13 Mart 1931 Tarihli Vakit Gazetesi Sayfa 4

13 Mart 1931 tarihli Vakit Gazetesi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

— 4 — VAKIT 13 MART ingilizler Musul petrollarını niçin istemiyorlar (Üst taralı bitinei savıfada) ameliyatı (935) senesinden evvel bitmiyecektir . Binaenaleyh bu tarihten evvel Musul petrolları- nın işletilmeğe başlaması müm- ! bün görülmemektedir. « Fakat aceba hakikaten (935) senesinde Musul petrolları işle- tlmeğe başlanacak mıdır?ingiliz- lerin hâkim olduğu petrol şirke- 'inin takip ettiği battı harekete bakılınca bu da çok şüpheli gö- rülmektedir. Zira Musul petrol- larını işletecek olan şirket diğer muhtelif memleketlerde ki petrol nadenlerinde alâkadar olduğu için Musul petrollarının işlemeğe başlaması ile piyasaya fazla miktarda petrol çıkması fiyatla- nn düşmesini mucip olacağını hesap ederek Musul petrollarını bir nevi ihtiyat malı olarak mu- hafaza sinek istemekte, müm- küm ol kadar Musul pet- ala tehir g" ““meği kendi menfaatine daha muvafık Oo bulmaktadır. OBun- dan. dolayı Musuldan Suriye ve Filistin denizlerine kadar ya- pılacak boru yolu bittikten sonra bile Musul petrollarının işletil- mesini şüpheli görenler. vardır. Musul petrolları işletilmedikçe Türkiye de bu maadenlerden his- sesini alamıyacağı için bu tehir- den mütetarrır olacaktır. işte hükümetin Irak hükümeti nez- dinde yaptığı teşebbüs bu vazi- yet ile alâkadar olsa gerektir. Türkiyenin Irak petrollarından alacağı hisse İraka ait olân his- senin onda biri olduğuna göre petrol madenlerinin iş'etilmeme- sinden dolayı Irakın Türkiyenin. «ine nisbetle zararı tabii on misli laha fazladır. Bu itibar ile Irak sükümetinin petrol meselesinde Türkiye ile müttehit bir noktai nazar takip elmesi kendi men- faati icabıdır. Mehmet Asım Yalovada domuz avı VK Üsr aralı I inc savılada ) “ zevkli bir avcılık yapacaktık. Süley- man Efendi haklı olarak bağırmağa “ bâşladı, karşı yakadaki arkadaşlar da ntalarımda konferansa Obaşladılar?.. “Bu esnada dere tarafında tek bir tü fek patladi, Yaluvanın Kadıköylü Hü. seyin çavuş büyükçe bir azılı vurmuş- tu. Domuzun düştüğü sarp dereden çıkarmak için, dört beş kuvvetli adam gönderiniz diye sesleniyordu, çok şü- kür.. İkinci postanın da fena kurulma sına rağmen orâdan da böş çıkmadık. Domuz iki tane oldu. Fakat saat te iki yi buldu. Biraz istirahat ve yemekten sonra bir posta daha yaptık. On beş lik sürü domuzların peşinden © giden kopaylar daha gelmemişlerdi, Hasan pehliyanın kopoyu “Tina,, ve Şükrü ça vuşun (Kastor) u son derece * inatçı hayvanlar oldukları içim domuzları dağdan dağa kovalıyorlardı, bu iki kö pekten cesaret alan diğer Kopaylar da onların arkasından taban patlatıyorlar dı. Polonezlilerin mevcut o köpeklerile günün son postasını bağladık. Bu son postayı bağlamak için tırmandığımız dağ, minare gibi bir yerdi, hiçbirimi. zin bacaklarında derman kalmadı, bil hassa yemekten sonra çok güç geldi. Yalnız Kadıköylü Hüseyin çavuş. bu yokuşları, çıkışları adi bir sabah te mezzlhü gibi yapıyordu, bir bakıyorsu muz karşıki dağın tepesinde bir de ha- kıyafsunuz yanınıza gelmiş?. Bir kö pek #esi duyuyoruz, haydi bu defn ö- bür dağın tepesine... Olur şer değil. Adamcağız avcı değil dağ keçisi, dağ keçisi! Son postamızı bağladığımız za man ben yine çok ümitli bir geçitte bek Viyordum. Dağın en yüksek yerinde de muzların muhakkak surette geçeceği bir Opatikadayım. Sarpçı Nikola nm havaya attığı tüfek seslerini, vuka rıya geliyor, yukarıza geliyor diye ba- ğırdığını duydum. Köpeklerin ağzı 1931 Zarureti vezin ! Mektep arkadaşları — Sırıtma huyu — Ülen Halit — lar olurdu ki mektebe kadar gelirdi. Bu meyanda, o zaman müftüzade olan ve sonra pederinin yerine geçerek meşrutiyette de meb'us olan müftü Mehmet Efendinin : Kürei arzı eylesem ber duş Bahri külzem ederdi cuşü hüruş Beyti, biz çocukları pek eğlendir. mişti, Kâmil Efendinin de bir beyti Yeni bir muhit münâsebetile şunu tahattur ediyo- yi rum: z —20 — "Yâzan : Hali Ziya Bu beyit şu idi: Rüştiyede geçen zamani, hayatımın; liye ederek: ” Şu bakkalın da hey gözüm görün €n elim, ve kısa olmasına rağmen'en| (o— Teşekkür et ki fena nişan alma: * di taze yağını İuzun zamanlarından biri olarak tahat.|mışsın da gözüme isabet etmedi!.. de Gürisnegânt ürnmetin sulandırır 'tur ediyorum. miştim ve gülüşerek bu vak'ayı da da| damağını Burada beşi geçmiyen arkadaşlarım!rılmadan geçirmiştik. dan başkalarile ünsiyet dairesine gir) © Hemen bütün diğerlerile. mizaca, (mek olmuyordu. Pek genç yaşında bia-| görgüye, giyinişe, yürüyüşe, söyleyişe iman bir derde kurban giden Evliyaza-|ait öyle farklar vardı ki araya bir tür| de Mustafa Bey başta olarak bu na/jü kısaltılamıyan bir mesafenin uzak-! dir arkadaşları, yazıları bir yandan sö ğını kurdu. Bir kısmı müçtenip, bir! nerken diğer yandan tutuşan elektrik kısmı lâkayit idi; bunlardan şikâyet ilânları gibi örtülüp açılan bir tahat- etmeğe bir sebep yoktu; fakat bir takı itur silsilesi içinde arıyorum. İkimizde mı sarahaten, husumetle, hasetle do- İde her vesile ile mübahaseye tutuşmak Ju, beni uzaktan bile zehirliyen' gözle- ilptilâsı onda bir dediğinden asla döİ- rini her hareketin arkasından © fırsat miyen bir inada, bende karşısındakini beklercesine saldırırlardı. Bana işitti- mutlaka iknaa çalışan bir israra mün-İrecek tek kelimeleri, kamçılıyan kısa kalip olan Hamamcızade Etemle, dai- cümleleri olurdu ki bunlardan tevel- ma koşan, oynıyan, taş atmakta şayani hayret bir meharete malik olan Menek işelizade Hüsntyü hepsinden daha vü- İzuh ile görüyorum. Her ikisi de İz - mirin hazakat ve haysiyetile mümtaz tabiplerinden olan bu iki dost o sene- leri, bilmem tamamen tahattur ederler! mi? Mübahaseler Etemle beni daima darılmağa ve nihayet bir yarım gün devam eden somurtkanlıktan sonra ba rışıp evvelkinden ziyade dost olmağa sebep teşkil ederdi. Hüsnünün taş at- maktaki meharetini bir gün burnuma müthiş bir darbe ile gelen çakıldan! pek iyi anlamıştım. Bana hiçbir zaman; fitretinin galeyanmdan mütevellit ha- şarılığın bir küçük tecrübesini bile yap! tırmamış olan Hüsnü bu kazadan o de rece müteessir olmuştu ki ben onu tes KkalikiimenilkisekikekikkiksiknisikiziiseeklikâLâ ALAN tam bana doğru döndü. Domuz yakla- şıyor, çalılar sallanmağa başladı. Bir saniye sonra domuzun önüme çıkacağı mühükkâk,' tüfek omuzumda .bekliyo-| rum. Tam hu esnada yandan gelen bir köpek domuzun önüne çıkıp sarpın içi ne kaçırmaz mı... terbiyesiz (o köpek? Bu defa da bana oyunu köpek yaptı. Benden sonra domuz Samanlılı Ah- met Efendinin önüne çıktı, o da hakkı nı verdi. Bu domuz da büyükçe bir ka ra burçaktı, Birinei gün üç domuzla kö ye avdet ettik. Çok yorulduk, fakat neş'emize payan yoktu... Bu öldürücü yorgunluklardan sonra akşam köyde yemeği Kadıköyünde Moda palasın sa hibi Mösyö Korukli pişiriyordu. Yara: maz mektep çocuklarına çok benziyen bu candan arkadaş bizler için cidden çok yoruldu... Akşam Çinarcığın sahil kahvesinde ne güzel vakit geçiriyor. duk. Mevzu hep avcılıktan oluyordu. Kadıköylü Hüseyin çavuş tüfek dolum larından bahis açtı: “Sizin fişeklerin içinde az barut var Sait Bey, öyle dolu olmaz. Tüfek patladı mı, tüfeği ntan ibir tarafa, av da öbür tarafa yıkılma- )12.. İşte dolu dediğin böyle olur?..., Ne denir olur a... Bundan sonra İstanbul daki avcı arkadaşlara Hüseyin çavu- şun tavsiye ettiği doluların reçetesini vereceğim. Meselâ Ambarlıda bir bıl- drrom curnatasında ne hoş olacak.. Bıldırcın bir tarafa tüfeği atan arka üstü... (Devamı yarın) romans vanadan san öp sinai vü ind ee anna vermemeye e RENE PANE PARE ERE i Biran Ef. — Merhaba Hasan B. , nasılsın iyisin 'nşallah .. Ne düşünüyorsun böyle ? 'şiir meraklısile arasira mülâtafe tar» Bican Efendi lüt edebilecek avakibe maruz kalma- mak için muhatabı müphem kalırdı, fakat bilirdim ki muhatap benden baş- kası değildir; yahut ben geçerken, ya hut söylerken, okurken biperva bir is- tihza kahkahası arada mevcudiyetine tahammül edemedikleri farkın intika- mını alırdı, Eğer vehimlerinde ailenin nüfuzundan, mevkiinden gelir farzet- tikleri nahoş neticelerden ihtiraz etme- selerdi belki burada tahsile devam et- mek bence mümkün olmiyacaktı, Fakat kalbimde buradan kurtulmak ihtiyacı günden güne artan bir şiddetle dalma gülmeğe meyyal dudaklarımda bir fü- tur takallüsü mühürlemeğe başlıyor- du. Gülmek... İşte bir illet ki bu yaşta, türlü matemlerden sonra bile hâlâ be- ni terketmedi. O zaman bu, beni hemen daima her şeye sırıtan bir çocuk yu- pardı. Musllimlerden biri, Mustafa Efen- di; asabi bir hâstalıkfa' “malal İdi, Ve fakrı halini melekâne bir sabırla taşı- yan bu biçarenin başı daima sallanır. dı, Bu sırıtkanlığımın sebebi kendisi olamıyacağına kananti kâmilesi vardı elbette, fakat ders esnasında ben tebes sümümün içine hakknda (duyduğum #evginin ve takdirin bütün ifadesini koymakla beraber, o galiba malâliye- tinden mütevellit bir vehim ile bundan alınırmış olmalıydı di.bir gün bana: — Ülen, Halit. (Bu ülen teldffuzu İzmir şivesile ulan tabirinin muhaffef bir şeklidir). — Clen, Halit... dedi, iyi çocuksun, hoş çocuksun amma ille şu gülme hu- yun olmasa... Birden; onun vehminde doğmuş ols cağını düşündüğüm şüpheden o kadar üzüldüm ki, derhal gözlerimden yaşi boşandı ve bu yaşlar ona en kavi temi- nat makamına geçti. Muallimler arasmda Kâmil efendi hoca bende asla silinemiyecek bir tak- dir ve muhabbet yadigârı bırakmıştır. Pek münevver fikirli, cerbezeli, ma Tümatlı, fariside ve türkçede vâsi ikti Ben bir gün, izhârı fazilet sevdasile, !smıfta bir fersat bularak ve elimde taş): sile tedavi olunup olun tahtanın üzerine yazılmış bu beyti, sanki onun olduğuna vâkıf değilmişçe- sine, göstererek dedim ki: — Hoca efendi, bu beyitte: gürsine! İâyıkile okunamıyor, vezin bozuluyor. O derhal beni tatmin edecek bir sesi le cevap verdi: — Onu burada gürisne okuyacaksın, zarureti vezn için bu ca- lardan bazı bize tuhaf görünen parça. | | Belçikalı doktorlar Gazeteler ; yazdı. 300 tan Belçika doktoru yakında şehri mize gelip tetkikatta bulun” caklarmış. Tam yerinde ve zamanındf bir seyahat doğrusu. Hazır ger mişlerken kendilerine “Fiziyoloji kitabını tetkik sek ve «erken bunama,, nın olduğunu, «veremin Fridman pi ğinı»sorsak... V *. Kadınlarin meb'usluğ Kadın birliği intihabata larında iştirak etmelerini için hükümete baş İ Bendeniz bu işe taraftarım. izdir. Size bunu Gülistanda izah etmiş! kat, biri evli, biri bekâr tim. Ben bu zarureti vezin illetini o gü- ne kadar farisiye mahsus zanneder- dim. O tarihte İzmirde kıyafet, hazı me- murlardan ve onların çocuklarından, bir de içtimai hayatlarma az çok fe- ceddüt tohumu karışmış ailelerden baş kalarında şalvar cepken, yahut biraz yenileşmeğe yol almışlarsa, elifi biçim le hafif bir paltodan Rüştiyede azim bir ekseriyet bu son hi- yafetlerde idi. İtiraf ederim ki kofalı şalvarın hoşluğuna, ondan tevellüt e- den endam ve hıram letafetine o zaman dan başlıyan bir meczubiyetim vardır. İzmirin gür kaşlı, iri gözlü, pembe beyaz tenli, mütenasip endamlı, düz- gün bacaklı delikanlılarının, ekseriyet üzere mavinin muhtelif renklerinden intihap etikleri iki tarafa hoş bir ahenk le sallanan bu ko'alı şalvarları içinde, başlarında hafifçe bir kaşlarının üstü- ne İğrilmiş poşulu feslerile, bellerinde İkide birde boşanıp lâtif ve tekrar bo- diye ihmalkür bir tavırla topla Sli ipek Trablus kuşaklarile, kırmızı diz bağlarile ta diz kapakları hizasında gerilmiş bembeyaz tire çorap| larile öyle bir raksedercesine hafifçe| sekerek yürüyüşleri vardı ki bunu hâ- lâ görmek isterim. (Bu kıyafetle İzmir delikanlısını “Keklik İsmail,, serlevhalı hikâyemde| tasvir etmiştim.) Mektepte en mühim mesele ayakkapi Jar muamması idi. Terlik getiren ya» hut fotin giyen yok gibiydi; ve her ta rafında yere oturularak ders yapılan yahut namaz kılınan bu binanm eşiği-| ni geçerken kunduraları pabuçluğa bı- rakmak lâzımdı. Bunun neticesile a- yaklarına birer potin takâmamtış olan lar, ki ekseriyet idi, mektebi çoraplar- la yahut çıplak ayaklarla dolaşırlar-! dı. müteşekkildi. dostum aleyhtardırlar. Evli “A kimse duymasın, ihtarile di ki: — Meb'us olmalarına t değilim; yalnız bizim hanın meb'us olmasına taraftarım. B sayede kadıncağız, söz söylem ihtiyacını mecliste tatmin evde "vır vır,, ni dinlemi Sonra sık sık dairei intihabiyf sine gittiği zaman ben serbet kalırım. Bekâr dostum ise kısaca: — Amanın, diyor, bu işe dın parmağı karıştırmayın | Topln Tğne adnan Ben 080 seen vaya 9m fiilleri şöyle bir ezber edilecek suretle fransızca öğrenilmiş ol Dolu bir sofraya davet edilmek: sonradan gelmiş bir misafire iki H le arasında daracık bir yeri iste! rek açanlar gibi haftada iki saati fransızca dersine de ancak ceği bir müddet bırakıldı. Bu hâdise bende fransızcayı mek ihtiyacını kamçılamış oldu. dan başka pek âlâ biliyordum ki. © tanlâ resaili erbaadan hayat için daha mühim şeyler vardı. Buna bir çare bulmalıydı: Mercan mektebinden sıbyan ne, oradan Fatih askeri ri lamak cesaretini göstermiştim, bu işe de kâfi bir marifet gös”, tim; ancak bu defa mes<'e m8? ve paraya tevakkuf <uiyordu. İst? da artık islerini bitirmiş ve İZ? yeni bir ticarethane açmış olan * ma, eğer o bir muvaffakiyet ül remiyecekse, dedeme, bu fikri telk' mek Ikzımdı. Bu da mutlâka gizliden aktolunacak bir ittifaka ” vakkıftı. i # iy A Rüştiyeden sonra ne olacaktı? Bu muammayı halletmek lâzımdı. Menkü- ben İzmir valiliğinde bulunan Mitat! Paşa bir gün mektebe gelmiş ve burs- da derslerin ne kadar sakim bir zemin üzerine kurulduğuna bittabi derhal dik kat ederek buna hiç olmazsa bir fran-! Bu ittifak pek kolaylıkla du, ve madem ki tahsilimle me lan dedemdi, hir gün ben bir mektebine girebilmek ve birka€ kazanmak için evvelce dedemin " rebi olan bir dava vekilinin İk darlı bir zat olan bu muallimden gerek'sızea dersi ilâve ettirerek kısmen çare| sine götürüldüm. o sırada gerek sonraları pek çok İsti fade ettim. Kâmil Efendi diğer birkaç! bulmak istemişti. Mektebin son iki senesine haftada ikişer saat konmak istenen bu dersle zında müşaareler de yapardı, ve bun- ve rüfek Hasan B. — Hiç Bican Ef, bir şey düşünmeyorüm, - yorgu- num da dinleniyorum, ası belki iki sene sonra ancak avoir ve etre Maruf B.—Haydi haydi Hasan B., bizi atlatma ; bir şey düşü- nüyorsun ne düşündüğünü söyle! | Meb'us namzetleri ... Bu dava vekili beni mektep zırlıyacaktı. İşte o günden iti yatımda başka bir ufuk a a Halit Ziya: Uşşaki Ek i <0 | i Hasan B.— Haydi bizim gezetede bazı M€ zetleri ismi uydurmaği dik, yarın kimleri Y8 düşünüyorum.

Bu sayıdan diğer sayfalar: