15 Kasım 1935 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 3

15 Kasım 1935 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 3
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

15 İkinci Teşrin Hergün Güneş - Dil Teorisi Hareketi Türk dili üzerinde tetkik ile meşgul olan “Türk dili kurumu» uzun tetkiklerden son- ta yeni bir teori drtaya attı. Şimdiye kadar bütün dil mütehassısları dilin menşeini muhtelif kaynaklarda ara - Taşlar, başka başka yollara gitmişler, fakat Türk dili üzerinde tetkik yapmadıkları için daima yanlış neticelere varmışlardır. «Türk dil kurumun Avrupa dil mütehassıslarının bu yanlışını isbat eden yeni bir nazariye ile Ortaya çıkıyor: «Güneş - Dilu nazariyesi. x Güneş - Dil Teorisi Nedir? Türk dil kurumu bu nazariyeyi şöyle am- atıyor; > İ— İlk insanların bütün dikkat ve ali- kalarını üzerine çeken güneş oluyor. N— Harici âlemi teşkil eden (objer) ler, Güneşe göre büyüklük veya küçüklük, par- laklık veya sönüklük; yakınlık veya uzak- hik itibarile farklı bulunurlar. Başka başka dnirelerdeki noktalar bu objeleri gösterir. Ul İlk insanların her şeyin ümünde ta- Bidığı ve her şeyin üstünde tuttuğu ilk (ob- İe) güneş olmuştur; güneş onlar için her #eydi. Güneşi tetkik ede ede onun vasıfla- rından, hareketlerinden, önce maddi, sonra ruhi, fikri, abstre melhumlara intikale baf- ladılar, Böylece güneşten ve onun hareket Ve vasıflarından aldıkları başlıca mefhum- ar şunlar olmuştur: 1 Güneşin kendisi; esas, sahip, Allah, efendi, yükseklik, büyüklük, 'çokluk, kuv- vet, kudret; 2— Güneşin saçtığı ışık, aydınlık, par- Haklık; 3 — Güneşin verdiği sıcaklık, ateş. 4— Hareket, imtidat, zaman, mesafe, Yer, kara, toprak, gıda, hayat, büyüme, ç0- Ealma; 5— Renk, suş 6— Ses, söz. IW— İlk insanlar bütün bu maddi ve fikri yazlıkları güneşe verdikleri isim ile ve . kendilerini «ben-ego» mefhumundan çıkan o bütüm düşünceleri ve nihayet tesbit ettikleri bütün (obje) leri de, taptıkları güneşin ve güneşten çıkan türlü mefhumların yerine koyarak bu ismin anlamını genişlelmişler- « dir, Not— Bu kısa izahattan anlaşılıyor ki ilk insan dil denilen varlığı yaratabilmek için güneşi idrak kabiliyetinden başlıyor ve on- dan aldığı mefhumları genişletme ve anlat” ma çabalamasına girişiyor. Dil bu çabala- Münın neticesi oluyor. Onun için biz, Türk dilinin etimolojisini. merfolojisini, fonetik tekâmülünü izah eden filolojiye, («Güneş - diln teorisi » La #heorie de «Soleil « lam gve») diyoruz, anlatırlardı. Sonraları lik Tedrisat İşleri Parti Komisyonu Dün Bir Toplantı Yaptı Ankara 14 (Telefonla) — Parti ilk tedrisat komisyonu bugün Kültür Ba- minin iştirakile bir toplantı yap * Miştır. Aldığım malümata göre toplantı da kültür işleri genel bir surette göz” den geçirilmiş, bakan ilk tedrisat işle- Ti hakkında neler düşünüldüğünü an - tmiştır, Köy mekteplerinin sekiz sınıfa çıka- rılması, bu mekteplerden çıkacakların, iselere, sanat mekteplerine ve köy > Muallim mekteplerine devamlarının te- min edilmesi, müsbet ilimlere ait ders taplarının kısaltılması tasavvur edil- mektedir, Ayrca, köy mekteplerine muallim Yetiştirmek çareleri ve liselerin bugün olduğu gibi üç sınıf olarak bırakılması Ve yahut dört sınıfa çıkarılıp çıkarı - Maması lâzım gelip gelmediği mesele- *ide görüşülmüştür. İzmir e Mosko- ki Tetkikleri | Moskova 14 (A.A) — İzmir şarbayı doktor Behçet Uz, Sovyetler birliği daimi inyanı sergisini gezmiş ve teşhir edilen Mos VA genel imar plânını santlerce tetkik et- miştir, Bir çoklarımız bu dünyada sellerin önüne katılan kum gibiyiz. Bizi hâdisat, a sürükler. iriz, ne de niçin oraya sürüklendiğ de- siz, kuvvetsiz, cahil, zavallı kimse- lerdir. Fakat iradesi kuvvetli, metin, azimkâr insanlar vardır ki, seli önüne katar, rüzgâra istediği istikameti verir. Hâ - disat ile bir oyuncak gibi oynar. Bunlar dünyayı a- vuçları içinde oynatan müstesna kudretli şah siyetlerdir. Bir kum gibi, bir yaprak gi- bi, bir kaya gibi ira- desiz, şuursuz hâ- distan oyuncağı al- mak herhalde şerefli bir iş değildir. Bizi bu gülünç vaziyetten evvelâ bilgi, sonra irade kurtarabilir, ———— — DAHİLİ HABERLER Zafer Ve Tayyare Anıtları Yakında, Büyük Merasimle Afyonda. Yerlerine Dikileceklerdir Ankara 14 (Özel) — Milli Mücadelenin sonunu ve | da Afyona dahil olarak belediyede, düşmanı ihata plânmı Dumlupınar zaferini temsil edecek surette, Afyonkarahi- Mr BD EGE ee v3 5 ibi bira eli 0 iç — Dumlupınarda düşman hezimetini; sarda büy ei bir anıt e ie kez Aniirkün bikleştresiniei ili tayyareciler için de dikilen âbidenin küşat resmi yapıla- caktır, Zaferi temsil eden anıdın bir kaide ve kabartma olarak dört cephesi vardır. Bu köşeler: 1 — Ordunun Afyona girişini; 9 — Atatürk, İsmet İnönü ve Fevzi Çakmağın bir sra- mamaya Karadenizde F ırtın Hırsını Yenemedi Samsün 14 (Özel) — Karadeniz-| birdenbire değişerek akşama doğru va» iki gündenberi hava gene karışmış) kit vakit hayli soğuk rüzgâr esmeleri z va i m ye ra baş göstermiştir. Bu! görülmüştür. Dün kısa. kısa fasılalarla teşekkil mahalli idareler komisyonu fırtınada gene Sinop ve İnebolu sahil-|bir kaç kere de yağmur yağmıştır. bir toplantı yapmış, kendi mesaisi ara- lerinde tesirlerini göstermektedir. Fa- İlkmektep Hocaları sında belediyelerin kalkınmaları için miştir. Tayyare anıdına gelince; bu, üzerinde çelenk bulunan kırık bir sütundan ibarettir, aH âlâ Belediyelerin alkınmaları Meselesi Sözün Kısası Şuradan.. Buradan.. — Dün, Ahmet Beyle mişlerdi.. — Ya? Neler konuştunuz? — Hiş! Şuradan, buradan konuştuk... — İşleri nasıl gidiyormuş? tütün, mâtün., Geçinip — Şöyle, böyle. Biraz Buğday, muğday.. Falan, fıstık. gidiyormuş. İşte size, iki ahbap arasında, her günkü yüzde doksan konuşmaların ıstandard bir örneği, Filhakika, konuşmak — san'atini, sohbet kaybettik. Lâkırdı ederken, zihnimiz matlâka başka yere dalı» yör, kelimeler ağzımızdan isteksiz, üdeta dökülür gil Muhaverelerimiz, masal tekerlemelerine dereden, tepe- den, falan fıstıktan istiane ediyoruz. Vaktile, şehremanetinde çok yaşlı bir ark un vardı, O da - fakat onunkisi ih- tiyarlıktan ve dimağının fazla yorulmuş ol. masndandı - kelimeleri bulamaz: zevkini . gündengüne çıkıyor. döndü. Lâf bulamayınca, — Kuzum arkadaş! Şeyin, şeysini geyit- — | in miydi? derdi. Ben det — Evet, şeyittim cevabım verirdim. bulumur da, bayret izhar edecek olursa, arkadaşım güle. rek, ona: Merak etmeyin. Biz pek güzel anla» giyoruz.. Diye izahat verirdi Şimdi bir çoğumuz, dikkat ediyorum da, o zata döndük, Muhavereletimizde ne İp var, ne sap var. o Asmalar budamağa kalkışak, bir tel iklâmur bulamıyacağız. Beşeriyetin bu erken bunama alâmeti iyi şey değil. Eskiden, bir adami sena edei- ken: Ve yanımızda bir yabancı ü, sohbeti yerinde. derlerdi. «Dereden, tepeden. Şuradan buradan.. Falan, fıstık.» Derken esneme- ğe baslamayıp ta lâkırdıya biraz daha ta- bammül gösterenlerin karşısında, nerede ise hayran kalacağız. Şimdi Kaidenin üstünde yere serilmiş bir düşman ve onun| (Geçim darlığının öldürdüğü güzel şey. göğsüne ayağı ile basan silâhlı bir Türk vardır. Bu Türkün | ler arasında, sohbet kabiliyetini de yabana çehre hatları, Atatürkün çehre hatlarıdır. Abidenin yük- | stnamalıyız. sekliği (8) metre olacaktır. Bu abideyi de Krippel yap -|“77710110101010077007ş. Kahve Önünde Bir Cinayet Adapazarı (Özel) — Sabancanın Ahmediye köyünde evvelki gün esra- rengiz bir cinayet işlenmiştir. Köy kah- vesi önünde oturan Adliye köyünden Hüseyin oğlu İbrahim meçhul bir şa - hıs tarafından atılan kurşunlarla öl - dürülmüştür. Çerez Kabilinden Ankara 14 (Özel) — Fırkada mü-, 77 Doktor Abdullah Cevdet ile edebiyatı” kat Zonguldak, Ereğli, Akçaşehir sa - hazırlıyacağı program üzerinde çalış - hillerile Boğaza kadar uzanan kasım dal Tetkik o Müsalt Çıkarsa | emk e ln Maaşlarını Umumi Büt- yeni bir fırtınaya başlar vaziyette çal- çeden Alacaklar kalanmaktadır. di alındığına göre Erzurum ve ile Mini Attilâ, Sevim şi- Ankara 4 (özel) — Haber oldi < lepleri Sinop limanma sığınmışlar ve | ımıza göre hususi idarelerden maaş a- fırtınanın şiddetlenmesi ihtimalile İne-İlan ilk mektep muallimlerinin devlet bolu yolcularını Sinoba çıkarmışlardır. | bütçesine konacak tahsisattan diğer # * memurlar gibi maaş almalarını temin hrimizdeki vaziyete gelince, dün için kültür bakanlığınca incelemeler teri Tarı vapuru da gelememiştir. yapılmaktadır. Bu teşebbüsün gayesi Bugün beklenmektedir. İstanbulda|de vaktinde maaş alamıyan ilk mek - dünkü hava vaziyeti karışık geçmiş, !tep muallimlerinin maaşlarını munta- öğleye doğru güneş açar bir halle iken 'zam olarak temin etmektir. İSTER İNAN İSTER «Arkadaşım birkaç gece önce bir lokantadan çıkmış. Basına beş altı küçük çocuk üşüşmüş. Bunlara beşer a vermiş ve demiş ki: «Siz dilenmeğe utanmıyor musunuz? Niçin mekteplere gitmiyorsunuz ? Himaycietfal Cemiyeti ne güne duruyo» 7 Sizi hem giydirirler, hem yedirirler, tebe verirler, okur, adam olursunuz.» KM ağoküktirle dördü konferans bitmeden #ıvışmışlar, fakat birisi kene gibi eteğine yapışmış; ISTER İNAN İSTER muş, F Hima «Amca beni bir mektebe yerleşlir!» diye yalvarmağa başlamış. İşte o gün bugün bizim dost, çocukları koruduk- larını iddia eden ne kadar cemiyet varsa hepsine baş vur- at nafile, Küçüğü bir yere yerleştirememiş. Hele ietfalden ne demişler bilir misiniz? — Evvelce böyle bir yardım evimiz vardı. Fakat idare edemedik, kapandı. » dememişler mi? -» INANMA! dat olncak: 8 Kişilik süz bayat meşale ley hü, tir. Bu heyet ayrıca İç Bakanlıkta top- bir zamanlar aralarında su bile szmazken, lanmış, belediyeler İsongresinin Var »| aooraları har ikisi de biribizlerine düşman dığı neticeleri de göz önünde tutarak alard. belediyeler kalkınma programının € -| Fakat, doğrusunu söylemek lâzm gelir. saslarını konuşmaya başlamıştır. Heyet | se, asıl kin güden Nazifti ve nizma geleni raporu hazırlayıp fırkaya verecektir. söylüyor, doktorun aleyhine atıp tutuyor İzmirde Üzüm Satışları |“) ki, Akdaek Cevdet deca Nar İzmir 14 (A.A.) — Bugün börsa-|zirle konuşmamak ve selimlaşmamakla ik- da yedi kuruş otuz paradan on beş kü-| çifa ediyordu. ruşa kadar beş bin yüz kırk çuval ü-| Derken, Nazif ölünce, doktor ulüvvüce- züm satılmıştır. map göslerip eehazesine geldiği gibi, fırsat düştükçe de inezarını ziyaret eder oldu. Bir gün, gene bu ziyaretten dönüş, bir mecliste, doktor tahassisatım anlatıyordu: — Nazifi ziyarete gittim. Mezarımın ü- zerine iğildim.. Uzun uzün hasbihal ettik. Öteden biri sordü: — Hasbihal mi ettiniz?.. Ya, Nazif ne dedi? Bir köşede, (ECE.) atıldı: — Ne dediğini ben size söyleyeyimi dedi. Mutlaka: «Cevdet!'Bu günübirlik ge- Dişini saymam, seni behemehal yatıya bek- lerimi» demiştir. İNANMA! kahvesini içmekte olan

Bu sayıdan diğer sayfalar: