3 Mart 1936 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9

3 Mart 1936 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

| TÜRRLER ; 20OMA KAPILARINI Yazan: Gerhart Ellert —1089 — B/3/938 Çeviren: Arif Cemil Attila da bir kadın ve bir zehirli şarapla dünyaya gözlerini yummuştu.. Attilânın Arması Buna mukabil kalâ duvarlarının et- Tafında şiddetini deneyen — fırtınanın İniltileri işitiliyordu. Nehrin hışıltısı da zamandan daha fazla duyuluyor - du. Acaba buz parçaları mı akıp gidi- Yordu? İhtimal.. İsterse Tuna üzerin- deki bütün köprüler yıkılsın. Onlar #bk bana Jâzımı doğil. — Zerkon nerede? Bana bir kadeh ge- üni ona tenbih etmiştim. Evet, işte orada küçük bir duvar do- var; gümüş bir levha, Attilânın Srması, dolaba dayalı duruyor. Gü - — Müş armanın önünde bir gümüş ka - Seh var, Zerkon o kadehi doldurmuş mu? Evet, kadeh dolu. Orada kımıldanan kim> Bak, küçük Zerkon köşeye bü- Zülmüş ,oturuyor. Arkasına giydiği — Barmalı düğün elbisesinin içinden çı - çirkin maymun kafası daha ziya- göze çarpıyor. Her zaman simsi - Yah olan Zerkon bu gece kurşuni bir Tenk almış.. Küçük odada yalnız bir meşale ya- — Biyor. Salondaki meşalelerin ziyasın - sanra orası çok karanlık görünü - | -|zinmekte olduğunu işitti. Yor, Yalnız karanlık değil, ayni za Manda soğuk. Kral titriyerek omuzun- daki kürke daha sıkı sarıldı. Kadehin İçindekiler — «Zerkon, kadehi hazırladın mı?» — Cüce bir kelime bile söylemeğe Müktedir olamadı. Iztıraptan dudak - ha gerildi, beyaz dişleri meydana fiktı, korkunç bir sırıtma ile güldü. — «Kadehin içindekini içtikten son- | Tüne kadar vaktim kalıyor?» | Cüce iki elile gırtlağını tuttuktan — Sonra: Attilâ başile tasdik etti. Ondan son- Ta elini kadehe uzattı. Yarı yolda ko- h dondu, kaldı. Armanın düz gümüş l.»'lll önünde, aynaya bakıyormuş Bbi kendisini gördü. Bir kadeh yeri- Bt iki kadeh gördü. İkinci bir elin de tarafta duran kadehe doğru u - — ndığını gördü. Bir kere daha böyle n e «Yarın sabaha kadar...» diye - |bir şey olmuştu. Aynadaki İnsan Attilânin dudakları: — «lİç, kardeşim!.» kelimelerini fı- sıldadı. Aynadaki insan başile tasdik etti. Aynadaki insan gümüş kadehi eline aldı. | — «Onu sen benden evvel mi bo - şaltacaksın ? » Aynadaki insan tekrar başile tasdik etti. Hayır, o değil, Attilâ başile taa - dik etti. Attilâ kadehi dudaklarına götürdü, boşalttıktan sonra gene ihtimamla gü- müş, armanın önüne koydu. | Tekrar fısıldıyarak dedi ki: 5 — «dki kadeh.. Bu sefer ben inti - hap ettim, Tanyü, kardeşim...» ) Bunu söyledikten sonra oradan çe - |kildi. Gördüğü bir kapı kendisini o ta- rafa cezbetti. Fırtına kıyamet koparı- yordu. Fakat Attilâ işitmiyordu. Hol- deki Hünler hâlâ: — «Attilât» diye bağrıyorlardı, At- tilâ onları da işitmiyordu. Fakat, önünde durduğu kapının ar- kasından, bir insanın aşağı yukarı ge- Kral yavaşça kapıyı açtı. Halılarla süslenmiş olan odanın ortasımda Bur- gönyalı kadın duruyordu. İldeko kra- la baktı ve kallarını açtı. Göğsünde kırmızı taşlı altın köstek pırıldayor -« du. Kilidini Attilânın kendi ellerile aç- mak istediği o altın köstek... Attilâ adımlarının sesini işittirmi - yecek kadar yavaş basarak odadan içe- ri girdi. SERİR a Ertesi sabah iki yüz Hün, krallarının tabutu önünde duruyordu. İki yüz Hün, matem alâmeti olmak üzere yüz- lerini keserek kanlarını akıtıyordu. İster sahillerinde matem şarkıları - kunuyordu; atlı postacılar matem ha- berini $şimaldeki buzlu denizlere ce - nuptaki Meotis bataklıklarına ve tâ, Fşarka kadar uçuruyorlardı. SON Eski Fransız Başkaamnın Gafı (Baş tarafı 1 inci yüzde) — Buna mütcaddit şekillerde şahit ol- Huıı. başbakanı — bu se- neticesini göz Ff ©İ verdiği hiddete kapılarak düşünme - İ mi sarfetmiştir? Dost Fransız mille - İtin şefi hakkında şimdilik har şeye Onun içindir ki Lavalin bu sözleri ak- 'ş—ı!ıkıdıımhuıü' İN symak üzere bendisne bir fasat veri- XN—lıııı-ııu-iı-n Kat sabah Lavala aşağıda okuyacağınız şlıüühy_—maib- Eski Fransız başbakanı bu telgrafa ce - ıvıpvıiun—tn&ı'.w—uî" tini anlatacak ve bittabi o zaman ken - disile başka türlü konuşacağız. —Bekliye « Kim. Bu sabah çektiğimiz telgraf şudur: z M. LAVAL Paris «Son Vu mecmuasında çıkan beya- natınızda — muhaliflerinizin — hücum- ları karşısında — kendinizi de Turc) e benzetmeniz ve sonra bu &i kendinizin Türk olmadığınızı söyle - yerek Türkiyeyi hâlâ her yumruğa görünmeniz Türk efkârı umumiyesin « de derin bir tesir yapmıştır. Bu sözü - nüzde Türk milletine bir hakaret kasti Bulunmadığına eminiz. Fakat Türk ef. kârını tatmin için bunun tavzihini rica ederiz.» Yunanistan Balkan Paktına Bağlı (Baş tarafı 1 inci yüzde) inkişafı münasebetler sayesinde temin e- demiştir. » ı::—.z(A.A.)—ueııwu.ü hiş “Sile eski başbakan Çaldaris arasında, vermemiştir. Askeri diktatörlük 2 (Hususi) — .Zıbihıı w. memleketin muhtaç olduğu kuvvet- Yunanistan bu pakttan Bal -İJj bir kabine kurulmasını temin için Barışının takviyesini ve Balkan v -| 4 keri diktatörlük ilânını istemek - bağlıyan sikı dostluk münesebet -İtadir. Kral ve hükümte de bu istek- Bu alulana terakkisi ve | lerini bildirmişlerdir. Gazetecilerin sualine sü bakanı general Papages zabitan tarafından böyle bir teşeb- ile Çaldaris uyuşamadılar büs vaki olduğunu teyit etmiştir Ve durum çok karışıktır. hükümeti kurulmasını istih-| — Atina, 2 (Hususi) — Kabotaj se- müzakereler, şimdiye kadar hiç| ferlerini yapan vapurlar, hükümet- ten istedikleri yardımı temin ede - iş Robert Stranm muhakemesi SON POSTA ARİKTEN JKR'ALAR Kabinede Evlât - Torun Münakaşası Giritli Mustafa Naili Paşanın — sadareti esnasında büyük Reşit Paşa hariciye nazın âdi. Bir gün meclisi vükelâda istikraz mü- zakeresi için ihtisas erbabından birinin Pa- rise gönderilmesi meselesi müzakereye ko- nuldu. Sadrâzam: «Parisle bizim mahdum Veli Paşa sefaretle bulunurken buradan bir başkasının memuren izamı nice olur? » dedi. Reşit Paşa: «Evet efendim, öyle amma bu iş umuru maliyedendir ve bir mütebasssın Pariste huzuru lâzımdıre. yo- lunda mütalca beyan etti. Mustafa Paşa, evvelki sözünü, fakat bu defa daha şiddetli bir surette tekrar etmekle beraber «bura- dan memür gitmesi benim dağ gibi oğlu - mun baysiyetine dokunmaz mı?» dedi. Hariciye nazırının tekrar itiraz etmesi ve bir mütehassısın izamındaki lüzumu be- yan eylemesi üzerine sadrâzam Mustafa Paşa bu defa evvelkilerden daha şiddetli bir surette itiraz ve «ben de kendimin ne olduğumu bilmiyorum kil.. Sözümü dinle - miyorsun, orada oturmuşsun (iki elini ağzı üzerine koyarak) ağzımı kapayıp diledi - #ini yapıyorsun. Ceçende bacak kadar to- runun vefat ettiği vakit dünya başına zin- dan kesildi. Halbuki benim boyum bera - ber oğlum orada elçi iken bu işi bir diğerine gördürürsek anın şanına halel getirmez mi? Bu başka şey değil evlâttır» dedi. Bir müddet evvel mahdumu Ahmet Celâl Paşanın oğlunun yani torununun ölü- münden dolayı fevkalâde mütcessir bulun- makta olan, ve yanında çocuk İâkırdısı bi- le edilmiyen Reşit Paşanın yüzü kıpkırmızı kesildi: «Affedersiniz paşa hazretleri, biz de sizin her dediğinize peki diyecek dal - kavuklardan değiliz. Allah sadrâzamlığı - nizi mübarek buyursun, Siz sadrâzam ise- niz ben de sizin kavasbaşınız değilim al Ben de üç defa o makamı işgal ettime de- yip çubuğunu sürdü, odadan çıktı. Reşit Paşanın teveccühünü kazanmak için hiç bir fırsatı kaçırmak istemiyen nazırlar da tamamen denecek surette meclisi terk ile hepsi Reşit Paşanın yanına gittiler. Paşa - nın hiddetini gidermek için bir hayli dedi- kodu yapıldı. Beri tarafta ise yapayalnız kalan zavallı Giritli melül melâl etrafına bakmağa başladı. Nihayet bir çok rica ve miyazdan sonra Reşit Paşa tekrar moclise getirilebildi. Yeniden yapılan — müzakere neticesinde islikraz akdine memuren bir mütehassıs gönderilmesi, ve Veli Paşanın yolunda da muamelâta nezaret eylemesi ikisi ortası bir karar verildi. Ertesi gün sadrâzamın infisali vuku bul« du. Sadarete Reşit Paşa getirildi. Yeni sadrâzamın hemen yaptığı işlerden biri de, Fransa hükümetinin wrarına rağmen, Veli Paşayı Paris sefaretinden kaldırmak, oğlu Mehmet Cemil Beyi Paris sefiri tayin etmek oldu. Mehmet Zeki İngiliz gazeteci beraet etti Avrupadan İstanbula beraber se- yahat ettiği arkadaşı Janetin Tepe- | Pal: başında Alp otelinde 1000 dinarı ile 500 frangın çaldığı iddiasile ikin -| tslar olduğunu ci asliye cezada mevkufen duruş - Ması yapılan İngiliz gazcte muhbiri dün sona ermiştir. a mü-| — Suçu sabit olmadığı için Robert zannediyor ve bizim bu zannımızı tahammil bir müstemleke telâkki eder|Stravn beraet etmiştir. TAKViM Zevali Ezani — Bir esirin cep defteri (Aşağıda okuyacağınız — satırları, Bir efsane zannetmeyiniz. Viyana- da çıkan «Naye Fraye Prese» ga- zetesinin sütunlarına — geçmiş, ha- 14 Nisan 329 — Edirnenin sükut ettiği gün ezgin ve bitkin bir halde getirdikleri Hilâliahmer hastanesin - den dışarı ayağımı atmamıştım. Bu akşam, doktor Kemal Cenap bana hastanenin uzun koridorunda tesadüf etti. Karaağaçtaki gazinoya kadar git- mek için büyük bir israr gösterdi. Kalbimde, esbabını tahlil edemiye - cek bir istırap ile ona refakat — ettim. Beraberce gazinoya gittik. Hava, ılık- tı. Onun için bahçede oturmayı - ter - cih ettik. Düşman askerlerinin âvare ve ser « seri dolaşışları, bana büyük bir asabi- yet verdi. Daha bir ay evvel zafer ü- mitleriyle bastığım bu topraklar üze - rinde şimdi sönük ve silik bir nokta gibi durmak, bana çok acı geldi: Ben, bu acıların istırabiyle mütces- sir iken arkamızdan bir ses yükseldi: — Ooo, beyler.. Siz, burada ha... Nasıl oldu ,böyle?... Başımızı çevirdik, Ayvusturya kon- solosu, Mösyö Abel... Bu tatlı sözlü ve şirin çehreli adam, bütün muhasa « ra müddetince bize çok büyük dost - luk göstermişti. Siperlerden şehre in - diğimiz zaman onun evine uğrar, bir kaç saat lâf atardık. İki dilber hızı, mutlaka bize birer şekerli kahve pi - şirir; ve sonra da piyanoda bazı şey - ler çalarak top ateşleri, mitralyöz tar - rakaları, yaylım ateşi sesleriyle buna- lan dimağımıza muvakkaten — olsun, bir zevk verirlerdi. Bugün, Mösyö Abelin çehresinde, derin bir kederin gölgesi vardı. Kemal Cenap Beyin: — Sizi müteessir görüyorum . Demesine mukabil: — Evet, çok müteessirim, Çünkü, | çavuş Rohan feci bir ölümle öldü. Diye mırıldandı. — Çavuş Rohan kim?. — Efendim, kale muhasara altına girdiği zaman, bir. hısımını görmek için bizim Avusturya istihkâm çavuş- larından Rohan isminde bir adam bu-| raya gelmişti .Kale muhasara edilince, tabit o da burada bizimle kaldı. Za - vallı adam, bizim ianemizle - perişan bir halde yaşadı. Nihayet, kale sükut etti. Bu adam da memleketine gitmek için izin istedi. Fakat Bulgarlar, bu a- damın Avusturyalı bir istihkâm çavu- şu olduğunu öğrenir öğrenmez, der - — Ha.. Biz kalede ecnebi mütehas- tahmin ediyorduk. Demek ki, bunlardan biri de sensin, Diye yakasma yapıştılar. Ve - hak -| kında tahkikata başladılar.. Tahkikat, Rohan çavuşun lehine netice — verdi. Yüzlerce şahit, bu adamın siperlere adım atmadığına şahadet etti... Bul - gar kumandanı: — Bir kere de Safyadan sorayım.. Ondan sonra izin veririm... * Dedi... Aradan bir hafta geçti. Vi - yanada bulunan ailesinden Rohana bir mektap geldi. Mektupta gu satırlar görünmekte idi: ( Sen; bir alçak, bir namussuzsun. Bülgarlar, Edirneye - girdikleri za- man, onların ayaklarına kapanmış - hayatını bağışlamaları için yalvarımş- sın. Bunu buradaki gazeteler, Bulgar gazetelerinden naklettiler. Ve bizim de rezil ve rüsvay olmamıza sebebiyet verdiler. Artık, senin gibi ölümden korkan bir aile ferdi tanımıyoruz.) Roban, bu'mektubu okuduktan son- ra; az kalsın, çıldıracaktı... Koştu, ba- na geldi. Mescleyi hikâye etti: — Ben, ölümden korkmadığımı |te ettim. Ye bütün dünyaya ilân edeceğim.. Dedi... Onu mecnunane bir hare - kete atılmaktan güçlükle vaz geçire - bildim. Ve bugün onu memleketine g vörmek , geç gin — baber SÖĞT ÂYE Yazan : Ergul Konsolos kavası, onun odasına girdi « ği zaman, bu zavallı genci yerde ve pıhtılaşmış kanlar içinde bulunca, şa- şırmış kalmış. Meğerse, bu — iftiraya tahammül edemeyen Rohan çavuşumn beyninde bir damar parçalanmış... Yarın merasimle cenazesini kaldıraca- Mösyö Abel ,dalgın ve düşünceli bir halde uzaklaşırken, Kemal Cenap Beyle göz göze geldim: — Bu adam, bizim uğrumuzda ha- yatını feda etti. Acaba, buna karşı bir vazifemiz yok mu?.. Dedim... Kemal Cenap Bey, derini bir acı ile inledi: — Acaba, ne yapabiliriz?. 4 Diye mukabil bir sualle cevap ver- di. 15 Nisan — Sabahleyin erkenden sertabip Mekki Beyin odasına girdim: — Sizden, on beş nefer istiyormu. l?ngün bir saat için bunları benim eme rime veriniz. Dedim... Mekki Bey sordu: — Bunlarla bir yere mi gideceksi: niz), — Evet.. — Nereye?. — Pek yakın bir yere.. Fakat bu yolum ölüme kadar uzaması da muh « temel... Mekki Bey, merak ve telâsla izahat istedi. Söylediğim sözleri, sonuna ka « dar dinledi. Atılacağım teşebbüste, bana hak verdi. — Pekâlâ... On beş nefer - seçiniz.. Türkün kadirşinaslığını ve vefakârlı ğanı gösteriniz.. Dedi, Derhal aşağıya indim. Anadolu ef. radından on beş nefer seçtim. Bunla « ra, şu emri verdim: — Ş$imdi, güzelce tıraş olacaksınız, Hepiniz, birer manevra kayışı — bula « irak cebinize sokacaksınız. Ondan sonra, hastaneden birer ikişer çıka - caksınız.. Edirneden gelen ve Karaa « Rğaca sapan yolun tam karsısındaki kahvenin yanındaki çayırlıkta - pera - |kende bir surette oturacaksınız. Ben © kahveye gelip oturduktan sonra da, |gözlerinizi benden ayırmıyacaksımız. On beş göğüs birden gürledi; on beş ağız birden cevap verdi: | — Başüstünc, Ziya çavuş!.. | Ben de ayni suretle hareket - ettim. |Tıraş oldum. Manevra kayısımı, cebi- |me soktum. Hastaneden cıkıyordum.. Doktor yüzbaşı Hasan Bey, yanıma geldi: | — Ben de seninle beraber gelece « |ğim. x Dedi... Şimdi benimle ölüme gide- cek bir arkadaş daha çıkmması, bana idünyanın en büyük kudret ve kuvva- tini vermişti. Kahveye gittik. Gözlerimizi, Edir « ,neye giden uzun yola diktik. | —Aradan yarım saat kadar geçti. U- |zaktan bir araba kafilesi sökün etti. |Kalbim fena halde çarpmıya başladı .. Eminim ki, Hasan Bey de ayni halde âdi. Arabalar otuz hatveye yaklaşınca, derhal yerimden kalktım. Bir işaretle, orada dağınık bir halde bulunan as « kerleri topladım. Başlarında durdum. On beş nefer, derhal bir dizi haline geldi. Adırnaz dağlılarından bir on « başı, başlarına geçti... Ben, bir ordu kumandanı azametiyle emir verdim: — Kollarınızdaki Hilâliahmer işa - retlerini çıkarın. Ceplerinize koyun . Manevra kayışlarını - takın.. Onbaşı bu emri tekrar — etti. derhal icra edildi. ( Artık cenaze arabası, tam hizamı « za gelmişti. Kumandayı bizzat deruh- sert bir sesle, şu kuman - Emir dayı verdim: — Dikkatl.. Hazır ol... Önümüz « den geçen cenaze arabasma.. Bakl... Ellerimiz kalktı. Zavallı Rohan ça: Lütfen sahifeyi çeviriniz) S TLA di aB DA DA S 6 6 A aaT c AYT SW Te N

Bu sayıdan diğer sayfalar: