27 Temmuz 1940 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 2

27 Temmuz 1940 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 2
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

İmar etmesini bilen Bir millet Olmak lâzımdır Yazan: Muhittin Birgen B irkaç gündür Adalara gidip geliyorum, Adaların eski bir tarihi vardır, Bilhasın Büyükadada çok tesadüf n eserler ve muh- telif tarih vesikalarında görülen ka- yidlerle anlaşılır ki Adalar çok eski zamandanberi meskün ve Bizans devrinde de çok mamur imiş. Tabintin, İstanbul kenarına koy- muş olduğu bu birkaç güzel toprak parçası, icab ederdi ki, buharlı na- kil vasıtalarının Türkiyede kullanıl mıya başladığı zamandanberi büyük bir ümrana mazhar olsun. Hayır, bunların bazıları benim çocuklu - ğumda ne halde idiseler bugün de ayni halde bulunuyorlar. Balan da pek tek tük ve basit imar eserleri görmüşlerdir. Demek oluyor ki. bizler oturdu - ğumuz yerleri imar etmesini bilermi- yoruz? Adalara gidip gelirken be- nim zihnimde böyle bir sual uyandı ve bu sual ile birlikte harekete ge- İen bir dikkatle hatıralarımı yokla- dım ve gözlerimi etrafıma gezdir - dim. Gördüğüm şeyler hoş olmadı. * Meselâ, benim çocukluğumda bu adaların güzel çamları daha çok. daha dinç, daha sıhhatte idi. Bugün onlar daha az, daha ihtiyar ve daha muhabbetsizdirler, Meselâ, bundan otuz sene evvel, köprüden kalkan bir vapur 50 da- kikada Büyükodaya gidebilirdi. Bu- gün, bu sürat asrında, ayni seyahat, bir santte yapılıyor. Halbuki İdarei Mahsusadanberi, bu vapurları işle - ten teşkilâtın kaç defa ismi değişti, orada kaç defa tensikat ve ıslahat yapıldı! Tayyare denilen nakil va sıtasmı da Adalar, ancak uzaktan görürler! Bir misal daha: Heybeliadada Ci ban Harbinden evvel her vakit bir telgrafhane vardı. Bugün bu tel - grafhane geceleri nçık değildir. ya- ni hiç yok demektir. Pazar günleri ie büsbütün kapılıdır. Demek olu-| l bere kolaylığı vermek için hergün! yor ki insanlara hareket ve muha- yeni yeni icadlar yapan bir medeni- yet devrinde, Adalar her iki bakım- dan da gerilemiştir! Size daha birçok misal göstere- bilirim. Fakat, bu kadar canlı birkaç misal gösterdikten sonra fazlasına ne lüzum var) Dikkatli bir göz, bu misalleri her tarafta kolaylıkla göre- bilir. * Arz üzerinde bir toprak parçası, bir vatan olabilmek (için mutlaka imar edilmelidir. Üstünde oturduğu toprağı imar etmesini bilmiyen bir| insan kütlesi, bir milli camia, o top- rağ hakkile sahib sayılamaz. Çün- kü, kendi toprağını imar etmesini bilmiyenler, hayat baklarını kolayca isbat edemezler. Büyük Avrupa mil- İetleri, iktisab ettikleri kuvvetlerle, kendilerine nisbetle geride kalımş bir takım milletlerin topraklarını is- ilâ eder ve orilan kendilerine birer müstemleke yaparken, giriştikleri fütuhat ve istilâ hareketlerini haklı göstermek üzere ötedenberi daima, şu dıyvayı görmüşlerdir: «Toprakla- nni İmar etmesini bilmiyen, mede- Diyetin vücude getirdiği aletler, va- ustalar ve bilgilerle çalıpp insanlar için efah ve huzur imkânlarını ge - nişletmiyen insan camialarının ba - yat hakları yoktur.» Son iki asrın beynelmilel Avrupa hukukunda bu nazariyenia büyük bir rol oynamış bulunduğu malüm- dur. şükür, biz Türkler bu maza- iL topraklar; istilâya lâyık ve haklı görülecek milletlerden değiliz. Fakat, bu hal, biri şu İstanbulun ya- mbaşmdaki güzel Adaların Oiman işini ihmal etmemizi kolay kolay af- fettirmemek lâzımdır. Bu ihmalden dolayı haksızız. Medeniyet demek imar demektir. ok, saskin Birş en Arabi sene İl 1359 Mehir tarihinin tek diktatörü Cromveli diğer diktalörlerden ayıran İki hususiyet vardır: Birincisi kendi yalağında ölmüş olması, ikinelsi de kendi. aleyhinde düşünenlerin düşüncelerini söylemelerine müsaade et. mesi ve bu Harekette fayda bulması, hata yaptıysa bunu görerek der. | Sözün kısası İnsan iifaş ve tabasbusa karşı dalma zayıf, tenkide karşı da da alıngandır. Kendisini medhedeni sever, bir hareketini yanlış bulanı ise susturmak ister. Bu hareketin verdiği netice hatanın görünmemesi, kü. çükkefi büyümesidir. Sizi tenkid eden sise iyilik yapar, bu noktayı unut. ( Günün adamları “| Ruzvelit ve 7 hususiyeti Ruzvelt Birleşik Amerikada yeni Cüm - burreisi intihabı gün (geçtikçe ya - kınlaşıyor... İşin gidişine (bakılırsa Cümhurreisliğine gene Mösyö Ruz- velt intihab edilecektir. Şunu bilmek icab eder ki Mösyö Ruzvehtin rolü, hiç bir suretle Fran- #iz cümhurreisinin rolünün ayni de - ğildir. Hafi! bazı istisnalar hariç o - larak denilebilir ki Amerikada rei- sicümhür hem reisictümbur, hem baş- vekildir. Amerikan Cümhürreisinin başlı ca hüsusiyetlerini zikredeceğiz: 1 — Öç vazife, tek adam. Amerikan Cümhurreisi ayni za - ia hem devlet reisidir, hem baş- ir, her memleketin en büyük partisinin reisidir. 2 — Maaşı: Amerikan Cümhur- reisinin maaşı senede 75.000 doler- Gür. Yol parası olarak da aynca 46- mede 25.000 dolar almaktadır. 3 — Amerikan Cümhurreisi dik- tatördür. Fakat karşısında yedi ta - ne ihtiyar vardır. Yedi ihtiyar, bü - yük şüranın yedi hâkimidirler. Bun- lar kanumu esasinin şaşmaz, yanl - mak bilmez bekçisidirler, Müteveffa Vilson bunlar için der- di ki: «Bu yedi hakem, bu yedi ih- tiyar Avrupays karşı, ovaziyetimizi teşkil eylemektedirler. Bu doğrudan doğruya bizim icadımızdır. Bilmem ki iyi midir? Fena mıdır). 4 — Röisicümhur kanımu kabul etmiyebilir. Beğenmediği, tatbikini o münasib görmediği kanunu, tatbik ettirmez. Onun aleyhinde vaziyet alır, bu tak- dirde yeni baştan müzakereler olu- Mur 5 — Federal bir devletin sefi o - lan eümkhurreisi, 48 muhtelif devle- tin. başında bulunmaktadır. Bu kırk sekiz devletin her birinin kanunu esasisi vardır. Cümhurreisi - nin fili salâhiyeti ekser vakit, bu hükümetlerden birinin yahud diğe - rinin hususi kanunları, huzurunda hükümsüz sayılır 6 — Cümhurresi çok faal bir ec- nebi politikası takib (o eylemektedi: 'Devamı $ inci sayfada) vel İSTER değil, davet elmek yoluna gidiniz, Vatana ve eve dönüş YAZAN 4 mi bötün İtalyan işçilerile de- la öyle ki bizlere mahsus olan daracık süvari güvertesinden başka adım atacak bir arşınlık boş yer yoktu. zaten o kalabalık öyle bir harıltı, gürültü ve ayni zamanda ir bir koku membas idi ki onun içi. ne sokulmak imkân olsaydı bile bu imkândep istifadeye cesaret | edile- mezdi, Marsilya limanından çıkınca geniş ufukların karsısında ciğerleri- min fazla bir faaliyetini o duydum. Nibayet büyük bir tehlikeden kur- tulmuş idik, nihayet vatanın yolun tutabilmek müyesser olmuştu; Da ha katedilecek üzün bir yol, atlatı- lacak nice zorluklar vardı elbette, fakat bir gece evvel sabahın bize nasıl bir haber getirec den emin olamıyarak geçirilen üzüntü saatle- rinden sonra bu gece, süvarinin lütfederek bize tahsis ettiği ancak iki kişiyi - barındırabilecek (küçük kamarada ferih ve fahur derin bir uyku uyudum. Nihayet Günesi, Bu şehi birinci defa olarak gö- rüyordum, fırsattan istifade ederek baştanbaşa gezdim; bütün İtalyayı İtanırken, tarihinin, san'atının n İtesna ehemmiyetile görülüp | tanil- mak İâzem gelen bu şehri mahdud saatler içinde ne kadar gezip anla- İmak mümkühse kunu oradan oraya seğirte seğirte yaptım. o Yapılacak Ge idi, mühim bir öş daha verdı. Hepimize) de Fransız parası verdi, bunu İt yan parasına tebdil etmek lâzımdi. Böyle zamanlarda misafirbane mü diriyetleri birer küçük kâmbiyo mü essesesi haline geldikleri iğin | be- nimle beraber refiklerimin bu işi 0- İrada tesviye etmemiz, oldukça bir yan ile, mümkün olabildi; İstun- bulda ilk masraflara medar olacak derecede bende bir miktar o Türk parası da vardı. Şu halde bu cihet- İle müsterih olabilirdim. Gönes'den hemen © gün akşam hareket edecek olan bir Express tre- ninde yerlerimizi temin ederek, Brindisiye kadar İtalyayı başındarı sonuna kadar katedecektik. Orada ne olacaktı? Bizi İstanbula götüre- cek bir vasıta “bulunacak mıydı? İ Bunu bilmek, öğrenmek imkân İyoktu. Her iş altüst olmuştu. Seya- bat idaresinden anlamak istedim. İ Bana «Forse che si, Forse che mol» İdiye gülerek cevab verdiler. «Belki evet, belki hayır Bu belkiler arasında yola çıktık. Katarda yerlerimizi terin ettik, de- miştim. Zehi hayali. o Avrupanın muhtelif yerlerinden kaçarak bir se- lâmet noktası olmak üzere Brindisi- İye akan bir halk izdihamı katarı bir tek boş yer bırakemyacak surette doldurmuş idi. Biz ber birimiz bir deliğe sokulduk. Etraftan biter ka- ns yer dileherek nihayet barınmak imkânını bulduk, fakat hep şurada burada dağılmış olduk. iNAN, i | z İ düşünceler Halid Ziya Uşaklıgil Katarda kimler vardı? © Galiba ekseriyet üzere Ruslar, o Mısırlılar, İSuriyeliler, sonra Yunanlılar, Bul İgarlar... İstanbula kadar üğradıktan #önra memleketlerine dönmek için çare arayan, kendilerini şaşırmış, nde bunalmış, kadın, genç karmakarışık erkek, iht bir kalabalık... Bereket versin bu yolculuk çok sürmiyecekti, katar Express idi, yık dınm süratile mesafeleri | atliyarak gidiyorduk Keşki böyle düşünmeseydimi Na- zar değdi. Birdenbire katar olmıya: İcak bir yerde, yarı yolda İmutad hilâfında bi: tevakkuf... Bi kaza mı oldu? arzaya mi tesa- İdüf edildi? Tevakkuf imtidad edin- ce mevkife çıktım. Ne kazaf.. Ne lamzaf.. Fakat her ikisine benziyen bir Râdise! Harb dolayısile merkez den emir alınmış. Express katarı bir omnibus şekline ifrağ olunmuş, Şu halde yol bir misli, belki daha fazla İuzamış oluyordu. Ba yolculukta hiç Jistenilmiyen Oo hâdiseler O zuhüruna muntazır olmak ve bunları tam bir ' yetle karalamak zaruri idi. Yetişir ki bizi İstanbula kadar götü- recek bir vasıta bulalım, Bu vasıta vardı; Venedikten, Triyesteden bir gemi ki o da Avrı- panın her köşesinden kopup gelen şark halkile dolu idi. Hemen o gün hateket ediyordu. Brindiside gemi- nin mücehhizi - ki ayni zamanda İİspanya © konsolos imis - bana: E kedi için yer yok!.. diye basladı. Sonra hü refiklerimin vaziyetini öğrenince bir tesviye ça- resi bulmağa riza gösterdi: — Genç- ler, dedi: yukarı güvertede nerede İyer bulurlarsa, çantaların — yastık, İhalat yığınlarını yatak yaparak ba- rınırlar, Süveriden Tira edeyim, sö- ze bir refikinizle iki kişlik, belki mümkün olursa dört kişilik bir yer tedarikine çalışsın. Ve böylece oldu. Güvertede ka- lacak olanlar da mevki parası vere- rek, İstanbula kadar yemek smasra- file beraber, bilet alındı. Tasarruf arayacâk vaziyette değildik. Gemi- ye bindik. Hakikaten tek bir ked için yer yoktu. Her taraf dolu idi; her unsurdan, her lisandan, fakat hep şarktan bir kalabalık... Genç- ler kıç gijvertesinin yukarı kısmında başlarını koyacak, çantalarını yer İeştirecek birer ver buldular. Süva- zi de, muhali toümkün yaparak, iki küçük delik buldu; bunlardan biri: ne Fu'ad Beyle Halet, diğerine be- etimi ve STER durdu;| On sekiz kişi için değil, bir tek)” iNANMA! nimle doktor Osman sıkıştık; bu da bir büyük kâr idi. Beş gün kadar sürecek bir yolculukta hiç olmuzsa uyuyabilecektik. Brindisiden hareket edince daha geniş bir nefes alındı, arbk memle- kete kadar yol açıktı. Ah! İstanbul, aile, köy, nasıl gözümde tütüyordu! Onlara kavuşmak ihtimali kuvvet kesbettikçe iştiyak ta o nisbetle ar- bıyordu. İ Gemi pek az yere uğruyordu. Onda da bir an evvel İstanbula var- mak için bir istical vardı. İşte var yorduk,' varmak üzere idik. Biraz sonra Çanakkale... Birdenbire, nereden geldi? durl.. emri... | | Bir Boğaz açıklarında araştırma yap- mağa memur İngiliz doranmasından | bir müfreze gemiyi o durdurmuştu. | Yeni bir tehlike?.. Kendi nefsimden ziyade refikli b onların çantaları yi bir tarafa çekerek görüştüm. Ze- İki ve yüreği iyi bir adam!.. Bize mü- fid olmak arzusundan başka kendi. ini ve gemisini uzun br meseleden kurtarmak arzusu da sak olarak derhal çare buldu: — Arkadasları- nız çantaları bana bıraksınlar, ö- tesini ben tesviye ederim. Nasil tesviye etti, ne yaptı? Bel-| ki İngiliz zabitlerine birçok İtalyan | içkisi ikram etti, herhalde bir kısa| müddetlen sonra gemi yoluna de- vam etti, . Bir ikinci tevakkuf daha!., Boğaz medhalinde, gemi ile Boğaz muha- fızlığı arasında bir işaret muhavere- izergâh bütün tehlikelerle de- * yalnız kenarda geçmek n olan dar bir iz varmış; ve izi takib etmek üzere geçmeğe ade olunmuş... Yavaş yavaş, türlü gemi yoluna devam etti. ral. Daha sonra İstanbul... Herkesin yüzünde, gözünde bi meserret panltısı vardı. Yalnız Rus- lar hep bana gelip soruyorlardı: — Türkler bizi bırakacıklar mı?. Onları temin ettim. Aldatsrak | değil!.. Ben emin idim ki Türk in- sah bu mültecileri her ne sebeble) olursa olsun alıkoymak teşebbüsün- | den uzak kalacaktı. Nihayet İstanbul!.. Rıhtım... O- radan Sirkeci mevkifil Fakat köye tren yok!.. Belki bir iki katar ola- fcak, fakat ne vakit, malum d > Mevkif komiseri Şakir | Nimete müracaat ettim, beni bir askeri ke- tara yerleştirdi. Yeşilköye o çıktım. Aylardanberi kim bilir, beni nasıl| merak eden, benden hiçbir haber alamıyan, belki bir temerküz mey- danına tıkıldığıma ihtimal veten e- ve birdenbire girmek, aileyi beklen- miyen bir hayret ve meserret heye- (Devamı 7 nel sayfada) ihtiyatlarla Marma- Gazetelerden birinde şöyle bir fıkra gördük: «Türkiyenin her yerinde bir takım resmi, yarı resmi ihtisas mecmua, Jar, mahalli risaleler çıkıyor. Bunların ekserisi kâğıd israfıdır; O ciet başka mevzu. Fakat mütebakisi de, sayfalafının, bahusus papyekuşeli ının yarım hükümet adamlarmın, daire müdürlerinin, hattâ küçük memurların renkli renksiz fotograflarını, grup resimlerini koy. mağa hasrediyorlar. Mecmnanin çıkarılmasını Üzerine alan, bunu bir İSTER iNAN; İSE ER nevi vazife, mecburiyet sayıyor, belli... Teknik vesaiti de iyi ol ayni zamanda zevkzizliğin klâsik nümunesi olan bu israf uğ edilen malzeme He türkçenin bütün muhalledat kütübhanesi meydana getirilebilir. Bu gibi memur ve Âmir resimlerile ve medhiyeli tercümethallerle res. mi ve yayı vesmi meşriyatın doldurülması kanunen yasak edilmelidir.» Biz bu fıkranın doğru olduğuna inanıyoruz, fakat ey okuyucu sen: iNANMA! Karpuza dair E. Ekrem Taks FE, ikiden; denize girmek i onun © kabuğunun det düşmesini beklerlerdi. Bu manasız teşrifattan yüz uh! karpuz, zamanla işi azıttı, Zümeü! cemalini göstermek için artık m8 sim filân beklemez oldu. Nakil * satılarının çoğalması ve tekâmül & mesi sayesinde yıl on iki m zen manav dükkünlarmda ve lül kantalarda karpuz bulab Bu ibüzal ve yüzsüzlük, her sil tezeli ve her yüzsüzü olduğu şi karpuzu da ehemmiyet ve itibardii düşürmüş, artık, denizin serinliğiğ. iştiyak duyanlar. önüm Znayalii masını beklemez olmuşlardır. Bununla beraber karpuzun mevyalan arasında bususf bir kü vardır. Sırasına göre nrabi kayığa biner, şehrin içini öyle di şar. Elden ele. kucaktan kucağii rer, sonra da sergilerde, fundağij döşekler üzerine yan gelir, otiiğ Onun da, hiyar gibi, adı do dan d söylenmeden satılfi — Kan kırmızı kurabiyelerli — Tekirdağın bu şekeri İerti. — Kon kon Karpuzun iyisi hafi olanı V fiske o vurulduğ zaaf «tınle diye sex vereni Önün yegâne meziyeti olan bü fiflik ve tannanlık Bbazılarınca # " . vi 4 er ik bedense en büyük kusur sayılı insanın ahmağına ve cahiline mi tutulmuştur. Eski zamanın bilmem basgi zevekil şairinin «Seri ki mağz nedâred, ağa kayvuza baki» Matlasmı Pe Ali Kem line dolamış, bo savurur yurdu Karpuzun şöhretini yapan siyetlerden biri de ikisinin bir Bİ tuğa sığamadığıdır. Maamafih. erbabı pekâlâ #Ğİ rabiliyor, o da beşkal O zaman tön mesele karpuzda değil de $İ tuktadır. di a (Devamı 8 inci sayfa Sabahtan Sabaha Bekârlar, evliler 18 yaşından 45 yaşma k& der olan bekârlardan ahnacek verginin esbabı mucibesini M*” liye Vekâleti şöyle hülüsn eti «Bu verzi ve bekârları ©*'İ lenmeye mecbur etmek, ne doğrudan doğruya hazineye irad temin etmek kasdile koni” cak değildir. Sirf umami vatsfiji hizmetlerinde evlilerle bekâ Gikrile tarholunacaktır.» | Şimdiye kadar bekârlık vii gisi hakkında lehte ve aleyh”) ileri sürülen fikirlerden büsbü” sızlık olur. Maksad mem faydah insan olmaktır. Şu vermek verginin hasılı için de gene "| çocukları fena şartlarla doğumlarda kaybedilen su kurtarmak tn vazifedir. kârlardan alınacak veri sep maksadı temin edecek MÜ seselere tahsin edilmeli ki yasi ginin tarhındaki maksad Me olsun. Ümid ederiz ki Mecliste müzakere edilirke” mühim nokta bahse meri lar ve bekürlur da umumi metlere iştirak etüklerini rüp müsterih olurlar. Burhan Ca

Bu sayıdan diğer sayfalar: