22 Temmuz 1938 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7

22 Temmuz 1938 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Polanegri Berlinde yeni ve & filmin büyük sinema yıldızı Polanegri son zamanlarda vakit va- kit filim mektedir. oPolanegri geçende Berlinde «Mukaddes Yalan» adında yeni bir filim çevirmiştir. Fi- Sess limin hemen bütün ü bu artistin üzerine Polaneğri deruhte € rolü muvaffakı- yetle ya, dur Meşhur muaganniye Carmen Ca- $ini (Polanegri) bir defaya mabsus olmak üzere Aida rolü oynıyacak. Câsini çoktanberi sahneye çıkmamış tır. Vaziyetten haberdar olanlar gırt- lağının yorgun olduğundan bahsedi- yorlar, Fakat tekrar sahneye çıkması kararı alkışlarla karşılanıyor. Smith adında bir simsar kadının Amerikaya gitmesini temin için bir rele yapmağa koşuyor. Casininin yeni muzafferiyetini te- maşa etmek için dikiş makinesi kralı Sam Milbrey de Amerikadan gelmiş- tir. Locada otururken bir gencin ge- Jip yanına teklifsizce oturmasına kı- Milbrey, ismi Cecil Lasko olan bu gence oyundan sonra Casininin odasında tekrar tesadüf ediyor. Mil. bre ci kıskanmak üzere iken delikanlının Casininin oğlu olduğu» nu haber alıyor, i Casini oğlunu tapınırcasına seyi- yor. Cecil yazın otomobile şöhrte ka- yor. Cecli yarış otomobillerile şöhreti kazanmak istediği için anasına çok pahalıya mal oluyor. Bundan başka Cecil, Colette Latour “adında güzel bir kıza âşıktır. Aşkında samimidir. Fakat henüz istikbalini temin etme- miştir. Onun için Colette'in velisi de Bartell Cecili yakından tanımak İs- tiyor . Bunün için bir fırsat zuhur ediyor. Cecll bir yarışta yaralanıyor, Bartell ile-Colette kendisini ziyaret etmek is- tiyorlar. Kabul odasında anası Car- men Casini ile karşılaşıyorlar. O an- da Carmenle Barteli biribirlerini ta- nıyorlar. Çünkü bir zamanlar biri- birlerini delice sevmişlerdi. Bartell kadınla tanıştığı zaman o küçük bir koto muganniyesi idi.. Barteli tekrar karşılaşmanın tesirlle heyecana düşü- yor. Fakat Carmen kendisine yüz vermiyor. Bu soğuk muamelenin far- kına varan Colette meşhur müugan- niyeden sebebini sormak Istiyor. Fa- kat cevabı Basteli veriyor: «Ben her şevi yoluna koyacağım, merak etme!» diyor. Cecil çabuk İyileşiyor. Fakat oğ- j ile meşgul olurken Cars kendisini unutuyor, sesi tama- mütehassis öylü- bu bozuluyor. Parie mile t kendisine şu müthiş hakikati «Artık bir daha şarkı söyliye- yor miyecek » Barteli, Cecil'e yazıha- nesinde bir vazife teklif ediyor, fakat Carmen oğluna bu teklifi kabul ek memesini söylüyor. Cecil kumara dalıyor ve bir gece masada Bartelle 15 bin mark borçla- nıyor. Annesi borcunu ödeyemiyor. Oğlunun hayatıma kasdetmek niye- tinde olmasından şüphe eden. Cecil nevmidiye düşüyor. Bu endişe içinde Smithin Amerika için teklif ettiği yeni mukaveleyi imzalıyor. Bu saye- de 15 bin mark avans alıyor. Kadın, bu suretle bir sahtekârlık işlediğinin farkındadır, Fakat oğlu için bu son fedakârlığı yapmağa karar vermiş” tir. Bu arada, Milbrey Jmdada yetişi- yor. Carmen onunla nişanlaniyol Fakat dikiş makinesi kralı mugan- niyenin mesleğine devam etmesini istiyor. Çünkü ona meşhür bir kadın lâzım, O artistin şahsını değil, şöb- retini seviyor. eyi re EL ca Amerikalıdan nefretle & simsara giderek artık sesi olmadığını büyük bir filim çevirdi Mukaddes yalan filminden bir kaç sahne şarkı söylüyemiyeceğini itiraf ediyor. Simsar kıyameti koparıyor. Bu vazi- yet karşısında Cecil kendisine hâkim olamıyarak anasını sahtekârlıkla it- e il tekrar orta- ada Bartel imi annesinin büyük- Jüğünden, kendisi için yaplığı feda- kârlıklardan bahsediyor, Bu muha- vereyi düyan Carmen Bartelle tekrar banşmar ve birleşiyorlar, Barteli ile Ca çi bundan böyle en büyük vazifeleri Cecil ile Colette'in saadet Jeri için çalışmak olacaktır, Erich von Stroheim Fransada yerleşmiştir, Artist ilk filmini geçen- de çevirmişti, Şimdi yeni bir filime başlamıştır. Bunun müteakip daha birkaç filim çevirecektir. Sk Hollywood stüdyolarından bir kısmı fazla sıcaklar yüzünden tatil yapmıştar, Yazan: Sermed Muhtar Alus ,-- Sahife 7 126 'Tefrika No NANEMOLLA Bu sebeble efraddan ve zabitlerden sayısız kişi, kasabanın etrafındaki is- tihkâmların şevlerine dağılmışlar, de- finleri ertesi sabaha kalmış şehidlerin elbiselerinden kola takılacak onbaşı, çavuş, başçavuş işaretleri, omuzlara ve setre yenlerine dikilecek köprü, beyaz ve sarı sırma şeridler toplâma- ğa çıkmışlardı. Nanemolia da, topallıya topallıya, bunların arasında... Çok kanlı çarpış- malara sahne olmuş bir tepenin ya- macına gelmişti, Göğsünden vurulup 'Tanırısına kavuşmuş, koç yiğit bir mü- lâzimisani sırtüstü yatıyor. Yanına diz çöktü: — Yarın ahirette şefaatinden irağ etme beni mübarek ağabeyim! diye- rek ellerini, ayaklarını öptü. Ruhuna üç ihlâs bir fatiha okudu Ve omuzlarındaki köprülerle kolla- rındaki iki beyaz şeridi çakiyle k p aldı Aleksinaç kâlesinin. zaptedilemiye- ceğine, ordularla hücum edilse, etrafı aylarca kuşatılsa teslim olmıyacağına gayet kuvvetli kanaat besliyen gene- ral Çernayef ve prens Milan, tepele- rinden vurulmuştan beter hale gel- mişlerdi Bütün millet, bütün Belgrad halkı bu müthiş mağlübiyet ve bozgunlu- gun kederile biribirine giriyordu. Prens dört nala yolu tutup başku- mandan Rus generalini bulmuş, baş- başa vermişler, (Nefiriam tarikile as- ker toplamağn, muharebeye devam etmeğe, Aleksinaçı ve kaybettikleri yerleri geri almağa azmü cezm ctmiş- Jerdi. İkisi bu hayalle çırpınıp dursun, iş- ten anlıyanlar, gönüllü Rus, Çek, Hır- yat, Dalmaçyalı zabitler artık her şe- yin bitmiş olduğunu, hiç bir kurtuluş kalmadığını, yeniden harbe gi- rişmenin daha büyük felâketlere, bü- tün Sırbiye topraklarının, Belgradın bile elden çıkmasına sebeb olacağını söy! ardı Bunların çoğu memlek&tlerinin yol- larını tutmuşlardı bile. Prens Milanın başmüşevviki olan Rusya çarı İkinci Aleksandr da şaşır- mıştı, On beş yirmi bin güzide nefer ve zabit gönderdiği, silâh, cephane, levazım İususunda bu kadar yardım ettiği halde netice bu şekli alsın, hay- ret!.. Prens Gorçakofun emrile İstanbul- daki Rusya sefiri general İgnatiyef, Babıâliye ultimatomu dayadı: «Varakanın verildiği tarihten itiba- ren 48 saat zarfında, bilâkaydüşart, altı haftadan iki aylık bir mütareke aktedilmezse, Türk ordusu kuman- danlarına işbu emir tebliğ kılınmazsa, bütün sefaret erkânile birlikte İstan- bulu ferkeyliyece; » Bu tazyik üzerine Babiâli Sırbiye ve Karadağa karşı iki aylık mütare- keyi kabul etti. (1) O zamana kadar küliste bekliyen başaktör ikinci Aleksandr, sahneye çıkmak hazırlıklarına başladı. V Nanemollâ mülâzimisani İşaretleri- ni takmıştı, Hayatında bu derece se- vinç görmemiş, keyif duymam, O zamanlar, madunun mafevk hu- zuruna çıkması merasime, silsile me- ratibe, araya derece derece rütbeli #imselerin girmesine pek bağlı değil, Paşanın yaverine veya çadır çavuşu- na söyledin mi, çık yanına bas temen- nahı! İrfan evvelâ tabur kumandanı Veli beyin elini öpecek, bir daha hayır dua- sını alacak, sonra fırka kimandanı Hafız paşaya gidip ona da, teşekkürler- de bulunacaktı, Kıtasına döndü, Çavuşları, onbaşı- ları hep koşuştular. — Mülâzımlığın mübarek olsun be- yim! diye etrafını aldılar, Veli bey meydanlarda yok... Sordu: — Nerede kumandanım? Emirberinden biri ilerideki büyükçe iki katlı evi gösterdi: — Doktorun yanında!.. Bacağı gittikçe ağırlaşıyor. Omu- zu da zonkluyor. İrfan aksıya aksıya gösterilen eve gitti; içeri girdi. Veli bey de yaralı değil mi? Hem de üç yerinden, Biri baldırından, biri (0) Bu mütareke 1877 yilinin ayma kadar uzatılmıştır. mayıs kalçasının kaba etinden; hayli ehemmiyetli, Kurşun sağ boşböğründen girmiş Allah korumuş, karaciğerine barsak: larına filân dokunmadan, aradan ge çip gitmiş O vakite kadar bundan daha kimse nin haberi yok. Yün kuşağını yırtıp yırtıp yaralarını $ikı sıkı sarmış. Yüz bile buruşturmadan, ufacık bir uf de- meden o saati bulmuş. Doktora pansumanlarını şimdi yap- tarıyor. Neşesi, şakası yerinde — Aci patlıcanı kırağı çalmaz, di- yor. Şu kadarcık kurşunlardan ne çi- Zımba gibi delip gider o kadar, üngü girerse, o da burulursa o vakit üçüncüsü Birader çocukluğu bırak, ben dinle, Bir kaç gün olsun dola, tirabat €t!..'derken, o kahkahayı at- mada: Etme be Lokman, beni mahajle bici beylerinin yerine koyma yahu! Nanemolla. yanına vardı. EHetinir ikisini de öptü. Veli bey oturttu: — Burada hep baba evlâdız, karde- $iz. Yerleş'bir iskemleye! Yaraları sarılmada, kımıldam iyor, Yanına attığı setresini gösterdi — Cebinden çıkar tabakayı, bir et- gara yak. Bir tane de benim ağzıma ver! İrfan söyleneni yaptı, Cigara avu- cunun içinde, hürmetkâr bir vaziyet. te, bir iki nefes çekti i Başında bir ağırlık; şakaklarind zonklama; kulaklarında uğultu... He. raretten yanıyor; susuzluğa dayana- muıyacak... Oradaki tımarcılardan birine! İs- — Bana biraz su hemşerim!.. dedi, Doktor atıldı - Ne yapiyorsun ev yaralı adam su içmez! Veli bey bile tasdikte: — Acılarma dayandığından fazla, işte asıl buna dişini sık tosun! Doktor İrfanın yanıma gelip nabrı- ni tuttu; — Senin ateşin fazla yahu!.. Kaç gün evvelden, ilk yaralandığı gündenberi, bu derece değilse bile, ge- ne yanıyor fakat karşıki ateşlerden kendi içindekinin farkında mı ki? Doktor şimdi de İrfanın yaralarını açtı. Evvelkiler, yani basındaki siyrik- Ja kolundaki, nualmağa yüz tütmüş Yenilerden bacağındaki tehlikesiz sa- yılır... Gelgelelim omuz başında olan büyük ve derindi Süngi rasıydı Boynunun solundan göğsünün yu karısı, koltuğunun altı, bütün o kolu kütük gibi şişmişti. Doktor: — Tosunluğunu, yiğitliğini anla- dık. Bravo, yaşa!.. Büyük rütbelere er, paşa ol, müşir ol işallah... Fakat bl derece cahillik, umursuzluk ta olmaz... İmkânı yok yatacaksın, hiç kımılda- muyacaksın; daha doğrusu bir hasta- nede bakılmağa, istirahete muhtacsın evlâd!. Diyör, ona göstermeden, Vel beye de tehlikeli mânasına işaret edis yordu Öbür yaraları, temizlenip İyodo- formlar serpildiklen sonra bağ mış, omuzundakinin pansumanına S1- ra gelmişti İrfan dişlerini biribirine geçirmiş, oturduğu iskemlenin iki yanını & rak ses çıkarmıyor, zaten ateşle yan- dığı, üstelik te veca çektiği için yüzü kıpkırmızı, alnından, şakaklarından şıpır şıpır terler damlıyordu. Kadri bey - doktorun adı - mütema- diyen — Hay var ol, Allah seni kazadan belâdan korusun!,, Hakkile erkek, hakkile metin imişsin! Ayıb değil a, senin paşazade olduğuna, konaklarda, köşklerde dadılarla, lâlalarla büyüdü güne inanmıyorum vesselâm!.. diyor- du. Ne de olsa zavallıcık can taşıyordu Acıların şiddeti arttıkça artmış, artık dayanamaz hale gelmiş, bayılmıştı Doktor nabzına bakıp, kalbini din- leyip, fazla canı yandığından tevellüd etme bir baygınlık olduğunu anladık- tan sonra; sabet oldu, hiç değilse ıtırab duymazl, diyerek pansumana devam etti, (Arkası var) NİZ

Bu sayıdan diğer sayfalar: