4 Ocak 1937 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 8

4 Ocak 1937 tarihli Haber Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

uni an 5 (a a, ik —ü— Yaran: A. Cemalettin Saracoğlu NARMAN AA rd 4) Milli mücadele senelerinde Enosis vapuru nasıl zaptedilmişti ? unan donanmasının mekik dokuduğu bu enizlerde bir Türk gemisinin mevcudi- d yelini Enosis süvarisi aklından ; bile geçirmiyordu © Metorbotların Novorosisk de ta-f siniz?.. İm bittikten sonra iki minnacik| nisanın yirminci günü İimanı| eri. etmişler ve bu limandan on mil “mesafede bulunan Gelincik koyuna mişlerdi. Botlarımız Gelincikteki “Rus nöbetçilerinin şüphelerini uyan- « dırmamak için makinlerde yeniden arıza çıktığını bahane etmişler ve gü- makinlerin tamirile uğraşır görü» nerek “Enosis, in Novorosiskten çıkmasını beklemeğe başlamışlardı. © Fakat Yunan gemisi limandan bir “türlü çıkmıyordu. — Bunun üzerine “2,, numaralı bot süvarisi Reşat kaptan ile efradın en © açık göz ve lisan bilenlerinden “1,, © numaralı bot serdümeni Hasan çavuş © ve efrattan Giritli Mehmet kıyafetle- rini değiştirmişler ve bir yolcu moto- rile Novorosiske dönmüşlerdi. Ora “da belli etmeden "Enosis,, in tayfa- © sine takibe başlamışlar ve nihayet ma- © ut meyhanede Yunan gemicilerin- den vapurun hareket gününü öğrene- — Bilmaişlerdi. k Yürbarr Reşat kaptan “Nimet,, mate Gelincik limanma döner mioz elde ettiği malümati arkadaş- m3 bildirmiş ve iki motorbotümüz rd. ta belli > Novoresiski! altnda bulundurulnuş, i.! gibi, Yunan vapuru meyda- makta ısrar etmişti? Acaba “Enosis, bir lenmişti? © Küçümencik tekneletimizde erzak “ve komanya bol değildi; makinelerin ması için icap eden mayi mah- rpk, yağ bol değildi; içilecek su bol! bütün bunlarm hepsini) , adeta damla damla kullan-! “znak icap ediyordu. “Yunan vapurunun hareketi gecik-| o min daha ziyade gerildiğini hissedi- yorlar, sabırsızlıktan adeta kendileri- oni yn sonra güneş batacak,. Ve belki “Eno- deri bugün Novorosiskten cıkmaya- , Nöbetçi zabiri kaşları çatık, dür- i elde, muttasıl liman ağzmı ta-| ıssut ediyor, vakit geçtikçe herkeste sabırsızlık artıyor; sinirler daha faz- > İa geriliyor, kopvp parçalanacak kar) “dar geriliyor. “ENOSIS,, GÖRUNDU!.. biti: —— Bir duman göründü! seslendi. © Şimdi bütün gözler Gelincik bu- wi ile Norosisk'in methali arasma z miş, İmandan o kadar abırsızlıkla ekil 3 "Eno- is,, olmasına kalpten dua ediyorlar - Ayni zamanda motorbotlarda - diye görünen tekne yavaş, yavaş —i Istanbul 1 üzerine nisan”; yirmi beşinde hemen e i tikçe zabitler ve mürettebat sinirleri-| Guruba yarım saat kala nöbetçi! çıkan geminin! | artık yine grup yaklaştı, biraz| ! Müşkülün müşkülü'bir iş.. Bereket versin ki “Enosis,, vapuru pupa fenerini yakmıştı. Yunan do- nanmasının mekik dokuduğu bu de- nizlerde bir Türk gemisinin mevcudi” yetini hatırından bile geçirmiyen E- nosis süvarisi denizlerin ezeli bir kai- desini unutmuş oluyordu: Denizde harp zaman! daima ihtiyat ve basireti emreden bu kaidenin ihmali nitekim gemisinin zaptı ile neticeler” necekti. Vakın “Enosis,, süvarisi vapu - runu hazarda imiş gibi sevketmekte tereddüt etmemişti. Çünkü umumi harpten arta kalmış Türk harp ge- mileri İstanbulda ellerinde mahpus idiler o ve bu şerait dahilinde “Eno- sis,, süvarisi kimden korksun a Türk gem&inden çekinsindi?.. Binaenaleyh Yunan Oo vapuru, tıpkı normal zamanlar yaşıyormuş gibi Pupa fenerini yakmakta bir mahzur görmemiş ve bu suretle kü - çümecik iki motorbotumuza karan - lıkta kendisini takip imkânmı bah - şetmişti, (Devamı var) swden Mİar ye karanlık bir merdivenden yerin dibine doğru iniyorlardı — Haydi bize yol göster bakalım! — Nereye gideceğiz? — Kısa bir yolculuk. Merak etme. Yol yürüyecek değilsin! Bizi şarap ve) posuna götüreceksin! — Sizi garsonlar da götürebilir ora- ya, — Sen neden götürmek sun? Ahçınm hafif bir sendelemeden son« ra ocak başından ayrılmaması memurün şüphesini büsbütün derinleştirmişti. Ahçı birkaç adım yürüdü: — Buyurunuz... Müzikholden geçtiler.. Lokantanın arkasında bir kapının ö- nünde durdular, — İşte buradan aşağı ineceğiz. Ahçı kapıyı ağtı.. Memurlar sordu: — Burada elektrik yok mu? — Hayır. Patron çok hasistir., Böy- le yerlere enstelâsyon yaptırmadı. — Pekâlâ, Aç bakalım şu kapıyı." Ahçının kapıyı açarken ellerinin tit. rediği seziliyordu. Kapıyı güçlükle açtı. Komiserin sağ eli ceketinin cebinideki rovolverde.. Öte- ki eliyle de elektrik fenerini tutuyordu. Komiserin yanında üç sivil Omemur daha vardı. Bunlar da elektrik fenerle- rini yakmışlardı. Kömiser memurlara gözünün ucuyla baktı: — Dikkat ediniz!.. Bir tuzağa düşmiye- lim.. Kapıdan içeriye girdiler. Bir kliçük sahanlık. Yerde (birkaç €aki ve kırık şeker sandığı.. Bir kazma..| Bir deste ip. Bir çengel, Bir çuval çi- mentodan başka bir şey yoktu. Lokantanın esrarengiz shçısı bir &- ralık arkâsına döndü: — Şarap depomuz zemin katındadır. Şaraplar serin bir yerde dursun diye patron, sarap fıçılarını su yolunun geç. tiği yere yerleştirmiştir. Siz bizim pat- istemiyor. i romun bu işlerde De kadar meraklı bir adam olduğunu bi iz? Şimdi dar, yükle kai a e bir met de iki Mi Macera ve aşk romanı meli Yazan : (Vâö-Nü) Devletin o derece yakınında olduğum halde bir türlü sivrilemiyorum !i Bir eteğe yapışıp yükselmek istiyorum ama, nafile! Geçen tefrikaların hülâsası: Esir taciri hacı Mostafa, muhteşemİ gemilerile ve kulabalik © heyetile, yeni baremağalarile ve cariyeleriln birlikte İstanbula gelmiş, gözleri kamagtırmış tır. Fındıkisdaki konağma © yerleşiyor. Maiyeti Madeni anbUl, baremağası! sanıldığı halde değildir. o Beşir ağa, bu nun farkındadır. Bu (Sir sayesinde hir takım entrikalar oynamak istiyor, Şim di, bu ağa, saraydaki türaderi o Nesim ağn ile buluşmuştur. Konuşuyorlar, İki kardeş hasretle öpüştü, koklaş- tı. Beşir, o günkü vazifesini arkadaş- larmdan birine devretmek istedi: — Hasret Kavuştur dostum! - de - di. Biz iki kardeş buluştuk. Sen benim işime bakıver de, ben de birağderimle görüşeyim — Pek âlâ! Ben bu hisleri anlarım. Haydi, git, üzülme... Keyfine bak.. Bu suretle serbest kalmaları üzeri- ne iki kardeş kol kola girdiler, Nesim, üzülüyordu: — Vah vah Beşirciğim.. Demek ki, bir türlü terfi edemiyorsun? Hep böyle aşağılık, ayak hizmetlerini gö- Tüyorsun. Halbuki sana lâyık olan bu mıydı? Sen ki dünyanm en zeki, en açık göz haremağalarındansın, hiç ol mazsa saraya girmeliydin. Orada siv-| rilmeliydin. divenden yerin dibine doğru iniyorlar” dı. Bir hokkabazın numaraları.. Bu sırada lokantanın varyete numa. rası yapan artistleri arasmda, (sakallı mavi gözlüklü bir hokkabaz sahneye Çi- karak çok eğlenceli o ve güldürücü nu- maralar yapmağa başlamıştı. Yemek salonunda müthiş bir kalaba, lık vardı. Hokkabaz, ilk önce, sahnede şapkasını çıkarıp masanın üstüne bırak tr. Şapkanın içinden birkaç (o güvercin yavrusu çıktı, masanın Üzerine civil daşmağa başladı. Hokkabaz bu güver- cinleri yakaladı. Tekrar şapkasını içine koydu. Başına geçirdi. Halkın alkışlarımı başile selâmlarken şapkasını çıkardı. Şapkanm içinden bir yığın gül döküldü. Seyirciler şaşırdılar. — Güvercinler ne çabuk gül oldu?! Diye bağrışırken, hokkabaz bunları topladı. Hepsini iki avucunun içine al. dı. Şirndi avuçlarında bir yığın şekerle- me vartir. Şekerlemelerden bir o kaçını müşterilere atuktan sonra, tekrar avt- cumu kapadı. Salladı, Ayucunu açtı. Bir serçe kuşu kanatlarını çırpafak lokanta nm tavanına doğru uçup gitti. Sahnenin küçük perdesi alkışlar ara. sında birkaç kere açılıp kapanmıştı. Seyirciler arasında iki sivil (oOmemur otutuyordüu. Polis komiseri bu memtrla ra şu talimatı vermişti: * “Ben lokantanın şarap deposunu ve| zemiin katını tetkike gidiyorum. Siz bu rada oturunuz. Fevkalâde bir hâdise ile karşılaşırsanız, beni beklemeye lüzum görmeden takibata başlarsınız! Eğer hiç bir hâdise olmaz ve ben O İüzumundan fazla gecikirsem, beni zemin katında a- rayınız!,, Sivil memurlar konuşmağa * başladi- lar: .$ İ — Sen bu be tarıyor musun? —Hayır.Ya sen..? — Öyle, hakkım var, Nesim... Fakat kabil mi?.. İşte sen de bak, buna mu- vaffak olamıyorsun.. Saraya satıldı - gm vakit, beni de oraya aldırırsın di- ye nasıl ümitlenmiş, heveslenmiştim. — Ben de öyle... Ama, netice umdu- Zum gibi çıkmadı. Çünkü sarayda da bahtiyarlar ve betbahtlar var.. Orada abdesthane süpürmek, bulaşık yıka - mek gibi hizmetler yok mu sanıyor- sun?.. Bana bu kadar fecii düşmedi, çok şükür... Lâkin divan odasının ö- nünde nöbet beklemek düştü. Oraya zamanm vezir ve Vizerası girip çıkı- yor, kızlarağası, elçiler ve sair büyük adamlar geliyorlar, gidiyorlar. Be - nin vazifem #ade perdeyi açmak ve ekâbirin eteklerini öpmek. İkbalin bu derece yakınında bulunduğum hal de, tepeye Yyükselememek büsbütün fesi... Göz görmeyince Insan gene kat- lanır. Fakat iştiha kabartıcı bir ye - meğe bakıp da karnımı doyuramamak neyse, âli mesnedlerin yanında bulu - nup oraya erişememek, sade perdeci- lik yapmak o kadar kötü.. Anlıyor mu sun, Beşir... Onun için, - ben kendimi senden de betbaht addediyorum.. — Vah birader vah. — Belki sen benim yerimde olsay- — Niçin sordun tanıyıp tanımadığı. mı? — Biraz şüphelendim de.. — Ne gibi..? — Ben berlinde böyle bir hokkabaz tanımıyorum. Nerden gelmiş bu adam acaba buraya?.. — Helhalde yerli Yahudilerden biri olacak. — Şüpheye değmez. — Uçurduğu kuşa ne dersin? — Hiç birşey gözbağıcılık derim, — Gözbağcıhık mr? Hayır.. Ben bu kuştan kla şüphelendim. Arkadaşı güldü: — Sen zaten mevsimsiz esen rüzgâr» lardan bile * şüphelehirsin! Bir küçük kutşân ne çıkar? — Ne mi çıkar? Sen orduda o küçük Hint kuşlarının mübabere işlerinde ne büyük muvaffakiyetler © gösterdiğini duymadınmı ? — Hayır.. — Kuş hokkabazm elinden uçarken ağzında bir küçük beyaz kâğıt parçası vardı. Sivil memur tekrar güldü: — Dedim ya.. Sen bu gidişle sivrisi- neklerin bile casusluk yaptığına inana- caksın! Hokkabazın kaçırdığı kuş nereye .. Gördün mü? — Hayır.. Memur tavanın sağ köşesini gösterdi: — İşte şu küçük (pencereden çıkıp gitti. ! — Olabilir 'ya,, Kuş bü. Elbette uçup gidecek. — Ağzımdaki kâğıdı nereye ve kime, götürecek acaba..? — Haydi canım, bırak şu evhamt.. Biran: iç bakalım! Kadehleri boşaltmışlardı. Memurlardan biri garsonu çağırdı: — İki bira daha. gi eliyle (Devamı var) üm Öptüğün eteklerden birine yapışarak onunla birlikte yükselirdin... Halbuki ben.. Beşirin birdenbire dikkati celbedil « di; aklma bir şey geldi: — Dost olduğun kadmlar var mı?, - diye sordu, —i Nesim bu sözden bir şey anlama- mıştı. 5 — Bu da ne demek?. — O da kim?. — Halayık... Ben nasıl divan odası- nın perdesini indirir kaldırırım, oda, ortalık halvet edildikten sonra, rahle- lerin tozlarını filân alır.. — Vah zavallı kardeşim. Demek ki, münasebet münasebet diye kosko- ca sarayda ancak bu betbaht hizmet balayığı ile ahbaplık temin edebildin. * Fındıklıya yaklaşıyorlardı. Asır - lık kocaman bir fmdık ormanının için den geçiyorlardr.. Bu ormanın ötesin den berisinden kocaman çmarlar yük selmiş, bunlarm arasmada serviler karışmıştı. Servi ve çmar.. İkisi yan yana © lunca cidden şairanedir; ve İstanbu - Tun tipik ağaçları bunlardır. Fakat ikisi de beraber ha, Zira, yalnız servi, ve yalnız çınar, tek başına müşterek kıymetlerinin en büyük Kısmını Kay.” bederler... Şimdiki İnönü mektebinin bulundu- ğu yerin daha sırt kısmında esir taci- rinin muhteşem sarayı görünüyordu. Gemiden çıkartılan eşya buraya hâl ceste ceste nakledilmekteydi. İki kardeş, aheste aheste yürüdü- ler... Bir müddet sustular. Sonra Ne- sim: — Dostluğum ancak betbaht bir hizmet halayığı ile, evet! - diye içini çekti. - Ancak onunla ahbaplık tesis «debildim.. Cidden o da betbaht.. Zi- ro, yükselmek için her şeyi yapmıya hazir olduğu halde ve gahikalarm bu derece yakmında bulunduğu halde bir © merdiven bulamıyor... Yükselemiyor. Tıpkr benim gibi, tıpkı senin gibi.. Nesim, eliyle çınarları ve servileri gösterdi: — Bak şu servilere... O yanda, tek başlarına kalmışlar. Kara kara, çir * kin duruyorlar... Halbuki şuradakile- rin koyu yeşilliği, çınarların arasın - dan nasıl tebarüz ediyor. Nasıl gü- zel görünüyorlar. İşte, sen ben ve Mihrümah hep böyle çınardan mah- rum kalmış servileriz!.. Yoksa, hiçbi- rimizin bir şeyimiz eksik değil. Çmar, devlettir, talidir.. Onsuz istidat, zekâ, nafile., Bahçeden içeriye girdiler... Bahçe ta beriden, şimdiki güzel sanatları, merkez kumandanlığmı, hattâ gazino ları ihtiva eden sahada başlıyordu. Baliçıvanlar, bir yolun iki kenarm- da çalısıyor, insan boyundan daha bü- yük'olan servileri oraya iki sıralı di- kiyordu. Yolun arka kısmmdaysa, ge- ne iki sıralı çınarlar vardı. O devrin bariz bahçe zevklerinden biri, şiirler- de de daima geçen serviler olduğu İ- gin, hiçbir zengin bahçesinde bu ağa - hassa, bunların küçükleri, insan bo - yunda, pek zarif, pek şirin bir ondam- daydılar.. Bir şaire cidden ilham vere cek bir manzara teşkil ediyorlardı.

Bu sayıdan diğer sayfalar: