17 Mart 1950 Tarihli Yeni İstanbul Gazetesi Sayfa 3

17 Mart 1950 tarihli Yeni İstanbul Gazetesi Sayfa 3
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

İkinci Dünya Harbi içinde y Eorgeneral Von Choltitz Parle'in son Alman Komu Neifeind, bana, “Devlet esrarı- ma vâkif olanlar,, dan — olduğu- zu ve bu gibi şahısların ise düşman deri için kat'i emir ve rilmiş - bulunduğunu — söyliyerek bu hususta malümat sahibi olup olma- dığımı öğrenmek — istedi. Ben bunu katiyen bilmiyordum. Fakat Neifeind fle 200-300 — mevcutlu polis ve SS Küvvetlerini şehirden kaçırmak için, hemen bu emirden istifade ettim. Polis Başmuavini, kuvvetlerine Ihti- yacım olup olmadığını sordu. Kendi- Sine, ihtiyacım olmadığını ve. bilâ- efradından birinin, düşman eline esir düşmesiyle mesuliyet altına gir Mmekten korktuğumu söyliyerek, ga. hit huzurunda şunları ilâve etti — Fakat şu noktayı hemen teba- Tüz ettireyim. ki, lâhiyetim yoktur. Siz Polis Gene- Tali Oberg'e tâbisiniz. Ertesi gece golis küvvetleri, başla- — randa Neifeind olduğu halde, emir “ almadan Parisi terkettiler. O sabah Oberg geldi ve — başı: 'a gelenleri duyup duymadığımı sör- Gu. Ben, bilmemezlikten gelince: — Emrimdeki polis kuvvetlerinin bu gece bana sormadan, kaçıp gitti- #ini de bilmiyor musunuz?" dedi. Hemen şu cevabi verdim: '— Onu mu diyordunuz? Tabil, he- men haber aldım. Siz başka tü bir hareket mi bekliyordunuz? Şaşırarak yüzüme baktı. Ben de- vam ederek: — Adamlarınızdan başka, ne bek- liyebilirdiniz? Bunların dürüst hare- ket etmeleri mümkün mü? Oberg hâlâ anlamamazlıktan geli- yordu. Nihayet, daha açık konuşma- ya başladım. Oberg, memleket büyük — bir felâkete, hattâ inhidama doğru gidi- yor. Cephe, eli silâh tutan her va- tandaşa muhtaçken, genç, sıhhatli ve Silâh kullanmasını bilen bir sürü a- dam, dört seneden beri, memleketin çektiği sefaletle alay eder gibi, Pa- Tiste zevk ve safa içinde yaşıyor. O- bere, bunlar; dürüst insan olamaz. Muhatabımın bütün mucip sebep- leri çürümüştü. Bana ancak şunu söy Hiyebildi: — Meseleyi, şimdiye kadar bu za- viyeden görmediğimi — itiraf etmeli Harp, artık kaybedilmişti. Parise, ilk geldiğim günler Kurmay Başka. nina, çok büyük bir felâkete -doğru gittiğimizi söylemiştim. O, buna hiç ihtimal vermiyordu. Şimdi artık / düşünüyordum. Aca- ba bütün kuvvetlerimi Parisin mer- kezine toplayarak, seyyar birliklerle, | köşe başlarında ve parklarda mevzi Böyle bir tabiye, as- | fakat, Kadın çeteciler da sındaki münafereti büsbütün arttıra- caktı. Bu itibarla, şehir içinde inti- zamı zayıf kuvvetlerle mukafaza et- mekle beraber, asıl mücadeleyi, ge- hir dışında kabul etmeye karar ver- dim. İLK TAHRİP EMRİ Umumi karargâhın aatları, Parisin bulunan bütün hakiki mak- içinde ve etrafında sanayi — tesislerinin tahribi için verilen bir emirden, sa- rahaten “anlaşılıyordu. Bu' yazılı e- mirle birlikte, Berlinden Parise bir. de mütehassıs imha müfrezesi geldi. Bu emir muvacehesinde, şöyle dü- sündüm: Sanayi tesislerini tahrip e- decek olursak, senelerden beri sükü- net ve gayretle ekmeğini kazanmak- ta olan işçinir: yaşama imkânlarını yöketmiş, bu zümreyi bilerek sokafa ve gizli mukavemet hareketinin ku- cağına atmış olacağız. Sefaletle kar- Şılaşan işçi, bizzarur silâha sarıla- caktır. Ben buna mükabil, işçiyi — tezgâh başında tuttüm, hattâ — yevmiyesini bile, biraz arttırdım. kımdan tamamen rar. Bu itibarla, Çünkü, bu gibi ancak yarım teğbir alı- yarım askeri ba kiymetsiz olduğu. nefret uyandırmaya ya- imha / müfrezesine komuta eden yarbaydan, — karargâ- hımda kalarak plânlarını hazırlama- sını ve emrimi beklemesini rica et. tim. Şehirdeki heyecan artarak düş- man yaklaşınca, müfrezeyi, imha em. rini yerine getirmeden geri gönder. dim, KÖPRÜLERİN DİLİYOR : İmha müfrezesinin Parise muvasa- TAHRİBİ EMRE- Paris yıkılmaktan nasıl kurtuldu ? Çeviren. Behçet Cemal Telsizle, Paris köprülerinin tahribi emredildi. Halbuki düşman, daha evvelden Parisin cenubuna paraşüt kıtaları indirmişti latını takip eden 15 ağustosta, telsiz: le, Paris köprülerinin tahribi emredil di. Vaziyet artık sıkışıyordu. Düş- manın Parise, güney batıdan yakla- şacağına ihtimal vermiyor ve Mütte- fiklerin, Falais'deki işlerini bitirince, şehre zarar vermemek gayesile, Seine nehrini, Parisin güney doğusundan |/ a yıkanırsanız, tüy gibi hafiflersiniz. geçeceklerini tahmin ediyorum. Ha-| — Bir yerinizde görünmiyen bir der- Kikaten, düşman, 15 ağustosta, Pa- | diniz mi var? İçmeceden tas tas su risin güneyine, paraşlit kıtaları indir- di. Şehri muharebe dışi-birakmak i- çin, Müttefiklerin, bir muhafaza kor- donu tesis ettikten sonra, Parisin et- rafından dolaşmaları lazımdı. Bu durum karşısında, — köprülerin tahribi, askerf bakımdan ne kıymet ifade edebilirdi? Şehirde mevcut 60 köprüden, yalnız Üç tanesi sağlam | ““Ayaş köylerinden birinde zengin kalsa bile tahrip ameliyesi, aökert| ybarlı bir ağa, bu ağanın da güzel bakımdan neticesiz Kalacaktı. Bun- | bir kızı İle yiğit bir oğlu varmış. Bir dan başka, köprübaşları, — iyice tu- | ! KS CC a ” tulmadıkça, derhal kullanılır hale getirilebileceği de, askerlerce malümdur. Halbuki, e- ümdeki — kuüvvetler, — köprübaşlarını Mmuhafazaya kâfi değildi. Zaten, köp- rülere, kendi harekâtım için de muh- taçtım. Ve nihayet, bu vahşetti? Dört yıldan beri, nefretle olsa bile, işgale, sükünet ve basiretle taham- ll etmiş olan şehri, bu hale getir. mekte ne mâna vardı? Bu itibarla, elimde ne malzeme de istihkâm birliği bulunmadığını ba-, hane ederek, köprüleri tahrip ede miyecefimi bildirdim. Bunun üzeri. ne, Doğu Prusyada bulunan umu: karargâh 91 inci paraştt tümeninin istihkâm bölüğünü emrime verdi. 1 zun zamandan beri şahsen tanıdığım bölük Komutanına, köprülerin kepfi. ni yaparak imha malzemesini hazır- lamasını ve fakat, benden emir alma: dıkça harekete — geçmemesini sureti katiyede emrettim ve köprüleri, ke di harekâtın için Tüzumlu saydığım için tahrip etmiyeceğimi de, ilâve et- tahrip edilen köprülerin| İ ISTANBUL — Memleket - yazıları BözLe RR S İ dir. Önünde, ardında çıplak tepeler dereler boyunca da yeşil - bahçeler vardır. Yamaçlarda bağlar görürsü- nüz, İster istemez, şu dörtlüğü söyle- 'yen Behçet Kemal'i hatırlarsınız: Yukarı baktım mı kel kel tepeler, Dev'olup â gel Aşağı baktım mi yer yer bahçe Kuş olup dallarda ötesim gelir. Ayaşta banyo mu almak istiyorsu- Karakayadaki “Küdret” havu- zuna girebilirsiniz. TIk, çelikli suyun- içiniz. Yeni doğmuşa dönersiniz. Ayaşta bulunduğum zaman İçmece rinde bilgi topladım. — Bunlardan bir kısmı Kimyevi, sıhhi; bir. kısmı da efsanevldir. Kimyevi tarafını tıb- ba birakıyor, efsanevi olanını anlatı- Ayaş içmecelerinin doğuşu efsanesi gün gelmiş, güzel kızın gül benzi sa- Kör talebelerin hayat şartlarını hafifletmeye doğru Paristeki 100 kadar kör talebeye yatacak yer ve eşya temin ediliyor. Pariste, çoğu taşradan Konserva- tuvar, Hukük, Edebiyat veya baş. ka fakültelerin derslerini takip etmek dÜzere gelmiş 100 e yakın kör talehe yardır. Bu gençler ekseriya çok feni şartlar içinde yaşamaktadır. — Elek. trik ve sobası olmiyan bir tavan a. rası odasında oturabilmek için 3000 franka yakın para ödemekle — bera. ber, evin mutfağında bir girmelerine - bile Gözü gören insan için ranin bu kadar ağır olduğ körlerin çilesini düşünün. kahve pi müsaade - edilmez. hayat gartin. bir de. Ayaş yolunda 1 günden güne Köyde fiskoslar almış, yürümüş. A- #a, utancından el yüzüne bakamaz olmuş. Bütün ev halkı, zaman zaman kazı sorgüya, çekmiş: — Kiminle temas ettin.de bu hale geldin? diye, Kiz, bü ağır itham karşısında uta nır, ağlar — Kimseyle görüşmedim; — benim karnımdaki derttir, dert.. dermiş. Bu mütaassıp aile, kızlarını — bir doktora göstermeyi de namuslarına yedirememişler. Nihayet ağa, kızın karnı pek faz- Ja kabarınca, oğlunu yanına çağıra- rak — Oğlum, demiş, Kardeşini al, gö tür; boztepelerin eteğindeki Kiızilde- reye birak. Kurtlar, kuşlar yesin, biz de namusumuzu temizliyelim. Oklan, babasının dediklerini — yap- Aradan bir hafta geçmiş. — Kızın kardeşi meraklarmış. “Acaba karde- #im dağ başında ne oldu?” diye onu Köremeye gitmiş, Kardeşini bir kaynak başında sa: pasağlam görünce, saşırmış! — Kızın karnının şişi inmiş, yanaklarına kan gelmiş. İki kardeş sarmaş dolaş olmuşlar. Kiz anlatmış: Buralarda dolaşırken, bir gün gu karşı tepeden uyuz bir tilki indi. Bu gördüğün kaynakta yıkandı, gitti. 1- kinci gün de geldi; gene yıkandı, gi 'ti. Dördüncü, beşinci, altıncı gün ge- ne geldi. Yıkandı, gitti. Uyuz tilki o adar güzelleşti, 0 kadar zindeleşti Görsen hiç hasta olmamış sanır: İçimi bir merak sardı. Kaynağı te- mizledim. Ben de her gün Üç defa yıkandım; sıcak suyundan avüç avüç içtim; içtikçe ferahladım. Su, derdimi aldı, götürdü. İşte şimdi dipdiriyim. Oklan, kızdan af ilemiş ve atına bindirip köyüne götürmüş. O gün bütün ev şenlik yapmış. Ertesi gün, ağa adamlarını alarak kızını kurtaran kaynağın başına var- miş ve kaynağı güzel iki havuz ha- line getirmiş. Bugün bu kaynak, yarı modern bir haldedir. Her yıl yazın memleketin dört kö- şesinden gelen hastaları hayata ka- vuşturan İçmeler kasabası Ayaş, yi n doküz ayında suyü savulmüş. bir değirmen gibi sessizlik içindedir. Yeni yapılacak olan Ankara / - İ tanbul asfalt yolu buradan geçtiği, Güdül bucağında veya merkezde bir şarap fabrikası kurulduğu, — Kudret havuzu ile İçmeceye devlet elini uzat- tığı takdirde, Ayaşın iç ve dış turizm bakımından hayli önemli bir rol oyna- yacağına inanıyorum. Mehmet Necati ÖNGAY Sayfa 3 Andıklarımız - Anm_atlıklarımız “UNESCO" nizamnamesinde bile müellifler cemiyeti, hattâ cemiyetleri kurulması için bir temenni mevcut bulunmasına rağmen, öyle bir teşekkül meydana getirilemedi. gitti Refik Halid KARAY ŞHURLARIMIZI anmak için doğüm veya ölüm — tarihlerinden hanğisine itibar edeceğimizi henüz kararlaştırmış değiliz. Bunun 'en belirgin misallerini şu, içinde bulunduğumuz 1950 yılı martın- da görüyoruz. Mart, şöhret yapmış adamlarımıza taallüku bakımından hayli mühimdir. Zira geçmiş martlarda Koca Mustafa Reşit Paşa, Ev- liya Çelebi, Recalzade Ekrem Bey doğmuşlardır. Yazık ki, yine martta kaybettiklerimizin yekünu daha kabarık: Edip ve muharrirlerden Hüseyin Rahmi, Halit Ziya, Ömer Seyfeddin; piyes Ustadı Ahmet Nuri; doktorlardan Besim Ömer ve Âkil Muhtar; devlet ricalinden Talât Paşa gibi.. Takvime bakarak öğreniyorum: Komik Hasan Efendi de martta ölmüş. Reşit Paşanın bir müddettir kapalı duran türbesini açmak suretiyle doğumunun 150 nci senesini, beklediğimiz şekilde pek iyi tebcil ettik; hep sevindik. O gibi anmalara ölümden ziyade doğum tarihi yakışıyor. Diker taraftan gazeteler makaleler neşrederek Ömer Seyfeddin ile Akil Muhtarın ölüm günlerini hatırlattılar. Anlaşılıyor. ki, meşhurlardan ki- mini göçüp gitmeleri, kimini de dünyaya gelmeleri vesilesiyle anmakta- yız. Öyle olduğundan ötürü de bazan ölüm, bazan doğum günlerini bek- liyerek bir kısmını unutmaktayız. Acaba işin bu tarafını usüle bağlamak mümkün müdür? Tarihler- den yalnız bir tanesi muteber olsa herkes yapacağını daha iyi bilir ve daha güzel tertipler. Her ikisi fazla geleceği gibi alâkayı bir güne çe- kemiyerek dağınıklığa sebebiyet verecekinden yapılanın tesiri de azalır. Başka bir mesele de şudur: Anmalar gelişigüzel tekrar edilmeli mi, yoksa muayyen fasılalarla daha geniş ve ehemmiyetli şekilde mi olmalı? Filvaki fertler arzu ettikleri gibi harekette serbesttirler. Fakat resmi, yarı resmi müesseseler, faraza belediyeler - Atatürk matemi ile mahall Mühim vakaların yıldönümleri müstesna - ikinci derecedeki anma tö- renlerini hiç değilse beşer senelik fasılalara ayırmalıdırlar. Zaten bu anmalarda da bir ölçü gözetemiyoruz. İstanbulun fetih yıldönümü gayet sönük geçiyor; öte yandan Barbaros ihtifali askeri bir mahiyet alıyor. Kabotaj Bayramı dediğimiz günde ise şehir, fetih y dönümünde yapamadığımız bir coşkunlukla donanıyor, havuzlardan ren- gârenk sular fışkırıyor, fişekler atılıyor, cümbüşler ediliyor. Şüphe yok ki, kabotaj bir muvaffakıyettir; lâkin kara sularımızda vapur işletmek imtiyazını elde ettiğimize memnun olduğumuz kadar Fatih'in karada gemiler yürütmesine de sevinirsek kimse bizi haksız bulmaz! Sonra bir cihete daha dikkati çekeceğim: Meslek cemiyetleri ve mü- /ekseseleri anma törenlerine kaprisli şekilde ehemmiyet vermektedirler. Bakıyorsunuz, biri için yep yerinden oynuyor; hele henüz hayatta ise übilelerin envaiyle onu taltif çareleri aranıyor; bir başkası, ervaha Ka Taşmışı hiç hatırlanmıyor. Meselâ İstanbul Şehir Tiyatrosu, hâlA eserlerini repertuvarında mu- hafaza ettiği Ahmet Nuri Bey merhum için vefatının 15 inci yılına rast- Jlayan bu martın 6 ncı günü bir anma töreni yaptı mı? Bilmiyorum, ben işitmedim. “Sekizinci” müellifi © müessesenin ilk kurucularındandı, 'Darülbedayi” e senelerce en Verimli hizmetlerde - bulunmuştu; yalnız kuruculukla kalmadı, kriz devresinde kurtarıcısı da olmuştu. ** Teessüf edilir ki, Unesco nizamnamesinde bile müellifler cemiyeti hattâ cemiyetleri kurulması için'bir temenni mevcut bulunmasına ve bu kabil cemiyetlerin birçok faydası haricinde — milletlerarası fikir müba- delelerini sağlaması bakımından pek lüzumlu olduğuna işaret edilmesine Tağmen öyle bir teşekkül meydana getirilemedi, gitti. Getirilseydi 1944 martının 8 inci günü vefat eden Hüseyin Rahmiyi ehemmiyetine lâyık tarzda anamamak günahi işlenmezdi. Meslek dernekleri arasında bir “müellifler cemiyeti” bulunmaması fikir hayatımızın ve içtimaf kabiliyetimizin düşük seviyesini işaretlendiri- 'yor. Sekiz, on kalem erbabı bir araya gelip de hâlâ bu teşebbüsü başar- maya kalkışamadı; darmadağınık haldeyiz. Tabildir ki, meşhur meslek- daşlarımızı anmak işi de o yüzden tertibe sokulamıyor; ölmüşlerinki gibi dirilerin de hakları korunamıyor. Şehrimize geldiğini duyduğum İngiliz tiyatro münekkidini götüre- cek, kabul edip ağırlayacak — salâhiyet —sahibi bir topluluktan — ve bir “damaltı”ndan mahrum müellifler Alemj. Güya, sene: 1950 ! 7 yaşında ressam Hasan Kaptan, 80 tabloluk bir sergi açtı Dün, saat 15,30 da, Beyoğlunda, Kız Sanat Olgunlaşma Enstitüsü ser- Bi salonunda, aynı zamanda hayret ve takdir uyandıran bir resim sergi- #i açıldı. Zira sergide teşhir edilen yağlı boya ve kara kalem seksen ka- dar eserin ressamı 7 yaşında bir ço- Cuktu. Ve, küçük yaşına — rağmen gösterdiği renk duygusu ve ahengi ağabeylerinde gıpta uyandıracak bir derecede idi. Hasan Kaptan adını taşıyan küçük tim. Eearia ifam hususunda ordunun sanatlekrın bu sergisini, Güzel Sanat Yererek vaziyeti 'idare ettim Ger ae Te DeRURA. eSerean Hağl | aa Güna vvel aA SN Seferi Cemiyeti Bundan böyle kör | / Beltim Bakanlığı tarafından açtını. Tahrip emirlerinin sebep olacakla- | * ebelerinin mukadderatı ile uğraşa- | Miş - bulunuyordu ve bu / sergiden n neticeleri. düşündükçe, takip “ede. AlllE aa a eei b a Gdi darekst Tn OU İK | cak. Jx adım olarak, kör talebeleri| — “N*oTorik Mucise Çocuk peyda ediyordu. Bana Verilen talima- | Parındırmak Üzere bü. teşekkül, bir | a a L im telâkkisini ta göre, emrimdeki birliklerle, şehir- | PİDA satın almıştır. 40 kadar tarebee L D y n olan babam Arit| “ldden fevkalâdeye yaklaşan resimler | ailesi muhitinin 'bir sanatkâr muhiti de intizamı muhafaz e ye yer temin eden bu binada, henüz Ş Pi görülür. Yalnız bunların ekserisi fevri| oluşu tabil istidadına ilâve edilince azifelerimin ifası sırasında, tahri-| 'N tedariki için Fransızlar iane ver- | yaptıkları karalamalardan bambaşka | *imlerde mektep arşivlerinde, alle| çük sanatkâr, bugünkü safiyetine ve i bata lüzum olup olmadığına, mahalli| meye davet edilmiştir. Birkaç gün| bir anlayış ile meydana — getirilmiş | *!bümlerinde hâtıra olarak kalır. renk sezişine on sene sonra da sahip askerl vaziyete 'e vâkıf olan| içinde toplanan lanelerin çokluğuna | eserlerdi. Umumiyetle çocukların b Hasan Kaptanı bunlardan ayıran| - Olabilsin ve safiyeti şuur, sezişi bir ben, şahsen karar verecektim. Böyle | bakılırsa, kör Paris talebeleri yakında | yalara, kalem ve kâğıda karşı insi- | ey, resimlerinin devamlı bir çalışma | #nlayış haline gelsin. İ — — —— —— - — 1 Ahmet Hamdi Tanpınar Ben çocuk defilim artık.. dedi. Emin ol ak istediğin Seyi., DA Gan yalan Si Haati Olğlm Haai değ GöküKGER| oli GKa | y e artık çocuk değilim Sal disinden çok uzak olduğu n n ; M Bo Ama tashih etti; Hiç olmazsa sana yalan insan sanıyordum. Ben Sabihada mahpus gib larımdan birini tecrübe et! Yarın yaptırırız, alı- yordum. Niçin İhsana bu kadar ehemmiyet veri- gülme... Beni azarlama da. Demin çıkmaz sokak lem eğin ün ol Sonra birdenbire dim, Sabiha ise de benimle iktifa etmek ni Tız, bir şey yaparız!” dedi. yordum? Bu suali sorar sormaz, bütün o sene- dedim ya! Nereder a geldi, biliyor musun? Ki döndü Asıl korktuğum nedir yetinde değildi. Onun gözleri önünde başka şe Sonra birdenbire hatırına gelmiş gibi sordu: ler içinde onu düşündüğümü kendi kendime iti- Bütün bu Insanlı 'na öyle geliyor ki, olacak: bi y af ettim, Hayatımın her vakasında “Acaba, İh- ları çeyi olaniamışlar... Bir duvar önünde asıl yol b san bu nasıl düşüni diye kendime sordu- Hayır, dedim! Beli kün halim pliği astlaştık. Ben İlk madım. Son derecede acayip duygüları anlamıyordu. Birdenbire bi İmağ Hi eee GA v Hat e UFS aĞ n n gpareldim va, “HAYAL/ gİ y reli genç a "g sene 6 mânasız, sadece biyolojik olan. bir .hadde. eriş- dekişti. İnsan kendisini onun yanında son dere- | d0t Bümi Mare edirordü, yulam kalmamak, bir. | e a <L YA MEĞERR BüR Mi FNM CNĞ RUREE ea serlenin lt gea ada Hit p Te ga sıkmadan, küçültmeden hayatımı, çalışmalarımı | de kırmamak - içli l Sab .kim üç dört i D öt Si DT ' e dedimsnedameaa dÜ eg p beri vi o ae Pikeer oe y öğrendi. Kendisine şiiri ve tablat ilimlerini sev- birkaç sene sonr Ja görece © isümde annem bir çarı ilap ağıımı | " S el a KARMRETAR AF lolün Samelı değm düğimi söyledim. Okuduğum kitapları anlattım. i N y FEL U ci zeğim ee a e Bit SEREY DND AA HİA F AR N Konuüşürken, mektepte bize öğrendiklerimin çok cuğuz. Hiç b etemiyorum. Yalnız bir da- | —| Yan göziy ağacı gibi içimde tahlat durmadan çalışıyor, ben matdkp ' Nüole Vey AU uzattı. Rakıyı içişime baktı. ha ağzımı koklama! dedim. İlkönce anlam pantalonumuz, bu çalışmayı örtmeye gayret — ediyordum. Bir — Devamı var — “ “ *

Bu sayıdan diğer sayfalar: