TÇ TUAKY T AÇ -86-11T.1937 ÜLUBR Edebiyat ve fikir hareketleri KİTABLAR VE — ENDİŞELERİMİZ rını kitablarda ararlarken İnsanlar meselelerin hal çarelerini kendi füilleri ve hassasiyetlerine uygun olarak tesbit etmek imkânla- tan da zaruret günün birinde en muvafık yolu bulup kendilerine gösterecektir. O zman mütefekkir 'de al- danmak ve aldatmak ayıbından kurtulacak, insan- lar da kitablarda endişelerine cevab aramak âde- tinden belki vazgeçecekler. bir taraftan akıl bir taraf- üt Dbışuı ile N münasebetlerimizde F keıı' gaye guderiz : Her yerde, h:ıl- ste — endişelerimize — makesler kiz m_ık: Dimağı meşgul eden mese- :n.n:ızııtkhılletmek zahmetine n pek azdır. Onu başkaları- gıirb::::mık daha külfetsiz oluyor. aB aşkalarının bulacakları hal e erı_ıfde_n_ kendimizin temin ede- ınîıece_gıımz"ı l:ildiğimiı faydalar ü erı:z, çş_ınku verecekleri karar yeya hükmün lehimizde olması ta- sözünden veya h maktan değil rureti tatmin den doğmuştur. Uzurundan zevk al- ş î&' © şiddetli za- k Mecburiyetin- Bu endişelerin mahivet; 5 » ye * Z Bbe h d: söyliyecek pek az : ı“;:'ıkm göre değiştikleri de d 'Y;te kat Müşterek bir noktaları var k:- et ve ehemiyet itibari : yle fark- h o_ldukluı halde hepsi, - ı_ı.mı" kuvvetle deşerler, Tümüzü endişelerimize a ur, kafamizı Zaten öm- cevab ara- z '.9“'—.:. miyiz ? Fikri ol- .'ıln, hissi olsun, ruhi, ahlâki, bedii, f’_"m her dimağın takıldığı bir en- hlıo Vırdır ve hiç birimiz bunu aemı:ınıleı-ımiıe bildirmek, onlar: üln cevab ve imdad beklemek ih- 'Yacına mukavemet edemeyiz. Kitablar da bu ihi arzusuna - sonu hiyetleri itib; tiyacı gidermek nda âlet oldular. Ma- i ariyle olmaları d 3 İl"llîdnı'dı. Herhangi bir kin:l:l:;l :::nden. yahud huzurundan yar- b '—:ıı Mmsan, tabiatiyle, başka lıitıı.ç::. endl!_efıin mahsulü sayılan .| estetik, sanat, GARPTA Fikir hareketleri Tarih kitabları hakkında Alman - Fransız anlaşması Berlin ve Paris hükümetlerinin manevi müzahareti altında toplanan alman ve fransız tarihçi ve tarih ho- caları komisyonu, uzun münakaşa ve müzakerelerden sonra enternasyonal mü betlerde henüz benzeri görül- lar. Çünkü ezeli sanat | ları ya- nında bir de moda kanunlar var- dır : Endişelerine cevab arıyanla- rın bu. ikincilere takılıp kalmaları mukadderdi. Ahlak işlerine dokunan “endişe,, ler ise son zamanlara kadar kitab- larda pek zengin sahalar bulabildi- ler. On dokuzuncu asır bunların ta- rihiyle doludur. Fevkalâde geniş bir edebiyatın doğmasına yardım ettiler: “arz ve taleb,, kaidesi, sa- natta da, fikirde de, yazanla oku- yan arasında da ayni kuvvetle hâ- kimdir. Kaygularımızı dikkatle din- liyen dostlar bulmak için nasıl bir çok fedakârlıklara katlanırsak ve bu fedakârlıkların cazibesi nasıl bi- ze bir çok dost edinmek imkânını verirse ahlak meselelerini inceliyen eserlere karşı insanların gösterdi- ği alâka da —© derece bol bir ede- biyat vücude gelmesine sebeb olur. Evet, on dokuzuncu asır bu ba- kımdan pek feyizli sayılır Fakat artık o çeşid endişelerden kurtulduk gibi. Artık kendimizi başka “endişe,, lere verdik. Bunla- rın mahiyetleri ise, y dır. Eski- miyen bir karara varmışlardır. Bu ka- rardan maksad, her iki memleket mek- teblerindeki gençliğe tarihi, öbür memleketi yanlış ve fena tanıtacak şekilde okutmak âdetini ve böylece Fransa ile Almanya arasındaki müna- sebetleri zehirliyen unsurlardan bi- rini ortadah kaldırmaktır. Les Nouvel- les Littöraires gazetesi bu anlaşma hakkında neşrettiği dikkate değer ma- kalede aşağıdaki tafsilâtı veriyor: Takib edilen usul pek sadedir: al- man ve fransız profesörleri, gerek al- man, gerekse fransız mektebleri tarih kitablarının münazaalı hâdiseler hak- kındaki tefsirlerini karşılaştırmışlar ve iki tarafı tatmin edecek bir müte- vassıt şekil bulmağa çalışmışzlardır. Bu süretle devam eden çalışma ne- ticesinde kararlaştırılan 39 tekliften bazılarını gözden geçirelim. Komisyon, fransız inkılâbı bahsin- de inkılâbın, “milletlerin kendi mu- kaderatına hakim olmaları esası” gibi bir esas ortaya attığını “tatbikatta na- sıl tahakkuk ederse etsin” kaydiyle kabul eylemiştir. Anl in en “tipik” noktaları ler, şimdikilerin yanında bir genç kız hulyası kadar masumdu. Baş- ka bir tâbirle az çok — “gratuit” endişelerdi. Bugünküler doğrudan doğruya hayatımıza, yani can da- marımıza dokunuyor. Dünya işleri karak bütün beşeriyeti ekmek me- selesi gibi, daha doğrusu ekmek me- selesi şeklini aldığı için ilgilendiri- yor. Bu meselenin hal çaresi ne, ha- kikat nerede, girişilecek yol hangi- sidir ? İşte beşeriyetin, cevabını her yerde ve her şeyde aradığı yeni kaygusu. Ve şimdiye kadar onu kurcalryan endişelerin hiç biri bu- nun kadar geniş, şümullü, korkunç olmamıştı. Onun kitablarda, daha doğrusu edebiyatta gördüğümüz akisleri hayret verici bir şekil aldı. Bugün ahlak bahislerine ancak birkaç edib sadık kalmıştır. Her lekette edebiyatın en can- De Söre paha ; Yavaş İııılktı.lı hağmek âdeti TöR ne, fikir aç Pirkaç ihtisas sahibi- k ı'ı Ia inhisar etti. Tzi &imızi metguül eden mesele rakı dlhbı"d' cevab aramak me- söğkü pamanla garib — istihaleler tarihi Ld““h !ıu merak edebiyat Ükiye lr eskidir. Hattâ onu mu- Bi Gık'ı'“hık edersek beşeriyet ka- Ft ga _oldudğıın. hükmedilebilir. ona © Dü başkalarının da iştirâk etmele- yardım edecek bir şekil ver- m . endk' ihhy“"'dlh doğmuştur. Bu Hat Per şeyden ziyade hisst idi. “:::: İ_titıbm, daha doğrusu yazılı Gap ilk devirlerinde, ayni çeşid teye makes aranmıştır. Nazm, içıi'n.n“y- kuvvetle cevab verdiği el Pğk çabuk yayıldı ve inkişaf İ i Sasen ahenkle ifade edilen er his veya fikir, hissi endişeleri- Mizi fevkalâde bi ve öküke âde bir kudretle okşar Tefekk 'Gl'neıiyle daha açılı ürün ilerilemesi ve geniş- ;endişe,, ye yeni bir kapı aha açıldı. Din, ahlâk, felsefe gi- ::.hl::"_"":. dokunan uerleeriıı dî;— Föbie z dimağları bile alâkalandır: ; _*;"“!-rı işaret ettiğim ihtiya- & $iddetini göstermez mi? Onlar- i 1 işletmeğe yarar un- ;'ı"_'_":_'ıl- ziyade şahsi meseleleri- Fislinlaki çareleri aradık. Bu çarete- dir ı.ı“""' ar da oldu. Ve olduğu için- dı. Daha anların sayısı gittikçe çoğal- zihni n braları bir devir geldi. ki tik Meşgul eden bir takım este- aksede aat meseleleri kitablara da h'î çok fikir ve sanat Üremesine sebeb oldu- h, fikir ve külttür bakımından en zengin mümessilleri kendilerini bü- tün beşeriyeti saran sosyal ve dola- yısiyle siyasi meselelere vermiş bu- lunuyorlar. Hattâ garib bir tesadüfle hâdiseler, edebiyat mesleğine yal- nız birer sanatkâr, birer fikir ada- mr olarak girmiş muharrirlerden bir çoğunu bile bu ana bahsi yeni eserlerinin esas temleri olarak al- mağa mecbur etmiştir. Denilebilir ki bugünkü tefekkür, beşeriyetin sosyal meselesiyle, açıkça söylemek lâzımsa ekmek meselesiyle meşgul olmaktadır. Politikanın milletler öl- çüsünde ekmek ve hayat meselesi olduğu hatırlanırsa mahiyeti itiba- riyle bu gibi kaygulardan uzak bu- lunduğu zannedilen edebiyatın da nihayet, yine bir nevi “arz ve ta- leb,, kaid uyarak İ cere- yana kap en zi- yade dikkate değer hâdisesi sayılır. Beşeriyet de, yeni endişesine yi- ne kitablardan cevab arıyor. Yine kitablar ona, başka bahislerde ol- duğu gibi, birçok yollar gösteriyor lar. İnsanlar, meselenin hal çarele- rini kendi meyilleri ve hassasiyetle- rine uygun olarak tesbit etmek im- kâ“_lll'lnı kitablarda ararken bir ta- raftan akıl, bir taraftan da zaruret günün birinde en muvafık yolu bu- lup kendilerine göstereceklerdir. O zaman tefekkür de aldanmak ve al- datmak ayıbından kurtulacak, in- sanlar da kitablarda endişelerine cevab aramak âdetinden belki vaz geçecekler, Reşad Nuri DARAGO 1870 ve' 1914 harblarına temas edenle- ridir. kavganın başlamasından az evel üçün- cü Napoleon ve Bismark tarafından, Fransanın teminat istemesi gibi, Ems lgrafı gibi girişlen teşebbüsler neti- cesinde fransız ve alman milletlerinin, hakaret gördükleri kanaatiyle savaşa girdiklerine hükmetmiştir. Büyük harbın mesuliyeti meselesin- de ise komisyon aşağıda hülâsa etti- ğimiz hükümlere varmıştır: “Elde mevcud vesikalar, hiç bir hü- kümet veya millete bir Avrupa harbı çıkarmak hususunda evelden verilmiş katt bir karar atfedemez. Buna mu- kabil muhtelif devletlerde harb arzu- su mevcuddu.” Böyle olduğuna göre mekteb kitablarında itimadsızlığın en yüksek dereceye vardığını, hükümet- lerin harbtan kaçınılamıyacağı hak- kında kanaat mevcud olduğunu ve her kesin, karşısındakinden şüphe ederek harb tehlikesine katlandığını yazmak- la iktifa etmek makül olur. Fransızların bu noktadaki ihtirazi kayıdları şunlardır: Almanyanın harb arzusu en tesirli bir âmil olmuştur. Diğer taraftan orta Avrupa impara- torlukları “zamanın kendi aleyhlerin- de olarak geçmekte” olduğu kanaati- ni beslemişlerdir. Almanların ihtirazt kayıdları ise Poincar& ve İsvolski'nin “mütereddi politikasını” ileri sürmüşlerdir. Saraybosna suikasdı meselesinde komisyona göre alman tarih kitabları Belgrad hükümetinin - mesuliyetini mübalaga, fransız tâarih kitabları ise Sırbistanın bu işte oynadığı rolün ehe miyetini aztltmağa teşebbüs etmişler- dir. Fakat komisyon, Avusturya tara- fından harb ilân edilmesinin bir hatâ olduğunu ve Almanyanın bu hatâyı önlemek için hiç bir şey yapmadığını kabul etmiştir. Alman murahhasları memleketleri lehine, harbın başka ül- kelere sirayet etmiyeceği kanaati mevcud olduğu yolunda bir mazeret ileri sürmüşlerse de fransız murahas- larr bunu pek makbul bir mazeret ©- larak kabul eylememişlerdir. Belçika bitaraflığının' bozulmasına gelince almanlar buna karşılık olmak üzere Yunanistan bitaraflığının bo- zulmasını göstermişler ve fransızlar, Venizelos'u Yuünanistanı işgale izin yermiş olduğunu ileri sürerek iki hâ- dise arasında münasebet olmadığını söylemişlerdir. Almanyanın tamirat hesabına verdi- ği paranın yekünunu tesbit hususun- da kömisyon müşterek bir karara va- ramamıştır. Fransızlara göre Fransa ya verilen para ancak gördüğü za- rarların üçte birine tekabül etmiş. Kıymet tahmini işlerinde ne derece keyfi hareket edildiğini göstermek i- çin fransızlar meselâ Sarre madenleri kıymetinin 1924 de Almanya tarafın- dan 1.040.000.000 altın mark olarak, (Sonu 8 inci sayfada) 1870 harbı meselesinde komisyon, Sinema ve Edebiyaf Sinema kımıldanmadan yapılan bir seyahattir in"n zekâsı sinemayı icad ede- li kırk iki sene oluyor. Fakat sinemanın insan ruhu üzerindeki te- sirleri bilhassa son on senedenberi gö- rülmektedir. Yaptığı heykelin cazi- besine tutulan Pygmalion gibi insan da yaptığı makinenin tesirinden ken- dini kurtaramamıştır. İşte asrımızın sıkıntısı insan ruhu ile bu ruhun mahsulü olan makine arasındaki an- laşamamazlıktır. Makinenin lehinde ve aleyhinde çok şeyler söylendi. Bu- rada onları tekrarlıyacak değilim; maksadım sadece mükemmel bir ma- kine olan sinemanın edebiyata nasıl müessir olduğunu, onu nasıl değiştir- diğini anlatmaktır. Sinemanın en rağbette olan, en çok takib edilen.bir sanat olduğunda şüp- he yoktur. Bilhassa Amerika gibi nü- fus kesafetinin çok olduğu memleket- lerde bü rağbet göze çarpmaktadır. Bu rağbetin, bu alâkanın sebebini a- çığa çıkarmak güç bir şey değil, Ev- velâ sinema diğer bedif eğlence yerle- rine nisbetle daha ucuzdur, gonra halk nisbeten “az bir para ile müt itiyadlarımızı kalmıyor «4 UKUU N AUAUA UKOK KA KA AAA GG KA UKUU GU dir. Wagner'in bir dramını tek başı- na olduğu halde kendi huzurunda te- maşa sahnesinde göstertmek gibi ka- çıkça bir sefahate mübtelâ olan Bav- yera kralı Louis bile malül zekâsiyle bir hüküm verebilmek için evvelâ kendisinde bir kütle, bir Halk zihni- vi bir zevk temin edebilmektedir. Si- nemaya giden kimsenin kulağı musi- kiden, gözü beyaz perde üzerinde yekdiğerini takib eden hayallerden ayni zamanda zevk alır; muhayyilesi yorulmadan komik veya trajik bir hayatın aşinası olur. Georges Duhamel ne kadar aley- hinde bulunursa bulunsun (1) sinema begünün en hâkim, en canlr sanatıdır. Sanatın en mühim gayelerinden biri, belki en mühimi de, bedif zevk vası- tasiyle şuuru, intifat alâkalardan sö- kerek hayatın verdiği sıkıntıyı unut- turmaktır. İnsan sii! da asgari ce- hidle azami zevki, en büyük unut- mayı temin edebiliyor. Karanhk bir sinema salönunun içerisinde bulunduğunuzu ta- savvur ediniz. Ruhunuz musikinin rTitmi ile ayni tempoda. Gözleriniz üUyanık bir rüya görür gibi beyaz per- de üzerindeki müteharrik hayalleri takib etmekte, Hiç bir zihni cehidde bulunmuyorıunuz, bununla — beraber g_özleriniz önünde yaşayan hâdisele- Tin uyandırdığı heyecanla içiniz tit- Tiyor. Halbuki okumak, büyük bir dikkat cehdi “ister, Evvelâ kelimele- Tin manasını anlamak, sonra O mana- larr bir düşünce Halinde kavramak, veya bir cümlede gizli bulunan imaji celbetmek icab etmektedir. Tiyatro, metne aktörün jestini ve sözünü ilâ- VE etmek suüretiyle zihnin bu faaliye- tini bir dereceye kadar basıtleştirmi- yor değildi. Fakat bir dereceye ka- dar diyorum, çünkü tiyatro mantıki feıelıülü, binnetice zihni cehdi gene istilzam ediyordu. Musikiye gelince; musikinin ifade Ve tebliğ vasıtası ritm ve ahenk oldu- Bundan tamamen fiziyolojiktir, yani zihni bir cehdi icab ettirmektedir. Sonra herkes musikişinas değildir Ve müsiki ancak müphem şeyler tel- kin eden bir sanattır. Zaten çok kim- Sc€ musikiyi dram için, dans, sinema, aşk ve yemek için bir yardımcı telâk- ki eder. Büyük bir anlayış istiyen resmi, mimari ve heykeltraşiyi ise burada zikretmeği zaid bulurum. Sinemada iş değişiyor; koltuğunu- Za gömülüp gözlerinizi açık hulun- durmaktan başka yapacağınız şey yoktur. Zihni faaliyet en kolay fiile: yalnız bir hassanın, en - kullanrlan hassanın uyanınk tutuluşuna irca o- lunmuştur. Düşünecek hiç bir — şey YOkı'her şey göz önünde. Seyahatın verdiği zevk ve neşelerden biri de va- gönun veya otomobilin penceresin- deri manzaraların akışını seyretmek- f%l' ! Dekorlar kendiliğinden size ge- lir, ve çiçekler nasıl kokularını dö- kerlerse onlar da ruhunuza öyl: ylece hulyalar serper, , inema kımıldanmadan yapılan bir seyahattır. Çünkü sinema yalmz'bir eğlence olmakla, yalnız zevklerimizi ve itiyadlarımızı değiş- t%ru.ıekle kalmıyor, aynı zamanda ar- tistik faaliyetlerimize de - derin 'bir tesir yapıyor. Yaratıcı sanatkâr ve ratırlan eser- lerle baş başa kalan .Ğ'.ıör, hiç bir zaman kütleden tecerrüid etmiş değil- — (1) G. Duhamel « Scğnes de la vie future yeti yar ğ bur oluyordu. Seyirciye taallük eden bu fikir ya- ratıcı için de meriyetini muhafaza et- mektedir. Sorbonne profesörlerinden (Lalo) nun dediği gibi * “hangi sa- natkâr vardir ki zevkleriyle en ziya- de inzivaya, terbiyesi ve iktidarı ile en çok kibarlığa mail bulunsa bile bir halkr tahayyül etmiş olmasın.,, Binaenaleyh dram muharrirleri ve romancılar, eski tiyatronun formülle- rinden bıkan ve bedil terbiyesi sine- mada teşekkül eden halkın temayül- lerine makes olmağa çalışmışlar, sine- manın prosedelerini sahne eserine ve romana tatbik etmekte tereddüt gös- termemişlerdir. Sinemanın ilk tesirinde kalan ede- bf sanat, tiyatro olmuştur. Bin dokuz yüz yirmi beşten sonra tablo halinde tertib olunmuş bir çok piyesler görül- meğe başladı. Her tablo müteakib tab- lolara itibari bir bağla ilişdiriliyor- du. T Dram müellifleri artık karakterle- rin ve ihtirasların tahlili ile bir te- sir yapmağı düşünmüyorlar. Çünkü bugünkü orta adamım ne kesesi, ne de yorgun dimağı uzun tasvirleri kaldı- rabiliyor. Binaenaleyh bugünün hal- kı tiyatroda bile ancak eğlendiren ve yormıyan bir manzara arıyor. Başlan- gici, sonu, mantıki teselsülü olan bir piyes mi vücuda getirmek, bir entrika mr tertib etmek, karakterleri mi ince- lemek, ihtirasları mı geliştirmek isti- yorsunuz? —Boşuna yorulacaksınız. çünkü sizi takib için girilecek şuuru bulamıyacaksınız. Artık dikkatimizi teksif etmeğe kabiliyetimiz yok; an- cak gözlerimizi, tesbit edebiliyoruz. Böylece en değerli, en ünlü muha- rrirler dramatik piyesten yani tiyat- rodan laire piyese geçmeğ mecbur kaldılar. Halkın Müzik Hola gösterdiği rağbet buna delildir. Bu- gün büyük şehirlerin seyircisi mah- dud olan bir iki sahnesi müstesna, bü- yük tiyatro müesseseleri sirk numa- ralariyle başlayıb klâsik sahnelerle nihayetlenen melez programlarla do- ludur. Com&die Française'in meşhur artistlerinden Madam Cöcile Sorel'i bir Müzik Hol sahnesinde görerek hayrete düşmemeli, Müzik Holde de sinemada olduğu gibi düşünmeğe, ka- fayı yormağa lüzüum yoktur; gözler önünde sahnelerin tevalisi kâfidir, oman da sinemanın tesirinden kürtulamamıştır. Rağbet gören bütün eserlerin filme almdığını gör- müyor muyuz ? Bu hal, kitabın bir filim gibi tasavvur olunduğu zannını bizde nasıl uyandırmasın ! (Jules Romains) in Donogoo Tonka'sı filim gibi tasarlanan romanlara güzel bir örnektir. . Artık kompozisyon içerden değil dışardan, hislerin tahlili ile değil jest lerin ve tavurların tasviri ile yapılı- yor. Sahne eserleri gibi romanlar da tablolar halinde vücude getirilmekte- dir. Çünkü okuyan kimse, göz mu- hayyelenin yerini aldığı zaman, zevk alryor. Üslubdaki bu visuel karakter yeni edebi neslin eserlerinde daha ziyade göze dır. Bir çok romanerlar şöhretlerini, imajların o- yununda gösterdikleri kabiliyete bo- TT ÇÜNK Sinema yalnız zevklerimizi ve aynı artistik faaliyetimize de tesir yapıyor TEKUKUUK AA KUOK EUAUREDET DD değiştirmekle zamanda VARAAATANTAKAAAAAKAKAAAKA AAA K AAA AA AAA YE KYT Yazan 2 mır Suud Kemal YETKİN rçludurlar. Rağbet gören uslubun şa- yanı dikat tarafı, yalnız visuel unsur« ları ihtiva etmesi değil (çünkü evvel- ce de imajlı, picturale üslub kullanan- lar vardı), fakat bu imajların tesadü- fi ve gayri mantıki bir karakter gös« termesidir. Tesir, beyaz perdede gö- rülen tablolarda olduğu gibi, bekle« nilmiyen tesadüflerden gelmektedir. Bir Amerikalı fantezisinin doğur- duğu bir vakanın şu tasvirine bakın $ “Başka bir defasında Amerikaya “bir Panter getiriyor; Panter vapur- “da kafesinden kurtuluyor; yolcuları “kabinelerinde hapsetmek lâzım ge- “liyor; Güverteden güverteye takib “edilerek dehşetli bir korkuya tutue “lan hayvan nihayet korkuluğun üs- “tünden denize atlıyor. Derhal dört “köpek balığı onu bir vater polo topu “gibi birbirine fırlatıyor, ve denizin “üzerinde bir kan lekesinden başka “bir şey görülemiyor...,, Yalnız hareket tasvir eden, en uzali imajları yekdiğerine yaklaştıran di« namik, “film&” bir üslub, muhayyele- si dehşetli bir süratle döndüğü için arzın bütün safhalarını iki yüz elli sayfalık bir kitabın içine sıkıştırrve- ren parlak bir seyyahın üslubu. (1) Mecmualarda ve gazetelerde dra- matik edebiyata, psikolojik uzun tah« lillere verilen yer daralıyor; büyük anketler, röportajlar artıyor, mücere redden müşahhasa bir akın başlıyor. İçinde yaşadığımız asra tam zıd bir asır aramak icab etse, tereddüdsüz 17 inci asrı zikredebiliriz. Bu asrın De- kartçı amatörü, fikirlere olan hayran- lığı ile nasrl tanınmışsa, yirminci 'a6- rın sanatkârı ve amatörü de müşahha- sa ve imaja olan aşkı ile tanınmıştır. Müfrid rasyonalizmin, şiir havasınt dağıttığı nasıl muhakkak ise, müfrit “cin&matisme” in de insanı irade ve tefekkürden uzaklaştırıp otomatizme yaklaştırdığı öylece muhakkaktır. Hüküm vermeğe ne lüzum var. Ha- yatta her şey baş döndüren bir hızla ilerliyor. Kendisini sürata kaptıran bir asra sinemadan daha uygun bir sanat tasavvur etmenin imkânı var mı ? İyi veya kötü, sinema, bugünkü standard adamın yegâne sanatıdır. Suud Kemal YETKİN ——— (1) Paul Morand - Rien gue la Terre Bu yıl Nobel edebiyat mükâfatının namzetleri kimlerdir ? İsveç akademisi 11 ikinci teşrinde bu yılın Nobel edebiyat mükâfatmı kazanmış olanı ilân edecektir. İsvea gazetelerinde bir çok tahmin- ler yapılmaktadır. Bir çok adlar ara- sında iki kişinin adı bifjnassa bir kaç y tekrarl ktadır. biri finlandiyalı edib Sillanpââ, öbü- rü de fransız adakemi azasındın bü- yük muharir ve şair Paul Valery'dir. İsmi geçen namzedler arasında in- giliz muharriri Robert Graves vardır. Bu zat, Nobel mühâfatında ilk defa adı geçen bir edibtir. Fransızlardan, Roger Martin du Gard'da bahsin mevzuunu tÇpkil edi- yor. Çekoslovakları, Karel Çapel . dani- Mmarkalıları Johannes V. Jensen ile, şair, Eseyit ve mütercim Valdemar Rördam temsil etmektedir.