25 Aralık 1938 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 12

25 Aralık 1938 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 12
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

SÖN POSTA ŞTRCRİAFA DK 'AKAAAIKİAKLATLRRK LA YKKK Hayvanat bahçesinin bu kaadr fazla ka Jabalık olması, blhassa üç sebebden ileri geğyordu: Birincisi, günlerden bir tatil günü idi; ikin hava her zamandan daha güzeldi; üçüncüsü, tatil zamanı geç miş, okuma mevsimi başlayalı bir hayli zaman olmuştu; bunun çok tabii bir ne - ticeği olarak hükümet merkezinin bütün minimini sakinleri, sayfiyelerden, kamp- lardan ve diğer buna benzer yerlerden dönmüş bulunuyorlardı.. Miniminiler tek başlarına hayvanat bahçesine gelemiye - gekleri ıçin, hepainin refakatinde, — ister istemez büyükler de vardı.. Hattâ doğru- sunü ,söylemek lâzım gelirse, havanın gü zelliğinden, hayvanat bah Ji hayvanların eğlenceli ma Son Posta'nın hikâyesi "T Hayvanlar b DK YU V Baba - kız, hayvanat bahçesi içinde bir hayli dolaştıktan, — vg bir çoök kafesleri, şöylece, üstünkörü ziyaret ettikten son- İza, nihayet en aşağı yirmi kadar may - munun şakalaştığı. gülüp sıçradığı büy çek bir dairenin önünde uzun — müddet durdular. Kızcağız, teker, teker, her maymunu parmağile işaret ederek mutad — süalini sormağa çalıştı: — Baba, şu maymum ısırıyor mü, yok- sa 1siTmiyor. mü?. Maymunlar zıpliyor, şakalaşıyot, dö - vüşüyor ve kendilerine mahsus dairenin içinde o kadar süratle yer değiştiriyor - lardı ki. kızcağız bütün gayrtine ve arzü. * |suna rağmen bunların her biri hakkın - hçesinde bir dedikoducu: HDTT AAT TAAK AAT AI YAK A TALLARANİİT Yazan : V. Ardov - Çevir. (oluyor.. Bu kâğıdın benzerleri kâmilen mahzeni evraka verildi. Bu nasılsa be - nim elime geçti.. Bugün Muştakov'un a- leyhinde biricik vesika.. Kologrivov, yüzüne hilekâr bir ifade vererek ilâve etti: ler yazıyor. mi yeyahud bir fotografı — seyreder gibi seyretmek İçin, enerjik bir jestle ileriye doğru uzattı. Bu hareketi — neticesinde, kâğıdı tutan eli, maymun kafesinin par« maklığına dayandı.. İşte bu sırada, hiç — beklenilmiyen bir — Fakat bu o kadar enteresan bir ve -| ver!. Aksi tekdirde ben ne sika ki... Sorma!, Bu vesikada neler ya - | bilirim.. zıilı, biliyor musun? Bak şu vesikada ne-| Kologrivov'un bu haykırışlarına ve so- Çocaklardan ziyade büyükler İstifade edi yorlardı.. Bu gibi vaziyetlerde küçükler, ekseriya büyüklerin eğlencesine bir vesi- le, bir veasıtadır. Ablanın canı sinemaya gilmek ister, evdeki küçükleri bahane e- derek gider. Büyük annenin keyti gez » imek 'ster, minimini torunların hava al - mak ihtiyacı buna bir maske teşkil eder. Fakat, hayvanat bahçesini ziyaret eden bütün bu kalabatlık arasında güneşe. ha- vanın güzelliğine, hayvanat bahçesinde- ki vahşi hayvanlara karşı tamamen (â - kayd davranan biricik insan, fötr şapka- ginı, kulaklarını ve kaşlarını örtecek şe- kilde, b'r tâkke gibi başına geçiren, kırk| Asık suratlı Koloerivov başını çevir - yaşlarındaki ziyaretçi — idi.. Paltosunun di. Ve eksi ekşi aırıttı:. Arkasında kısmen düğmelerini, baştan sonuna kadar, ilik -| aYni da'rede çalıstığı tanıdıklarından bi- lemiş olan bu, asık suratlı ziyaretçi, beş, | Tisi duruyordu.. Kologrivov, kızını gös - âltı yaşlarında tahmin edilen bir kız ço-| tererek: cuğunu elinden tutmuş götürüyordu.. A.| — No yapalım işte, diye izahat verdi, yağında gri çoraplar ve soboyu andıran | bizim kız: gezdirmede getirdik.. Galiba yuvarlak sandallar olan kızcağız, cakalı | Siz de kızınızla berabersiniz?. Cakalı yürüyor, kırk yaşlarındaki ada -| — Kolopr'vav'un ahbabı kendi kızıma dö- mıin yürüyüşüne ayak uydurmağa çalı - Nerek şıyordu.. — Tasva, dedi, ilkönce amcana elini da kendi sualini tekrarlamak — imkânını bulamıyarak susmağa mecbur oldu.. Kızın babası da susuyordu.. O, göbeğini maymunların bulunduğu büyük kafese dayafnış bir halde dalgın dalgın duruyor, gözlerini kırpıştırıyor, dudaklarını itiri- yordu. Asık suratlı ziyaretçi bu vaziyette du- rürken, birdenbire ağır bir elin omuzu- va dokunduğunu hissetti. Kalın bir ses: Vatandaş Kologrivov, demek siz de buradasınız, ha?.. Divoe seslendi.. bir. Kologrivova istihfafkâr nazar attıktan sonra ağacın birar daha yukarısma tırmandı Maymun, taradım.. Sonra ne oldu biliyor musu - nuz?, Kologrivov'un muhatabı, kelimenin tam manasile hiç bir şey bilmiyor. daha doğrusu hiç bir şey bilmek istemiyordu. Yüzünün kederli hali. falan — veya filân kişinin sizi hiç alâkadar etmeyen dediko- dusunu dinlediğiniz zamanki yürünüzün halini andırıyordu. Kologrivov, muhatabının bu ruhi ha « Hine hiç dikkaş bile etmedi.. Hattâ, heye- canından şahadet parmağını havaya kal- Kızcağız, elinden tutmakta olduğu a - / uzat; sonra da şu küçük arkadeşına! |dırarak sözüne devam etti: damın bareketini taklid ederek, — itaatli | itaatli her kafesin önünde — duruyor, ve iki küçük kız, birbirlerine — maymunlar her defasında, kafesin içindeki hayvanı | hakkındaki fikirlerini anlatıyorlardı: On Böstererek ayni suali soruyordu: lar, bu konuşma esnasında en çok hangi — Baba, 'bu da ısırıyor mu? maymunun hoşlarına gittiğini, en az hen- Kafasındaki düsüncelerle meşgul asık | gisini beğendiklerini birbirlerine söyledi - suratlı beba, kend'sine gösterilen ber hay | ler.. 'van hakkında isteksiz bir tavırla ayni ce| Bu arada, kızların babaları da, işlerin- vahı veriyordu: |den bahsediyorlardı. Arkadaşını gördük. — Evet, bu da ısırıyor. ten sonra fevkalâde canlanan Kolögrivov: Ö zaman kızcağız mutad ikinet sualine| —— Biliyor musunuz, diyordu, şimdi on- Takriben bir dakika sonra elele veren | — Evet, sonra birdenbire ne oldu, bili- yör musun?. Ben evraklarımı karıştırır - ken, kâğıdlarımın arasında şu vesikayı, şu mühim vesikay bulmayayım mı?. Koloğrivov elini koynuna soktu. Ceke. tinin iç cebinden solmuş ve sararmış bir yığın perişim evrak çıkardı, Bunları u - zun müddet karıştırdı. Nihayet bunların içinden, en fazla sararmış, en fazla örse- lonmiş, en fazla kirlenmiş olan bir tane-. sini ayırarak, muzaffer bir eda ile mu - geçiyordu: lar, Muştakov'un hububat işindeki yolsuz. — Peki baba, ya bu hayvana ilişmez -| luklarına dair verdiğim istidanın hiç bir sek gene isirir mi? esasa dayanmadığımı iddia ediyorlar.. Ben Baba homurdanır gibi belli belirsiz ce-| iddiamın doğruluğunu isbat etmek için vab verir, baba - kız, tekrar yollarına de- | seksen yere baş vurdum.. Oraya koştum. vam ederlerdi. buraya koştum.. orasını aradım, burasını Son Postanın edebi romanı: 6 Ü |Ş ae L karak: T5 _“’r—;._'*_—_ ME Yazan: Halid Fahri Ozansoy Bunu der demez, kolundaki saatine hı—l — Neden? — Bu hafta içinde sam rüzgârı eser. — Sast en iki.. beni yemeğe beklerler! |miş. Gidelim de yüzümüz, sirtimız beyaz Erken yiyoruz. leke mi olsun? Diye ayağa kalktı. Ve Neclânın: — Ya.. öyle ise haklısınız. Bak, bunu — A. bekle biraz.. öğle vapuru gelsin | bilmiyordum. de! — Bilmiyorsan öğren, ağabey! İtirazına karşı yumuşamadan ellerimi-| Ne de tahakküm! İnsana âdeta ders ve- zi sıkarak gitti. hatabına gösterdi: — İşte, azizim, okuyunuz ve siz de ka- ni olunur: Tarihi 1935 tir. Bu kâğıdın be- nim elimde bulunması büyük bir talih eseridir. Çünkü bu kâğıdı imzalamış o - lJan Savopin, işden ayrılalı epey zaman mekânı oldu. Bu defa da <Ne münase - bet'» Diye düşündüm. Doğrusu gülünç- tüm! Artık Ömer Seyfeddinin meşhur hikâyesindeki Cabi efendisi gibi her şes yin münasebetli ve münasebetsiz taraf - Tarını arıyordum! Hasılı böyle dalmış - tım ki, Nezihe birdenbire masayı sarsa- rak doğruldu ve ellerini 3 — Öğle vapuru geliyor, dedi. Haydi Iskeleye gidelim, Bakalım şık tuvaletler çıkacak mı? Noclâ zaten o kadar isttyordu ki, hemen Nezihenin arkasından rıhtıma fırladı. Başımı çevirip denize doğru — baktım: hakikaten vapur, Heğbeliden kalkmış. güneşten parlayan suları yararak Büyük- adaya yaklaşıyordu. Zaten iskele etra - fında da bir hareket, bir canlılık başla - riyordu. Doğrusu demin Süheylânın hü-|MtSt! Önce birkaç dükkân çırağı, tel - Arkadaşları ne düşündüler, bilemem. | viyetinden geri aldığım Meryem tasviri- lâllar, çiçek satanlar, sonra, önlerinde , Fakat ben, ıztırabdan neş'eye ve neş'e-İni, artık, bu pek çetin alaycı halile Nec- den ıztıraba bu kadar şüratle geçen kızın|lâya da yakıştıramıyacaktım. Ne şima -« arkasından sadece bakakaldım, rik, fakat ne sevimli kâfir! Bu kız acmba, aşkta da bir erkeği bu| Böyle bir müddet gülümsiyerek dal - iki kutbün arasında mı sürüklerdi? dığımın farkındayım. Bu esnada — Neclâ, * arkadaşı ile bir şeyler fısıldaşıyor, Nezi- Süheylâ gittikten sonra gazinoda bir|he ile ikisi, başbaşa, kıkır kıkır gülü - müddet daha oturduk. Nezihe, şimdi, kuş! şüyarlardı. Bu defa gülümsemem geçti, gibi gevezelikte Neclâdan hiç geri kal-| yeniden sinirlenmeğe başladım. Kim bi- mıyordu. Öyle ki, çok geçmeden, — bir|lir plâjda, yahud iskelede her kıza yılı « müddet için Nikoyu da, Süheylâyı da, bi- ' şan ve soğuk nükteler savuran hangi bü- risinin bana verdiği hiddeti, ötekinin dala çapkının lâfımı ediyorlardı? Ne mü- kalbimde uyandırdığı teessürle knrışık?nmwmik! Diye düşündüm. - Fakat ki çocuk arabalarını iterek ve rastgele - nin ayağına çarparak sabah — gezintisine çıkmış yahudi afleleri, kısa pantalonlu, bağırışarak koşuşan küçük — yaramazlar, Belediye gazinosundan doğru piposunu çekorek yaklaşan kırmızı yüzlü, şişman- ca, uzaktan tanıdığım Müliye mütekal- di, sırtlarınım aşağısınae kadar vücuüdle- rini açık bırakan mavi bir plâj pantalo. nu |le salına salma yürüyen birkaç Ada- h ve cakalı kız, bunların arkasından baş- kadar kaları, baldırlarının yukarısına hiüfse oldu: Kafesin parmaklığı arasın- dan, birdenbire, küçük — ve esmer bir el belirdi. Kologrivov'un tutmakta - olduğu kâğıdı kaptığı gibi içeri kaçtı. Kologrivov kızına dönerek: — Rica ederim Olga. şakayı... «Birak» demek .istediyse — de, kâğıdla kızı arasında hiç bir münasebet olmadı- Binı, kızının kâğıddan bir hayti uzak bir mesafede bulunduğunu farkedince, bunu Böylemekten sarfnazar etti: Çünkü elin - dek! kâğıdı bir maymıumun çaldığını ar - | tik o da anlamıştı Kologrivov, kafesin sakinlerini gözden geçirmeğe başladı. Ufak bir dikkatten sonra hırsızı teşhis etmekte gecikmedi: Hemen hemen kafesin tam çatısı altında, budanmış bir ağacın en tepesinde, basık kulaklı, kurşuni gözlü, sompatik — yüzlü bir maymun düşünceli düşünceli oturu - yordu. Maymun ön ayakları arasında ma hud kâğıdı tutuyor, onu dikkatle tetkik ediyor, adeta, Muştakov'un 19885 yılında- ki hububat suiistimaline dair burada ne- ler bulunduğunu öğrenmek ister gibi bir tavır takınıyordu.. Kologrivov bu manzarayı — gördükten sonra, iki elini ileri uzatarak maymuna doğru haykırmağa başladı: — Hey, sen, adın ne idi bakayım!. İci! Hey işitiyor musun?. Derhal elinde tut « makta olduğun kâğıdı İci ver!. Maymun, dedi - koducu Kologrivov'a göylece istihfafkâr bir nazar attıktan son ra, ağacın biraz daha yukarısına tırman- dı.. 'Tesadüfen «maymunlar kafesi» nin ci- varında bulunanlar arasından bir kahka- ha yükseldi.. Bu kahkahayı işiten civar kafeslerin önündeki halk ta bu tarafa a- kın etmeğe başladı.. Kologrivov iyice öfkelenmeğe başla » mıştı.. Eline geçirdiği bir sopa ile bir ta- tün bu küçük öğle kalabalığı vapuru kar şılamağa gelmişlerdi. Garson. liranın üstünü getirinciye ka- dar dişardaki bu kaynaşmaya — baktım. Sonra ben de. bizim kızların peşine ta - kıldım. en; H. Alaz |rat maymuâu tehdid ediyor, diğer ta- raftan da: | — Sen galiba aklını kaçırdın, diye hay lk—m rdu. Şu aşırdığın vesikanın bende bir kopyesi bile yok... Dediklerimi anlı « yör musun?, Derhal elindeki kâğıdı geri yapacağımı pa ile bu idlerine karşılık, kafesin i- Kologrivov, elindeki vesikayı, bir res-| çindeki bütün mâymunlar, hemen hemen hep bir ağızdan, keskin çığlıklarla ce « vab veriyor, hepsi de kafesin, derinlikle- rine çekilmeğe çalışıyorlardı.. Kafesin içinde en sakin oturan ve hig yerinden kımıldamıyan maymun, kâğıdi kapmış olandı.. Maymunu tehdid etmekten bir fayda hasıl olmuyaaeğını anlayan — Kologrivov, tabiyeyi değiştirdi. Maymunu yalvarma ile merhamete getirmek yolunu tecrübe etti: — Hey maymun kardeş, gözünü seve- yim, ne olursun, şu kâğıdı geri ver!.. Bu kâğıd benim için fevkalâde ehemmiyeti haizdir.. Bu kâğıd elimde olmadan Muş- takov aleyhindeki iddialarımı isbat et « |meme imkân yoktur.. Ne olursun. şu kâ- İğıdı geri vert. Kâğıdın bir noktasına ba - ,kacağım, onu gene sana veririm!, Kâğıdı aşıran maymun bu ricalara da aldırmadı.. Bütün bunlara, arkasını dön- mekle cevab verdi. Bundan da bir netice hasıl olmuyaca * finı anlıyan Kologrivov, kafesin etra « fında oldukça kesif bir kalabalık teşkil etmiş olan halka dönerek: — Buranın âmiri kim?, İçinizde bura - nın Âmiri yok mu?. diye seslendi. Ahalinin arasında bulunmakta olan ol dukça yakışıklı bir adam, Kol 'a doğru ilerliyerek, nazik bir tavırla sordu: — Vatandaş ne istiyorsunuz?. Arzunuz nedir?. — Şey... Siz burada vahşi — hayvanlar mürebbisi misiniz?. — Hayır. Ben hayvanlar mürebbisi de Bilim.. Ben hayvanat bahçesinin «insan- lara benzer hayvanlar kısmı» nin şefi * yim.. — Bu benim için daha ” iyi, Şu halde lütfen şu maymuna emrediniz de bendef aşırdığı kâğıdı geri versin! Kologrivov'un muhatabı gülümsedi: — Maalesef, size herhangi bir faydam dokunabileceğini hiç zannetmiyorum, dt di. Maymunun benim sözümü dinleyece- ginden çok şüpheliyim.. (Devamı 13 ncüi sayfada) Vapur hâlâ yolcularını — çıkarıyordu. Neclâ ile Nezihe yalnız şık bayanlara bü kıyorlar ve bazan takdir, bazan terikid fısıltılarile birbirlerinin — düşüncelerini tamamlıyotlardı. İşte bu anda gözleri » me çok sevdiğim iki çehre, çocukluğu * İskeleye girerek ilerledik ve vapurun | mun en güzel iki hatırası ilişti: Babamifi yanaştığı taraftaki parmaklığın önünde | dadısı yetmiş beşlik Gülşen kalfa ile ol" durduk. Bir müddet sonra vapur yanaş-|lu Hafız Süleyman... Bu hafız, vaktile tı ve iskele atılır atılmaz, öğle ziyaret -| Balıkesire gelin giden kızının — beş yâf cileri akın akın çıkmağa başladılar, Pazar olmadığı halde bugün Adaya n.*;köıe olduğu için yaşı belirsiz... N kadar da gelen vardı! Bu anda gene ih-| Dadı, uzaktan bizi görmüş, kalabalı - timal manasız — düşüncelerimden birine &n içinde, yaşından — umulmıyacak bif kapılmaktan kendimi alamadım. Bütün Ünçlikle, yün feraceden bozma manto * küçüğü.., Kırklık bir adam, fakat biraf — yolcular, Adanın güzelliğine, havası- na, manzarasına âşık olarak mı bu va - pura dolmuşlar, şimdi burada — rıhtıma dökülüyorlardı? Yoksa bir kısmı, gün - lerce, davet edildikleri köşklerde poker masasına mı kurulacaklar, — bazıları da, kapalı bir otel odasında, belki bir lâhze için asfalte bile çıkmadan, yalnız, bir ge celik gizli bir aşk mülâkatının — hazzını ge tadacaklardı? Adayı sadece Ada ola- rak, yalnız çamları, kıyıları ve ufukla - rında karşı Adalara ve Anadolu sahiline karşı renk renk kızaran akşam simasile sevenler bütün bu kalabalık içinde kaç kişiydi? Hattâ, şu yanımızdan geçen za- rif ve son moda tuvaletli bayanlar bile, palmiyeli ve gölgeli bir dost bahçesinde, yeni dedikodulara dalmaktan, karşıla - rındaki yeşil çamlıklı tepelerle çarsaf gi şüphe, tereddüd ve hayranlığı da unut-| Neclâ ile yüz göz olmak istemediğimden muştum, Bir aralık Neclâya sordum: ne konuştuklarını, neye — gülüştüklerini sormadım ve bu can sıkıntısile gözleri - — Peki amma, sen bugün nasıl oldu mi pencereden dışarıya, rıhtıma çevir - da plâja gitmedin? — Biz üçümüz bu hafta gitmiyeceğiz. Dedi, dim. İlk nazarıma çarpan, iskeledeki tü-|da bir iki otel garsonu, sonra gülüşerek tüncünün resimli gazeteler ve kitablar - Ja konyak ve likör şişeleri dizili çifte ca- kısa şotlular, başları kırmızı - fulartılar, bir yandan da yeni usulde iki parmakla- rını dudaklarına götürüp karşıdan kar - şıya birbirlerine ıslık öttürenler, bu ara- bi dümdüz ve ışıklı sulara bakmağa va- kit bulabilecekler mi di? Hakikaten bun ların ve daha bunlara benzerlerin gözle- ri bütün bu ufuk, su ve çamlık cenneti - ne, yalnız, görmeden, anlamadan ve zev- geçen, henüz yeni kura başlamış birkaç | kine, derinliğine varmadan bir şaşı bakı- | duydum duyalı içim içime kız daha ve birkaç delikanlı... Hasılı bü-| şile mi bakacaklardı? su altında görünen göğsü açık basma €f” tarisinin eteklerini de sevinçten havadi savura savura geliyordu. Neclâya dadıyı göstererek: — Bak kim geliyor, dedim, Gülşen dü> di Oğlu Hafız Süleyman — da yanındâ- Amma sen onları tanımazsın değil mif - Senelerce Balıkesirde idiler. Neclâ: — A, hiç tanımaz mıyım? dedi. Balı * kesirden çoktan döndüler, Sen Avrupt” da iken kaç dofa bize gelmişlerdi! bana hep senin çocukluğundan bahse © der dururdu. Tam bu/sözün üstüne dadı yanımızf sokulmuş, iklmizin de boynumuza sarık mıştı. Gözlerinden incl gibi yaşlar aki * tıyor, bir taraftan da, arkadan gelenle * rin itip kakmasına aldırmadan, eski Zâ * manlarından daha sürekli bir lâkırdı tü" fanile bize şunları söylüyordu: — Ah yavrum Tuğrulum! Beni gör * miyeli maşallah aslan gibi delikanlı ©* muşsun. Vallahi, Avrupadan — geldi (Arkası ver) £ çe — o ÜY rarili

Bu sayıdan diğer sayfalar: