20 Ekim 1931 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6

20 Ekim 1931 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Sahife 6 Roman tefrikamız: 70 20Teşrinlevvel 1931 HİNT YILDIZI Yazan: İskender Fahrettin Yogoda'yı uçtu zannetmiştim. Birdenbire gözümün önünde yepyeni bir manzara açıldı: Boş sahada evvelâ Hint yıldızını, sonra sıra ile diğerlerini gördüm... Yogoda gülerken (kendime geldim. Hintli, ağacın tepesinden yavaş yavaş kayarak yere indi. Birinci fakir, mütbiş bir sıhır- bazdı. Seyirciler o fakirin başına bir avuç toprak serptiler. Yoğoda kulağıma fısıldadı: — Bu toprak, kabile reisinin bastığı yerlerden alınmıştır. Mu- kaddes toprak.. Gülmemek için dişlerimi sıktım. Muya havalisinde bazen bir ağaç yaprağı, bir kum yığını, ba- zen bir avuç toprak, bir damla su çok çabuk mukaddes oluve- riyordu. Böyle olması için kabile reisinin eli, ayağı değmesi kâfidi. Halkın o heyecanı ( yatıştıkten sonra, ikinci fakir, bahçenin ortasına geldi. Bu, birinciden daha yaşlı, daha ufak tefek, daha cılız bir hintlidi. Durduğu yere, elinde tuttuğu bir deynek ile tahminen iki metro murabbainde bir daire çizdi. Sonra sağına soluna obakınarak, seyrcilerden bes kişiyi bu ufak daire içine davet etti. Çağırdığı bintliler (Yogoda) da vardı. İki kadın, iki erkek, birde yedi sekiz yaşlarında bir kız çocuğu bu daire içinde el ele tutuşarak ayakta durdular. Hintli evvelâ bir şeyler okur gibi dudaklarını okıpırdatarak mırıl- dandı, sonra gözlerini kapadı ve çizdiği dairenin etrafında gözü kapalı olarak dört beş defa do- laştı. Herkes gibi ben de meraktan çatlıyordum: Açaba Hintli ne yapacaktı ? Yanımda duran Muyalı bir ka- dın arkadaşına: — Dikkat et, diyordu, şimdi hepsi birden yanıp kül olacaklar! Arkadaşı dudağını Obükerek cevap verdi: — Ben bu sihirbazlıkları çok gördüm. İnsanı yakarlar, kül ederler, sonra tekrar diriltirler. Bu muhavereyi işidince beynim- den vurulmuşa döndüm. Derhal meydana atılıp ( Yogo- da) nın kolundan çekmek istedim. Yanıp kül olmak.. Sonra tekrar dirilmek! Hayır.. Hayır.. arasında Ben böyle feci Tefrika numarası; 31 bir sahneye şahit olmak istemem. diye söylenirken, seyirciler hay- retle bağrışmağa başladılar. Sihirbazın çizdiği dairenin içinde kimseler yoktul Her kes gözlerini uğuşturarak bakıyordu: Daire içinde duran beş kişi havaya uçmuş, gözümüz- den kaybolmuştu! Başımdan kaynar su dökülmüş gibi, birden, bütün vücudum ateş- ler içinde yanmağa başladı. Asa- bım bozulmuştu. Dizlerim titreyordu. İrademi kayb ettim. — Yogoda nerede? Diye bağrıyordum. Seyrcilerin bir kısmi gülüyor, bir kısmıda merak ve telâş içinde sağına soluna bakınarak mırıldanıyorlardı: — Nereye gittiler..? — Havaya mı uçtular..? — Ağacın tepesine çıkmış ol- masınlar ? — Fakir de meydanda yok... — Böyle bir düzenle karıları- mızı kaçırmış olmasın..? — Cesaret edemez... — Gözümüzün önünde bu mu- cizeyi gösteren adam, her şeyi yapabilir ! Bu muhavereler büsbütün sinir- lerimi gevşeltmişti. Bir anda Zavrensler, Tomson lar, Mis Lililer ve onların istinat ettikleri kuvvetler.. Toplar, miteralyözler, tanklar, (filolar, entellicens (o servisler, (sterlinler resmi geçit yaptı. Acaba bu da bir tuzak mıydı? Dakikalar geçiyordu... Ne Yogudadan eser vardı.. Ne Hintli fakirden. Seyirciler arasında benden fazla sinirlenen, bağıran kimse yoktu. Moyalılar bana bakıp gülüşüyor- lardı. Bu bakışlarda, bu gülüşlerde: — “Zavallının sevgilisini, gözü önünde kaçırdılar! , diyen bir mana seziyordum. — Yoguda.. Yoguda.. Diye haykırmağa başladım. Halbuki, fazla telâşa mahal olmadığını biliyordum. Güya uyuyormışız da birden uyanıvermişiz gibi, gözlerimizin önünde yepyeni bir manzara açıldı. Boş sahada evvelâ Yogodayı, sonra sıra ile diğerlerini gördüm. Gayri ihtiyari bir hamle ile 20 Teşrinievvel 1931 Denizlere dehşet—————— salan tahtelbahir Bir Alman bahriyelisinin hatıratı Muharriri : Max Valentiner — Pek âlâ, öyle olsun. Sizi, Ümit Burunu valisi tayin ederiz!- dedi. Yanağımı okşadı. Nereye gideceğimizi haber ver- diğim zaman, adamlarım adeta sevinçlerinden sarhoş oldular. Güneşi görmeğe gitmekl.. Cer- men'lerin nice ve nice asırlardan beri duydukları arzul Yüz teşeb- büste, bütün millet için muvaf- fak olunamamış bir arzu... demek ki, yüz defa şiddetlenmiş bir arzu! Bize, yeni bir üniforma verildi. “Biz ,, diye bahsedergen, gemi- Mütercimi : (Vâ - Nü) mizi kastediyorum: Gemimiz başka renge boyandı yani!.. Zira, Ak- deniz'de sular, solgun Şimal de- nizine nisbetle daha koyudur! Sonra, diğer istihzarat... Yolu- muz uzun sürdü, Manş denizi, torpillerle doluydu. Keza , torpitolar, karakol gemileri burada mekik dokuyorlardı. Demek ki, İngiltere'nin şima- linden dolaşmak O mecburiyetin- deydim. Firth of Forth'un önünden sü- künetle geçiyoruz. Bir buharlı balıkçı gemisine rastlıyoruz. Neye ihtiyacımız varsa içinden alıyoruz. Akşam İçki seyahati! Amerikalılara sarhoş olmak için kolaylık! İktisadi cihan (o buhranından Transatlantik vapur kumpanyaları da müteessir olmuştur. Bunlardan biri bu kesat zamanında para kazanmak için garip bir usul bulmuştur: Red Star vapur kumpanyası Belgenland transatlantiki ile Atlas denizinde bir tenezzüh seyahatı tertip etmiştir. Gemi kara sula- rından uzakta, yani oniki milden fazla açıkta dolaşacağından içki yasagı mıntakası haricine çıkacağ ve binaenaleyh yölcuların geminin barlarında istedikleri kadar içki içebilecekleri anlaşıldığından bu tenezzühe binlerce talip çıkmıştır. Vapur ücreti olarak her yolcudan iki İngiliz lirası alınmıştır. İçkiye teşme olan binlerce Nevyorkluyu hamil transatlantik on iki milin baricine çıkar çık- maz geminin altı barı birden açılmıştır. Geminin depolarındaki halis ingiliz viski ve biraları su gibi içilmiştir. Çoktan halis içkiye has- ret çeken Amerikalılar bir kaç saat içinde vapurda 100000 İngiliz lirası bırakmışlardır. Gemi bir ecnebi limanına uğra- madığından, yolcular pasaport almak külfetinden de âzade kal- mışlardir. Amerikalılar gece klüplerinde ve gizli içki satılan yerlerde bir gecede vasati 20 İngiliz lirası sarfettiklerine nazaren ancak 2 İngiliz lirası ile yapılan bu eğlence çok hoşlarına gitmiştir. Gemi limana döndüğü vakit ecnebi limana o uğramadığından gümrük muayenesine tabi tutul- muştur. Bundan dolayı Amerikalilardan bir çoğu iyice kafayı tütsüledik- ten başka ceplerinde şişe şişe viski kaçı: meydana atılarak kucakladım : — Yogoda nereye gittin? Mehracenin kızı hayretle yüzü- me bakarak: — Nereye mi gittim? dedi. Demindenberi buradayım.. Gör- miyor musun? © — Hayır, Yogoda bayır. Siz herkesin, hepimizin gözü önün- den kayboldunuz... Seni kaçırdı- lar zannettim! Moyalılar: — Üçüncü fakiri de görmek isteriz... Diye bağrışıyorlardı. int yıldızını Yogodanın elinden sımsıkı tuttum. Asabım fena halde bozulmuştu. (Arkası var) Sonra gemiyi batırıyoruz. Ve sonra... Lâkin, balıkcı gemisi, battıkdan sonra, bizden intikam aldı. Ağları sancak pervanemize dolanmıştı. O derecedeki, stop etmek mec- buriyetinde kaldık. Şimdi ne ya- pacakdık? — Dalup -ağları kurtaracak fedailer. Fedailer zuhur ediyor. Dalı- yorlar. Fakat, pervaneyi ağlardan kurtaramıyorlar. Bir küçük zabit, onlara: — Acemiler! - diyor; ve dak gıç elbisesini giyerek dalıyor. Heyhat! o da, tecrübede mu- vaffak olamıyor. Bu işin, bizatihi hiçbir ehemmi- yeti yoktu. Lâkin bu macera beni sinirlendirmişti. Üfku, asabi asabi tetkik ediyordum. Bir duman gö- rur gik #oldum. Hemen aklıma, cebimdeki beş lira geliyor. Ne olur olmaz diye, beş lirayı hemen cebimden çıka- np iskarpinimin kenarından soku- veriyorum. — Eller yukarı! Ateş ederim! Ellirimizi derhal yukarı kaldı- nyoruz. Üç silâhlı önümüzde pey- dahlanıyor. Karanlıkta ne olduk- larını anlıyamıyoruz. İkisi, arkamıza geçiyorlar : — Ellerinizi kımıldamayın. Ağzınızı açmayın. Yürüyün. On on beş metre ilerdeki bir hendeğe kadar bizi ilerletiyorlar. A... Burada on kişi kadar yere yatmış... Pusu kurmuş... Bekli- | yorlar. Başları vaziyetinde olan biri: — İkisini yakaladık. Üçüncüsü- nü kaçırmayalım! - dedi. “Üçüncusü kim ?.. Acaba bizim Cemalmi?,, diye merak ediyo- rum. Soluk almadan karanlıkları gözlüyorlar. Üzerimizi arıyorlar. Osman'ın üzerinden mumla kibrit çıkınca, reisleri köpürüyor; küplere biniyor. — Mumla kibrit ha... Mumla kibrit ha... Mumla kibrit taşımanın bu de- rece günah olacağını kim aklına getirir? — Haydi, bunları beye götü- rün... Üzerlerinden mumla kibrit çıktı... Anlaşıldı ne mal oldukları. Zaten ben dedimdi. Bizi bir magaraya götürüyorlar. Oda haline konulmuş bir mağara. Bir portatif karyola. Bir mum yanıyor. Bir zabit oturuyor: — İkisini yakaladık efendim... Şunun üzerinde mumla kibrit çıktı. — Ne?... Mumla kibrit mi?... Zabit soruyor: — Üçüncü arkadaşınız nerede? — Otomobilin içinde... Kayış dağı eteğinde... — Vay... itiraf oediyorsunuz demek?.. İki akşamdır burada ne arıyorsunuz?.. Düdük sesi üzerine niçin durmadınız? Niçin eğildiniz? Zabite izahat veriyoruz.. İnan- mıyor... Tahkikat, istintak.. Sonra, söylediğimiz sözlerin samimiyetine inanır gibi görünüyor, gülümsiyor. — Peki, buranın memnu mın- taka olduğunu bilmiyor musunuz? Ve izahat veriyor: Burada cephane varmış. Mumla kibrit en yasak maddelerdenmiş.. İki gece- dir, civarda üç kişi dolaşmış, dikkati (o celbetmişler... (o Sonra, mağaranın içinde bir zile bizi yaklaştırdı: — Civar, telle kaplıdır! - dedi. - memnu mıntakaya yabancı biri dahil olursa, bu tellere dokunur. Dokununca da teller, bu zili çal- dırır... Siz nasıl oluyor da tellere dokunma Mesele ciddileşiyordu. Soyundum. Muhafaza tertibatına bürüdüm : — Suyun altında şayet iki da- kikadan fazla kalırsam beni der- hal yukarı alınız. Anladınız mı? Nerede çekiç? Nerede makas? Daldım. Görünmesi lâzım gelen şeyleri mükemmelen (görüyordum. İşe başledım. Lâkin, başladığım işi çok berbat, çok musibet bir işti. ağlar.. Ansızın, titiredim, Beni çeki- yorlardı. Adamlarım, akıllarını mı kaçır- mışlardı? —“Dalalı iki dakika olmadı ki.,, diye ohomurdanarak düşündüm yukarı çıkınca, adamlarım: — Suvarimizin bundan fazla dayanabileceğini zanetmedik | - dediler tekrar daldım. H z ) birine | Kayışdağı'nda bir vak'a — 20 Teşrinievvel 1931 Bunu, ancak, atlaya sıçraya yürüdüğümüzle, ve tesadüfün bir garabetile izah ettik. — Peki, alın mumunuzla kib- ritinizi şu taraftan uzaklaşın. Lâkin bir daha, geceleyin, nerede olursa olsun düdük sesi işitince, hemen durmalı: “yolcul,, diye seslenmeli! Yoksa, kurşunu yerseniz de hakkınızdır... Bu se- ferlik canınızı kurtardınız... Yallah gidin bakalım, Teşekkür edip gidiyoruz... Oh, atlattık... Yüz metro kadar ilerliyoruz ; ilerlemiyoruz. Kulağı- mızın dibinde, vapur sirenine taş çıkartan bir düdük sesi daha... Yorgunluk, deminki şaşkınlık. “ yolcul , demeği unutuyoruz... Lâkin tehlike aklımıza geliyor. Kendimizi yere atıyoruz. : Zabit yine !karşımıza dikiliyor... — Siz, 'şüpheli adamlarsınız... Sizi tevkif edeceğim. Teminat teminat üstüne... Paşa amcamın ismini veriyorum... Yine serbest bırakılıyoruz: Hele şükür! Akşamki tepeye vardık, çukura doğru, sesleniyoruz. — Cemali Otomobilin ve sönüyor. yuyoruz: — Gelmeyin... (***) var... Hoppala... Bu üç yıldızla ikame ettiğim kelimeyi, vazıh işidemi- yoruz. — Ne var? Ne var? — (*) var gelmeyin, gelme- yin... fenerleri o yaniyor Cemal'in sesini du- Allah Allah.. Tepenin üstüne oturuyoruz. Bir çalı dibinden yine zabit karşımıza çıkıyor: — Neye duruyorsunuz?.. Ne bekliyorsunuz? — İşte otomobil aşağıda efen- dim. — Peki gitseniz e... — Gidemeyoruz. ( * * * ) varmış. — (*** ) de ne? — Bilmem... Zabit, bir el feneri yakıyor. Vay vay vay... Bizim otomobilin etrafını bir sürü köpek almış... Cemal, muhasarada... Zabitin ar- kasından neferler beliriyor. Onlarla beraber, Cemal'e yaklaşıyoruz. — Siz gidince, dört saat bek- liyeceğime otomobilin içinde uyu- dum. Bir de uyandım ki, civarda ne kadar çoban köpeği varsa hepsi etrafımı sarmış. Dilleri bir karış dışarda beni gözliyorlar... Yerimden kımıldıyamıyoram. Zabit artık, meseleyi anlamıştı. Gülmeğe başladı. Köpekleri koğ- duk. Osman otomobili muayene etti ki, birde ne görsün? Hiç bir arıza yok. Sadece, makineyi sil- meğe mahsus olan bez, içerde kalmış, kola takılmış.. Bunu çıkar- dık, Zabit beyi rahatsız ettiği- mizden dolayı özür dileyerek yola devam ettik. Yolda: — Yolcu! Yolcu! Yolcu! dimeği unutmadık bittabil Nakili; ( Hikâyeci ) Pervaneden ağları kurtarıncaya kadar çalıştım. Nihayet kurtar- dım da... Bu sayede, mürettebatın bana karşı hürmet ve muhabbeti fev- kalâde artmıştı. Zira, bahriyede, bir amir için, maiyetinden bedenen daha kuvvetli olmak pek lehte bir şeydir!) Bir torpili, hedefe isabet ettir. dik... Bu, mürettebata gayet tabil görünür. Lâkin, buna herkesten daha kuvvetli oldunuz mu, müret- | tebat nazarında adeta bir nim ilâh halini alırsınız. İngiliz kruvazörü mahut Roxburg'a muvaffakıyetle isabet ettirdiğim andan itibaren, esasen, nişancılık noktasından ismim çıkmıştı. Beni yaman bir babriyeli addediyor- lardı. (Arkası var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: