12 Şubat 1942 Tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 10

12 Şubat 1942 tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 10
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

dım uzun uzun öptüm; göz yaşia- rımis snladım <bilmiyornm diye inledim; ben de bilmiyorum. On- ların nasıl yapıldığını artık unut- tuk, o parmaklıkların demirini dö- ğecek ustalar o taşları yontacak kalemkârlar artık kalmadı, zaman hepsini yedi. Artık sorma; git me- zarına uyu/> Bunları söyledikten sonra üze- rimden bir yük kalkar gibi hafif- Imiştim, Beyaz hayalet peki diye devam etti artık sormıyacağım. Sonra yavaş yavaş Sülümaniye c&- mjine doğru yürümeğe başladı. Bende arkasından yürüdüm. Biraz gittikten sonra camiin avlu duva- rının önüne gelmiştik, O biran du- rakladı, gözleri âdeta sevinçle par- layarak karanlıklara uzayan avlu duvarını, silmelerin kuvvetli elek- trik lâmbasında katileşen gölge- lerini, pençere boşluklarının * dolu kısımlarla yaptığı nefis ahenği seyrett; sonra yüzlere sene evvel iğit- tiği çekiç ve kalem seslerinin de- rinden gelen gürültüsünü dinlemek istermiş gibi biran gözlerini ka- padı. Yüzü âdeta gençleşmiş, kıt- mızı yanaklarını parlamağa baş- lamışdı sakalı hafif hafif titriyor anlaşılmaz bir şeyler mırıldanı- yordu, Arkada karanlıklar içinde camiin muazzan kubbesi göğe doğ ince narin minare- İeri fark ediliyordu. Sonra bu ihti- yarın ne için buraya geldiğini gece- nin bu vaktinde ne için dolaştı- Eını düşündüm; onun uzun boyuna beyaz sakalına gür kaşları altıuda parlayan gözlerine baktım ve bir an evvel sırtımı okşıyau z8if, sinirli uzun parmaklar, kemikli ellerini hatırladım ve hirden bu camii yapmış olanı düşündüm. Kafam- da sanki bir pençere açılmış ora- dan bu ihtiyan elinde bir müye- de gördüğüm büyük tahta pergeli karşımuda sırtında kaftanile bek- leyen bina eminine emirler verir gibi görmüştüm. Evet bu Sinandı. Bu ruh aealetine, iman derinli- gini düşününce yüksekliğini insan- ların kalplerini bir andaha İazla- sına tahammül edilemiyen heye- eanlarla çarptıran hisleri tag ha- linde dondurmuş, kubbeler, sütun- lar revaklar minareler halinde şekillendirerek asırlara mal etmiş insandı, Yanına verdim. O halâ gözleri kapalı, nefis bir müsiki dinler gibi 152 -- Servetifünnn — 2373 nereden geldiği belli olmıyan ga- rip bir gürültüyle belkide hafif hafif esen ruzgârın kubbelere mi- narelere, şerefelerin altını dolaşan stalamitilere sürünerek çıkardığı gürültüyü dinliyordu. Sonra bir emir gibi sert bir sesle «gelz dedi ve yürüdü, Camiin önüne geldiği- miz zaman sanki büyük bir kale- balığın içinden geçiyormuşum gibi birşey. hissettim. Sanki etrafımız- da kendilerini göstermek istediği mütevazı gölgeler dolaşıyor, onun her bastığı yere kokuları havayı dolduran kucak kucak çiçekler seplyorlardı, nereden çıktıkları belli olmıyan güvercinler uyanmışlar kâh onun başının üstünde uçuyor, kâh ince zarif bir şerit gibi uza- nan gilmelerin üstünde dolaşıyor- lardı. Kapının önüne geldiğimiz zaman Ağır meşin perde görünme- yen eller tarafından kaldırıldı. Ca- miin içiderin bir gürültü ile doldu. Bütün kandiller yanıyor dumanlar ve sicak bir karanlığır içinde kay- bolan kubbe sanki içerde binlerce insanın mırıltısını aksettiriyordu, Şimdi artık onun yüzünü daha iyi görebiliyordum. Bembeyaz sakal- larını ara sira parmağında bir züm- rüdün parladığı elile svazlıyor, ince kısık dudakları arasıra ('mun- tazam dişlerini gösteren bir tebes- sümle aralanıyordu. Çok yaşlı ol- duğu belliydi. Yakat uzun boyu san'atkâr ellerinin diktiği minare- ler kadar düz, gözleri parmağında- ki zümrüt kadar parlaktı, Keskin çizgilerin dolaştığı yüzünde sert fakat asırdıde Çınarların ruha sü- künet veren gölgeleri kadar iyibir ifade vardı. Yanıha yaklaştım «Sinan dedim, büyük, Sinan, koca Sinan, temiş ve güzel sakalının telleri kadar. çok olan bu camileri medreseleri sebil - leri hanları Türk ismini Edirnenin $elimiyesinden Tuna kıyılarına, Nemçe illerinden Viyana kapılamı- na kadar yadettiren eserlerini bu zaif ellerle mi yaptın, Kanuninin kapısından girerken ülkeler feth etmiş gibi zevk duyduğu GSüley- maniyeyi, kubbesinin kilid taşını ek az insanın bunamadan gele- bildiği bir yaşta koyduğun &eli- miyeyi yaparken hiç başın don- medi gözlerin kararmadımı Kayseri köylerinde isimsiz bir neccarken kârtalların başını döndüren yük- seklilere nasıl ,çıkabildin ? O yavaş yavaş ve agır ağır «İnandım dedi, Van gölünde omur- galarını koyduğum kadırgalar bu gün yerinden kaldıramadığın ağir kılıçları tüy gibi kullanan yeniçe- rileri, karşıya geçirecek, azgın su- lar üstüne attığım köprüler yağız atlar üstünde uçan akıncılar yeni diyarlara ulaştıracaktı. Benim gibi aciz bir insanıu yapması mumpün olan herşey'i yaptım, şu altında bulunduğum kubbenin teceli ilâ- hilerle atıhrken benim gözümde Hind denizlerinden Habeş illerine Harançe kıyılarından Garnata ks- lelerine kadar dolaşan sancağın hayali vardı, Gayem herşeyden evvel onu yükseltmek, milletimin büyüklüğünü sesimin bütün kuvve- “tile haykırmaktı, Ozaman kandillerin donuk 3i- yası altında kubbelerin yükseldi- gini sütunların göğe varmağa isti- “yen eller gibi uzandığını hissettim. Cami sanki şişiyor, onun muâzzam varlığının içine çıkamadığı duvar- lar sanki birbirlerinden ayrılıyor- ardı. O ağır ağır kendi kendine ko- nuşur gibi göyleniyor, böyle bir eseri yapmak için ozaman nesil çalışıldığını, nasıl defterler tutu- lup hessplar yapıldığını kemerleri tntan ağır sütunların manda âara- balarıyla günlerce uzaktaki yerler- den masıl getirdiğini anlatıyor, san'atındaki son yeni birşey keş- İetmek olmadığını çünkü gök kub- besi altında yeni hiç bir şey ola- mıyâcağını, camiin her tarafını dolduran ahengin kemerlerin açık- lığında yahut sütun başlıkların yüksekliğinde yapılan küçük de- Bişiklerden ve bunların birbirine bağlı olan neticelerinden ileri gel- diğini söyliyordu. Herkes ne ya- pacağını bilirdi diyordu. Taşları Yyontan nheccardan kemerleri kâ&- lin yapan ustaya demirleri döğen demirciden yazıları yazan hattata kadar hepsi uzun teçrübeletin mey- dana getirileceğini bildim ve on- larm benim söylediğim şeylerin kendi bilgileriyle nasıl kaynaşa- cağını bilmeleri bu eserlbri rey- dana getirdi diyordu. 'Cami töp- raktan yükselirken onün her taşı- nın konmasında Tuna boylarından Arabistan çöllerine kadar yayılan bir ruhun tesiri vardı. Bu tıpkı sağlamı bir vücudun yaşaması gibi meydana geldi. Ozaman bu eser- lerin ne için bu kadar ölmez oli-

Bu sayıdan diğer sayfalar: