20 Eylül 1939 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7

20 Eylül 1939 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Deryası Yeşil saha!., Prostün imar plânı İstanbulun müstakbel bir sem- tine bu renkli ismi koydu. Üstadın kırmızı Çarşambayı hatırlatan böyle bir isimle neyi murad ettiği ancak plâ- nın tatbikinden sonra anlaşılacak. Sahanın ismi is- ter yeşil, ister fıstıki olsun, şu renklerin de insanlar gibi birer talihi oluğu muhakkak!... ahı düşünün bir kerel. elbisesinden gü- $ kadar hep güzel şeylere eş olan beyazın aksine, dünyada ne kadar iç kararlıcı, mide ve mezhep bulanı durıcı | kelimeler varsa onlara ek olm ur! Bazı paradokscu kabileler müstesna, nerde bir ölüm | ve matem varsa siyah oradadır!... Papaslar siyahı günah- l Gelin Jara cübbe, faşistler rejimlerine sembul yapmışlar Tabiat b e gi milyonlarca ir siyaha bo: balo. ti var: Merasimler görür, bayram € erdendir. Ona eks lar!... Biç Sarı renk ha ii Ğ oldukça talihsi; iya arlarında, h çıkmış evlerin kapıları; kat bütün bu talihsizliği altuna eş olmakla telâfi eder Kırmızı, renklerin en talihlisidir. On sekiz milyonluk bir milletin başı üstünde dalgalanan bayrağın vasıfların- | dan biridir. Kırmızı - beyaz deyince gözlerin içi parlar, gö- | üsler gururla kabarır, Meyvaların yüzünde kemali, in. | nde hic etmek gibi Kadın vücu en mutena yerleri kırmızı ile Bir tek bahisızlığı vardır: Kana renk olup sik yüzünü kızartmak! lerin kanberidir süslenir! Bütün renkler bir ârâ- isiz düğün olm Yalniz şairlerin elin- ( de gük, ye e göz gi enmek ve bir de ka.” pi dışarı edilen) eline verilen kâğıda renk olmak talih, sizliği vardır!... Mavi, gözde ne kadar ipekleşirse kâğ o kadar hoyratlaşır!.. Pembe, mor, nefti, eflâtun, gri... karışık olmak bahtsızlığına uğrıyan renklerdir!... günün aslı, astarı belli değildi: Hele bukalemun!... Talihin gadrına uğramış yegâne | bedbaht renktir. Bugün böyle, yarın şöyle söyliyenlere, iki" yüzlülere, döneklere, kürarsızlara sıfat olur!... Gelelim yeşilet... Yeşilin talihi hepsinden gariptir, bukalemun gibi değilse de oldukça çeşidli manzarası var- dır. Çifçinin elinde bereket, kuyumcunun elinde zümrüd, içki düşmanının elinde silâh olur!... Yeşilaycıların rakı gi- bi bir zehire karşı panzehir olarak kullanmalarından da anlaşılır ki yeşilde zehir vardır. Tifo kaynakları yeşil, gözlerin korkuncu yeşil, irticam dili yeşildir! Bu garip talihli renk nihayet Prostün plânında da yer aldı!... Bakalım buradaki talihi ne olacak?... Allah vere de ifadesi, sürat ve güzellik gibi makbul şeyler ola!... bi kelimelere € Bunlar esasında Bir ço- — Sen de mi Brütüs ?.. (Bu montaj B. Museo diseler'n her gün de bir hatırası diye dereediyoru ninin B. Hitlere son sulh teklifi günle: zünden mevzuun eşki » hazırlanmıştı. Hâ- ma râğmen bugünlerin ile midir, nedir bilmiyorum, vapur yolcuları arasında devamlı bir sır #lıp verme merakı var Yıllarca dostlukları sonra bile elde edi. lemiyen esrar bu. tan sonra, cigara ah ea ikram eğiliyor!... Bay Amcaya uŞu adam kim acaba? diye bir zatı gösterdim. Bana bir ha- yat destanı anlattı!.. Merak ettiğim adamı, röntgen işığına tutulmuş gibi en ince noktalarına kadar öğrendim «Eski dostlarından biri mi bay Am- ca?» dedim. «Hayır, cevabini verdi, demin üst güvertede bir saat kadar ko- nuşmuştuk'a Vapur yolculuğunun ruhlarda yap- tığı bu tasfiyeden uzun uzadıya bah- settik, Bay Amca sözünü şöyle bitirdi: — Anlaşılıyor ki, balayı seyahatleri- ni evlendikten sonra değil evlenme- den evvel yapmak daha faydah cak!.., a, kısa bir aşinalık» verir gibi, kolay * Deniz umumiyetle sakin. Fakat her burnu döndükçe hava değişiyor. Ak- si gibi Karadeniz kıyıları dümdüz değil, iri oymalı danteller gibi girin- tili çıkıntılı. Burun üstüne burun!.. Bir burundan sonra bir burun da- ha!,. Hem de iri iri! — Sahillerimiz cennet gibi amma | burunlar pek büyük, yolu kesiyor!.. Merakh bir oyun! ola- | >> | Bay Amca; — Zararı yok, diye ce- vap verdi, burun büyüklüğü gururun ifadesidir!.. * İnebolu ile Sinop arasında ve gene İz İ a e Boy mea dan YUAN Oyeh Saygı!.. — Amerikada kaynanalar bir ok muşlar, «Kaynanalara saygı klübü> diye bir klüp açmışlar. Kendilerine hürmet edilmesini istiyeceklermiş!... — İsterler al... — Ne demek, biz istiyemez miyiz?... Onların kuyrukları mı var?... Hayır, amma milyonları vari... Komisyon!.. Ihtikârla mücadele işi bir ko- misyona havale edilmiş!... — Zannetmem!... Baksana mücade leye başlandı bile!... Çocukluk!... — 14 yaşında bir kızla 17 yaşında bir oğlan kaçmışlar!... — Çocukluk!... — Yakalanınca da evlenmeğe kalk- mışlar!... — Çocukluk dedik a!... Hazineye yarar!. Tramvay biletçisi bir yolcuya çıkı. şıyordu: — Ne demek efendim! önjinden bindin. Yüz J Yolcu: — Hayır, diy den bindim. Yüz para Biletçi fena halde kızdı: — Yalan!.. Ben şimdi sana devlet hazinesine 2a- rar vermenin ne olduğunu gösteri rTim!... Vatman dur, çabuk bir polis çağır!.. diyerek dört beş kere xi çaldı. Yolcu hiç oralı değildi, Gazetesini açtı, okumağa başladı «İhtilâs suçluları kefaletle serbes bırakıldılar...» Ekmekle yağ!.. İki Belediye odacısı gazeteye aban- muşlar, muril mwni okuyorlardı: «Belediye kooperatiri bir ekmek, bir de yağ fabrikası açacak...» Bu havadis onlara fi tarihindeki kooperatif meselesini hatırlattı, baş- larını kaldınp biribirlerinin yüzüne baktılar: — Bahalım, bu kere kimlerin ek- meğine yağ sürülecek?... Sinop limanma girdiğimiz sırada bir ahbap kamarasından çıkıyordu. Öğledenberi uyumuş, fırtınadan ha iri bir burfu dönerken, hatırı sayılır | Deri olmamıştı. bir fırtına koptu. Herkes, bir anda bir köşeye sindi. Yalnız bir kişi, bizim gibi, elleri cebinde küpeşteden dalga- ları seyrediyordu. Bay Amca bu zatı gösterdi: Galiba bu da gazeteci, dedi, fir- tınaya alışık! * Fırtına bây Amcaya viz gelmişti!.. Fakat gene suratı asık, kaşları ça tıktı. Kaharan dalgalara bakıp bakıp söyleniyordu. Sebebini sordum — Sözde edecektik, dedi -— E, ne old — Baksana, ortalık gene ayağa mütenekkiren seyahat nl — Geçmiş olsun bayım, dedim, fir. tına atlatık!.. — Haydi canım, dedi, beni mi kor kutacaksın!... Bunun cevabını bay Amca verdi: Güverte yolcuları arasındaki bir Musevi kafilesinin oturduğu tarafa elini uzattı: — İnanmazsan baki... Baktık. Henüz yıkanıp asılmış ça- maşırlar iplerde uçuşuyordu!... * Bir Sinoplu bay Amcaya memleke- tini medhediyordu: — Bütün şu gördüğünüz ağaçlıklar meyva ormanlarıdır. Ağaçlar çiçek açtığı zaman buralarda kokudan du- rulmaz. Bir elmamız vardır ki nah şu kadar!... LUlmanımızın güzelliği kadar elmamızın güzelliği de meş- hurdur!... Yalnız Sinobumuzun bir kasuru vardır, denizi sakin olduğu için kayıklara yolcu alıp verme eğlen cesi yoktur.. Bay Amca de sigara, bir yandan Sinopluyu dinliyor, bir yandan İne. bolu denizindeki eğlenceli nakliyati düşünüyordu. Nihayet Sizin elmanız mi İnebolunun da al (Arkası denildi hur amma, dedi, sı meşhur! mm m a

Bu sayıdan diğer sayfalar: