17 Şubat 1935 Tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 4

17 Şubat 1935 tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Tiyatronun Sönmesi Yazmış olduğu bütün piyeslerde insanlığın mukadderatı üzerinde insan iradesinin üstünde kuvvet- lerin oynadığı büyük rolü anlatma- ya çalışarak daima realitenin dı- şında kalmış ve metafizik bir hava yaratmış olan büyük Fransız tiyat- ro müellifi Lenormand seyircileri nin karşısına, ilk defadır ki bir da- va piyesile çıkıyor. “Tiyatronun sönmesi,, diye tercü me edebileceğimiz Le Cr&puscule da Thöâtre uzun müddettenberi vü cudu hisgedilen bir yaraya tam za» manında vurulmuş bir neşter dar- besi olduğu için büyük bir muvaf- fakıyet kazandı ve kimbilir belki de bu muvaffakıyetile; davasına, i- çinde taşıdığı tezden faydalı ola- caktır. Şimdiye kadar pek çok cemiyet davalarının müdafaasını üzerine Lenormand'ın ağzile, kendi müda- İaasını yapıyor. Tiyatro hastadır, tiyatro ölüyor... Sinemanın zafer marşile kulakları sağır olanlar kaç yıldır tiyatro di- nine tapan gerçek sanatkârların bu telâşlı haykırışlarını işitmektedir- ler. Tiyatro, idam hükmünü giymiş bir mahküm gibi, ( yıllardanberi, dizüstü, ölüm saatinin © çalmasını bekliyor. Tiyatroyu içten içe (kemiren derd hakkında biribirini (o tutmaz pek çok düşünceler, kanaatler, tav- siyeler ortaya atıldı. Bunların için- de doğruları vardı, yanlışları var- dı; gerçek bir sanat aşkının ilham ettiği samimileri vardı, para kazan- mak hırsile ileri sürülmüş riyakâr. ları vardı. İşte şimdi de, bu hastalı- rinde söz söylemeye en iyetli o anlardan biri tarafın- dan konulmuş teşhis (o karşısında bulunuyoruz. Lenormand .Bu has- talığın gerçek sebeblerini anlatmak için, her zaman karşıdan seyretti- ö sahnenin arka taraflarını,ko lislerini, bir kelime ile tiyatronun iç çamaşırlarını bize gösteriyor. Bi- ze anlatıyor ki tiyatro (o gerçekten bir ölüme doğru gidiyor, bu, tabil ömrünü bitirmiş olduğu için değil- dir. Sadece, tiyatroyu © yaşatmak vazifesini üzerlerine o almış olan insanların onu bilerek veya bilmi- yerek yavaş yavaş zehirlemeleri yüzündendir. Tiyatro yaşamak © için sanate muhtaçtır. Sanatle hiçbir alâkası olmayan, gözlerini (o şöhret ve ka- zanç hırsı bürümüş cehalet, onu, elinden tutumuş, korkunç bir sü- ratle uçuruma sürükteyor. Tiyatro. nun bu büyük tehlikeden kurtul. ması için her şeyden önce kendini bulması, kendini sayması lâzımdır. Budalalıklarma orijinallik diyen jisörler, müzikhol sükselerinin için örnek ( olabileğini ler,oynadıkları ese- rin içinde zengin âşıklarının oda- sındaymış serbestçe ve kap- rislerine uyarak dolaşabilecekleri- Bi sanan küstah aktrisler: tiyatro- nun asıl derdi, onun © vücutlarını tahrib eden bu mikroblardır. Tiyat ro, ancak bu mikroblardan ciğerle- rini temizleyebildiği gün yeniden canlanacaktır. Lenormand'ın gerçek bir tiyatro ihtirasile hayat verdiği sahneler in- sanı ürpertecek bir kuvvet taşıyor. 2105 PİM tefrik a DMPAF IM Kara kar yağıyor... Bizim arkamızı verdiğimiz pen- cereden o dışarısını seyrediyordu. Durab dururken haykırdı: — Çocuklar, bakın, kara kar ya: ğıyorl.. Hepintiz pencereye koştuk. In- es; al mepken bir har, yerleri, 65: le ıslatmadan; hafif hafif yağıyor- wa, kar yağı- yor... Yani karın ü e kar yağı yor demek istedim... Süreksiz bir kar olduğu bir ba- kışta görülen bu sula sepken yağı- $ı, uzun üzün seyrettikten sonra: — Dostum, dedim, biz kara kar yağmasından çoktan vazgeçtik. Toprağa kar, yağsın... ona da razt- yız! Kulakmisafiri ACIKLI BiR ÖLÜM Selânik eşrafından merhum Bay Ha- san Aziz kızı Bayan Nüzhet'in eşi ve tü- tün tüccarından Aziz Fikri ve Kumpanyi Dassürans Jeneral sigorta şirketinin im- zaya mezun vekili Osman Filiri ve Tat- ko Şirketi muhasebe müdürü Etem Fik- ri ile aynr Şirket memurlarından Muk- bil Fikrinin babası manifatura tücca- rından MEHMED FİKRİ Trabzon'da kalb sektesinden ölmüştür. Cenazesi Vatan vapuru ile İstanbul'a ge- trilerek bugünkü pazar günü saat on- dörtte Şişli'de Osmanbey'de Rumeli cad- desinde 51 No. lu evinden kaldırılacak, Usküdar'daki sile kabrine defnedilecek- tir. Allah rahmet eyliye, i davanm doğruluğu lüğü © şahısların birer manken olmaktan çıkarak gözleri- mizin önünde elle tutulacak kadar diri olmalarile hissediliyor. Bu gü- zel sanat eseri gene güzel bir bu- luşla bitiyor. Son perde kapandığı zaman aktörlerden biri perdenin dışa çıkarak seyircilere bir hita- be söylüyor, Yazımı Lenormand'ın içten koptuğu belli olan bu sözleri- le bitiriyorum: “Seyirci, (o gördüğün şey henüz “yuku bulmamıştır. Bunun vuku- “bulmaması sana bağlıdır... “İçinde sözün hâkim olduğu bir “salonun alacakaranlığı içinde sen “İnandıkça, umdukça, ürperdikçe, “güzellik mezara konmayı “Seyirci, beni tanı! Sana söz “söyleyen bir piyes şahsı değildir. “Ben aktör rolünü oynayan aktö- “rüm. Eğer beni kaybolmaya mah. “topluluğundan silmiş olacaksın! “Beyhude yere karanlıklar için- “de resimlerle karnını doyuruyor- “sun. Gölgelerle ne işin var senin? “Haykırışlarına bir ses verebilmek “için et ve lâzımdır., canlı a- “gız lâzımdır. “Şimdi git, fakat yeniden dön- “mek üzere. Buraya veya başka bir “yere, ne zarar! Yeter ki bu, boya- | “lr dudaklardan sözün fışkırdığı | “bir yer olsun. Ben hiçim, (piyes | “hiçtir. Müellif hiçtir. Fakat ti; “ro yaşamalıdır! değil mi, seyirci? “Tiyatro ölemez! Yaşar Nabi NAYIR — «epsi üç yüz on lira . — de- di — Bu paranın üç yüz beş lirası Naz- minin cüzdanından çıkmıştı. Ve küçük. bir kâğıda okunmaz bir ya- zı ile “yalnız üç En al kai- medir “diye yazı tibin ü e bir imza odada; ş — Al bakalım.. Şaşı derhal kâğıdı cebine indir- di. Beş dakika sonra, ortasında iki sıçanın biribirile cenkleştiği harab bir odada tahtalar üstüne uzanmış- lar, sigara içiyorlardı. İnızlık... insan yalnız kalınca, bütün cehdine rağmen, . içinde ne varsa derhal belii eder. Nasminin yürü kıp kırmızı idi.Bu iş onu izzeti ! p#sinden vurmuştu. Bir ân kızar gibi oluyor,sonra bey nine balyoz indirilmiş gibi birden -budalalarıveriyordu. Şaşı Sü'eymanın yüzünü ise ha. hg. yatından ümid kesmiş insanların sa rılığı kaplamıştı. İkide bir gözlüğü- nü çıkarıyor, küçük parmaklarile gözpınarlarında beliren yaşları si- liyordu. Derin derin iı içini çekerek başmı kapıya doğru veriyor; “Acaba buradan sağ, salim çıka- bilecek miyim?,, gibilerden kendi- daldırıyor, sonra, mart kokuları» - almış, bir kedi azgımlığiyle tahta gerini; ; avazı çıktığı kadar ba a — Aaaah ... ah! Bu sırada suratı öyle cirkinleşi- yor, öyle girkinleşiyordu ki Nazmi ona bakmağa iğreniyor ve başını başka tarafa çeviriyordu. Saatler, uzun bir sessizlik için. de ağır'iğır geçiyorlardı. Ikindi e. zanı okunurken Nazmi odada hava kalmadığını hissetti; — Oğlan.. bu ne duman be! — dedi — Nazıni Şehap Arasıra sendeleyenler VAF . Sizde, güldürücü şeyler yazan eski bitiğ'lerde okumuşsunuzdur: Vaktile, bir okul öğreticisi variriş. Kuru kalabalık, Arap ve acemce söz söylemeğe bayılırmış. Çocuk - lardan biri, yanılıp ta kendisine herkesin kolayca anlayabileceği türkçe bir şey söyliyecek olsa, canı sıkılı armış. Çocuklar da btmu bil - dikleri için, sözlüğün içinde ne ka- dar yabancı kelime varsa, hepsini biribir ardınca sıralayarak, kend - sile bu çetrefil dilden konuşurlar: miş. Bir gün, nasılsa, mangaldan sıç- rayan bir kıvılcım, öğreticinin ka- vuğunu tutuşturmuş. Çocuklar: — Kavuğunuz yanıyor? deseler, biliyorlar ki, hocadan azar işitecek | ler. Düşünmüşler, taşımışlar, söz- lüğe bakmışlar, en sonunda arala - rında şöyle bir şey düzmüşler. Bi. risi ayağa kalkıp öğreticiye: — Ey hacei bi misal, şır şakirdi pür melâl, şu veçhile arzi hali ma- filbal eyler ki bihikmetillâhi tenlâ, nari mangaldan, bir şerarei cevval sıçrayıp se ilâlinizdeki kavuğu iş'al eylemişti Bu sözü söyleyinceye kadar, öğ- reticinin başındaki kavuğun da kullanılacak bir yanı kalmamış. O çağların çocuklarına belleti - len basma kalıp Arap ve Acem sözleridir ki yıllarca, boynumuza kara bir sarık gibi dolanan (0s - manlıca) yı doğurdu. Bugün, o dil- den söz söyleyenimiz yok. Yazan - larımız da yok denecek kadar a - zaldı. Fakat düşünürken Osmanlı dilinin, dilimize gene bir karaçalı gibi dolaştığı oluyor. Türkçede en açık, en anlaşılır karşılığı olan kelimelerin bile arap çasınt, acemcesini, ağzımızda 91» İz gibi giğnemekten kendimizi a lamadık. Bu sendelerrelerin de çok geçmeden giderileceğini um - mak istiyoruz, Ancak o vakit, ko - nuşma ve yazı dilleri arasındaki ayrılık, ortadan kalkmış olacaktır. Salâhaddin GÜNGÖR ” EN INDA tumbut Belediyesi inTe TİYATROSU ŞehirTiyatrosu TELA NM iz Sant: 20 de UNUTULAN Li) $ Tablo azan: NAZIM HİKMET Ul 1029 Fransız Tiyatrosunda DELİ DOLU opereti oynayacaktır. :812 Harik Hayat Kaza Piyangodan sonra Bay Söttar, mahallenin sabahtan akşama kadar durmadan boyuna çivi mıhlayan — çalışkan, işküzar kundura tamircisi idi. Sabahleyin küçük dükkânı a- çarken şarkı söyler, çivi mıhlarken şarkı söyler, akşam dükkânmı ka- parken gene şarkı söylerdi. Bay Settar işi yerinde, gücü yerinde,, keyfi yerinde bir adamdı. Günlerden bir gün tayyareden beş bin lira çıktı. Bay Settar para- ları sinesine bastı: — Oh, dedi, bundan sonra rahat yaşayacağım. Zaten o kadar çalış- mağa da kudret kalmamıştı. Piyan- go da tam vakitinde yetişti. Tevek- keli kul sıkılmayınca Hızır yetiş- mez, dememişler. Bay Settar hakikaten çok sıkıl: mış, çok'çalışmış, çok sefalet çek: mişti. Karısı ile çocukların nafa- kasını tedarik etmek için sabahlar. dan akşamlara kadar, iki büklüm bir vaziyette, boyuna kösele ke- ser, pençe muıhlar, taban yamardı. Mahallenin bu çalışkan kundura- cısı bütün sıkıntısma rağmen, key- fini hiç bozmaz, hem kundura çi- viler, hem şarkı söylerdi: çizmesini Settara gönderiyordu. — Eh, derdi, Allah sağlık ver- sin de, ömrüm oldukça çalışır, ge çinir, giderim, Böyle bir adama, durub durur. ken beş bin lira çıkarsa, sevincini bir gözönüne getirin. Bay artık viran kulübede oturub partal kunduralara pençe vuramazdı ya! Bay Settar da parayı sinesine bas- tıktan sonra, artık pençe vurma- mağa karar vermişti. & Sigarasini halka halka dumanlandırarak: — Yedikulede bievceğiz alırım. Ömrümün sonuna kadar yan gelib otururum, diye karar verdi ve kara- rını da tatbik etti, Yedikuledeki evine ev (değil, köşk demek daha münasibdi. Bü- yük bir bahçenin © ortasında yeşil pancurlu, beyaz boyalı güzel, kü- çük bir köşk... Eski kundura eski- cisi bu küçük dört odalı köşkünü kâşanelere değişmezdi. Sabahları şafakla beraber kal- kan Bay Settar, deniz kenarındaki kahveye giderek, kendisine mab- sus koca fincanla kahvesini höpür- detir, öğle üstü evine yemeğe gelir, akşama doğru canı nereye isterse © raya gezmeğe giderdi. Yıllardır iş görmekten bikma- yan bu adam, üç ay sonra boş du- rub esnemekten usandı. Ama karı- sına da bu usancını söylemekten çekiniyordu. Nihayet gene karısı imdadına yetişti. Bir sabah dedi ki: — Efendi, potinlerin altı gitmiş, ve Otomobil rtalarınızı Galatada Ünyon Hanında Kâin UNTON SIGORTASINA yaptırmız. Türkiyede bilâfasıla icrayı muamele etmekte olan ÜNYON Kumpanyasma bir kere uğramadan sigorta yaptırmayınız. Telefon : 4.4888, Ve kapının altında küçük ir te pe yapan sigara izmaritlerine gözü ilişince; — Vay anam vay! — diye hay- kırdı — zehirleneceğiz. Ne çok $i- gara içmişiz! Hemen pencerenin bir kanadını açtı ve şaşıyı omuzundan dürttü: — Kalk.. biraz dolaş. Mafsalla- rın kaynayıverecek, insan bu ka- dar hareketsiz duramaz; Süleyman ağlayordu. Hınçkırk- larla boğularak homurdandı: — Neye yarar? ha bir gün evvel ölmüşüm, ha bir gün sonra.. asıla- cak değil miyim? — Neye evvelden düşünmezsin.. Paraya mı tama ettin? Yapmak is- tediğin şey dünyanın en büyük al- çaklığıdır. Ölümden kurtulmağa savaşan bir milletin son saldırışı- nı arkadan vurmağa çalışmağa na- sıl gönlün razı oldu? a Kimbilir daha neler söyliyecek- ti. Dişleri arasından konuşuyor ve oturan Süleymanı tekmeleri altın- da ezmemek için kendini güç tutu- yordu. Şaşı; onu dinlemiyordu bile... Bir ara gede tahtaları tırmaklıya — Çocuklarım... Aaaah çocukla rım... - diye bağırdı - Ve sonra göğsünü yumruklâya - 815 rak boğuk boğuk söylendi: — Ah İsmet... Sen ölmemiş ol - saydın gözüm arkada kalmazdı Tüüiy! İsmetin yeşil gözleri... Ve... O ande Nazmi ile Şaşı göz- göze geldiler. Genç, dalgın dalgm — Oöları çök msi severdi? — Çıldırırdı.Bir gün bahçede kü Oğlumun üstüne köpek saldır - İsmet bunu evin üst katından Şaşı sanki onun ölen genç kıza karşı duyduğu derin aşkı biliyor - muş ta Nazmiyi istediği istikamete , her jesti ve her sözü öl çülü bir tesir yapıyor, Nazmi git - tikçe yumuşuyordu. Nihayet ısıtıl- mış balmumuna döndü ve birden o nun yanında yere çömelerek dirse- ğini omuzuna dayadı: — Sil gözyaşlarını! - dedi - ak - Iımda kaldığına bakarsan seni i - damdan ğa imkân vardır. Sanırım.. Evet vardır. Bütün me - sele bu çanta üstünde değil mi? Ih- bar eden adam ölmüş. Çanta ikimi- zin yattığı yer şunları gönderelim de altına pen- çe vurdutalım. Bay Settar bu haberi duyunca öyle keyiflendi, öyle neşelendi ki, sevincinden kabına sığamıyordu: — Bayan, dedi, sen deli mi ol- dun, boş yere ne diye-para verelim. | oturub yamarım, hem | Ben kendi de vakit geçirmiş olurum. Hemen odalardan birine yerleş: ti. Sandıklardan birine atılan eski takımlarını çıkardı, eski hatıraları. | nı yada getirerek, gene şarkılar söy leyerek köseleyi kesmeğe başladı. Fakat bu iş çabuk bitti. İki saat i- çinde kunduralar tamir edilmişti. Bundan sonra evin içinde oflayıb poflayarak dört aşğı, o beş yukarı dolaştı, durdu. Ertesi sabah gene denize karşı kahvesini içerken, o evdeki bütün kunduraları gözlerinin önünden ge çirdiz — Allah allah, diye (düşündü, nasıl oldu da akıl (o etmedim. Bu kunduraların hepsi de tamire muh- taç Bay Settar... O günden itibaren tekrar takım- larımm başına oturdu, şarkısını tut- turarak işe koyuldu. Ertesi gün dayısının oğlu köşke misafir geldiği zaman © Settarı iş başında görünce: — Hayrola, dedi, gene tamircili- ğe mi başladın? Settar gülümsedi: — Yok canım, çocuk mu oluyor- sun? Çok şkür paramız var. Ama vakit geçsin diye evdeki kundura- ları tamir ediyorum. Sizin evde de delik, sökük şeyler varsa, gönderin. Ayağa gelen nimet tepilir mi? mi. safir: — Öyleyse hemen başla! dedi ve potinlerini çıkardı. Bir taraftan sigara, bir taraftan kahve, bir taraftan dedikodu, bir taraftan da türkü, kunduranm ta- miri bitti. Dayızade ertesi gün karısile kız kardeşinin iskarpinlerini getirdi. Bunu duyan dost, konu komşu sırf Settarın canı sıkılmasın, gönül eğ: lendirsin diye eski dermeğe başladılar. Settar bunlar. dan iş parası almiyor, sadece kö- sele masrafını istiyordu. Bir kösele parasına da bu zamanda kim pa- buçlarnı tamir ettirmez. (Duyan potinini, iskarpinini, kundurasını, Bay Settar Yedikulenin en mes'ud adamıdır. Dükküna ç6- vwirdiği odasında kösele ( kesiyor, pençe mıhlayor, şarkı © söylüyor. Hattâ işi başından aştığı için yanr- na bir de çırak aldı. Ona arkadaş mene ediyor. Ara sıra da di- yor ki — Tali dediğin benim gibi böyle yan gelib keyfine bakmalı. DOKTOR karşısında Sahne sokağında 3 muma ralı apartımanda İ numara, zin yattığı yer odada bulunmuştur. Ben kendimi sıyırabilecek vaziyet. teyim. İstanbulda birçok adamlar var ki onlardan toplanacak malü- mat benim kim olduğumu ve böy- le bir iş yapamıyacağımı me; çıkarabilir. Zaten müracaat ta et- tim. Bu takdirde sen #allanırsın. Fakat akrabama karşı Ismet kadar olsun yardım edebilmeliyim. O çocuklar kimbilir, ne kadar üzü- İürler. İki bakımsız yetim ve kimse siz genç bir kadın sokak ortasında kalacağına, ben bir fedakârlık ya- seni bu işten rım. Zira- bö bizimkileri biliriz” “Akika makraba demezler, onları kdier en- tikleri gibi sokak ortasında bıra- kırlar. Şaşınım gözlerinde bir neşe ki: vılcımlandı. Hemen Ez nnd ne sarıldı. Sonra çok köpekleşmi: adamların alışkanlığıyle iğildi, ge imi ne polisteki odada olduğu gibi a- iptil. Eğer Nazmi birde bir adam olsaydı; haysi: yet düşkünlüğünün bu derecsi kar- şısında derhal toparlanır, bu sefil için bu kadar fedakâr ve merd ol- maktan çekinirdi. Lâkin İsmetin, kafasında çanlanan, hatıraları gen- ci o kadar sarmıştı ki, hiç bunun farkında olmadı. Bir sekişte kapı: ya yanaştı ve; dügün MELEN Sinem 2 ilm birden MARLENE DLE T R İİİ tarafindan yaratılan içE KIZIL ÇAR GÖNÜLLER © BİRLEŞİNCE Oynıyan: NORMA SHAERER 2 ilim birden Herkes sevdiği beğendiği ESKİMO çocuĞuMu "ÇALDILAR dı has a gi Bugünkü progra) ISTANBUL : edeli 17,30 İnkılâp dersleri, üni i nakil, Sinop tayları Yusuf 18,30 Jimnastik bayan azade, 18508 sik musiki plâk, 19,30 Haberler, Wg Havayen kitar orkestrası, ZekeriYa arkadaşları, 20,10 Ziraat bakanlığı hayva na konferans, Abdurahman, talıkları mücadelesi, 20,40 Bayan Vahit, şan, 21,10 Son bakerler, #gi Radyo orkestrasr, 22,00 Radyo T8 ve caz orkestrası, 223 Kır. VARŞOVA, M 18 ı Şarkılar. Çocuk tiyatrosu ” : m lee ay © MEAN m 1850: Konferans. 19: Konleramı, EN Örkenire 20,48, Sözler LEZ GE p 19,35: "Der Verin e grama, 2138: Şen sahneler. 52.30: Şeheyyf konseri, 23: Haberler, spor. 23,30: Ni ser (şarkılı) BE Kh. BUDAPESTE, SAS 18: Düc gitar konseri, 1830: Sönde e 2 Konforun 20204 v d iye skeçi. 22,10: Della Gr 65 Kız. BELGRAD, 437 m. 18,30: Bulgar şarkıları, 20: Rekli ip 20,151 Sözler 2030: Ulusal neşriyat. Zi o orkestrası. 23,10: Haberler. “ 804 Kur HAMBURG,33Zm, 1780: Hafif musikili © ocak. 19: ( sohbetleri. 20: Skeç (musikili.) 21: Spor Haberler. 21,309: Karışık neşeli neşriyak “5 Şaheseler konseri. A gn bm BRRALALI, 4 AL Küçük radyo orkestrası, 18 Spor, NN SE e leri, 93) Alle, 20 Henri gayi — konser, 21 Şarkı “ onlar 22 ee konseri şa 23 Haberler, 23,30 Yarınkı program ISTANBUL : 18 Fransızca ders, 18,30 Dans kisi, 19 Opera, plâk ile, 19,55 Konferans, Selim Sırı radyo tang» caz SPOR Bir düzeltme Aldığımız mektuptur: Değerli gazetenizin bei rihli nüshanızın yedinci sah nin beşinci sütununda Hall yapmış olduğu boa 5000 "yy re üzerindeki kısmını İri lübümüzün ismi : taş olarak yazıldığı m y olarak Srklerin i bu lığın eye rin saygılarımı ek YENEN Atletik k klübü Şekib Bermi — Grip a seli gardiyan ! — diye bağırdı. Köy imamı bozmaz, çe kallı bir EREN EE b : tutuyordu. Muhammediye N bi, o canım türkçeyi Arab ** yon yaya kepedani gi 1... kooof yorumuz? — Müdür beyi ai yi rum. ( — Acaba müdür bey, ed kabul eder mi? Fevkalâd€ gul bulunuyor. — Bü mühim bir şeY — 2 Öden işi daha mühi”” rakamaz. gi — Tay ama çay” — Müamafili batın. iğ lum... Hele sen şu budak “ K bir sigara ilet bakalım. Genç anaforcu gep ir | sunu son süratle yeri laşılan şaşıya tali de li lamış olacaktı ki, k lerden müdürün bu uğurladığı da anlaşıldı. Ve mr ağız sıra

Bu sayıdan diğer sayfalar: