kadınlann, burada e işi var, anlamatn ki... • Nakleden: "•" KEMAL RAGIB Döndüm; salona geldim. Yolcuların pek çoğu burada... Her geceden daha kalabalık... Sanki herkes kendi kamarasına çekilip yalnız oturmaya korkuyor, ne olacaksak, hep beraber olalım, diye biribirinden ayrılmıyor. Gramofon çalıyor lar; birkaç kişi dansediyor. Melek Hanım da Nermin Suadle beraber bir köşede oturuyor; Sadeddin Necmi de yanlarmda... Demek ki, bunların arkadaşlığı ilerilemiş!... Yahud da daha eskiden tanışıyorlartnış. Buna bakınca şeytan insanın aklına neler getiriyor: Dün gece, Saded vı... Beni görünce ayağa kalktı: din Necmi, Nerminle birlik olup Hacı Buyurmaz mısınız?.. Hüsameddini zehirlemiş olmaz mı?... BüDiye seslendi. tün bunlar, Melek Hanımın başınm altından mı çıkıyor acaba?..« İçeriye girdim.

Bu sayıdan diğer sayfalar: