30 Mart 1940 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 6

30 Mart 1940 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

| Abdülhamid ile mülâkat » Nasıl söze başladım, ne cövab verdi ? - Çehresini ve kıyafetini tetkik - Mülâkat esnasında ikide bir aralanıp kapanan kapı - Kaybolan elmas dolu çanta meselesi - Beşinci Mehmedin yanına avdet Kapıdan girilince genişçe bir sofada/nı sakalını boyamak âdetinden burada ederim. Evet, kendilerinden birkaç istir- “bulunmuş olduk ki yer yer koltuklarla, sandalyalarla, bir de yuvarlak masa ile, basit bir şekilde döşenmiş idi. Bu masâ- ün bulunduğu yerin yanındaki koltuğun “kendisine mahsus olacağını düşünerek, “biraz uzakça ve oldukça geride, bir san- »dalyanın önünde ayakta bekledim. Hadi “Paşa ile muhafız, yanyana, Abâülhami- din karşısında ve odanın müntehasına yakın bir noktada idiler. Bana elile işa- ret ederek sağ tarafında, tâ yanı başında © bir koltuk gösterdi, ve hepimize «oturu- da vazgeçememiş olan Abdülhamid © ka- /hamım var, Malümdur ki mahdumlarım- dar beceriksizlikle boyanmış idi ki saka-'dan Âbid efendi nezdimde bulunuyor. lmdan ceketinin yakalarına boya lekele-! Bu çocuk tam tahsil çağın. Kendisi ri yayılmıştı. Elbisesi de hazırcılardan'de benimle beraber burada kapandıkça slınmış, adi, açıkça renkte bir kumaştan-| tahsilini temin etmeğe imkân yok. Mü- dı. Onun Yıldızda büyükçe bir esvab o-'saade buyurulsun da Abid efendi Selânik daşı vardı ki tavanından döşemesine ks-İmekteblerinden birine devam etsin. Bu- İdar tıklım tıkız melbusat ile dolu idi.'rada pek iyi bir mekteb mevcud olduğu- Yıldız sarayi hazinei hassaya geçtiktenina vâkıfım. Çocuğun mektebe devam et- jgonra hünkârın emrile bu nefis mİ ete bir mahzur tasavvur edilemez, İlerden, çamaşırlardan sandıklar dolusu | kanaatindeyim. Sonra Âbid efendinin İ harbiye nezaretine gönderilin! Ora-| İstanbulda ikametine mahsuş bir yeri Komeili Fransez artistleri dün İstanbula geldiler nuz!.> işaretini verdi Üçümüz de, ben dan Selâniğe gönderilecekti. Gönderil& yoktur. Diğer mahdumlarla kerimelerin Yazan : Muazzez Tahsin Berkand saray usu'ile, refiklerim askerce temen-İmedi mi, yoksa kendisi bu eski hatıraları İ sarayları, konakları var; Ahmed Nuret- na ederek, oturduk. Ancak o zaman ta-| taşımaktan ise böyle adi giyinmeğe mür-|tin efendi de validesile beraberdir, yalnız 'Yafı şahaneden söylenecek sözlerin ilk/reccah nazarile mi baktı; bilmiyorum JAbıa elendi yersizdir. Ona Maslak köş- Artistler Ünyon Pransezde İstanbul valisi Lütfi Kırdarın etrafında Komedi Fransez artistleri dün İstan-| Bunların arasında birçok Türkler de var, Cevab verdi: Birader! gibi onun da se- “ kısmına başladım. © (Nasıl başladım, nasıl devam ettim, 'si kalındı, ve bütün hanedan azası gibi > bunu tamamile tahattür edemiyeceğim, düzgün, hattâ mustalah o konuşuyordu.| “yalnız biliyorum ki bir kere başladıktan | Belliydi ki daima ihtiram ile, inkıyad sonra söylenecek sözleri bir çırmıda, dur- ile dinlenilmeğe alışıklık neticesile ken-| dan, ve seşimde metanetle irad etmek! di söyleyişine tam bir emniyet sahibiydi. | mümkün oldu; birkaç dakika evvele! Hatırımda az çok sadakatle kalan söz- künü verseler münasib olacak, diye dü- şünüyorum. Burada doğrudan doğruya benden sordu: — Bilmiyorum, o köşk boş mu- dur? Bu mümkün olur mu? Siz ne dersi- niz? Böyle bir suale maruz kalınca beyanı “aid helecan büsbütün geçmişti, İlkönce “hünkâr tarafından se'âm tebliği ile, İs- “tifsarı hatırla başlamıştım; sonra ziyaret “ maksadını anlattım, ve netice olarak — «biraderi âliniz bu seyaheti tasvib buyu- ğımızı ümid ediyorlar» diye bitirdim. bir nevi hünkâr namına kendisinden ade almak kabilindendi. Ben bu ilk kısmı bitirince 0 başladı. Bir yandan onu dinliyor, bir yandan da ık pek yakından görmek nasib olan 3hsım, kıyafetini, hal'ni tetkike vekit Tuyordum. O hiç zannettiğim şekilde egildi. Ben kendisini çirkince, esmerce, çukur siyah gözlü farzederdim.! iç öyle deği'di. Çirkin olmaktan ziyade üzelliğe yakın bir çehresi; ve beyaz, “belki de pembe bir teni vardı. Gözlerinin rengini tavcf edebilmek için çakır dıye- beğim, koyu mavi İle açık tirşe mahlu- “tundan mürekkeb bir renk. Yalnız bun- ların çukurluğunda aldanmanıştım, gali- evlerinin geniş bir daire ter: et- nden İleri gelmiş olacak, hadden "pr: çukur olmak tesirini yapıyordu. öy'e ki nazari, derinlerden, sânki esrar ve aya le dolu bir yudan geliyor gi: biydi. Onun içindir &! güzel olan bu erin manasında üşüten, ihtimal hakkın- da evvelden hâsıl olma fikirlerin tesirile rperten bir şeyler vardı. Bunu tahlil “lerini şöyle zaptedeceğim: — Tarafı şa-| mütalea etmek lâzım geliyordu, fakat be- /baneden getirmiş olduğunuz se'âmlara,! yan edilecek mütaleanın da bir mülâyim iltifatlara sureti mahsusada teşekkürler şeklini bulmak icab ederdi. Gafil davran- ederim. Zatı hazreti padişahiye ihtira-| dım, o şekli bulmadan evvel cevab ver- atı falke: beraber samimi şükranla-! mekte acele ettim, ve cevab verdikten İri arzedersiniz. Bu zamanda Rumeli! sonra öyle düşündüm, hâlâ da öyle düşü seyahatine teşebbüs buvurmus olmaları-!nüyorum ki mevkiimin icabatını tecavüz İni mahzı hikmet addederim, Bu havali- ederek mukabele etmiş olacağım, Dedim nin ahvali siyasiyesi melümdur. türlü ki! — Köşkün hâlâ boş olduğunu zanae- türlü hırslara zemin olan bu vilâye' diyorum. Bu küşk diğer köşkler gibi em- de zatı sehrivari'eri ından vukua Tâki hakaniden olduğu için bugün me cihet muhas-'olan usule göre temlik suretile olma: bile efendi hazretlerime tahsisi mkün İmuvatfak “bilhayır eylesin. olur. Bu sözleri kemali dikkatle ve edibane| oDerhal müstebid hünkâr, mahlü' sıfa- takdir manaları işrab ederek bir tavırla|tının altından yükselen amiriyet | sesile dinledikten sonra onun bitirmiş olduğu- beni kesti, haddimi bildiren bir eda ile; na hükmedince söylenecek şevlerin ikin.| — Siz arzedersiniz... ei kışmına geçmek lâzım Arcak o! Bu, «başka şeye karışmayın!; mana - izaman dikkat ettim, benim gösterilen sina alınabilirdi: — Her şeyin çaresi bu- yere geçmeden evvel ayak'a beklediğim Junur... dedi. nokta bir oda kapısının yanında bulunu-! Gözlerimi indirerek ve edebimi takr İ yordu, ve şimdi bu odanın kapısında bir narak aşağısını bekledim; 6 eski sesıne kayhaşık'ık vardı. “ Öyle hissediyordum lavdet edecek devam etti ve o sırada ki orada biri vardır. Elbette bir kadın 0-| kaynaşık kapı biraz titredi: — Biz Yıldız- lacak. Abdülhamide menfasında refakat dan çıkarken benimle beraber buraya eden kadın... Sonradan anlaşıldı ki bu/gelen kadınefendinin bir çantası vardı. dih mevzuubahs olacak bir meselede!Bu çantanın içinde mücevherat, nukud kadardır, ve ona dair söylenecek söz-! ve eshâm vardı. Mecmuu mühim bir mik- dinlemek merakındadır. tara baliğ olan kiymettar şeyler... O ge- | İ ler Sözümün ikinci kısmına da cevab ve-İce kargaşalık içinde arabaya binerken | ek pek mümkün değildi, herha'de 0-|rerek arzularını birer birer ve durmarlan, kadınefendi bu çantayı orada hazır bu- gözlerine uzun müddet bakmaktan | tereddüd etmeden sıraladı: — Zatı şaha-'lunan zevattan birine tevdi etmiş, he- çiz bir hisle kıyafetini tetkik ettim, İnenin bu suretle de ibraz buyurdukları men alınmak üzere.., Fakat telâ r seyden evvel kaydetmelidir ki saçı-'atıfetten dolayı hassaten beyanı şükran'ta geri alınmadan araba'ar yola düzül - «Son Postannın edebi tefrikası: 10 AŞKA İNANM A DAM TERCÜME Ey canım, işte.bu para genin! İster) e yeyn banknotu göyri ihtiyar aldı.'yar «baba (9999) cibinliğin Kubbesi ai- musun? Sanki ağzın süt kokuycr-| Tekrar giyinerek Gaspavla beraber oto- itinda küçük bir gece kandili ile aydın gibi! Sen Pantrüşardsın, ben de öY-| mobile bindi. Gece kapıcısı kapiyi açip lanmış olan yatağında, bir azize sandığı mliyım (**). Bir memleketliyiz | kapadı. Otomobil yola koyuldu. dibinde fildişinden mukaddes bir kadın sana şunu haber vereyim ki ildukça kurnazdır ve böylesini elde -et- Için vâktinde davtânmâlıdir. - Ha! İyi ki aklıma geldi, sana kocaman bir var, Komisyon da-almıyorum. dan 1.000 franklık bir ban- çıkararak çocuğa uzattı. Rozelin ne uzatıp alarak, ne de meseleyi anlı- hu! Böylece ikimiz Paris dili konuşa- İşe başlarken dediğimi yap: ser- konarsın. Dost Friç (***)| işte evin de. Hem sonra sana söyliyeyim, pat- m, acaib bir adamdır; fakat göreceksin na herif te değildir. er Argo dinde bü kelimeler de Pantın, iruche, Pampeluche Paris manasina ge. Pantruchols, Pantruchard (ka. fin Pantrucharde) Parisli manasına, &) Dest Priz: İki Franmz müelliri 6. man İle Ohatrlan'ın Gbirincisi 1822. Ikincisi 1826-1690) müştereken yazdık. bir romanın ismidir ki sonradan gene İ &imle fiç perdelik eğlenceli bir komedi iN Gaspar: — Nereye gidiyoruz? Diye sordu. — Kolenkur sokağında 15 numaraya. — Ay! orası benim doğduğum memle- İket. Ben sokağın öbür ucunda doğmu- İşum, 26 numarada. Eğer ıstersen, Sirano- da durur, soğuk bir şey içeriz. — Peki, olur, fakat parasını ben vere- ceğim. Yalnız siz kimsiniz? — Bön mi? Ben oda uşağıyım. “ Baron, otomobilin konaktan çıktığını! duyunca, iç avlunun pencerelerinden aşığım gördüğü ihtiyar dadısı Nataşa'nın piyese de çevirmişlerdir (1878). Buldairesine doğru yürüdü. Kapıyı hafifçe bestekâr Maakanyi (Mas. İtalyan Tirik ola, mükâleme i piyesin kahramanına telmih ediliyor. i) tarafından 1893 te komedi vurup içeriye girdi, — Eyy! ne o, dadı uyumayor musun? gibi oturmuştu. — Hayır, Saşa... — Orada ne yapıyorsun böyle, gözle rin açık? — .,, Senin için dua ediyorum. Mavi Sakal yatağın kenarına olurdu ve kendini küçülterek: — Hakkın var, dedi, Yüzü tatlı, hareketleri yumuşaktı. İhtiyar kadın, sanki karşısındaki alt- mışlık adam hâlâ on yaşında ve bilya oynamak hevesinde Imiş gibi: — İyi eğlendin mi, Saşa? Diye sordu.” Hakikaten onun yanında tekrar çocuk olduğunu hissediyor ve iğrenç yalanın ebediyen ruhunu soldurduğu güne kadar (9999) Baba; rusça kocakarı ve köylü kadın manalarına bir baik kelimesi, ibula geldiler ve dün geceden itibaren temsillerine başladılar. Fransız konsoloshanesi, artistler şere- fine Ünyon Fransezde bir çay ziyafeti tertib etmiş... Trenin dört saat rötarle gelmesi evvelce hazırlanmış olan mülâ- kata i#ipkân bırakmıyacağını bildiğim halde, hiç olmazsa artistleri Türk ve Fransız dostları arasında görmek örzu - sile ve belki de heyetin şefi Jan Yonnel- le bir iki dakika olsun görüşmek ümidile Ünyon Franseze gittim. Fransız Birliği binasi, bugün hergün- den daha kalabalık... Bütün Fransız ko- lonisi orada: Konsolos, viskonsolos, ataşe- ler, resmi ve gayri resmi birçok zevat, zevceleri ve çocuklarile -beraber orada.., iş ve çanta o zatta kalmış. Onu almış olan zat kimdi? Çanta muhteviyatı ne ol- du? O zamandan bugüne kadar yapılan müracaatlardan ve teşebbüslerden bir netice a'ınamadı. Tahkikat daha ziyade derinleştirilirse belki bir netice hâsıl o- lur. Çantanın bu suretle zıyan uğraması | çok teessüfe şayan bir hâdisedir. Söyliyecekleri bitti. Artık bize iz.n ve- rircesine bir harekette bulundu, ve -hep beraber ayağa kalktık. Bu çanta hikâye- si herkesçe malümdur, Üzun uzun bütün zihinleri işgal eden bu mesele hâlâ bu- gün bir muamma olmaktan Kurtulama- mıştır. Çantayı kim aldı ise onu ne yap- tı? Bu da kendisinin bileceği bir iştir, lelbette... Abdülhamid önümüze düştü, ve bizi kbal ettiği dış sahanlığa kadar geldi, gene o noktada durdu. Ben takarrüb ot- tim, O bara elini uzattı, elimi sıkmak için... Bana ne yapmak yakışırdı. Onu bugün AYAN EDE HALİT FAHRİ OZANSOY Yazan: Jorj Delaki parlak geçen ilk çocukluk ve iman Yılla- rını yeniden görüyordu. Henüz âleme © facialı acısını, itima- dının o tamir olunmaz kazasını affetme- mişti. Fakat, dadısının yanında, biraz 0, kaybolmuş cinnet lezzetli eski tada ka- vuşuyordu. — Gürültü ettik değil mi, duydun mu? dansedildi... İhtiyar kadın hemen cevab vermedi. — Her akşam dansediyorsunuz. Her- gün gürültü ediyorsunuz. Fakat ben pek az duyuyorum... Niçin başka geceler gelmedin de bu gece geldin? Mavi Sakal, kendisi de, bir lâhza #ü- küt etti, sonra samimiyetle: — Bilmem... Dedi. İhtiyar kadının elini alıp başına koy- du. Bu kuru ve ince avuçlan bir nevi mukaddes şsükün yayılmakta idi. Koyu günahkâr, bunu tahlil ederken, bu yar ölü ihtiyar şeyin böyle ruhani bir tesir ha? Bizi Saat beş buçuk: Artistler, patırtısız, telâşsız mordivenleri çıkıyorlar, İlk ev- vel nazarı dikkati celbeden, belki de o bizi ve biz onu eskidenbeti tanıdığımız için olacak: Madam Mari Bell mavi bir şapka, mavi bir kostüm ve göğsünde par- Jak bir iğne ile her zamandan daha genç ve güzel bir artist... Herkesin gözleri onda.. Herkes onun arkasından ağır ağır merdivenleri çıkıyor. Halik henüz diğer kadın artistleri tanımadığı için en çok Mari Bell konuşuyor, gülümsüyor, eski dostlarının ellerini sıkıyor. Erkek artistler biraz arkada duruyor Jar, konsolosla, Bay Valeri ile konuşu « yorlar, va “Devamı 11 inci sayfada) bile gestiremiyorum. O sırada zaptolüna- miyan bir hamle ile elini aldın: ve dü İ ürerek öptüm. Belki de iyi oldu. Maslak köşkü münascbetile bir ak- sırık kabilinden kaçan yersiz sözlerim- den sonra hâsıl olma nahoş tesiri silecek bir hürmet... Muhafıza teşekkür ederek gene Hadi Paşa ile arabaya bindik, gene susarak | rıhtıma, iskeleye geldik; ben zırhlıya İgeçtim. Herkes son derece merak ile be- ni bekliyordu. Bu mülâkatın tafsilâtını anlamak için bütün yüzüme dikilen göz- lerde sabırsızlık vardı. Ben bittabi her- kesten evvel hünkâr görecektim. O gene sadrazamla ve paşalarla beraberdi. Hep « mülâkat mı devam etti, yoksa avdetimi görünce onları tekrar celb mi etti, orası- nı tayin edemem. Herhalde hikâyemi on- ların yanında anlattım, Başta hünkâr hepsini en ziyade mera» ka sevkeden ve biribirinin yüzüne bak- mağa sebeb olan fıkra çanta meselesi ol- du. Halid Ziya Uşaklıgil yapışına hayran kalıyordu. Gayri şuu- Turdan silkinip çıktığı zaman, ihtiyar Nataşa'nın, yastığında uyumuş olduğunu gördü. Fk ” Baron, apartımanına çıkarken, son bir kadeh limonlu soğuk su içmek için siga- ra salonundan geçti, Gaspar her zaman gibi, kendisini orada bek'iyordu. — Sen işine git, Gaspar, ben yalnız yatacağım. — Peki, patron. Ve efendisi kendisine başka hiçbir su- al sormadığından, ilâve etti: — Küçük kızı evine götürdüm. Ban- knotu aldı. Baron bundan memnun ve müsterih öründü. Müstehzi çehresini takınarak: — Pek tabit, dedi. Sonra, ancak yarı lâtife ile: — Bu yaptığımız pek ihtiyatlı bir ha- reket değil. Ha, pe dersin, bu dört saba- bın birinde, aile mücevherleri amatörle- rinden iki veya üç külhanbeyi gelir ya ziyaretimize! Köver'i evdo tutmalı. Hay» di, bonsuvar. — Bonsuvar, patron. Mavi Sakal odasına girdiği vakit, ora- da, bir sedire yatmış, gece penivarı 7e kendisini bekliyen Magnayı gördü. — Ne yapıyorsun orada? Git yat... (Arkası'var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: