bir gün, bir âbâri'de Mer ;kiğıı oynı- Pajj 1 göstermiş: Ölrtk bu» demişti. akllm » ESİn; kar, 0t — vardı, Bunga Goğru inizi * Sigara, K :.:nı Yazıları Bolrdiz, AP'ığını, Nİ — sor- bir Yazarının idüşünülür. A i 'Wü t s.a'_'l’_ Uşu- üy di BNK h.ğî'_kv ırl:a. $i â. Sabahattin Kudret AKSAL maz sıcaklık, ilk cümlesiyle insanı hemen sarıveren büyü, bir bakıma da gerçek duygu- ları, gerçek düşünceleri yaka lamak için kendi kendisiyle de yaptığı bir savaşın sonu- cudur. İyice tanımadığı. türlü yönünden bilmediği ne — bir duyguyu, ne bir düşünüşü, ne bir insanı, ne de bir çevreyi anlatmıştır. Zaten dü İ bir edebiyatçı, bir yeci gözüyle bakmaz, bildiği gibi yaşar, sonra da yaşama tecrü besinin yükü kendisini zorla- yınca kendini kalem kâğıdın önünde bir sanatçı olarak du- yardı sanıyorum, Ölümünden üç gün — önce hastahanedeki odasında — ge- çen kısacık zaman bir yana, son gördüğüm günü hatırlıyo rum, Bu aynı zamanda Sait ği caddeler- iyle öteye beriye bakarak, kararsız do- laştığından ötürü hoşnud, son Âvârelik günüydü. Günlerinin büyük bir kısmını, kimi kere yaşadığı, yaşamakta olduğu için memnun, kimi kere bilin mez kim bilir neden üzüntülü küskün, ama her zaman yaşa manın şiirini tadarak, en kü- çük bir ânı bile kaçırmamıya çalışarak dolaştığı Beyoğlu'n- da rastladım. Saat yarımdı. Be raber aşağı yukarı bir iki ke- re yürüdük. Ben bir şey ala- caktım. onu aldık, Birdenbire nereden aklıma geldi bilmiyo rum, yedi sekiz yıl önce diline doladığı bir şarkıyı hatırlat- tım, Pek hoşuna gitti. Belki yedi sekiz kere mırıldandı dur du. Sevinçli, sıhhatli bir gö- rünüşü vardiı o gün. Son yıl- larda aşağı yukarı her konuş mamızda sözü döndürür do- laştırır, hastalığına getirirdi. Ben de, bu bakımdan ilgilen- miye, bir şey söylemesem de bü gözle bir kere bakmıya a- Tışmıştım. Sait'te eski günle- rinin canlılığını, sevinçli ha- lini görünce sevindim, «Öğle yemeğini nerede yiyeceksin?» diye sordum. «Eve — gidece- ğim. dedi. Dandrino'ya — gir- dik, İstekle, ilgiyle yağ., pey nir gibi şeyler aldı. Akşama doğru da Beyoğlu'nda buluşa caktık. «Gecikme: diyordu, Gelmedi o akşam Sait Faik. İki gün sonra o gün evinde hastalandığını, — hastahaneye kaldırıldığı duydum. Hastaha- neye gittiğimizde, bu kere ma kamsız, sadece güftesini söyli yerek o şarkıyı hatırlattı ba- na, Anladım ki Sait Faik yıl- lardanberi unuttuğu bu şarkı yı gene, bir zaman için diline dolayacak, bir çocuk gibı ke- yifli, bu şarkıyla sokaklarda gezecek. Yeni bir oyalama kay nağı bulmuştu, hiç — olmazsa bir zaman için. Gülümsüyor- du. Yanından ayrılırken «Ge- ne gelirim Sait» dedim. OL| bembeyaz hastahane odasında bir şarkının ilk mısramı ha- fifçe gülümsiyerek, mırılda- man sonra bana dönüp «Değil mi?, diyen halini hiç unutmı yacağım. Artık Sait Faik — diye, ko- nuşan, dolaşan, kızaa, sevinen, alay eden bir adam yok. Yıl- lar sonra hatırlattığım, sevdiği bir şarkıyı mırıldanazak ke- yifli, bir zaman için de oisa sokaklarda dolaşmıyacak. Ne Ada vapurunda, ne Beyoğlun- da, ne Ankara caddesinde o- na rastlamıyacaksınız. Ama bundan sonra on üç kitabıyla birlikte, sadece Türk — edehi- yatının değil, dünya hikâyeci- liğinin de ayni zamanda, vaz Beçilmez bir kişisi olarak git tikçe yayılacak, Fraasıt şüiri nin «Çamurdan altın — yaplı- Binı» söylediği gibi, Sait Faik de derbeder, düzensiz, sarsın tılı yaşayışından hikâye sa- hatının kolay kolay yaxalan- maz düzenlerinden bicini kur muştur. Her geçen zünün de ğerini biraz daha bel'rteceği, aydınlığa çıkaracağı muhak- kak. SAİT FAİK'LE SON KONUŞMA sıil Faik geçenlerde bir gün «Kulis» de iki mahcup genç kızla konuşuyordu. Bun- lardan biri (Gülen Erdal) ken. disiyle bir «röportaj» yapmak- taydı. İstanbul Amerikan Ko- lejleri'nin her yıl çıkardıkları «İzlerimiz» adlı edebiyat der- gisi için bir röportaj. Gülen Erdal'ın sorularına verdiği ce- vaplar Sait Faik hakkında bi- linenlere belki fazla bir şey katmıyor. lâkin kendisiyle ya- pilan en son «konuşma> bu ol- duğu ve bu cevaplar bir okul dergisinde unutulup — kalacağı için, bunların bazılarını bura. ya almağı uygun gördük. Genç öğrencinin: «Hikâye yazmağa ilk ne zaman başladı NIz?» sorusuna Sait Faik şöy- le diyor: *Bursa Lisesinde onuncu sı- nıfdaydım, edebiyat hocamız bir vazife yazmamızı istedi. Ben İpekli Mendii isimli bir hikâye yazıp verdim, Ertesi ders hoca bu hikâyemi bütün sınıfa okuttu. Neden okutu- VATANIN İLAVESI Sajit Faik Burgaz'daki evinin bahçesinde... alar mıdir, yoksa hayâl mah- sulü müdür? dran «Vak'alar yaşanmış değildir, onları ben hayalimde yaşatı- rım, Şahısların bazıları hayat- yordu bir türlü anl ım, Meğerse hikâyeyi çok beğen- miş, sonra beni yanına çağırıp: *Eğer' böyle yazmakta devam edersen iyi hikâye yazabilecek- sin' demişti. İşte ilk bu şekil- de yazmağa başladım. Hocam, bana daima cesaret veriyordu. İkinci olarak 'Zemberek' i yaz- dım, Sonra İstanbul'a gelip Edebiyat Fakültesine girdim. Orada rahmetli Kenân Hulüsi'- nin verdiği cesaretle hikâye yazmağa devam ettim.» (Sajt Faik, henüz bir lise öğrencisiyken yazdığı bu iki hikâyeyi sonradan kitaplarına almaktan çekinmemiştir. «İpek li Mendil» hikâyesi «Semaver» adlı kitabında, «Zemberek» ise «Şahmerdan» dadır, Yazdıkla- rını sonradan değiştirmek ve- ya — uzunboylu tashih — etmek âdeti değildi. Sait Faik'in ce- vabından bu iki hikâyenin o zamanlar birer tahrir vazifesi olarak yazılmış oldukları an- laşılıyor.) «Umumiyetle nerede ve na- sıl yazarsınız?» «Hikâye yazmak için oturdu- ğum hiç vâki değildir. Hikâye yazmak içimden gelmeli ve sonra oturup yazmalıyım. Hi- kâyelerimi ekseri herkesin ara sında, bir balıkçı kahvesinde ve evimde gece yarısından son ra annem uyürken yazarım.» «*Niçin hep denizden ve ba- lıkçılardan bahsedersiniz? » «Adada oturuyorum, Denizi pek çok severim;, balıkçıları da öylesine, Balıkçı kahvesine gi- der otururum. Oraya çeşitli balıkçılar gelir, ben onlarla ahbaplık eder, kayıklarıyla de- nize çıkar, onları avlamağa çalışırım.» Sait Faik, bunları söylerken, hiç şüphesiz uzaklara denizlere dalmış — balıkçılarını - bulmuş onlarla konuşuyordu. Bana: «Balıkçıları çok severim ben, diyordu.» «Hikâyeci olmasaydınız. ne olmağı düşünürdünüz? . «Kahveci. Kahveci olmağı çok isterdim. Hem gene de is- tiyorum. Şöyle deniz kenarın- da sessiz bir kahvem olsun, o- raya kimbilir ne çeşitli insan- lar gelip gidecek, ben onları tanıyacak, seveceğim. *«Hikâyeleriniz yaşanmış vak ta tanıdığım kimselerdir.» «Kibar zümreyi hiç kaleme almazsınız, niçin? » «Kibar zümreyi hiç sevmem de ondan, Bana öyle gelir ki, onlar .yaşamaktan hiç zevk al- mazlar. Yaşamaktlan zevk alan- ları severim ben. Yaşamalı bu dünyada...» «Sizce yaşamak nedir?» «Balık tutmak, kahvede otur mak, yanımda çok sevdiğim köpeğim, insan tanımak, Bey- oğlunda bir aşağı bir yukarı dolaşmak, arada içmek. hiıkâye yazmak, velhasıl hiç bir şeve bağlanmadan âvare gezmek bü- tün gün. İşte ben böyle hayat- tan zevk alırım, büna vaşamak derim.» «Şimdiki edebiyatçılar ara- sında tercih ettiğiniz kimler- dir?» *«Vay canına, amma da güç bir sual! Hiç kimseyi gücen- dirmek istemem, fakat madem- ki ısrar ediyorsunuz söyl yim, Şairlerden Orhan Ve ve Fâzıl Hüsnü'yü, hikâyeciler- den ise Oktay Akbal'ı tercih ederim, Bilhassa Oktay Ak- (Limasollu Naci) Ve Aşağıda oku, İ Kız» adlı Sait Fa- ik bundan bir kaç hafta evvel bize okumuş ve «Sanat Say- fasır İMROZLU KIZ Dudakları yağmurlu havalarda siyahtır Bütün hafta kirli Pazar günleri fiyakalıdır Eleni. Aşağıdak! sitrin adı yok. Salt Faik bunü geçenlerde bir gün beraber nda yayınlamamıza müsaade etmişti. Sait FAİK şair demir Asaf'a oku- muş ve okuduktan sonra da yırtıp atmış. Özdemir Asaf, kü- ğit parçalarını Salt Faik'in gözü önünde toplayıp saklamıs, bize verdi. Şiir büyük boy, İnce, sarı bir kâğıda Sait Faik'- in kendi el yazısiyle eski Türkçe olarak yazılmıştı. Bir büyük karışıklık yaşadığımız sabahlar Nerde ormanın içindeki sakalı uzamış insan Mesut döğüşürken aç kurtlarla Nerede jlk kulübede ilk eşya İlk i da ilk hisler Başlık: Anlamak, Boşalışı sağnağın, 1907. Nasıl şaşırır birden Fransaya gidiş dönüş. Uzun, kısa, Derken durdu, 1954 Elleri kesilmiş. Başın öne düşmesi, Anlamak boyun eğiş, bal'ın 'Duvar Gazetesi» ni çok ANLAMAK SAİT FAİK İÇİN BİR KÜÇÜK AĞIT Kompozisyon yazıyordu sınıf, Anlamak uzakken yakın Kurumuş topraklara, anlamak, Anlamak görmekti süregelen gizliyi. Doğdu Adapazarında görmiye İnsan ilk girdiği koskoca bir sarayda Anlamak şaşırmaktır, darken geniş Rursa lisesini bitirdi, İstanbul Anlamak açılışı kapının Dilsiz ve karanlık konakta Anlamak hikâyelerinde İstanbul Anlamak birden durmaktır: Gökyüzü daha geniş... Behçet NECATİGİL 9 beğeniyorum, «En çok hangi hikâyenizi se- versiniz?e *En çok, en son hikâyemi severim.» (Sait Faik'in büu cevabını «Yazdığım en son hikâye, da- ima en çok sevdiğimdir. diye tefsir etmek de mümkündür. Ama bitirdiği her hikâyeyi «en çok,» sevmezdi, Onun için, bu- rada «en son hikâyem» dediği zaman bu sayfada okuyacağınız *Kalinihkta» yı kasdettiğini dü şünmek yanlış olmaz.) «Bugünkü edebiyatçı gençli- Bi nasıl buluyorsunuz?» «Ümit verici. Yalnız, bugü- nün edebiyatçıları muayyen, entellektüel bir grupa ancak hitap ediyorlar. Umuümiyetle halkta edebiyatçılara karşı alâ- ka çok az, cesaret verici değil. Bundan dolayı edebiyatçıları çekingen buluyorum..» eBugünün — edebiyatçılarına ne tavsiye edersiniz?. «Ben de bu grupa dahil ol- duğum için bilmem ki ne di- yeyim. Sadece kendi yolların- da gayretle ilerleme.» ” YAŞAMANIN Haykırdı kalın sesi karanlıkta Hasta elleri susamış Rütün düşüncelerine uzak —. Şimdi bir hayvandı hasta Yarısı üşüyordu tabanlarının Bir yol Anısında Yarısı morarıyordu Daha yeni anlıyordu yaşadığını İşte yalnız su ve ateş gerçekti Uzaklarda yıllar Bir taş sessizliğinde Tâ derinden duydu toprağı Haykırdı kalın sesi acıda Hasta kaldı hareketsiz Oda boşaldı Soluğunun tadına yeni ermişti göğsündeki sancılardan Ayrıydı yerce gökce aşk ve ölüm Haykırdı ummadan beklemeden Bakışı aralık bir köpek uykusu kadar Fâzıl Hüsnü DAĞLARCA 8 YERİ Sait FAİK Sait Faik'in İstanbul'un her yanında her yaşta, her tipte pek çok'dostu vardı. — Bu resim bi rkaç yıl önce Yedikule civarında çekilmiş KALİN Sait Faik'in yazdığı en son hikâye olan «Kalinihkta» «U fuklar» —dergisinin — Nisan 1954 sayısında yayınlanmış- tı. XZatnıma baktım kimseler yok, Az önce çevrem — insanla doluydu. Köpekler — haylıyor. ağaçlar hışırdıyordu. Bir irmek dibinden, akıyordu kulağımın Ağaçlar suları yıkı vanlar insanları pekler -konuşuyor, insanlar hav liyordu. Gök yüzü sarıydı. Bi- risi: «Canımsın, diyordu, canım- sın, ağacımsın, irmağımsın; «de- nizim benim.» Ötekisi bir İn7 san kokusu içinde sıcaktı, Ce- vap vermiyordu. Elinin üstün- deki mavi damarlar bir dostluk denizine akıyordu. Saçları ka- ra, gözleri kara, kaşları kara, kara günler, kara hikâyeler do luydu, Dudaklarında — şimden sonra söylenecek kız oğlan kız türkülerin boyu vardı, Sandalın içindeki — güneşten, gök yüzündeki tozdan, ağacın kırmızısından mi ay - doğüyör- du. Bir dudağım yerde, öteki dudağım kuyruğunda ateş Bgi- dip geliyordu içimde, «Seni damarlarımda, bileğim de atıyorum.» j Yıldızlar asılmıştı ağaçlara. Soğuk kandil kandil sarkıyor- du. Yanımda dostların en ko- yusu, kadehimde sakız rakısı, dilim kekeme, elimde olta, ol- tanın elinde zoka, sandalda Barba Stanco, küpeştede Sivri Ada, yıldızlar bağrımda; dümen deyim, Motor hışır hışır hışırdı yor, Köpek sesleri geliyor dost çasına, Ağaçlar yıldızları, ağaç- lar tepeleri, köpek sesleri sa- bahları getiriyor. Bir balık ko kusu içiyorum. Bir Rum evin- den midye tavası, bıyıklarımın içinden anason kokusu geliyor. «Canımsın» diyorum kime, Kahve fincanına düşen sabah yıldızını kokluyorum, Mis gibi kahve kokuyor, Kocayemişler:- nin çiçeği pare pare. Karabaş- leri avuçlarımda eziyorum. Di: lime arılar konuyor, gözümü arılar sokuyor, güneş batıyor, bir karabatak düşünüyor. Mar- tının biri boşlukta bir direğe konuyor. Çakıla sulardah ei- biseler giymiş, hava renginde askerler çıkıyor, Çakılda ayak sesleri duyuyorum O Aspasya- dır 6, O Aspasya'dır. Yasemin- h Aspasya, kâfur kokulu Aspas ya, Paskalya çiçeği — sarısındaı Aspasya, dilinde kıvılcım, diln de yilan, dilinde aynalar ve çeş meler, «Canımsın, diyorum, sın.» Yani, Yani be! Hey Yani! Ka ra Yani! Hey Beykozlu laterna- ev Panayot'un torunu kara göz- lü dostum Yani! Söyle Rumca Karabiberim şarkısını. Aspasya duysun. O Türküdeki İbrahim benim, Bırak İbrahim'i ve zen* ginliği Karabiberim. canım- eee B , ” İHKTA Sait FAİK Dostluk çayırının bu kuzu- ları kimin? Sizin mi? Kuzular mı? Kuzular meler mi? Yani, söyle Karabiberim şarkısını, Şimdi Atina'da Omonya mey danında akşam oluyor. Atina kahvelerinin teraslarında — bir ançüvezle, bir yeşil zeytin ve bir kadeh mastika duruyor ki- min önünde? Kimin önünde o- lursa olsun. Pire'den denizana- s1 kokusu geliyor Akropol'den Sokrates iniyor. Sen Yanak:! Dostların en koyusu! Arkadaş ların içinde ölümden önce en sonuncusu! Atina — sokakların- dan geçerken yıldızlara bak. Yıldızlar seni sandallara, ka- yıklara, vapurlar»? ve — adalara götürecek Dünyanın bütün a- dalarını gezeceksin. Dünyanın bütün sandallarına bineceksin, Elinde naylondan 35'lik bir ol- tayla deniz diplerinden — balık sanıp fosforlar, yakamozlar, pı rıltılar yakalıyacaksın, — Balığa boşver! Düşün Yanakimu beni, Bin bir yıldızın sırtına. Adala- rın içinde bir Burgaz adası ver dır. Bir 'sandal vardır, tam Ka- loyeros'la Leandros'un gözüktü ğü nişanda. İşte o benim. Ben, sandallar içinde bir sandal, de- nizler içinde bir deniz, insaa- lar içinde bir insan, Yani! Omonya — meydanında akşam oluyor. Gök yüzünden sandallarla şarkılar — geçiyor. Arabalarda ışıklar kayıyor, bir at kişnemesi duydun mu? Bir fayton geçti mi delicesine ak- lından... ve Omonya kahvele- rinin camından? Bil ki — ben Taksim meydanında, âbidenin önündeki çayırın kısa parmak- lıklı demirlerine oturmuş se- ni düşünüyorum. Seni düşünü- yorum Yanaki. Gece oldu. Kar lar sönmek üzere Işıklı ilânlar sönüyor. Otlar kararıyor. Bit lavarnadan üç gitar sesi geli- yor. Mavrodafni kaldırımlarda kırılıyor. Sen oteline kadar yü rümeyi düşünme; Atina ile Pi re arasındaki metro çoktan iş- lemiyorsa işlemesin, hava gü- zel yürürsün. Martılar Sivri a- dada ayın ışığında dönüp du- ruyorlar. Barba Vasili paltosu- | na girdi uyudu Ben seni dü* şünüyorum Yanaki Sonra At- pasya'nın söylediği Kefalonya havasından çıkan rüzgâr Siyri Adanın denizini ürpetiyor. Ya- naki, Omonya meydanıinda ı- şıklar sönüyor. Kahve kapan- mak üzere. Yeşil zeytini ye. Şu düzü yuvarla, İşittin mi Pire- den gelen vapur —düdüğünü? Ben Galata köprüsündeyim o dakka. Bir Hollanda şilepi Ok- d d: dol. kaçağına sesleniyor acı acı. Usküdar iskelesine iniyorum. Parmaklığa dayanıyorum, Sen yeşil zeytini neden yemedin? Omonya meydanındaki Ekselsi yor kahvesinin garsonu: «Kalinihkta Kiryoso — diyor bana .Benden de bir Kalinihk- İşte büyük kavak ağaçlarının kaygan, parlak sırtlarından inen Şişman yağlı tırtıllar Beyhude saraylar, meçhul âletler Üzst üste Alt alta apartmanlar Bir çatıda binlerce insan ama Yalnız bir katta beraberlik, yalnız bir katta his Kocaman evin hayali içimdedir O büyük dünya yüzünü kaplayan Dısarda bütün malzeme Tırtıl, insan, kavak ağacı, orman, balta ve ilâhir. ta sana, Panco! DÜNYA ERMİŞİ Bir giden Sait Faik var, bir de kalan .,Giden için ne ka- dar ağlasak ,dövünsek, parça” lansak boş, geri döndüremeyiz, Ama kalan Sait Faik bizim, ya şadıkça bizim, bizlerden sonra da başka nesillerin. Geçici Sa- it'i toprağa verdiğimiz günün ikindisinde, yağmurlu bir Be- yoğlu saatinde, kalan Sait Fa- ik'e Beyoğlu'nda rastladım. Bu defa sokakta avare, şairce do- laşmıyordu, bir vitrine bakmı- yordu, sigara almıyordu. Ar- tık o vitrinin içindeydi. On üç kitap halinde bizlere, yoldan olduğu gibi, hayattan da, o an- lik geçip dönen kişioğullarına, bakıyor, sesleniyor, çağırıyor- du. 1 Kalan Sait Faik't artık bu on üç kitapta bulacağız. Bu- nunla yetinmek zorundayız. Se maver, Sarnıç, Şahmerdan, Lü zumsuz Adam, Mahalle Kah- vesi, Havada Bulut, Kumpan- ya, Havuz Başı, Son Kuşlar, Bir Takım İnsanlar, Kayıp A- ranıiyor, Şimdi Sevişme Vakti ve Alemdağda Var Bi -Y“n. Sait Faik'in eseri bul% ir. Bu eser, bizim neslin kendi iç romanı, kendi hayatımızın bir çeşit tarihçesi de demekti. Çün kü çoğumuz birçok duyguları, izlemleri ilk defa onun hikâ> yeleriyle yaşamışız. Meselâ aş- kı, aşkın ölmezliğini ilk Sait'- in hikâyelerinden duymuş, tad mışızdır. Kendi serüventerimi- ze onun aşka, sevgiliye verdiği anlamın karıştığını farketmi- şizdir. Yaşamanın — boşluğunu, hiçliğini bilmekle beraber gene de gündelik hayatın küçücük sevinçleri içinde avunmalar, prutluluklar bulunduğunu, onu elde etmenin hiç de güç olma- dığını onunla öğrendik, onunla yaşadık. Öylelerini bilirim, Sa- it'in bâzı hikâyelerini şiir gibi ezberlemişlerdi. Çevrelerine Sa it'ten öğrendikleri anlamı ve- rerek, onun gözüyle, onun du- yuşuyla bakıyorlardı. Onun çiz diği açı bir neslin görüşlerini, duyuşlarını bir noktada topla> mıştı. Nelerdi bunlar, Meselâ şu İstanbul, pek çoğumuz için ancak Sait'le beraber olunca anlam kazanan bir şehirdi. Köp rüsünd İstiklâl Caddesi pastahanelerinden iskelelerine, adalarından en kenar semtleri- ne, park kanapelerine, bulutla. rına, göküne, boyacı çırağına, terzi kızlarına kadar.. Bütün bir nesil İstanbul'u Sait Faik hikâyelerinin derinliğinden, şi irli havasından görmeye, sev- meye alışmıştı. Sonra bu dün- yanın insanları... Onlar da bi- zim için, adım başında rastla- dığımız 0 bomboş, hikâyesiz, şi irsiz. serüvensiz kişioğulları ol maktan çıkarak, üzerlerinde du rulmaya, dilşünülmeye değer, ayrı ayrı romanlara konu ola- cak niteliklerde varlıklar ola- rak göründüler. Bizim neslimi- zin duyguları, hayalleri — Sait Faik dünyasının renkleri, ses- leri ve yepyeni güzelliklerivle beslendi. Yaşadığımız hayat ne derece cirkin, kaba, güzellik, aşk, iyilik gibi yüce değerler- den yoksun da olsa, kişi Sait Faik'in ebemkusağı gibi renk renk, hattâ renklerin yüzlerce azalıp çoğalan nüanslariyle ak fın alamayacağı kadar değişik ısıltılı, aydınlık dünvasında mut luluğu. geçici de olsa, o kişivi yaşamaya zorlayan gücü, bir anlık, bir saatlik, bir günlük se vinçleri, yaşama isteklerini, bir sanat eserinden vayılıveren n gercek İç hazzını buluyordu. Ki SİYİ yaşamaya itiyordu Sait. Zor Oktay AKBAL la .değil, ispat ederek, açıkla- yarak, kandırarak da — değil. Çünkü gerçekte, kendi kişisel bayatında o da hayata o genel anlamında bağlılık, düşkünlük, kopmazlık duymaktan uzaktı.. Bu yüzden karamsar bir hava sezilirdi yazılarında, Yaşamak için, şu gündelik hayatı sürdür mek için inatçı bir hırsı, bir isteği yoktu. Çoğu defa iğrenir di gündelik, boşuna yaşamalar dan. Aşklarında, dostluklarında, hayallerinde boyuna kırılırdı. Ya da öyle sanırdı. Ama bize biraktığı iki romanı, yüzlerce küçük hikâyesi, şiirleri kişioğ- lunu yaşamaya, hayatın her çe Şit zevkini, bütün güzellikleri- ni, en değişik duygularını, en zengin hayallerini duymaya, tad maya bir çağrıştır. O ilk ba- kışta karamsar, umutsuz gibi gelen hayat izlenimleri üzerin- de biraz durunca, biraz o ke- limelerin derinine inmek iste- nince, hayatı, insanları, kısa* cası kişinin gündelik zaman parçalarını bütünüyle yaşaması nı çılgınca, umutsuzca seven, özleyen büyük bir şairin, bir ermişin aşırı duygu taşkınlı- ğından doğan geçici bir karam sarlık olduğu görülür. Aslında aşırı bir iyimserlik özleminden başka bir şey olmayan bir duy guüydü bu. Sait, yaşamayı en büyük serüven, en üstün de- ğer, en erişilmez şiir sayardı. Bunun dışında üstün tek değer sanattı. Bütün ömrü sanatla ha yatı birleştirmek için çılgınca bir Çaba ile geçti denebilir. Ha yatta mutluluğu bulmak hem öylesine zor, hem öylesine ko- lay bir şeydi ki... Ama bu, mut luluğa erecek olan insanın ken di iç duyguları ile yakından il- giliydi. Ne bileyim, hayatın şu su busu bile, kişiyi, eğer için- de istek varsa mutluluğa erdi- rebilirdi. Geçici de olsa, Bir kibrit çakışı, bir sigara duma” nı bile: «Şu kibritin, şu yanmam di ye fısır fısır fisirdayiıp da son- radan «peki emret anam, ya- nayım,» diyen şu kibritin ışı- gına bak. Bu olur mu arkadaş. Böyle bir el sürçmesiyle açılı" veren hararet, ışık, bayram gör dün mü sen? Gül, sevin arka- daş, Şu ağzımızdan çıkan du“ manlara bak! Nasıl uçuşuyar- lar, Yaşıyorsun efendi, — Piril piril, tane tane, ıslak islak, Cam cam, billür billür, fanus fanus, çeşmibülbüller gibi yaşıyorsun dostum. Dumanlarımıza, cigara larımızın dumanına bak efen- di !Bu mavi şey nedir? Bu in- sanın içini sevinçten, keyiften parlatan şey nedir? Ne kadın- la yatmak, ne şarap içmek, ne arkadaşlarla vrafa oynamak, ne tiyatro, sinema — seyretmek... Hepsi bir yana dünyavı seyret. Al gözüm elendim. İşte sana kibrit alevi. İşte sana cigara dumanı!» _Kalan Sait Faik yüzterce hi- kâyesi, iki romanı, şiirleri ile işte böyle bir yaşama ermişi, yüzyıllara doğru uzanan insan kalabalığına doğru seslenen bir yaşama filosofu olarak konu- şuyor. Onun karamsarlığı öy“ lesine şiddetli bir hayat aşkın” dan doğuyor ki sonunda en ka Ta, kapkara umutsuzluklar bi- le yitip gidiyor, o aşırı karam- sarlığın sonunda kişiyi yücel- ten, mutluluğa götüren | eşsiz bir iyimserlik duygusuyla kar” sılaşıyoruz. Sait Faik yarına sa dece büyük bir hikâye yazarı olarak değil. bir iyimserlik fi- tosofu. bir dünya ermisi olarak da kalacak,