“« Ben bir tımarhane kaçkınıyım!,, Taş odanın nasıl yer olduğunud a anladım! Yemek tabağını başına geçiıînemle ga;';iiyanın sırtına sıçramam bir oldu. Adam bar bar bağırmıya başladı Röportajı yapan: —- Akşama doğru iki kişi daha geldi. Kop- Ça gözlü zayıf çöp gi- ü bir adam: Yedibelâ Mehmedi Arkadaşı — şişman, büstan patbeanı ki- hklı biri: Ayı Yusuf! Kâni ile tanışıyor- lar. İkisi de ercinci, Yedibelâ satıcı, Ayı hem içici, hem satı- ©. Bir hafta evvel Pehlivan (*) bunları fevirmiş. Üzerlerini Aramış, — Yedibelâda 13, Ayıda da 8 paket Muharrir Ermeni €roin bulmuş. Doğru karakola, oradan da mahke- Meye verilmişler, Mahkemede bunlar alelusul içici olduklarını iddia etmişler. Şimdi içici mi, satıcı mı suahile buraya sevkedilmişler. Üstleri başları çok te- Miz. Birbirlerinden ayrılmıyorlar. Oda- Nin içinde bir yukarı, bir aşağı Konuşarak piyasa ediyorlar, Yedibelâ Çok hiddetli: Bütün kabahat senin tamahk lığında.. nene lâzım tekrar gerisin ge- Tiye gider de malı almak istersin? — İspiyonlanacağımı ne dim? — Nasıl bilmezdin? Bu işlerde her ihtima| hesab edilir. Kâni, Mehmedi bir kenara çekerek Soruyor: — Anlat nasıl oldu? — Nasıl olacak mah aldık. Baktım Mikroplar peşimizde. Malı hemen zola ettik. Kahvede oturduk. Bir saat sonra Yusuf malı alacağım diye tutturdu. Ol- Maz dedimşe de dinletemedim. Gittik #ldik. Köşeyi sapmamıştık ki Pehlivan €Enseledi bizi.. — Beni ne demiye getirdiniz bura- Ya? Ne demiye getirdiniz. diyorum. Girmem içeri! Dışarda bir kadın sesi. Yeni bir hasta daha gelmiş olmalı. Doğruca pencere- ye gidiyorum. Lâciverd kadife roblu, Sarı saçlı, 30-35 lik bir kadım bar bar bağırıyor: — Ama ne demiye getirdiniz hu.—a-l Ya? Eskişehirden daha bugün geldi: aşımı aldım. Ah o teyzemin kız: o- lacak rezilin boymu altında kalsın. Pa- Talarımı aldı, gönderdi beni buraya. Gürültüye gardiyan kadın da yetişi- — Ah Semiha, gene mi sen? — Benim ya Emine anne, benim ya, Fakat ne demiye beni getiriyorlar bu- Taya,. paracıklarımı alsınlar, sonra da buraya getirsinler.. Haydi evlâdım, haydi kızım Odaya gidelim. — Odada ne işim varmış benim?. Ben gideceğim, durmam burada.. Gözü bizim odanın penceresine ilişti. Beni gördü: — O suratsız herif de neye pencere- den bakıyor? Çekil pencereden hınzır Mmaymun! Öfkelendim: — Neye çekilecekmişim, çekilmem.. — Çekil diyorum! — Çekilmiyeceğim dedim a... Gardiyan Niyazi de pencerenin önü- ne geliyor: — Faruk çekil oradan.. — Çekilmem, — Çekil yahu, sen olsun lâf dinle! — Dinlemezsem ne olur? Nereden çıktıysa çıkmış. Salim ağa- yin sesi duyuldu: — Ne mi olur? Taş odayı boylarsın! Acaba taş oda nasıldır? Gelmişken Şuranın da tadına baksam fikri birden- bire kafama girdi. Evet, evet, kafama koydum. Ne yapıp yapıp bu akşam taş odada sabahlıyacağım... Doktörlar gitti. Nasıl olsa gardiyan- lardan biri odaya yemek getire o Zaman üzerlerine saldırırım, binnetice gel taş höcreyi boylarım, diye düşündüm, | H e .(*) İkinci şubenin en kiymetli tahar- Tilerinden. Faruk Küçük tımarhanesinde hasta kadınlarla beraber | (Odaya ilk girecek gardiyanın vay hali- şhel Kapı açıltı. Elinde ekmek sepeti ile| rdiyan Niyazi gözüktü Zavallı Niyazi, Şu tıbbı adli binasın- da biricik sevdiğim insan sensin, sana k istemezdim. Fakat ne y.'ış'ıay.m.W go sana düş Ekmekleri aldık. Yemek gekli. Şu | yemek kaplarından birini alıp herifin | kafasına geçirsem, çok iyi olur, çok iyi olur ama, taş odaya aç karnına gide- rim. Halbuk! bu da hiç işime gelmiyor. İngiliz askeri rozbifini yemeden mu-| barebeye giremezmiş. Ben de pilâvla patlıc; yemeden taş höcreye gire- mem doğrusu.. Yemekleri yedik. Herkes kabını tep- | sinin üstüne koydu. Kabım; aldım, di ğer kaplar di ri benimkine boşalttım. Kâseyi aldım, kapının yanına geldim. Gardi- yanın kapları almak için gelmesini bek- liyorum. O da oldu. Gardiyan gi ahtan olacak Tepsiye doğru ilerledi, e eğilmez: — Al sana alafranga külâh, diye pat- hıcan artığı dolu bakır kâseyi başına, — Hangi utanmaz yaptı bunu? Diye doğruldu. Manzara cidden gö- zaydı doğrusu. Zavallı M şında hâlâ tas duruyor, y zünün iki tarafından patlıcanlar ıı'<ı'r.:ş,l berbad. Bereket arkasında sarı! piy rum, bütün koğuş gü im, Niyazi, Ahmed, yı |Yetişin bBakın ne yaptılar bana? Fırsattan istifade herifin sırtına sıç- riyorum: Yürü! Yürü! diye basıyorum tek- meyi. Mustafa benden kurtulmağa çabalı- yor. Bırakır mıyım? Sülük gi mışım, Küçük bağırıyor; — Aşkolsun kısa boylu amca! Yaşa kısa ağabey! lar.. bizi birbirimizden ayırmağa çaba- liyorlar. Öyle kolay kolay yakasını bırakır miy: Elim boğazında, bacaklarım ik tarafında, herife sımsıkı yapışmışrm. Fakat altı el bacaklarıma, kollarım: omuzlarıma yapışıyor ve beni ayırı- yor. Şırrraak.. Suratıma bir tokat yedim. Gözleri- min önünde şimşekler çakıyor.. yüzüm biber gibi yanıyor. Hâlâ çırpınıyorum. Tekme yumruk giırla gidiyor. Salim ağabeyin sesi duyuluyor: — Çabuk gömleği getirin. Şu herifi kıskıvrak bağlayın.. Nihayet deli gömleği bize dı liyor. Kollarım hazırol v tarafımda, İpleri de sıkı sıkı « r.. âdeta nefes alamıyacak bir halde- |yi A lAREn vet)i || Yurddaş Şam fıstığı diye anılan fıstık, yalnız Ga- || siantepte yetişen Türk fıstığıdır. - Pıstık (| bi olmak isteyen Antep fıstığı yer. SON POSTA Deauvilledeki eğlence < Fransanın, İngilterenin en şık kadınlarını bir araya toplayan .. Deauville'in iki hayatı var: Biri gece, biri gündüz... Gecesi kazinoda, gündüzü plâjlarda, sokaklarda, kahvelerde, te- niste geçiyor. Arada bir, hergünkünden daha başka. daha canlı değişiklikler de oluyor. Ya kazinoda, yahud da sokak or- talarmdaki kahvelerde konserler verili- yor; hem de şöyle böyle değil, en ileri gelen artistler çalıyor. Otomobille radyo- cular da geliyor, hemen oracıkta telsiz tertibatın! kuruyorlar; verilen konseri düryanın her yanına dağıtıyorlar. Kadınlar arasında güzellik müsabaka- Jatı, şıklik yarışı, pijama, mayo müsaba- kaları yapılıyor. Fransanın, İngilterenin en şık, en güzel kadınları buraya toplanı- yorlar. Hepsini bir arada görebiliyorsu- nuz. Boy boy çocuklar arasında, on iki şından on sekizine kadar genç kızlar asında gene öyle güzellik, seviml: | müsabakaları, mayo, pijama müsabaka- ları yapılıyor. Bu müsabakalar otomobil- | in arasına kadar giriyor, onların için- n en şık olana, içindek! kadının en â- lısına, en gösterişlisine de hediyeler veriliyor. Çiçek müuharebeleri, bayram- lar, yerlilerin, köylülerin arasında eğlen- celer yapılıyor. Bunların hepsinden can- lısı da at yarışlarıdır. Geceleri kazinonun salonlarında, hazi- neleri dolduracak kadar zengin mücev- herler takınmış, €n ağır tuvaletlerle, en pahalı kürkten pelerinlerle dolaşan ka- dınlar, en şık erkekler yarış günü de Deauville'in hippodromunda toplanıyor- lar. Gece tüvaletlerinin kadınlar için belki bir manası vardır. Kumaşların, tüllerin, çiçeklerin en incesi, en ağırı, göğsün, sır- tın, kolların açık bırakılacak yerleri, ge- ne kadınların kendileri için başlı başına bir. mesele» olabilir. Fakat biz erkekler, böyle yığınlarla pırlantaya, boncuk ka- Jür Yalabalık zümrüdlere bakarken göz- m'zde bir yorgünlük, bir usanç duyu- yuz. Erkek gözü, güzel bir kadının saç- larından, gözlerinden, kollarından, boy- nundan ayrılmıya Vakit bulamıyor, Fa- kat gündüz giyilen elbisenin güzelliği böyle değil. Orada resim gibi, heykeltraş- hk gibi, minyatürcülük gibi bir san'at görüyorsunuz. Bü san'at 6 kumaşların dokunuşunda, dikilişinde, biçiminde de "|var; o kadınların giyinişinde de... Yarış yerinin her yanı, yollar, tribün- ler, büfesi hep böyle, her birisi bir «man- ken> kadar güzel giyinmiş, minyatür ka- dar inceden inceye işlenmiş kadınlarla süslü, Hic kimseyi darıltmamak için şu kadarcık fısıldıyayım ki Avrupadaki ka- dınlar, bizim Beyoğlu caddesinde, Kadı- köy iskelesinde, Ada vapurlarında — bir- denbire gözümüze çarpan bazı tiplerden büshütün başka türlü giyiniyorlar. Gü- nün her saatinde giyilecek ayrı bir esvab var; nereye gidilecek ise ona göre, her- kesin kendine uygun bir giyinişi mevcud. Bizde de iyi, hem pek İyi giyinen kadın- lar yok değil, fakat Öyleleri de var ki dü- ğüne gidiyormuş gibi süslenip Balıkpaza- İrında alışveriş etmeğe çıkıyorlar. Sine- ma kapılarının önünde, permanant ondü- lâsyonlu bir tutam saçı tepesinin üstüne gerip toplamış Urnakları, dudakları bo- Yazan: Kemal Ragıb Enson yalı on ikişer, on dörder yaşında kız ç- cuklardan geçilmiyor. Yangın yerlerim- de, damındaki tenekeler uçmasın diye ü- zerlerine koca koca taşlar dizilmiş kulü- belerin içinden yakası kürklü mantolar, ipek çorablarla çıkanlar, izbe sokak ara- larında, akşam yemeğinden sonra — dallı basmadan bir pijamanın üstüne hırka giymiş, önde kendisi, arkada da başı ör- tülü bir kadın, komşu komşu dolaşanlar yok değil. daha ne bileyim, yağmurlu bir havada, işte Tophane rıhtımından geçi- yorsunuz... Bir vapur yanaşmış; içinden sürü (le koyunlar, demet demet tavuk- lar, hevenk hevenk elmalar çıkıyor... El- leri sepetlerle, torbalarla dolu koşuşan yolcuların arasında gözleriniz genç, gü- zel bir kadına takılıyor: Arkasında astra- kandan.trois güast bir manto, mantonun altında etekleri yerleri süpüren bir es- vab, başında Tophad bir şapka, ayakla- rında, var mı yok mu belli olmiyacak ka- dar ince ipek çorablar... Gene o kadına ertesi günü de Beyoğlu caddesinde, bir pastacıda çay içmiş çıkarken rasgeliyor- sunuz: Bu sefer de arkasında geniş bir spor mantosu, mantonun yakası kalkık, başında bere, ayaklarında da alçak ök- çeli, altları lâstikten, püsküllü bir iskar- pin, bir goölf iskarpini!.. Boyanış ta öyle... Her yerin, her saatin, her çeşid kadının kendine göre bir bo- yanışı var, Halbuki bizde gene o cadde- lerden geçerken şöyle biraz sağınıza, şo- lunuza bakınız: Oksijenli saçlar, iki lira- lhık pormanant makinesinin altında kuzu eğlenceleri arasında at yarışları başta geliyor Nk alan bir zavab bengisı İlir çon sahibi bür anne, hangisi kiralık bir kadur dır, bunları pek güç ayırd edebilirsiniz. Avrupa sokaklarında, öyle adım başın- da, tâ uzaktan gözlere ayna tutacak kü- dar süslü kadınlar pek çok görünmez. Şık kadın, orada da birdenbire göze çar- par; fakat bu çarpış süsün bolluğundan, boyanın taşkınlığından değildir. Giydiği mantoda öyle san'atkâr bir makasın izi |vardır, saçlarının bir yanıma- şapkasını İöyle bir ustalıkla oturtmuştur ki kendi- mizi tutamaz, bir levha seyreder gibi u- zun uzun bakarsınız. O kadın bir çay eğ- lencesinde, bir gardenpartide, bir baloda, bir ziyafette de gene ona göre, kim bilir, nasıl giyinir, diye düşünürsünüz Çalışan kadınların da, ekmek parasını çıkarmak için, annesinin ilâcını, karö nin mekteb kitablarını alabilmek bütür gün bir yazı makinesinin başında, bir dükkânın tezgâhında didinen kızların da kendine göre bir süslenişi vardır. Sa- at üçle beş arasında, gizli gizli buluş: ya giden kadınların da baçka bir gi vardır; beşle yedi arasında briç oy! ya gidenlerin de başka.. Oralarda çok boyalı, göze çarpacak ka- dar süslü kadınlar, çok defa, süs masras fını çıkardıktan sonrâ* oturduğu odanın kirasını da ödiyebilmek için süslenmiye muhtaç olanlar, yahud bir lokma ekmek için buna mâhküm olan biçarelerdir. Orada da, burada da müslesnası ola- bilir... Avrupalı kadının, — süslenip Şİ- için süslenip tüyüne dönmüş, yanaklara kadar taşan | gittiği yerler işte böyle yarış, spor mey- sürmeler, dalga dalga pembe pudralar,|danları, umumt eğlence yerleridir. Süs- esmer bir kadının dudaklarında turuncu- | İenmek, zaten başkalarına gösteriş yap- ya yakın nar çiçeği bir renk, sarışın bir|Mat demektir. Birbirine çalım satmak kadınm dudakları patbcan moruna bo-| İN ayrıca toplanacak yerleri olmyan- yacmış — Bunların hangisi daktilodur, | #” boyanıp, bezenip sokaklara uğrarlar; hangisi bir mağazada çalışan satıcı bir| “icilerini gösterecek başka yer bulamaz- kızdır, bangisi tütün deposunda ekmek parasma bile elvermiyecek kadar günde- Ay içinde 42 mecmua kapanmış, 99 tane yenisi intişara başlamıştır. lar da ondan... (Devamı 10 uncu sayfada) 2 — 1935 senesinde, İngiltere hükümet- leri dahilinde postacılar, adam başına 153 mektup taşımışlar ve gene günde a- dam başına 523 telefon mükâlemesi ya - 4 — İngiliz sahnesi tar.hinde yalnız 9 eser 1000 kereden fazla oynanmıştır.