Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
ULUS Dil bahisleri : Atatürk inkilâbının orta Asya'da Türkiye cumhuriyetinin başarargı bir sıra inkılâpların komşu ve dost memleketlerdeki akisleri gittikçe da - ha ziyade 1eDdLüZ Eümekıe, Diudüsü Arğganıstan Du nususta çok önemli a- dımlar atmaktadır. usasen vaküiyle bi- zım harbiye mezüunu bDir subayı tara - tından kurummnuş olan Argall narvlye mektebi günücü güne terakki etmek - tedir. buğguün türa askeri tdlim neyeti taratınaan ıdare eaiilmekte olan At - gan harbiye mektebinin mesaisinden yüksek makamlar memnüniyet ibraz etmektedirler,Gene türk hekimlerinin himmetiyle ihlya edilen tibbiye bü yll li sekiz mezununü verdi. DÜ mü- nasebetle tevkalade merasım yapıldı. Atgan tıb tarınının temelini atan tib- biye mektebının muessısi aoktor Rıt- kı'ya serdar âlâ dıger iki turk prote- söre büyük nışanlar, mutebakısıne ma- arif madalyaları verildi. Askeri orta ve lise mektepler müu- allim ihtiyacı dolayısıyıe henüz gere- gi kadar organize edilememiştir. Uumumi kalkınma ugrunua sarfedi- len yol inşaatı, maden istihsali, zirai mahsüllerin aslanı givi unumeüucrün yanında en ziyade güze çarpan kültür hareketidir ve başta yazı ve dil inkı- lâbı gelir, Durkiye cumhuriyetinde yazı inkı- lâbının onuncu yıl dönümünü kutla - mak için hazırlıklar yapılırken Atga- nistan'da bu vadide çok önemli hare- ketler yaplmaktadır. Atganistan is- tiklâlini alalıberi, takriben 20 yıldır, ötedenberi mektep ve devlet dili ola- rak kullanagelmekte oldukları farsça- yı atarak mılli dil olan Puhtu dilını tedvin ile uğraşıyordu. Bu maksat i- çin maarif vezaretinde bir “Mereke di Puştu” Puhtu şubesi açılmıştı. İmdi yapılan — araştırma ve toplamalar maksadı temine kâti sayıldığı ıçın üç yıl sonra farsça kalkacak. Şimdi bü- tün memur ve subaylar Puhtu dilini öğrenmiye mecbur tutulmaktadır. Es- ki arap harflerinin esasen farsçayı i- fadeye kifayetsizliği malfim olduğun- dan dil inkılâbiyle aynı zamanda yazı inkılâbı da olacaktır. Bunun için sanskrit mütehassısı doktor Volfgang Lants lâtin harflerini esas tutarak bir alfabe tertip etmiştir. Bu alfabenin tertibini istilzam eden sebepler kııaca şöyle anlatılmaktadır: 1 — Son zamanlara kadar bütün is - lâm illerinde aynı yazının kullanılışı gerek kültür, gerekse ekonomi ve mu- vasala bakımından mühim bir irtibat vasıtası oluyordu. Türkiye, bunlardan ayrılarak yeni yazı sistemini kabul et- ti. Bu yolu tutmıyanlar zaman geçtik- çe eski yazının müşkülâtından sıkıntı çekecekler. Afganlar lâtin alfabesi kullanan komşuları dolayısile yazı sis- temini değiştirmek üzere adım atmış- lardır. Diğerleri de bunu takip edecek- lerdir. Sovyet birliği'nde Paşto'ya ak- raba olan dillere yeni harfler tatbik e- dilmiş ve bu yüzden mahalli muhar- rerat husule gelmiştir. Hindistan'da askeri idarede hindustani dilinde mu- ayyen maksatlar için lâtin Aalfabesi kullanılmakta olduğu gibi lâtin harf - lerinin tatbiki hakkında bir cereyan da vardır. Ay'u temayül İran'da dahi kendini göstermektedir. 2 — Tabı işinde kolaylık olduğu gi- akisleri Dr. Şükrü Akkaya bi mübadele imkânı da vardır. Ve daha iktisadidir. Afgan mekteplerinde kal- kınma dolayısiyle yabancı diller dahi öğretildiğinden mühim bir kolaylık olacaktır. 3 — ESası sadasız harflerden ibaret olan arap harfleri, sadâlı harflerin mü- him rol oynadığı Hindü - Cerman dil- lerinde, dolayısiyle bir şubesi olan Paşto dilinde maksada kifayet etmez. 4 — Paşto dili kıralın bir fermaniy- le resmi dil ilân edildiğine göre yenı yazının tatbiki için zaman pek müna - siptir. Risaledeki mütaleata göre; okuyan ve harfleri dizen için kullanışlı olma- sı esas tutulmuş ve bu düşünce ile pek ince farklar ehemiyete aliınmamış, Tu- tulan sistemde geniş mikyasta fârik işaretler kullanılmış olduğuna rağ - men arap hartlerinden bu yazıya ge- çen biri için mühim müşkülât arzet- ihez denmektedir. Büu nümune; İran yazısının lâtin harfl-riyle yazılabilmesi imkanı da düşünül:rek , apılmış, aslınrda kırk ye- di seda olarak tespit edilen alfabe a - rapçada başka şekillerle yazldığı hal- de, telâffuzda aynı olanlar bir hadde kadar birleştirilerek 401 rfeircaeli- miştir: Te,tı —t Se, sin, sat — Zel, ze, zat, zı —z Ye,i —i gibi. Buna mukabil iki fürlü *t (te —t, te altında bir işaret — t altında bir nok- ta) Üç türlü h (he —h, — ha — h altın- da bir nokta, hr — x) İki türlü (kef — k, kaf — g) İki türlü g (gef — g, gayın — ge üstünde bir nokta) İki türlü n (nun — n, nun altında bir işaret, nun — nun altında bir nokta İki türlü d (dal — d, dal altında bir nokta, — d altında bir nokta) Kabul edildiğinden başka (ha üs- tünde üç nokta — c — ts), (cim üstün- de bir nokta — dz), (au, ai, i) gibi beş tane diftong ile bir de (ayın) sadası - na tekabül etmek üzere (©) işareti ve uzun (a) yı göstermek için bir (-) işareti kabul edilmiştir. Mutalâa kısmında; noktalı (h al. tında bir nokta) yerine noktasızı da kullanılabilir deniyor. Arzedilen bu şekle göre mevcut se- dâlar hakikaten mümkün görülen yer- lerde birleştirilerek asıl yekün azaltıl- mıştır, Fakat birçok ince farklara ge- ne yer verilmiştir. Onun için hiç te kullanışlı şekil almış sayılamaz. Nite- kim alfabeyi tertip eden Lenz de bu noksanrı hissetmiş olduğu için, cetvel- de gösterdiği işaretler yerine, kıs- men italik harflerin kullanılabileceği- ni veya daha başka işaretler konabile- ceğini de söylemektedir. Muhtıra yol- lu tertip edilen bu alfabenin mahiyeti- ni (Alman Şark Cemiyeti mecmuasın- da — Z. d. M. G.) neşredeceği bir ma- kalede izah edeceğini ilâve ediyor. Vâkıiâ bu alfabe, kelimelerin etimo- lojik hususiyetlerinin korunması key- fiyetini emniyet altına aldığı gibi fo- netik imlâ için de isabetli bir şekil sa- yılabilir. Fakat mürettibin demek is- tediği gibi pratik maksat için hiç te pratik değildir. — Müösyö Şövaliye, Kıhl olmıyı tabii görmüyor ? ve BİBLİYOĞRAFYA Mahkeme Röportajları RADYO Timur devrinde Kadis'len Semerkand'a seyahaf Timur'un sarayıma İspanya tara - fından elçi olarak gönderilmiş olan Klaviyo'nun meşhur ve kıymetli seya- hatnamesinin Ömer Rıza Doğrül tara- fından dilimize çevrildiğini ve ilk cildinin Kanaat Kitabevi tarafından neşredildiğini geçen hafta bu sütun- larda karilerimize bildirmiştik, “Ankara kütüpanesi” serisi arasın- da nşeredilen bu mühim eserin ikinci cildi de bu defa intişar etmiştir. Timür devrinde en yüksek ve müuhteşem merhalesini bulan türk me- deniyetinin şahidi olan bu eser tarihi bir vesika olmakla birlikte zevkle o- kunabilecek ve temiz bir üslüpla ya - zılmış bir seyahat kitabıdır. Tatlı Sert Değerli şairimiz Faruk Nafiz Çam- lıbel'in mizah şiirleri Kanaat Kitape- vi tarafından toplanarak “Tatlı Sert” adiyle bir cilt halinde neşredilmiştir. Muhtelif mizah mecmualarında Kalender imzası veya bizzat şairin kendi adiyle neşredilmiş ve çok tak- dir görmüş olan bu şiirler ince ve za- rif nüktelerle doludur ve zevkle 0- kunmıya değer. İçinde gazel ve kasi- de tarzında eski edebiyatın çok mu - vaffak hünerli örneklerini ihtiva & - den eserin basılmasına çok itina edil- miş ve kitap Ankara kütüpanesi seri- si arasında neşredilmiştir. Fiyatı 50 kürüştur. Tavsiye ederiz. Maske Rüs edebiyatının bize en tanınmış imzalarından biri de Çekof'tur. Rus- ların Gi dö Mopasan'ı denilen, haki- katte bazan maruf fransız üstadını bile geçen bu büyük rus hikyecisinin hikâyeleri gazete ve mecmualarımız - da şimdiye kadar defalarla tercüme edilmiş, fakat kitap halinde toplan - mamıştı. Şimdi RemziKitapevi bu eksiği de karşılamış bulunuyor. Zeki Baştımar tarafından rusçadan çevrilen Çekof'- un 30 hikâyesi 190 sayfalık bir cilt halinde “yabancı muharrirlerden ter- cümeler” serisinin 21 inci eseri olarak neşredilmiştir. Fiatr 50 kuruştur. Büu kıymetli eseri okurlarımıza tavsiye ederiz. Kıza lâf atmamış ! » Şu kavağa bak, demiş, yapraklarını sevsinler ! İhtiyar kadın çıkarken : kızda da mı şeytanlık var ? İhtiyar kadın, ince telli gözlüğünü burnunun üstünde düzelttikten sonra: — Hâkim bey evlâdım, dedi, şu gör- düğünüz insan kılıklı zebani kızımın ismet ve namusunu bir paralık etti. Kendisine ağırların ağırı bir ceza ve- rin de içip içip âlemin elmasparelerine lâf atmanın sarkıntılık etmenin ne de- mek olduğunu anlasın ... « İhtiyarın insan kılıklı zebani de- diği genç, bıyık altı bir tebessümle bu lâfları dinledi, dinledi ve bir aralık : — Hâkim bey, dedi, mahkeme huzu- runda bana hakaret etmiye hakkı var mıya bu bayanın, dedi, ama bu lâflar ihtiyarın dizginsiz isnatlarını firenle- mek şöyle dursun, onu biraz daha coş- turdu, ithamlardaki endazeyi büsbü- tün bozdu. Lâf atma hâdisesini, şöyle- ce hülâsa edeyim, derken uzattırdıkça uzattırdı. Eğer sözleri sık sık inkı- taa ugğratılmasa kim bilir pazar gezisi- nin gaç gün evelisinden başlıyacak vedaha neler neler anlatmıyacaktı. Ben aşağıya bu ağır ithamların hülâ- satülhülâsasını alıyorum. — Pazarları evde oturulmuyor ki, evlâdım. İnsanın şöyle bir serinliğe doğru çıkası, biraz hava alası, günlük güneşlik göresi geliyor. Ayıp mı, gü- nah mı, kabahat mı bu? Yooo... iyi a- ma, ya böyle namus düşmanlarını ne yapmalı? Bunlar varken rahat adım atınıya imkân yok ki... O pazar ince suya gidelim, dedik, Konukomşu pek methediyor orayı... Allâh ömrünü uzun etsin, bizim efen- di böyle şeyi sevmez ama onun da mızgına girdim. Kerime cariyeniz de var. Kalktık hep birlikte İncesu'yun yolunu tuttuk. — Fidanlıkta biraz oturup dinlen- sek nasıl olur diye kerime bize sordu. — Pekâlâ olur, kızım, dedik. Orta havuzun kenarında bir kane- peye çömeldik. Fıskiyeyi seyre dal- dık. O sırada etrafımızda işte şu herif peyda oldu. İhtiyar bayan “şu herif” lâfını pek içinden söyledi. İki parmağını, kız- gin bir maşa gibi delikanlının gözle- rine doğru uzattı. Dehşetli hıncı ol- dugu b:sbellxydı Fakat, mahkeme sa- heti aklına gelen her lâfı Falih Rıfkı Atay Zeytin Dağı — Yeni basılış — Çıktı. Remzi Kitabevi Fiyatı 75 kuruş sarfetmesine mâni olduğu için yarısı- nı yutkunuyor, ancak içindekilerin bir kısmını ortaya atabiliyordu. De- vam etti : — İşte şu herif bizim kanepenin et- rafında dolanmıya başladı. Efendi, başını gazetesinden kaldırmadığı için bunun farkında bile olmadı. Fakat ben hele gül gibi kızcağızım yanımda du- rurken böyle münasebetsizliklere pek alınırım, Her önümüzden geçişte © çıkasıya gözlerini kerime cariyenizin gözleri- ne dikiyor, adeta, nasıl söyliyeyim, gözleriyle demediğini bırakmıyordu. Birine, ikisine, üçüne sesimi çıkar- madım. Ama bu gidiş geliş bir kaçı bulunca ; — Eh, kızım bu herif bana iğne ol- mıya başladı, dedim. Zavallı, saf, ma- sum, melek kızım benden çok üzülü- ' Yoksa bizim » diyordu yordu bu işe: — Ne yapayım anne, dedi, Allâh bin türlü belâsını versin, ömrümde yüzü- nü görmediğim adam.... Efendiyi dürttüm : — Hu, dedim, kalkta şu boyu dev - rilesiceye bir kaç söz söyle. Kıza fena fena bakıyor. Fakat kızım buna mâni oldu : — Yapmayın, bir şey söylemeyin, dedi, şuracıkta bir hâdise çıkmasın, polislik olmiyalım. İyisi mi buradan kalkıp gidelim. Babası çok şefkatli, merhametli bir adamdır. Kimsenin kalbini kırmak is- temez. Kızı da ona çekmiş zahir.... Neyse uzatmıyayım, biz oradan kalktık. Fidanlığın yolundan İncesu'- ya doğru yollandık. Fakat yolda kı- zım dönüp dönüp arkasına- bakıyor, âdeta diken üstünde yürüyordu. — Ne var kızım, bir derdin mi var, dedim. — Hiç yok bir şey anne, dedi, ama ben de arkama dönünce bir de ne gö- reyim, deminki herif (yani şu diye ge- ne parmağını delikanlıya dikti) adımı- mıza basarak arkamızdan gelmiyor muymuş ! Kızım, darılmıyayım, üzülmiyeyim diye onun geldiğini söylememiş de yok bir şey demiş. Oğlan benim gözle- rimi belerttiğimi görünce — yavaşladı. Aradaki dar yollardan birine saptı. — Hele şükür kurtulduk, diye se- vindim. Fakat köprüyü geçince gene peşi- mize takıldı. Yanında da ince uzun bir arkadaşı bile vardı. Öksürdü, ak- sırdı. Bir şeyler yaptı. Ben de artık tahammül edemedim. Zaten efendi de sinirlenmiye başlamıştı. Bahçelerin arasından geçerken de gözgöre lâf etti. Bakayım ne dediydi? İhtiyar dâvâcı, titrek şahadet par- mağını şakağına vurdu, fakat atılan lâfı porsumuş hafızasından bulup çı- karamadı. Bunun üzerine meşin para çantasını açtı. İçinden buruşuk bir kâ- ğt çıkardı. — Efendiye yazdırmıştım da, diye kâğıdı açtı. Gözlüğünü düzelte düzel- te okudu. Dedi ki : Gözlerini kızımın gözlerine dikti de $ — Reftarına bak, topuklarını yesin- ler, dedi. Ben de artık dayanamadım, Yakı- nımdan geçen bir polis efendiye anlat- tım hali, zabıt tutuldu. Parmağı bas- tım. Şimdi bu adama ağır, ama çok ağır bir ceza veriniz ki oğlum bir daha namuslu aile kızlarına lâfatmıya, na- musa tecavüz etmiye töbe eylesin,, di- di ve oturdu. Sıra müdafaayı dinlemiye gelmişti; delikanlı ağır ağır ayağa kalktı : — İsnatlardan hiç birini kabul et- mem, dedi. Ben ne kimseye lâfattım, ne de hakaret ettim. Hem — efendim, bu hanım benim yabancım değil ki... Kendisi senelerdenberi arkadaşımdır. Konuşuruz, gezer, tozarız. Birlikte... Hattâ evlenmek için projelerimiz bile vardır. O gün de valdesi ve pederiyle ki bizi öldür- çt , d he ölüürülmek korkusulur ? Ka B Ez y Felisi'nin Verne sokağına gel Ankara : — —. Öğle Neşriyatı: ö Ka neşriyatı — 14.50 Plâkla türk musil halk şarkıları — 15.15 Ajans haberlei Akşam Neşriyatı: ea0 olad neşriyatı — 19.15 Türk musikisi ve şarkıları (H. Rıza) — 20.00 Saat aya arapça neşriyat — 20.15 Türk müsi halk şarkıları (Handan) — 21.00 £ rans: (Parazitolog Nevzat) — 21.15 yo salon orkestrası: 1 - Strauss: De 2 - Humpries: Dreams of Yesterde) Mendelssohn: Sommernachtsraum, 4 sini: Wilhelm Tell — 22.00 Ajans ha ri ve hava raporu — 22.15 Yarınki pri ve İSTİKLAL MARSI İstanbul : Öğle Neşriyatı: / blakıa musikisi — 14.50 Hâvadis — 15.05 türk musikisi — 15.30 -16 Muhtelif neşriyatı. Aikşam Neşriyatı: 18.30 Plâkla musikisi — 19.15 Rifat ve arkadaşları fından türk musikisi ve halk - şarkılı 19.55 Borsa haberleri — 20,00 Saat a Grenviç rasatanesinden naklen, Mi Çağlar ve arkadaşları tarafından türi sikisi ve halk şarkıları — 20.40 Hava ru — 20.43 Ömer Rıza Doğrul tarafı arapça söylev — 21.00 Saat ayarı: KESTRA: 1i - Belfe: La Bohemienni Svendsen: Zorahayda. 3 - Ziede: Vals termezzo. — 21.30 Fasıl saz heyeti: ) him ve arkadaları tarafından — 22.10 musikisi: Plâk — 22,50 - 23 Son haberli ertesi günün programı saat ayarı: SOİ Avrupa : OPERA VE OPERETLER: 19 Layi Frankfurt, Hamburg — 20,10 Budapest 21 Berlin — 21.10 Milâno. OÖRKESTRA KONSERLERİ VE S FONİK KONSERLER : 12 Hambur 21 Kolonya, Viyana — 21.30 Roma — London - Recyonal — 21.55 Varşova Frankfurt. ODA MUSİKİSİ: 18.25 Lüksenburi 21.15 Prag 21.30 Paris P.T.T. — 22.15 S holm | SOLO KONSERLERİ : 15.25 Berlil 17.30 Berlin — 18.15 Kolonyn Kai | nigsberg — 20.15 Beromünster — Z Prağ — 20.55 Beromünster. NEFESLİ SAZLAR (Marş v.s.): Breslav — 8.30 Keza — 10.30 Hamburi 12,45 Prag — 18.20 Keza — 20,45 Tulul 22.25 Droytviç ih — 22.35 Hambult ORG KONSERLERI VE KOROLA 15.30 Viyana — 16 Paris. P.T.T. — | Frankfurt — 20.10 Kolonya, HAFİF MÜZİK : 5 Breslav — Hamburg — 6.30 Frankfurt. Kolonya 8.30 Frankfurt — 9.30 Berlin — 12 Al istasyonları — 14 Laypzig, Ştütgart — İl Viyana — 14.15 Berlin — 16 Alman isi | yonları — 18 Berlin, Hamburg — 18 Laypzig 18.30 Frankfurt — 19 Berlii 19.15 Münih — 20.10 Berlin — 20.20 # tens — 22 30 Kolonya — 23.15 Hamburi ı 24 Kolon: HALK (MUSİKİSİ : 1130 Ştütga 17.5 Stokholm — 18.40 Viyana — 23 BU | peşte (Sigan orkestrası) . DANS MÜZİĞİ :20.10 Königsberg 21.30 Stokholm, Milâno (Opera ve df — 22,15 Floransa — 22.30 Viyana, Lorf Recyonal, Poznan, Sottens — 22.55 | senburg — 23 Roma — 23.15 Droytvil 23.30 Keza.... birlikte gördüm. Selâmlaştık. Ha söylemesi âyıp, o bana mektubunu tı, ben de ağaçlıklar arasında hem bir cevap yazarak, yolda giderlerE arkalarından ulâştırdım, “Güya ben reftarına bak, topuk nı yesinler,, diye kerimelerine 1lâl mışım. Bu iftiradır. Ben, yanımdi arkadaşa : — Şu kavağa bak, yapraklarını $ sinler dedim. O kadar... Kerimeleri, benim yaşımda, yani şağı yukarı otuzunu doldurmak Ü redir. Lütfen kendisine benden dâ cı olup olmadığını sorun ,dedi .. Mahkeme, bahis mevzuu bayd şahsan dâvâcı olup olmadığını sor? ya karar vererek celseyi başka g* bıraktı. İhtiyarcağız, kapıdan çıkarken *| — Yavrum evde kalmış, dedi, ç? Biz yürürken mektup da alıp verif ler, Yoksa bizimkinde mi şeytaf” ler, yoksa bizimkinde de mi tanlık var da biz uyuyoruz? diye lenip duruyordu. iyma ederdi. Bundan dolayıdır ki Rober i daima © Şövaliye, düşünceli ve derin bir sesle cevap verdi: — Muhakkak ki hayır! Beni öldürmekten mene. decek olan öldürülmek korkusu değildir. Ölümden korkmam: Fakat başkalarının hayatıma hürmet ede- rim. Ben beşeriyim, ve bu, kendi rağmıma böyledir. Bana sorduğunuz suali bir kaç zamandanberi ciddi surette tetkik ettim, Mösyö Konstanten Mark. Gece gündüz bunu düşündüm, ve şimdi hiç kimseyi öldüre- miyeceğimi biliyorum. Bunları işitince Nantöy, sevinerek ona istihfafla baktı, Artık ondan korkmuyor ve kendisini korkut. muş olmasını da affetmiyordu. Kalktı : — Bonsuvar, Başım ağrıyor.. Yarım görüşürüz, Mösyö Konstanten Mark, Ve hafif çalâk, çıktı. Şövaliye korıdor boyunca onun peşıne düştü, ııh- ne merdivenini ark 'a indi, ve kapıcı kulüb önünde yakaladı :: — Felisi, bel bu akşam kabarede beraber yemek yiyelim, Çok memnun olurum! İster misin ? — OHh! Olmaz. Daha ne ! — Neden istemiyorsun? — Beni rahat bırak. Canımı sıkıyorsun. Felisi kurtulmak istedi. Şövaliye tuttu : — Seni öyle seviyorum ki! Bana böyle istirap çek- tirme, Felisi Şövaliye'nin üzerine yürüdü ve, dudakları lorıîne dönük dîglerîııî sıkarak, kulaklarına bir 1s - GÜLÜNÇ HİKÂYE ti. Vilye bulvarında biribirini diledikleri gibi göre- — bilecekleri küçük bir ev tutmuştu. Fakat bu sefer, onsuz geçen iki günd ıonrı, bu lmadık ziya - retine oldu ve h aşağıya indi. Yazan: ANATOL FRANS bıktım. Öteki çok mülâyim, çok cidaı : —Beraberce son defa görüşüyoruz. Bir felâket vukua gelmeden dinle beni, Felisi, İhtara b Çeviren: NASUHİ BAYDAR sı geçirdi ki öleceğini sandı. Bu kadar asabileşme- sinin sebebini iki gündenberi Rober'i gör şol- masına atfetti, Saat dokuzdu. Onu evinde bulacağı- rum. Beni sevmiye seni icbar edemem. Fakat bir başkasını sevmeni de istemem. Müösyö dö Linyi ile görüşmemeni son defa olarak tavsiye ederim, Onun olmanı menedeceğim. — Sen mi beni menedeceksin? Zavallı dostum! Şövaliye daha mülâyim, cevap verdi: — Böyle istiyorum, böyle yapacağım. İnsan iste - diğini elde eder; yalnız, değerini vermek lâzımdır. v Felisi, evine dönünce bir ağlama buhranı geçirdi. Acıklı bir sesle, bir fakir tavriyle kendisine yalva- ran Şövaliye hep gözlerinin önüne geliyordu, Bu sesi ve bu tavrı, verem olacağından korkarak kışı zengin bir teyzenin yanında geçirmek üzere onu Antib'e götürdüğü zaman, iş aramak ksadiyl nt düşündü ve şapl giydi. — Anne, bu gece tiyatroya gitmem lâzım, Sıvışı- yorum, — Git yavrum, Çok geç kalma, Linyi anası ve babasiyle oturuyordu. Verne soka- gındaki güzel konağın tavan arasında, “Öküz gö- zü” adını verdiği yuvarlak pençerelerle aydınlanan bir bekâr dairesi vardı. Felisi, arabada beklediğini kapıcı vasıtasiyle bildirdi. Linyi kadınların sık sık gelip onu baba evinde aramasını sevmezdi, Meslek- ten yetişme bir diplomat ve Fransa'nın dış menfa- atleriyle çok meşgul olan babası, evinde olup biten- ler hakkında inanılmaz bir cehalet içindeydi. Fa- kat Madam dö Linyi evinde usul ve âdâba riayet e - dilmesi hususunda dikkatli davranırdı. Ve oğlu da uzun yollarda bitkin dolaşan amele de işitmiş ve görmüştü.Mülâyimet ve sükünetinden dolayı Şövali- ye'den nefret ediyordu. Fakat bu çehreyi ve bu sesi hiç bir asla taallük edemeyip yalnız şekil- den ibaret kalan icapları yerine getirmek kaygısını gösterirdi. Anası onu istediğini sevmekte tamamiy- le serbest bırakır, ve ancak bazı l vakur K kö büzülüp, karanlıklar ve karlar ; ıınmdı beygirin yavaş adımlariyle, sokaklar ve — bulvarlar boyunca gittiler, ve aşkları simsiyah ge- — ceye büründü. j Rober, Felisi'yi kapısına kadar getirip : — Yarın, dedi, — Evet, yarın Vilye bulvarında buluşuruz, Er- kenden gel. F Felisi arabadan inmek için ona dayınıyord“' Birdenbire geriye atıldı. — Orada, orada, ağaçlar arasında... Bizi gözetliyordu . — Kim bu ? — Bir adam... Tanımadığım biri. Şövaliye'yi tanımıştı. İndi, kapıyı çaldı ve, titriye titriye, Rober'in man” tosuna sarılarak, kapının açılmasını bekledi. Sonrâ onu bırakmadı: — Rober, benimle beraber yukarı gel, Korkuy?” rum. Rober, az çok sab l ak, divend lisi'nin peşi sıra çıktı. . Şövaliye, onu, küçük yemek salonunda, Dark'ın zırhi önünde, Madam Nantöy'le birli Bizi gördü. Jai Şi bir yakmlık yle, ona, kibar ilemme'menıııp hatırlamakla muztarip oluyordu. Bir şey yiy di gençler için fıı'd—h. bahın birine kadar beklemişti. Sonra, aşağı miş ve yaya kaldırımında gözetlemiye başi :