8 Şubat 1949 Tarihli Yeni Sabah Gazetesi Sayfa 4

8 Şubat 1949 tarihli Yeni Sabah Gazetesi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Ka H «Kaybolmuş Pilotların Cen- pelinde> isimli filmin çevrilişi birasında artistlere refakat et- miş olan «Cinemonde> un husu- &İ muhabiri intibamı göyle an- Jatmaktadır: Afrikada, kızgın bir çöl orta- sındayız. Filmde rol alan artist- lerin hemen hepsi provaya gel- Müiş bulunuyorlar, Sevimli yıldız Arlette Thomas, Andr&e Debar #& Danielgelem.. Bu artistler a- yasında- çölü bilmiyenler bile var. Fakat kuvvetli bir karak- ter artisti olan Michel Avclair Vaktile sayısız pilot filmlerinde ol almış bulunduğu için çölün tütün hususiyetine âşinadır.. Yalnız ortada Michel Morgan Yukarıdaki resimde Richard Hart ve Lana Turner Yunus Sokağı» filminde görülmektedir. Lana Turner çevril- mekte olan «Üç silühşörler» filminde «Milady> rolünü almıs dulunmaktadır. Romancılığı sinemacılğa tercih eden eski bir artist: Philippe Heriat Sinemacılık, insanı ceşitli mes İeklere hattâ edebiyata bile gö füren verimli bir yoldur. Fu İ esk bir artist olan Philippe Pir'at'nın başına gelmiş buru Huyor. Filhakika Lugün Phi- dippe, Goncourt akademisinden, Rene Benjamin'den boşalan kol Tuğa tevarüs etmiştir. Gariptir ki vaktile sinema â- Jeminde büyük bir şöhret temin etmeğe muvaffak olan bu eski ŞArtist, Rejisör Marcel |'Herbi- €'nin teşvikile romancılığa baş lTamıştı. * Bununla beraber Philippe, nemacılığı da tamamiyle ter- ketmiş sayılamaz; zira o, son Bucak ilçesinin posta işlerine dair bir açıklama P. T. T. İşletme Umum Mü- dürlüğünden aldığımız 3/2/949 günlü ve 21901 sayılı bir mek- Tupta şöyle deniliyor: «Gazetenizin 18/1/1949 tarih I, nüshasında yayınlanan (Bu- gak İlçesinin posta işleri) baş- hklı yazı görülmüştür. Bucak postaları, ötedenberi Ântalya - Burdur yolu üzerinde- Mi Bucak kahvesi denilen Kav- şak yerinde teati edilmektedir. 1946 yılında Burdur - Axsal- ya postası Bucak İlçe merkezi- 'Ne de uğramak suretile eksiltme ye konulmuş ise de istekli bu- Tunamamıştır. Burdura tren vaktinde geldi. Ği ve posta kamyonu da yolda' bir arıza yapmadığı takdirde /Burdur - Antalya postası kavu- #ak noktası olan Bucak kahve #ine saat 16 da ve çok vakit za- Turi sebeplerle daha geç saat- Terde gelmekte olduğundan pos İgnin Bucağa yetişmesi akşam- dan sonraya kalmakta, tabia- tiyle tevzlat ferdası gün yapıl- Maktatlır. i Buhsedilen gecikme ve şikâ- yet bundan ileri gelmekte olun tdarece bu hususta — yapılacak Vir muamele görülememektedir. Bilai alınmasını rica ederim,; P. T. T. İşletme Genel Müdürü Dr. Haldun Sarhan KAYBOLMUŞ PiLOTLARIN CENNETİNDE voktur., Sonradan anlıyorum ki,) xini teşkil edecek olan yegâne Michel, ansızın - rahatsızlandığı |/ vasıtanın bu uçak olduğunu pek için. filmde rol almıyacak, O-| iyi biliyorlar. nün e baş rolde Arlette «Kaybolmuş Pilotların Cet Thomas — oyniyacak. Rejisöz | neti» çevrilmeğe başlandığı ilk Georges Lampin sön bir defa | günden itibaren filmde ayni za- yoklama yaptıktan sonra Mek- Ses'den bir uçağa binerek Er- für'e varıyoruz. Burada kart layın sırtında, yüksek dağ tepe- lerini aşarak geniş bir — vahü ya ulaşıyoruz. Bu geniş vâha insana, nümütenahilik — içinde sallanan bir nokta hissini vel yor. Biraz ilerde filmde işe yu- rıyacak olan bir uçak duruyor. Bütün artistler - uçağı, büyük | bir mevakla tetkik ediyo'lar. Zi- ra vak'anın bütün siklet merke- «Yeşil günlerde öğrendiğimize göre Don Juan ve Faust'u çevirecek tir. Manuçka «Manuşka>, Iva Bella ve Pi- erre Dudan tarafından çevril- miş olan bir İsviçe» filmidir. Bu fi'min kısaca mevzuu şudu! Pierre adında genç bir Üni-| versite talebesi, uğradiği büyük bir felâket üzerine tahsilini ve çok sevdiği nişanlısı Hanuçka- yı yüzüstü bırakıp bir macera . Fakat hayatı sürmeğe ba: bir müddet sonra ni hasretine dayanamayıp memleketine döner. Şehirden içeriye girerken ilk karşılaştığı manzara, onu - bir çılgına çevirir: Büyük bir ümit- e kapılan Manuçka, - inti- har etmek maksadile, kendisini suya atmıştır. Plerre, onu mu- hakkak bir ölümden kurtarıp tedavi eder. Artık genç kız da- yanamayıp nişanlısını affetmiş- tir. Nihayet çiftler evlenip mes'ut bir yuva kurarlar, — Yaşa Mümin Hoca — Haydi arslanlar! Adalı kendisine cok güven- mekle beraber yine ihtiyatı el- den bırakmamış ve - güreşten evvel kendisine scorulan: — Eh, bugün ne olacak der- sin Adalı? Suallerine kısaca: — Allah bilir! di Tatgti, cevap ver Fakat içinden de şöyle düşün müştü: Hele bir güreş başlasın, ne olacağını hemen göreceksi niz!> İki pehlivan da büyük bir 1- tina ile yağlandılar. Cazgir İ- klsinin de menkıbesini bu se- fer üzün boylu yaptı. Mümin İ- çin vaktile: «Buna da Mümin derler» diye kesip atan cazgır bu sefer onun da ustalığından ve kuvvetinden dem vurdu. Davul zurnaların hevesle vur. dukları baş pehliyan havasının ahengi altında evvelâ güzel bir pesrev yaptılar ve sonra- tutug- tular, Güreş çok hızlı başladı. Ada- h hem çok dikkatli, hem de çok sert güreşiyordu. Hızı çok ye- Tinde olduğundan Mümine Ad: manda rol almış bulunan Reji- «ör Georges Lampin sakal koy- vermeğe karar vermiştir. O, bu sakallı hali içinde harikulâde bir faciayı mükemmelen oynıya- cağına kani bir adam gururu taşımaktadır. Sinema yıldızları- na gelince onlar, bu çöl orta- sında yalnız suşuzluktan — şikâ- yötel, Paul Bernard - ise, dekorun vahşiliğine rağmen, ütülü pan- tolonunu — itina ile givmekten vazgeçmiyor. Bir taraftan da Henri Vidal'ın film cevizmedi Pi zaman, verfne mesgalesi ça dorinin önlinde hiriken kumları sülrürmekten ibaret a Meçhul yol Leon Poirler ve Lisette Len 'in çevirdikleri bu heyecanlı Fransız filminde, Corneille'in Polivenete adlı manzum trajedi: sinde olduğu gibi şehvet ve |- mamın carpıştığ Bu filmde Poirier yat sürdükten sonra gelâmeti imanda bulmada vaffak olan Charles - Poucaulâ adında genc bir n'atlr rotli- nit temsil etmektedir. Fovcaıld Pasis batakhanelerinden avrılıp tabiatla başbasa kalınca, kalbi. nin temizlendi ebedilik Bır- rma erdiğini zannedin, artık © bundan sonra, ihtiraslı günler! nin hatırasile birlikte Lisette'ini de unutarak, kendisini - Tanrı yoluma vakfedecektir. ni görüvoruz. gefil bir ha nihayet mu: —— * İki kalb ortasındâ Fedro Armendoriz. Dom'ago Soler, David Silva gibi tanınmı: İspanyol artistlerinin çevirdik- leri «İki kalb orta adlı filmde, ayni kıza âşık iki İeli- kanlının mücadelesi bahis mev- zuudur. Günürz birinde bu delikanlı- lardan birisi uzun bir seyahâte çıkar. Genç kız, memleketle ka- lan delikanlı ile evlenmeğe razı olur. delikanlının seyahatten her geyi altüst eder. Bu sefer üç kişi arasinda çetin bir mü- cadele başlar. Sonunda partiyi her iki delikanlı da kaybederler. Bu aşada genç kız, zengin bir tilccarla evlenerek memleketten kaçıp gider. Kötül ve Ulus gazetesi Ankara 7 (Hususi) — Bugün kü Ulus gazetesinde «Kötülük- lere karşı savaş> başlıklar yazı- #ında Sadi Irmak, Grupun — bu hususta yaptığı - toplantıları i- saret ederek kötülüklere karşı hangi yoldan savaşılacağını ve ne gibi hedeflerin gözönünde tutulması gerektiğini belirttik. tcr sonra şöyle demektedir: rumluluk mefhumunun genişle- «Bu hedefi tartışmalarda s0- tilmiş şekli ele alınmasını ve da ha cezri neticelere varılmasını bekliyoruz.> üklerle savaş Devlet Bakanlığı ye binaya taşınıyor Ankara 7 (Husust) — Devlet Bakanlığı Etibank binasının bir bsmına taşınacaktır, H Yazam : tâ nefes aldırmıyordu, Onun bu hızı kargısında Mollanın sen- delediği gözden kaçmadı. O, sendeler gibi olunca Adalı büs bütün güreşi binidiriyordu. Ve daha beşinci dakikada tekden kaçarak Mollayı bastırdı. Adalının arkadaşları bunu görünce sevinçlerinden yerlerin de duramadılar. Koca meydan: — Yaşa Adalı! - Varol arslan! * Haydi Adalı! Vur sarmayı Al kündeyi Diye inim inim inliyordu. Mollanın bu güreşi de kazana cağını sananlar - Adalının - bu müdhiş hamlesini görünce tered düde düştüler, Bunla ğu Molladan — ürldl an bir ço- rini kesti- kon! tiyle kapı) İKocaman kütük bütün şidde- a çarpınca büyük bir çatırdı oldu — 89 — Fakat efendim, Marki Be- Jendi ve adamlarına ümretti: lârm biraz evvel Avranş'a adam — — Ateş! göndererek imdad istedi. Kont — Bir kaç tüfek birden patladı Davranş veliahdın yeğeni olur; — Herif hanın etrafını - çepçevre onun emrinde en az Üç yüz si- dolaşarak adamlarını — kışkırtı lâhgör vardır; derhal — burava geleceğine gübhe yoktur. Biz de onun emrindeyiz. Hanri Monpansiye bir kaç sa- niye düşündü, sonra cevat ver- di — Avranş kalesi buraya otuz fersahtır; yarın sabahtan cvvel buraya yetişemezler! Marki Belârm o zamana kadar sizi oyalıyabilir! — Biz de onları bitirebiliriz, yahud gece çenberi yarıp çıka- biliriz! Teğmen Fransuva Böpre iki- de bir saatine bakarak mütare ke müddetinin ne kadar kaldığı na bakıyor, son derece sıkılmış görünüyordu. Kasabanın hâki- mi ile belediye başkanının ha kem olmalarını teklif etti. Han- Monpansiye dedi ki Bu haydudları savmak i- çin ne mümkünse yapmaları lâ- zam gelir; lükin bizim teslim ol- mamız ihtimalini asla akılları- tia getirmesinler! — Belki Marki Belârmı kan- dırabilirler. — İnşaallah... Müddet dolmuştu. Subay gel- diği gibi kapıdan çıktı ve gitti. Marki ile konuşurken uzaktan uzun etekli elbisesi, kısa peleri- ni, tüylü şapkası ve elindeki bas tonla belediye başkanı, onun gi bi giyinmiş olan hâkim, siyah cübbeli ve takkeli papas görün düler. Subay onları karşıladı ve Markinin yanmma götürdü; son- ra hana doğru bağırdı: — Senyör Hanri Monpansi- ye, lütfen müzakereyi uzatmıya razı olunuz, müzakere edece — Marki Belârm razı ise ka- bul ediyoruz! Marki razı oldu ve müzakere başladı. Jandarma subayı onlara Han Ti Monpansiye ile olan konuş- masını anlatınca işin pek, çapra şık olduğunu anlamış olacaklar ki müzâkere hararetini kaybets ti. Bir müddet sonra teğmen Fransuva Böpre tekrar Hanri Monpansiyeye seslendi, bir de- fa daha görüşmek ve yeni teklif getirmek istediğini bildir- di. Murad Reis uzun sürmemek şartile razı oldu; çünkü Marki Belârmın kont Davranş yet ceye kadar vakit kazanmak İs- tiyeceğini biliyordu. Teğmen Böpre şu teklifi yap- tı: — Durum Şerburg valisi ami- ral Lânyo'ya yazılacak, cevab gelinceye kadar buranın beledi- ye başkanı ve hâkimi sizi mu- hafaza edeceklerdir; onlara te lim olmanızı rica ediyorlar! Hanri Monpansiye güldü — Sizin belediye başkanmız ve hâkiminiz, veliahdın haydud larına söz geçiremezler. Biz hiç kimseye teslim olmayız; amiral Lânyo kendisi gelse bile... Genç asılzade, Murad Reisin krala ve kardinale de teslim olmıyacağını — söylemekten vaz geçti. Subayın ricaları neticesiz kaldı ve çekilip gitti. Hanri Monpansiye den bağırdı: — Marki Belârm, mütareke bitmiştir, ateş ediyoruz! Belediye başkanı ile hâkim, papaz ve jandarma subayı hız- h hızlı uzaklara çekildiler; Mar ki Belârm bir ağaç ardına giz- pencere- * * — Adalı pek sıkı başladı! — Zehir gibi bir güreş çıkarı- yor doğrusu! — Molla bugün bir şey yapa mıyacak galiba! — İlk elde Mollayı bastırdı — Bu güreşe Koca Yusuf bi- le dayanamazdı. — Molla şaşırdı. Ne yapaca- ğını bilmiyor. Hakikaten Mümin Hoca şaş miş bülunuyordu. O, Adalının güreşe yine bermutad el ense Ve tırpanlarla başlıyacağını san mıiş, ondan böyle bir hız ve kuv vet ummamıştı. Durumu tehlikeli idi, Bütün kuvvetile yenilmemeğe bakıyor du. Oyun almak, Adalıyı zor bir duruma düşürmek ve yen: mek hususlarını şimdilik unut- muş bulunuyordu, len kalkmak için bi kaç yol budadılar, yüklendiler ve hanin arka kapısı karşısına geldiler. O noktada tekrar yirmi beş 0- tuz kişi toplanmıştı. Yarısı ateş ederken yarısı da ağacı mızrak gibi iİleri uzatarak koşar adım ilerlediler; eski devirlerde kale kapılarını kırmak için kullanı- lan usulü taklid ediyorlardı; Mu rad Reis Uzun Ahmedle beraber arka kapının Üstüne düşen pen cereye gitti; Hanri Monpansiye de onlarla beraberdi; hücum denler kapıya on adım yaklaşın ca hep birden ateş ederek besi ni yuvarladılar. Aşağıdakilerin de ayni hedeflere kurşun attık- rı anlaşılıyordu. Fakat sağ - lam kalanlar hızla kapının dibi ne kadar sokulabilmişler; koca man kütük bütün şiddetle kapı- ya çarpmıştı. Büyük bir çatırdı oldu. Murad Reisle Uzun Ahmed aşağı koştular. Arka kapının bulunduğu noktaya giderken: — Kara Salih!... Gâvur A- it., Diye bağırdılar; onlar da gel diler. — Kapının arkasındaki masa devrilmiş; Hanri Monpan siyenin iki silâhşörü yere yıkıl- mışlardı. Murad Relsle arkadaş ları kapının yarığından dört el Ateş ettiler; dört kişinin bağıra rak düştüklerini ve sürünerek uzaklaşmağa — çabaladıklarını gördüler ;diğerleri kütüğü bıra karak kaçtılar. Marki Belârm kılıcını kaldıra rak onların karşısına çıktı ve bağırdı: — Korkaklar, kapı kırıldı gör Müyor musunuz? Sonra başka taraftaki görlere emretti: — Bu tarafa!... Bu tarafa!. Murad Reis düştükleri yerden kalkan iki silâhşörün yardımı ile masayı düzeltti; kapıya da- yadı: tam o sırada yarıkta iki 'adam ve iki tüfek namlusu gö- ründü. Murad Reisle Uzun Ah- mede nişan alıyorlardı; binanın arkasından duvar dibine surü- nerek oraya kadar sokuldukla- rı anlaşılıyordu. Murad Reis U- zun Ahmedi kolundan tutarak çekti ve kenara çekildi; ayni za manda iki geniş namludan alev ve duman fışkırdı; iki kurşun karşıki duvara saplandı. Murad Reis ileri fırladı: öyle vururlar! Diye homurdanarak tabanca sını doğrulttu, ateş etti; sonra diğer tabancasını doğrultarak tetiği çekti. Birbiri ardında: — Allahım!... Vuruldum! Diye iki çığlık duyuldu; iki ağır vücudün tekerlenerek yere yıkıldığı farkedildi. Kara Salih mırıldandı: — Abdallar boş yere ölüyor- lar! Dedi. Murad Reisle arkadaşla rı kapıya yüklendiler; göken ta- rafı düzelttiler; Çipil Musa içe- riden bir direk bulup getirmişti, onu da dayadılar; şimdi orası da ön kapı kadar sağlam olmuş- tu. h- (Devamı var) Ai dlede defa teşebbüste bulundu. Fakat Adalı onu öyle bir yakalamıştı ki muvaffak olamadı. Bütün gayretleri boşuna oldu, Adalı evvelâ sarmayı vurdu. Sonra dev cüsseslle abanarak Mümini yan üstü yere düşürdü. Ve dağılmasından istifade ede- rek birden kurt kapanını aldı. Adalı gibi bir güreşçinin kurt kapanı oyununa düşmenin ne demek olduğunu güreşten anlı- yanlar pek güzel takdir ederler. Müminin bundan kurtulabitme sine imkân ve ihtimal yoktu. A- dalının dostları pek memnundu- lar. Durmadan bağırıyorlardı: — Aferin arslan! — Haydi kes iflâhını! — Görsün bakalım Mümin Ho da pehlivanlık ne imiş! Yaşa Adalı! Adalı pek memnundü. Ko ; yerleri müsait olmiyanlara ihtarda bulunuyordu. Bir ara- hk silâhşörlerinden bir kaçının kimbilir nereden tedarik ettik- ler! baltalarla uzun bir servi a- ğacını devirdikleri görüldü; onu —a HMED PEHLİVANIN BAŞ GÜREŞLERİ Ali Ahmed Heyaca ğından alan Feyzullah Sacid Ülkünün «Ü kitablarından birincisini «Türkiye Yayınevi» neşretti. İle- H seuka “Ülkü Ve Şiir, arının bir çoğunu «Vahdet Açın gü perdeyi, sırların e Alol aarhoğ olsun, gönüller delit Varlık duvağından gülen o güzel, Elinde bir güneş aşkın kâsesi, Ruhuna bir yudüum “sunmuş câ ezelj Gönlünü — coşturmuş o yarın sesi Öyle bir yudum ki her damlasında Baklıdır, ne varsa göğün tasında; Yıldızların sönmez pırlantasında Titriyen ışıklar onun şülesi. ©O yudumda gizli hayat neşvesi, Bilinmez kudretin binbir — şivesi. Ruhunu Sarınca yârin işvesi Bir Nay'ın içine girmiş nefesi.. Bırlar bahçasından cana eserdi, Bonsuz güzelliği kalplere serdi, Ölen gönüllere taze can verdi., İsrâfil nağmesi o Nay'ın sesi! © seste gerçekler hep dile g. Güller kanatlanır, bülbüle gelir; Ölüm bir kız gibi cilveyle gelir, Gönülde zevk olur elem hâlesi. Bonsuz derinleşir o seste Kur'an, Tanrı'dır gönlünde sanki haykıran; Sonsuzluğa varır duyduğu he (an, Ruhuna da. gelir feza kafesi Can zoruyla ayın aynası çatlar; “Aşkın cilvesiyle dağ raksa başlar! Şevkinden çıldırır, akıllar, canlar Yokluğu var eder Tanrı nağm Nazmında bilinmez sırlar açıl Sırlar güzellikler giyip saçılır. Ölüm de güzeldir, nasıl kaçılır? 'Yâra kavuşturur onun gelmesi... Sırdır: madde şuür olur, can olur! Sırdır: güneş sonsuz heyecan olur;.. Bonsuzluk özleşir de insan olur. Sırdır: kürelerin yanıp sönmesi! Yoğiken cihanda şarabla bardak, «Elest> in bezminde "sarhoş olarak, Dönerek haykırdı ruhu: — ENELHAMm, Hâlâ o cezbedir göğün dönmesi! O büyük cezbeyle dalınca aşka: Mekânlar noktadır, buutler başka: Ruhunda fecirler açılır Hakka, Silinir varlığın bu hendesesi! Kabuk işi «ilim> dediğin Lügi; İşin gerçeğine veremez ilgi. Canlarda yanmadan ezeli sevgi İç yüzden ne anlar göz adı S1? Şekiller giyindi şekilsiz varlık, Sarmaştı binlerce mâşukla âşık! Bin çeşit zıtlarla karanlık, ışık Ezelden Ebede onun cilvesi! 'Yok olup yeniden var olur her den Renkler, şekillerle dolan bu âlem! Ruhlarda sevinci yaratır elem, Yokluktan gelir varlık şivesi! Bu ne sihir! Büyük âlem neyledi? Kendini küçük bir nakşe gizledi; Cebrâil yoruldu, aşk ilerledi; Işığa illetti sezgi hamlesi! Ey insan: Damlasın, denizlerin var: Bir bilgi ummânı sende her damar; Bilirsin ne varsa ebede kadar. Gerçeklerin senden doğar cümlesi! ©O kemâl güneşi dinlerden üstün, Batarken ağlaştı uluslar bütün. Mezardan fışkıran nuruna bu gün Dayanabilir mi gözün perdesi? Kalbinde parlıyan TÜRK'ün cevberi (1, Sevgi ışığıyla sardı beşeri; Güneşe öğünsem yeridir, yeri, Ey göntü yalvacı, insan gözdesi! (1) «Bigüne megirlâ merâ zin kuyem, «Der küyi şümâ hanci hud mi cüyem. €«Düşmen neyem er çend ki dişmen 1üyem, <Aslem Türkest eğerçi Hindü güyem x — Mevlüna — Yabancı tutmayın, bu köydenim ben, Bvimi ararım mahallenizde Düşmen yüzlüysem de değilim düşmen; Hintçe söylesem de TÜRK'üm temelden, — Feoyzullah Sacit ÜLKÜ — A mediğine ve yılmış, müdhiş kuvvetine ve ağırlığına dayanmakta devam ediyordu. Onun böyle masından bazı kimseler endişe- ye bile düştüler. Yoksa pes et- bulunmadığına göre yoksa ba- hattâ ölmüş mü idi? Fa vücude kayna> ride basılacak olan üçüncü kitabından aldığı «Mevlânü» başlıklı gürini san'at ve şiir hasretile yanan gönüllere, (Mevlânâ) nın 675 inci yıldönümünü anarak sunuyoruz. l AT AM gi Mevlânâö, hareketsiz yat- hiç bir harekette Tefrika No:128 Yusuf olsa kurt kapanından kurtulamıyacağını — biliyordu. Kuvvetine ve aldığı oyuna son derece itimadı vardı. Şimdi Mol layı kurt kapanı ile ezebildiği kadar ezecek, kelimenin tam mâ nasile iflâhını kesecek, sonra da leşini çevirip sırt üstü yenecek ti. Bu suretle ondan intikamını tam mânasile almış olacaktı. Adalının neş'esi yerinde İdi. Kendisini durmadan alkışlıyan tarafdarlarıma bakıp gülümsü- yordu. Mümin altta şimdi hareketsiz Gurüyordu. Yalnız kesik kesik nefes aldığı işitiliyordu. Cazgır da tepelerinde iği. O da Mümin den ümidini kesmişti. Her an Pes etmesini bekliyordu. Fakat bu an bir türlü gelmi- yordu, Molla şaşılacak bir mu- kavemet gösteriyor, — Adalının kat hayır, böyle bir şey olsa caz gir elbette müdahale ederdi. Et iğine göre Mümin henüz, kurt kapanına dayanacak kuv- veti buluyor demekti. Onun bu mukavemetini gören ler hayretten hayrete düşüyor lardı. Böylece belki on beş dakika, belki yarım saat geçti. O zaman Adalı her halde altındakinde artık kuvvet ve nefes namına, bir şey kalmamış olduğuna ka naat getirmiş olmalı idi ki ken- disini rahatca sırt üstü çevirip yenmek üzere kurt kapanını gev getti. İşte o zaman herkesi son- suz bir hayrete düşüren İkinci bir mücize oldu. Adalı kurt ka- panını bir parça gevşetir gev- Şetmez o yerde ölü gibi yatan Molla birdenbire çelik bir yay gibi kurtulup ayağa fırladı (Dovamı var) 8 OCAK 1048 SERBEST SÜTUN Ormanları tahrib eden kaçakçılar Örman Genel Müdürlüğü büd cesinin müzakeresi sırasında ko nugan bir çok Milletvekili ha- tiplerin fikir ve mütalealarını 6 “cak 949 tarihli İstanbul vet derinde okudum. Orman işlerile - ilgili ve bu mevzu — üzerinde — hükümetin vsızlıklarını tatmış bir adam olmam sıfatile dertlerimi dök- meyi ve umümi efkâra arzetme- yi bir fırsat telâkki ettim. Memleketimizin belli baş! vetlerinden €en mühi- mini teşkil eden ormanlarımızın son zamanlarda azalması ve talı rihata uğraması, bazı Milletve killerimizce keçilerin - mevcudi- yetine hamledilmektedir. Bu teş$ his çok yanlış ve memleket he- sahına çok zararlıdır. Yanlıştır. Çünkü; 810 sena evvel keçi mevcudü gimdikir- den ©. 60 nisbetinde fazla ol- duğu halde, memleketin her ta refi zümrüt gibi kesif ormar- larla kaplı Idi. Bundan 80 sene evvel Ankara ile Korya ârasın- da dün; anın en ze orman- lavına sahip bulunduğumuzu ec- nebi girketlerin haritalarında görüyoruz. O tarihlerde, keci birhassa bu muhitte çok ve metli idi, buna rağmen de or- Mmanlarımıza zarar vermi Jenebiliyordu. Bugün ise, bu hayvanların nesli azalmış ve hattâ tamamen kurumuş bulunduğu halde, maa- lesef ormanları yine göremiyo- ruz. Bu itibarla, ormanlarımı- Yın azalmasında ve tahribinde daha başka sebepler aramamız lâzımdır. Zararlıdır. Çünkü; — evvelce Hariç piyasalara tonlarca keçi kılı arzedilmekte iken, güdülen bu zihniyet dolayısiyle nesil kurumuş ve bugün beygir tor- balarına kâfi gelecek kıl dahi bulamamak durumuna düşmüş bulunmaktayız. Bu da, memle- ket nam ve hesabına acı ve za- 4 ön- rarlıdır. Kanaatimce, — ormanlarım:z yalnız; — ve yalnız kaçakcıların n faarruzuna maruz ve bunl: baltalarına hedeftir. Kaçakcılık, bilhassa devlet ormanları sah2- sında fırsat bulmuş ve seneli denberi kemire durmuş bir der€ ve hastalıktır. Bunu ancak. © molın sahibi önliyebilir ve canı bahasına dahi olsa koruyabilir. Nitekim, özel ormanlar, sahi lerinin yakın alâka ve muhafa- za gayretleri sayesinde bir set- vet ve güzellik âbidesi olarak kalmıstır. Bu hepimizce bilinen bir hakikattir. Ne yazık ki; sahipsizlik yü- ginden kaçakçılar bu ormanla- 'Ta tecavüz etmekte ve gözümlü- zün önünde eereyan eden bu hunharca tahribat hepimizi üz- mektedir. Bu gerast altında. kıy met ve güzelliği ile övündüğü- müz bu özel ormanların yok ol- duğunu görmemiz mukadder- dir. Çünkü, eli silâhlı ve baltalı bir vaziyette toplu olarak gelen Kaçakçılara karşı çiftliğin tek koruyucusunun — duramıyacağı aşikârdır. Ormanlara vâki tecavüzden bu vesile İle çiftlik arazilerimiz âe vareste kalmamakta ve ilerde daha elim bir takım hâdiselerin vukuundan endişe edilmekte Bir çiftliğimiz vardır. Bu cift Hiğin içindeki ormana ve arazi- lerimize kesin bir ifade ile sahıp değiliz. b Netce itibarile, bir çok emek- ler sarfedilerek servet ve gü- zellik âbidesi haline geti'ilsi ve sonra da devlete intikal et- miş bulunan ziraf — işletmelere #tâbi ormanların, tezelden sahibl belli - olmadıkça kaçakçıların. tahribatından kurtulamıyacağı ve nihayet zamanla bir mera haline geleceği — muhakkaktır. Bu neticenin, ormanların tahriv ediimesinde keçileri sebep gös- terenlere veya sebep olduğunu ganredenlere duyurulmasil de dimizin daha yakından ve ha- kikata uygun olarak ele alınma- € hususunda alâkalıların dik- kat nazarlarının çekilmesine ga- zetenizin yüksek — tavassutl: nızı saygılarımla rica ederim. Silivride: Nihat GÜMÜŞOĞLU ŞŞT K Z Cezaevine esrar sokan adam yakalandı Sultanahmet Cezaevi Etüv dairesinde müstahdem Şükü Uluçağlar adında birisinin ce« zaevine külliyetli miktarda rar soktuğundan şüphelenilmiş, takibata ba e L lânat savcısı Mes'ut tarafındani idare edilen takibat ve tahkikaf neticelenmiş ve Şükrü dün tev kif edilmiştir Vali yarın geliyor Birkaç gün evvel Ankaraya — gle den Vali ve Belediye Başkanı Dr. Lütfi Kırdar, yarın sabah şehrimi 2 ze gelecektir. Kırdar, halen, İstanbul fethinta 500 üncü yıl dönümü hazırlıklarilk yazifelendirilen komisyonun - çalı, malarıma iştirâk etmektedir.

Bu sayıdan diğer sayfalar: