14 Şubat 1939 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 9

14 Şubat 1939 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Uğrayacak Dost Evi Kalmamıştı Ortalık Ağarmadan Bir Kovuğa Girmek İstiyordum Birden Yüzükoyun Bir Su Kanalına Yuvarlanmıştım Ertesi geceyi Baylar köyünde eskiden tsnıdığım Hacı İsmail A- kanın evinde geçirdim. Anamı, ba, bamı hele dedem İnce kaptanı pek yakından tanıyan bu eski dost be- ni evinde üç gün saklamak, kayık gez'ntisinden yırtılan elbiselerimi onarmak suretile bana ve soyuma karşı beslediği sevgiyi cidden gös - termişti Bu köyden ayrıldıktan sonra üç gün dağlarda yatarak, geceleri yü- rüyerek Emberlar köyüne geldim. Burada Süleymen Ağa adında eski bir baba dostuna yanaştım. Böyle" Ce uzaktan yakından dede, baba, & na dostu bulunan köylere uyğrıy3” uğrıya Şumnuya yaklaştım. Dost &vlerine girdiğim halde baba evi ne korkudan sokulamadım. Her - şehrim olan Şumnu Bulgarların - dan çekindim doğrusu. O ö, bir vekitler zabit olarak bulun - duğum İlçu bayırındaki Yıldız ta- biyenin altında bulunan bağlarda geçirdim. rtesi günü eski İstanbul şosesi üzerinden dağı aş- tım. Gerbova ovasına indim. Bu ovayı aneak iki gecede geçebildim. Artık uğrıyacak dost evi, çökecek dost sofrası kalmamıştı. Bu ovada da ot çiğnemek ile midemi oyala- dım. Koca Balkan ile Karnabat ovasında geçen günlerimi tabistin misafir severliğine borçluyum 88- yın okuyucularım. Bana yiyecek vermek şöyle dursun, gördükleri yerde ve o anda beni yiyecek birçok EEE NE ralârdan da dört ayaklı mahlük - lar gibi encak otlıyarak vs ara sie ra da kimsesiz bulduğum köy ve çiftlik evlerinden ekmek ve buğ- dsy aşırarak geçtim ve geçindin. Karnabat ovasını geceleyin ge- çerken savuşturduğum ufak bir ka- za ile başıma gelen çok gülünç bir yakayı anlatmadan yola davam €- demiyeceğim $ayın okuyucularım: Zifir gibi karanlık bir gece idi. Yorulmamak için tarla kenarların- daki otluk yerlerden yürüyor, ara sıra duruyor, etrafı dinliyerek 4 lerliyordum. A diriyi e on üç günden iyetle SA AMEL İyi 3 — gg yürüyüş çok ağır geliyordu. Pei çabuk eğri sık sık çökmek, öinilünikdii mecburiyetinde kah - yordum. Gece Y' ne bir yerde ve rada birdenbire yıldızı bana sabahın ii ölene sarman aki bir delemişti. Ortalık 887 kuytuluk veya kovuk mak için biraz yürü landırmıştım. Nasil © irden yüzü ko; > bi kanalın ie YAYAR kenar yivleri landım. Kanalın için bir türlü ve yumuşak olduğu dağ tutunup çıkamadım. Da toprak kopup eli: rar suyun içine lece, kanalın içinde #99 kal. yarım saatten fazla vi ik dağlı, » ıs dam. Tabil yalı MİR am sapsarı bir çamura Ö yüz met- Bulunduğum yerden ki y beyi Te uzakta, kanalın aç Vi züme ilişen bir ağacı X.© doğru tulmak düşüncesile yedi Sala yürüdüm, yürüdükçe ya &. dırdım, büsbütün a v biseme, hattâ iç çe Da wi dar geçen, su, çamu" 5 a dm a lam rı çekebildim ve Kv t yü- j uzun müddet Y Bur öz çan nr çin hemen yirmi m me ie üç inmek ik şe ağacına çıktım. gir yer çin de biraz yükseldi m mı çekebileceğini kalın bir dala bindim. Hemen ce. ketimi, çamaprıım! direr birer çıkardım. Kuvvetim Yettiği ka. dar sıktım ve tEKTAF giyindim. Kopardığı bir dal Parçası je pantalanumun Piç ularındaki ça- sıyırmakla meşm Parlar 51 Meşguldüm, O sırada da güneş doğmuştu. Tsm. mak, kurunmak imkâm hâsg ol - duğu için sevinmiştim. Güneşle yiz m İÇİN ağacın tepe- sine doğru tr iya başladım. “Tabii olarak sılan ve salam; yüksek dalların tepesinde bir sak- sağan yuvası varmış me nim yukarıya doğru çı ren yavrular ürkmüş ansızın acı âcı bir f, dılar. On dakika geç cın tepesini bir kar, ğ ga ve saksağun 1 la ” im kapladı. Telâşli telâşlı kar ni İk uçuşuyor, bajfırışı- p zi van dilleri ile, ağaç- yabancı bir mahlük bulunduğuz nu, biraz uzaklarda çalışan kadın lara haber veriyorlar, onlardan ğer. Be- ıktığını gö olacaklar ki, 'eryat kopar- medi ve ağ versin Ki, onların bu telâşlarına, feryatlarına kulak asıp gelen ol - mamiştı. Ben kuşların telâşlarını, yatıştırmak için hiç kımıldanmı - Yor, olduğum yerde büzülüyor- dum. Fakat benim bu hareketim ba ZI babacan kargaların cesaretlerini arttırmış olacaktı ki, yanıma kadar #okulmıya, omuzlarımı didiklemi- ye, hattâ başımı gagalamıya bile cüret etmişlerdi. urtlarımı, yuvalarını müda- iy eee ları haklı bulduğum için bir dal daha aşağı indim. Fakat benim bu ricatimi gören kargalâr işi azıttı- lar, hücumu sıklattılar. Gagaları- nın darbelerini âdeta başımı delecek kadar kuvvetlendirdiler. Elimde bulunan kısa bir dalı sallıyor, ha- fif bir sesle kışkışlıyordum. Fakat ben dal salladıkça onlar daha zi- yade kızıyor, hücum büsbütün şid- detleniyordu. Sağdan, soldan, ön- den, arkadan, tepeden biribiri ar- dınca üzerime çullanıyorlardı. Aç lıktan zaten dermansız olan kolla- rımın kuvveti azalmıştı artık, Tam bu esnada da musibetlerden biri kulağımı öyle bir gagalamış ve sars mıştı ki.. Acısı ciğerime çökmüştü. Biraz daha ağaçta kalsam bu habis- ler beni elbirliği ile yiyeceklerdi muhakkak. Kulağımdan çerdanıma doğru akan ken beni ağaçtan in - mek mecburiyetinde bıraktı. A- çıkçası kargalar korkuttu ve ürküt- tü beni, Etrafta çalışanların be- ni görmeleri, köy pazvandına ha - ber vermeleri gibi korkulu ihti « malleri hatırıma bile getiremedim. Hemen sıyrılarak İndim. İnerken de ellerime bir kaç şiddetli darbe yedim. Tarlaların içinden hızla ko- şuyordum. Ne dersiniz. hırslı kar- galar beni yarım saat tepemde uçuşarak, ara sıra dinlenip hızla İnip gaga vurarak, takip ettiler. Kendimi bir kaya dibine zorluk- İs atmış, bu canlı hava tehlikesini ancak bir kovuğa sokulmakla at- latmıştım. Bu uğursuz hayvanlar beni gerçekten çok yormuş ve ter- letmişlerdi de o gün. Saklandığım kovukta bu ibretli hale hem gül - müş, hem de dinlenmiş ve kurun- muştum. Geceleri yürüye yürüye, gün - düzleri otlıya otlıya nihayet bir gün Edirne bududumuza dört saat mesafede bulunan Dereköyü sırt- larına geldim. Üç gündenberi ağ- zımdan ekmek lokması geçmediği İçin dermanım kesilmişti. Artık e- mekliye emekliye ilerliyordum Kö- yün değirmenini çeviren suyun ba şına kadar sokulmuştum. Hani, iki su bir ekmek yerini tutar, derler ya, sakın inanmayın sayin okuyu- cularım. Yalandır o söz Su arkına eğildim. İki değil, belki kırk yu- dum içtim, S uyu içmek buna tokluk ver- medi. Fakut görmek aklıma bir şeytanlık getirdi. Hemen arkın kehürini açtım. Suyu kestim ve do laşık bir yoldan değirmene doğru inmiye başladım. Ben değirmene yaklaştığım sırada değirmenci de çapaşını ormuzlamış, suyu kesen ellerin sahibine küfürler saçarak yukarı doğru gidiyordu. Sevincim- den güldüm. Benim de dileğim de- girmencinin değirmenden ayrılma- sı idi. Biraz daha uzaklaşınca aç- lıktan gözleri parlıyan bir kedi sıçrayışı ile değirmene atıldım. O- sağın küllüğünde gömülü duran iki büyük somunu bir koltuğuma, içinde peynir, soğan ve tuz gibi çoktanberi mahrum olduğum ka- tıklarla dolu olan tahta kavanozu diğer koltuğuma soktum ve hudu- dun yolunu tuttum. İki koltuğum daki kıymetli yükün verdiği kuv- vetle bir saat kadar yürüdüm. Kü- çük bir su kenarında, sakın gül meyiniz sayın okuyucularım, iki somun ile tam yedi baş soğanı ya- rım avuç tuzla yiyiverdim. Bu değerli ziyafet ve iki saat sü ren istirasat aklımı başıma getir- miş, vücudüme biraz kuvvet ver- mişti. Bulunduğum sırttan, Der - bent mevkiindeki hudut kulemiz görünüyordu, Gezinen Mehmetçik- ler bile seçiliyordu. Bu manzara da beni çok duygulandırmış. Ma- nevi küvvetimi artırmıştı. Yavaş, fakat devamlı bir yürüyüşle ak - şam karanlığı basarken sınırımıza yaklaşmıştım. SAYI ektor Thompson hastalarm her renk ve çeşidine rast - lamiş bir adamdı. Lâkin bir arka - daşiyle beraber muayenehanesine uğrayan bu hasta gibisine işte sif- tah rastlryordu. Hastanın adı Tivi- diydi. Hastanm derdini & hastanm kendisi değil fakat onu getiren ar- kadaşı anlatıyordu. — “Kendi mesleki bir maraza müptelâdır., diyordu. kendisi mü- zede memurdu. Vazifesi kapıda du rup müzeye giren ziyaretcileri saymaktı. Fakat oranm memur - larmı tasfiyeye uğrattılar... — Evet? «.- Yirmi senedenberi girenleri saymağa alışmıştı, şimdi hızını al- miş artık duramıyor, Boyuna sa - yıyor.,, - Aman deme! “.— Öyle ya, Meselâ ona bir ra- kamı söylediniz miydi, artık o ra - kamdan tutturuyor. Elinde değil duramıyor, pasa sayıyor. Malüma yirmi sene.. ” Hasta, yirmiyi duyar duymaz “yirmi bir! Yirmi iki! Yirmi üçt Yirmi dört!,, diye kurma makine İ- miş gibi saymağa koyuldu. — Doktor “çok tuhaf, dedi, bu sayı budalalığndan başka onda hiç anormal bir şeye rast gelindi mi? Meselâ nabzı? Dereceli harareti fa- lan? — Hayır efendim bu sayı ipti- lâsmdan başka her şeysi yerli ye- rindedir, hiç anormal bir şeyi yok. Dier “Ha anlaşıldı. Şimdi hastayı bu saymak huyun - dan vaz geçireceğiz. Amma nasıl?,, Dedi başmı kaşıdı. Aklına bir fikir geldi. Hastaya “Musiki hoşunuza gider mi?,, diye sordu. Yazan: LOKM ii wm derisi manzarasına göre türlü türlü hisler ve fikir- le rilham eder. Meselâ, bir kaç çocuk do- ğurmuş bir annenin karın derisin- de - ilk zamanlarda pembe, $00- raları beyaz renkte - çizgiler say- gı hissi verirler. Böyle çizgiler erkeklerin bazı- larında da bulunur. O zaman çir- gilerin sebebi, şüphesiz, gebeliğe atfolunamaz. Karın zarının ara sında - belki çokça alkol kullan- mak neticesinde - siroz hastalı- ğından su toplanmıştır da, karın derisi ondan çatlamıştır. Çocukların karin derisine bakı- İirken bazısınm kurımlarında de- Zil de diz kapaklarile karınlarının arasında, uyluk derisinin üzerin- de öyle yarıklar görülür, Bunlar <ocuğun çabuk uzadığına alâmet- tir. Deri kemiğin uzamasına yeti- şememiş, çatlamış demektir. Pek zayıf, hastalıktan uzunca müddet yatakta kalmış olanların karın derileri de kuru, pürüzlü olur ve pul pul dökülür. Kimisinde, karın derisi üzerin- de benek benek ve koyuca renkte kırmızılıklar peyda olur, purmak- la üzerine basılmea kırmızılık aybolmaz, Bunlar çok defa ve- meklerin pek ziyade dokunma- sından yahut karın derisi üzerin- de bir tahrişten ileri gelir. Yük- sekçe ateşle birlikte peyda olduk- ları da vardır. O zaman başlı ba- ına bir hastalık gibidir, Kırmızılık o üzerine © basınca ybolursa mânası başkadır, Bu rlüsü pek çok defa kaşımaktan ileri gelir. Derinin tahriş gördü- günü anlatı; Kırmızılık büyü cek olur, icerisi sarı bir su ile do- lar, üzerine dokunulamıyacak kar dar hassas olur, İnsan iç camaşı" rının 'oraya dokunmasına bile ta- hammül edemez kabarıkların bu- lunduğu tarafa yatamaz. Baslan- gıçta az çok ateş te olur. Buna * papasların taktıkları kuşağa ben- zeterek zünnar hastalığı derlerse de kabarıklar yalnız bir tarafta bulunurlar, Karın derisi üzerinde türlü tür- lü lekeler peyda olabilir, Bunlar- dan hazıları, derinin asıl rengin- AN HEK ÖĞÜTLERİ KARIN DERİSİNİN GÖRÜNÜŞÜ İMİN den cok koyu, esmer renkte olur- lar. Böbreklerin üzerindeki gud- delerin bozukluğuna delâlet eder- ler. - Lekelerin bazıları aksine bembeyaz olur. Karın üzerinde coğrafya haritası gibi beyaz beyaz parçalar görülür. - Lekeler mavi renkte olursa bitlerden gelmiş de- mektir. Çok terleyenlerin derisi üzerin- de heyaz beyaz küçük kabarıklar peyda olur. Bu kaharıklara sebep terin çıktığı deliğin kapanmasın- dan dolayı ter borusunun genişle- mesidir. Deri mikroplardan kirlenirse, kirlenen kısım kırmızı, parlak 6- Tur, Üzerine basılınca kırmızılık kaybolur, fakat çok acı verir. Ka- sıklardaki bezler de şiser, Bu hal orada bir yılancık hastalığından mı, yoksa İenfa borularının iltiha- bımdan mı gelmiştir. ayırt edilme- si güç olur. Hekime göstermek lâ- zımdır, Ekrema vücudün her hangi bir tarafında çıktığı gibi karın derisi üzerinde de peyda olabilir. Deri ilkin kızarır, sonra şişer. Üzerin- de kabarcıklar peyda olur, ki si kuru kalır, kimisinde de su çıkar, Karın derisinin bir tarafı bir denbire şiddetle ka: nız vakit orada - mamış - kabarıklar görürsünüz. Kaşınmadan, tırnakların bıraktı. ğı cizgiler de be! uyuz hastalığı Pek küçük, memedeki zikteki çocuklarda, sert olur: Çocuğa Zunu anlatır. Derinin bir kısmı bazılarında pek kuru olur ve pul pul dökülür: Balık derisi gibi. Bu deri hastal. ğı insana doğusundan gelmistir. Bayağı benler, et benleri de ku- rm derisi üzerinde daha çok pey- da olurlar, Kızamık, kızıl, tife, lekeli hum- ma gibi hastalıkların lekeleri de - kimisi vücudün baska tarafla. rında olduğu gibi kimisi de yalnız karın derisi üzerinde - görülür. başka alâmetleri yanında karın- Fakat bu hastalıklarda hastalığın daki lekeler ehemmiyetsiz kalır. Hastalığı ayırdetmek için muaye- ne eden hekimin işine yarar. dokundu- MESE PETER FABRİZİUS nirim. Gençken keman ve piyano çalardım. — Alâ! Şimdi yine piyanoya baş lay. Çalarken yüksek sesle Do - dan tutunuz “Sol,, a kadar sayınız. Herhalde musikiye büyük bir me- rakıfız vardır. İşte Sol'u saydmız mıydı, içinzde bir mücadele baş - layacak. Musiki merakı dolayisıy- le sayıyı kesip yeni baştan başla - mak arzusu uyanacak. Siz eve gider gitmez piyano » nun başına geçiniz. Durun baka - yım! Acaba hangi gün ( gelseniz? Çarşamba diyelim — Tividi hemen “perşembe, cu ma, cumartesi, pazar, pazartesi...,, diye saydı, — Doktor, “dur be! Şimdi ben de aklımı kaçiracağım,, dedi. — Tivldi hayir savı savmrvn « rum, (günleri sayıyorum, ben çarşamba ile pazartesi arasındaki günleri sayıyorum. Çünkü pazartesi bir randevum var, siz bu hastalığı- mi, pazardan evvel tedavi edemez- misiniz. giren Tiridinin arkadaşı sö- ze karıştı. “Kendisi utan - gaçtır da onun için söylemekten çekiniyor. Pazartesi günü nişanla- nacak. Alacağı kız o kadar genç değildir. Yaşını söylemiyeceğim, çünkü arkadaşım hemen saymağa başlar. İşte bundan dolayı tedavisini o ka- dar uzatmıya gelmez. Hattâ ne ya- Pip yapıp onu bugün o huyundan vaz geçiremez misiniz? Doktor bir kaç saniye düşündü “— Vallahi ne diyeceğimi bil - miyorum, Bu pek basit bir hasta - lık değildir. Durun bir tecrübe e « delim,, dedi. Ve Tividiye doğru dö- merek, sözünün kesilmesi imkânı olmayacak bir tarzda hizli hızlı, harıl harıl konuşmağa başladı. “— Sen biliyor musun ki Kris. tof Kolomp Amerikayı 1492 sene - sinde keşfetti. Her senenin üç yüz altmış beş günü vardır On iki kere on yedi, yüz dok - san dokuz eder. Yoksa acaba iki yüz yirmi öç mü eder? Melüma. ezbere hesap etmekte o kadar us- ta değilim. Meselâ Noel yortusu $- çin İngilterede üç milyon üç yüz- yetmiş altı bin hindi kesilecektir. Her bir hindinin dört bin dokuz yüz elli sekiz tüyü vardır. Teyzem beni mirasından mahrum edeceği - ni bana on dokuz defa tekrarladı. Çünkü on dört yaşmda yaramaz | bir oğlanken yatağına doksan dört hamamböceği tıkmıştım. İşte bun- | dan dolayı son mayısın son günü - ne kadar yatağının içindeki hamam böcekleri yedi yüz dört bin beş yüz otuz üçe çoğaldı.,, Y)oktorun efesi kesilmişti. So- Yuk almak için bir saniye ka- dar durdu. İşte o zaman Tivldi “yedi yüz dört bin beş yüz otuz dört - yedi yüz dört bin beş yüz otuz beş - ye- LESİ Doktor olanca sesiyle “hamam - böceği!,, diye bağırdı. Ve o kadar şiddetle bağırdı ki Tividi sayısının ortasmda şaşaladı. Durdu. Doktor hiç fasıla vermeden yine güldür güldür konuşmağa başladı. “Şim - di dinle!,, diyordu. “Sana bugün tedavin için vereceğim vizita para- sını sana söyliyeceğim. Sen o ra - kami birer birer sayarak çoğalt - mağa koyulursan, sen hangi Ta - kama varırsan, onu Senden Yizita parası diye alacağım Hem de İki bir yok senden cayır cayır alaca - ğrm. Şimdi hazır ol! Dikkat et. Be- nim senden alacağım vizita parası bir liradır... — Tividi “iki Hra!,, dedi. Fakat “üç Hra!,, derken sesi bayağı bir fısıltı kadar yavaşlamıştı. Sonra SANKI Duyük Dir.yokuş, tırmanıyor da: takati İcesiliyormüş gibi güç - lükle “dört lira,, dedi. Ve aci ile işkenceyle: “— Be....Ş!... .. ş.. ş,, derken se- si söndü, inceldi. Dindi, ve sustu. Yüzü kıpkırmızı olmuştu. İçinde büyük bir mücadele oluyordu. Dok tor tam damarmı yakalamış, ve tu? nayı gözünden vurmuştu. Çünkü Tividi çok cimri bir adamdı. Bir taraftan hasisliği bir taraftan da rakam saymaya İptilâsı, karşı kar- şıya boğaz boğaza gelmişlerdi. Doktor “hah bu tam oldu iş- te! Zafer! Zafer! Zafer!,, dedi. Yerinde kop hop hopluyordu. Sökül bakalım şimdi dört buçuk lirayı,, diye bağırdı. Tividi kendin- den emin olarak ve beş buçuk de- memek için dişlerini sıkarak, ce - binden dört buçuk lirayı çrkarp doktorun önündeki masanın üzeri. ne yaydı. Artık tedavisi tamdı. Gü lüyordu. Fakat ayrılırken masa - nın üzerindeki paralara uzun, se- yahate çıkarken bir dosta elveda dermişcesine bir bakışla baktı. Ve bakışlarını paralardan güçbelâ ko- partabildi. TAN Garetesi İlân Fiyatları — — inci sayfa santimi 400 250 2005 855 zı— 5 1 santim; gazetenin ince s yazısile 2 satırdır. 82 — İlânların fiyatı o gazetenin tek sütunu üzerine hesap lanmıştır. — Kalın yanlar da gazetede kapladığı yere göre santim- le ölçülür di yüz. AAA KASANAAAAALA ARENASI AAA AA ERAAAAEBAEEEE EEE TERE ETER VEBA BEBE AYA TATE

Bu sayıdan diğer sayfalar: