13 Ekim 1939 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 5

13 Ekim 1939 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

2-13 Teşrinieyvel 1939 Amerikalılar Finlandiyalıları niçin severler? ovyet Rusya ile müzakere halinde bulunan Finlandiyanın bir taraf- tan da askeri hazırlıklar yaptığı bildiriliyor. Finlandiyada hasıl olan vaziyet Amerikada büyük alâka ve heyecan uyandırmış. Vaşington- Vm Londraya gelen haberlere göre Amerikanm bu işe müdahale etmesi muh- Amerikalıların Finlere karşı hususi muhabbetleri vardır, Onları iki sebeb- den takdir ederler. Bunlardan biri, cihan harbinde Amerikadan borç alan dev- er içinde yalmz Finlandiyanın bu borcunu her taksit zamanı gelince mun- zaman ödemesidir. En büyük devletler bile Amerikadan aldıkları paraları pir miktar ödedikten sonra tediyeden vazgeçmişlerdi. Onun için Amerikahlar İnleri borcunu tıkır tıkır ödeyen namuslu bir adam olarak hatırlarlar. Amerikalıların Finlere karşı besledikleri muhabbetin ikinci sebebine gelin- ©€ dünya sürat şampiyonu meşhur Nurmi Finlandiyalıdır. Amerikaya giden Nurmi koşmakta bütün dünya rekorlarını metrelerce geride bırakıp dünya Sünpiyonu olduğu zaman Amerikalılar kendine hayran olmuşlar ve yüksek makamlar böyle müthiş bir koşucu yetiştirdiği için Finlandiya hükümetini tebrik ederek kendilerine her türlü kolaylığı göstereceklerini söyledikten baş- ka yeni krediler açmakta tereddüd etmiyeceklerini de bildirmişlerdir. Şimdi Amerikanın Finlandiyaya yardım edeceği tahmin ediliyor. Borcunu Muntaman ödeyen ve dünyanın en hızlı koşan adamını yetiştiren bir millete Amerikalıların yardım etmemeleri için bir sebeb yoktur. Şevket Rado Ba Takma bacak kalp para dolu imiş! Letonyanın merkezi Rigada bir kalpazan | de bu adamım vasıta olduğuna hükmetmiş- Girketi garip bir surette meydana çıkan! tir. Fakat hiç bir tarafında başka sahte biç miştir. Ayağı kesildiğinden suni bacak Ku -) para aylunmamıştır. Nihayet zabıta dokta - Janan bir dilenei halkı çok izaç eylediğin | vasıtasile dilencinin sunl bacağı çıkarı- den tevkif edilip üzeri araştırıldığı vakit | lıp içi muayene edilmiştir: Meğer takma İ teplerinde (Lât) denilen Leton parasından | ayağın iş! sahte (Lâtilar ile dolu imiş, Bu birinin sahte alduğu görülmüştür. Zabiti | adam sıkıştırmış ve şirketin Kimlerden tedavüle çıkarılan sahte paraların Ximin | mürekkep olduğu anlaşılmıştır. Kalpazan- tarafından sürüldüğünü şimdiye kadar Ke#-| lar nazarı dikkati celbetmemek için şehrin fedemediğinden dilenciden ziyadr | sanayi mektebi atel e sahte para ima #üphelenmiş ve sahte parali sörümün- | Jâthanesini kurmuğla; Smithler, Braunlar! Amerika Müttehid hükümetlerinde o0n ( çekmektedir. Bu zorluğun daha almak | önünü | Yapılan tahrir nüfusta Smith ismini tası- Yan bir milyon üç yüz bin ve Braun adını | İ için Amerika posta idaresi ayni isimde bu- lunan adamlara birer numara vermiş ve | keyfiyetten isimlerin sahiplerin! de haberdar taşıyan bir milyon insan bulunduğu tesbit | edilmiştir. Bu iki isimden sonra en ziyade | kullanılan adlar Vilyam, Jones ve Vüsondur. Ayni isimde milyonlarca adam bulunma- sından en ziyade posta idaresi müşkül | Kum torbası çalan bir kadın 2 ay hapse mahküm oldu! li a reğmen iki ay kü- ahküm edilmiştir. mi kum torbalarının | a bü) ağır | etmiştir. Bundan sonra bir numaralı, beş yüz numaralı bin numaralı ve milyon nü- marah Simith'ler hulunacaktır. 10 İngiliz lirası İngilterede tayyare hüc rek gibi ağu mühlm yinaların muhefzası larına konulan kum torba m &i won zamanlarda çoğalmıştır. Bunları aşı ranlardan biri ahiren ele geçirilmiştir. Bu General Kâzım Orbayın Londraya muvasalatı: o Kendisini mareşal B'rdwod, generalin elini sıkarken. (İstikbal edenler a gelirimiz. Fransa selareti ataşemiliteri görünüyor.) Matbuat umum müdürü Istanbulda. buat umüm müdürü B. Salim Gündoğanın şere- nda bir çay ziyafeti verilmiştir. Çayda Vali Parti müfettişi B. Tevfik Fikret Sılay aşlardır. Yukarıda çayda bulunanlardan bir grup Şehrimizde bulunan Mat #ine dün İstanbul Basın kurumu! ve Belediye reisi doktor Lütfi Kırdar, ile gazeteciler hazır bulunmu görünüyor. ayl Babalara Samimi Bir Nasihat ğ aşta başlatımz. Muallimin cuk) san öğretmek isterseniz genç yaş il e nie iyi Türkçe bilenini ârayımz; eksi takdirde çocuğu- nuz yarı yolda Kalır. Fransızca lisan mütehassıs pörfesör Angel, Bâhçekapı, Tramvay yolu Şelğmet han, AKŞAM Sahife 5 SAP ve SAMA BEZ YAZAN: REEPJek MAT'TI'D On yedi parçadan mürekkep düşman filosu karşısında tek başına bir (Hamidiye) - Yerinde olmıyan bir dua - Yüz yılanın dans ettiği kovuk Bir ikindi üstü, Karadeniz engin- lerine bakan bir yamaçtan ömrüm- de bir daha tesadüf etmeme pek ih- timal veremediğim heyecanlı bir de- niz muharebesi seyrettim: Harbin sonu ne olacak ve bu son gelinceye kadar ben ne olacağım, nerelere gönderilecek, nasıl barına- cağım diye düşünürken (denize veya nehire bakan bir adamın iyi şeyler düşünemiyeceğine oOömin olunuz... Ancak gök manzarası nikbinlik ve- rebilir) garp tarafından, kıyı boyu, sinsi sinsi yol alan bir kruvazör gö- züme ilişti. Kimin nesi idi, düşmana ait miydi, limana girip ateş mi aça- caktı, tabii bilemiyordum. Gemi iler- ledi, ilerledi, hizama kadar geldi, sonra Sinop fenerinin bulunduğu burnun arkasından kaybolacağı sıra- da, birdenbire, topaç süratile döndü, ters yüzüne koşmağa, denizi yara yara seğirtip kaçmağa başladı. (Tabildirki şu cümle size: Yavuz geliyor, Yavuz Denizi yara yara! Kız seni alacağım, Başına vura vura! türküsünü hatırlatmıştır. lik ik mısraa söyliyeceğim söz yoksa da sonuncular beni dalma bir düşün- ceye uğratır. Başına vura vura alınan kız, acaba derim, başına çelenk ve taç takılarak alınan kizdan daha hırlı mı çıkar ve bu usul daha mı faydalı netice verir? Bizde eskiden gelini ilk gününden korkut- mak bir kaide idi. Hatta ahmak he- rifin birine de bu nasibatı vermişler, düğün gecesi kızı nasıl korkutayım diye düşünmüş, taşınmış, tam O es- nada zilaf odasına giren evin tora- mar Van kedisini bacaklarından ya- kalayınca ikiye ayırmış; gelin dü- şüp bayılmış, kayın peder de damadı tutunca kapı dışarı atmış! Hikâye bu yâ... Bahsettiğim geminin böyle, alelâ- cele dönüvermesinin hikmetini biraz sonra, Fener burnunun arkasından irili ufaklı, tam on yedi parçadan mürekkep kocaman bir filo zuhur eder etmez anladım. Denizin üzeri su tavuğu ve ördek sürüsü konmuş bir göl parçasına benzemişti; insün, şöyle çittesini bir çevirip gözü kapa- nh sıksa muhakkak Sekiz, on tanesini can evinden vurabilirdi, Derhal hükmettim ki on yedi par- çalık filo Ruslara aitti, tek kruvazör de bizim bir kruvazörümüz, hatta olsa olsa Hamidiyemizdi. Filo ateş açtı; zırhhların şurasında, burasın- da, hava soğuk iken nefes alınca ağ- nmızdan nasl buhar balonu çıkarsa öyle, bir duman tabakası peyda olu- yor, açılıp sönüyor, sonra kaçan geminin arkasına doğru bir şeyler düşüyor ve sular fişkırıyordu. Ama öteki de boş durmuyordu, hem son süratile kaçıyor, hem bütün topları- nı arkaya çevirmiş, takip edenleri ateşe tutuyordu. Şu var ki iki tara- fn da mermileri hedeflerine yetişe- miyer, bombardıman İki hasım orta- sında, yalnız denizi hırpalıyordu. Yetişecekler Mi, isabet ettirecekler mi, batıracaklar mm, bu facianın bed- baht bir seyireisi mi olacaktım? At, kayık, bisiklet ve otomobil yarışı bile heyecan verirse srtik düşününüz bu amansız, facialı, misli nadir yarış si- nirleri nasıl gerer, yüreği nasıl altüst eder ve heyecanın kaç mislini duyu- rur, insanı ne hale getirir! Yarım saate yakın süren yarış ve harp, nihayet bizim Hamidiyenin ga- lebesile “Hamidiye olduğunu #onra- dan öğrenmiştik. yani düşman f1l0- sunun kendinden süratsiz ve topları kendininki kadar menzilsiz olmasın- dan dolayı yara, bere bile atmadan fi- rara muvaffak olması suretile netice- lendi, Rus gemileri Karaburun önüne kadar koştular, duraksadılar, ellerin- den kaçırdıkları avın arkasmdan havlar gibi birkaç mermi daha attı- merkezi üzerinden | lar ve soluk soluğa, âdeta dilleri bir karış, ters yüzüne dönüp engine açıl dılar, kayboldular. Ben sevine sevine şehre dönünce, tuhafı, müslüman ahaliyi gayet mü- teessir buldum. Yol başlarında, baş- başa vermişler: — Vah vah, kaçırdılar, yakalaya- madılar, hakkından gelemediler! Diye hayıflanıyorlardı, Kulakları- ma inanamadım. Meğerse zavalhlar 'Hamidiyeyi bir düşman zırhlısı ve on yedi parçalık donanmayı, mili hissin verdiği bir kuvvetlilik iştihası ve zevkile, bizim filomuz sanmışlar. Yarış ve harp olurken coşkun coş- kun haykırırlarmış: — Yetiş! Batır! Ha babayiğitler ha! aman kaçırmayınız! Bereket ki bu ters, münasebetsiz temennilerini ve dualarını Allah, iyi bir gününe rasgelip cehaletlerine bağışlamış da tutmamış.. Yoksa bize bugün mektep gemisi vazifesini gören bu tarih! sefinemiz çoktan eli- mizden gitmiş olacaktı, Tevekkeli fetvalara «Allahü â'lem bissevap» kaydını ilâve etmezlermiş! İlk menfamdan hatırımda kslan bu harp sahneleri arasına harbe ait olmayan, fakat heyecan vermek hu- susunda onlardan geri kalmayan bir hikâye ilâve edeceğim; bir yılan hikâyesi... Ömründe yılan görmemiş adam hemen hemen yoktur denile- bilir; iki, üç, dört, beş tanesini de gören vardır; belki bu beşin! bir ara- da seyrelmiş olana dn rasgelirsiniz. Daha çoğunu da Avrupayı gezenler hayvanat bahçelerinde, sokulma kor- kusu olmadan rahatca temaşa ede- bilmişlerdir. Benimki bunlara benze- mez; ben bir, beş, on değil, yüzler- cesini, hep bir arada, sere serbes kaynaşırlarken uzun uzun tetkik edebilmiş nadir İnsanlardanım. Ba- kınız nasıl: Bir yaz günü; âdelim üzere, Yarım- adayı, kıyısına köşesine kadar dönüp dolaşırken yolun eski tabyalar civa- rında, denize yakın bir harap kir çeşmesine uğradı. Suyu çekilmişti. Yalnız etrafında biraz rutubet sezi- liyor, her yer kupkuru, yanmış, kav- rulmuşken onun kenarlarında taze yeşillikler, yabani nane, çimen ve bir az da saz göze çarpıyordu. Baş ucun- da da iki söğüt ve bunların gölgesi vardı. Bu gölge altında, rahatça otu- rulabilecek yıkık taşlar hoşuma git- ti; elimdeki ceketi serdim, bir cıgara yaktım ve dinlenmeğe koyuldum. Ha aslanlar ha! Görelim sizi, İ Hava durgundu, ne dalga fışıltısı, ne yaprak hışıltısı... Etrafta koyun sü- rüsü olmadığından çân ve kaval se- GÜNÜN ANSİKLOPEDİSİ 8i de yoktu. 'Tam bir inziva, tam bir süküt içindeydim; hiçbir şey düşün- müyordum;-zira filozof istidatı ol- madığı için bu derece yalnızlık ve sessizlik arasında benim kafam da dururdu; bönleşir, fena halde kinleşirdim. Kötü kötü oturuyor, kıntıdan boğuluyordum, bu sırada kulağıma çeşmeden doğru hem sert, hem yumuşak bir takım düşüp kalk- ma sesleri, acayip ve fasılalı patırdı- lar geldi. Yaralı bir keklik sığınmış sandım, usulcacık yaklaştım, vaktile depo vazifesini görmüş olan yıkık kovuktan içeriye şöyle bir göz attım. Loşluk iyice görmeme mani olu yordu, uzandım. İnanılır şey değil, Evliya Çelebi seyühalnamesi veya bir Edgar Poe hikâyesi okuyoruz sarn- mayınız; kovukta birkaç yüz siyah çenber, kendi kendilerine kalkıp kal- kıp yere düşüyorlar, yine kalkıyor. Jar, birbirlerine giriyorlar, yine ayrı- Yıyorlar, yine zipliyorlar, yine seriliyor. lar, tekrar ayaklanıp tekrar harekete geçiyorlardı, Biraz daha yaklaştım, «0. kuldum; gözlerim de karanlığa âlı$- mıştı, birden irkildim, donakaldım. Bu oynak çenberlerin birer yassı bâ- Şı, bu başların ikişer iğne topuzu gözü ve açılan ağızlarında sivri dil- leri vardı; bunlar yılandı; içeride bir yılan meclisi kurulmuştu, daha doğ- rusu bir yılan dansingi.. Sarmal dolaş olmuşlar, ağır bir dansa, bir valse dalmışlar, kendilerinden geç- mişler, dünyadan habersiz oynuyc”- ardı; aşk ile, şevk ile, cezbeye kapıl mışlar, birteviye oynuyorlardı. Hat- ta daha tuhafımı söyliyeceğim, a sıra ağız ağıza geliyorlar, sinen yıldızlarını geçen bir uzunluk hırsla öpüşüyorlardı! Kovuk bir yılan «bars 1, yılanların gizli randevu evi, bir fisku fucur tekkesi, batakhanesi idi. Ben de bir polis hafiyesi gibi bu murdar yuvayı keşfetmiş, hepsini cürmü meşhut halinde yakalamıştım. Fakat onların beni yakâlamaması için ayaklarımı sırtıma vurup Canis mu kurtarmağı tercih etmiştim O gün bugündür fazla kalabalık, fazla sarhoş gece yarısı sonrası dans Sa- Tonları, tamamen benzememekle raber, bana bazan bü yılan hikâyesi ni hatırlatır; birbilerine sarilip kendinden geçmiş yılan cemaatinin mum söndü âyinini hatırlatan oçir- kin, soğuk; isterik manzarasını ye- niden görür gibi olur, iskemleleri, masaları, halkı yıkarak, çiğniyerek, ürkmüş bir at gibi kaçmaktan ken- dimi zor alikoyarım, REFİK HALİD ve Baltık denizi Baltık etrafında birçok siyasi ve askeri harekât cereyan ediyor. Şimal denizinin bir kotu olan ve sahilleri garben Danimarka, İsveç; şarkan Finlân- diya, Sovyet Rusya, Estonya, Letonya, Li toanya; cenuben Almanya, Dansig ve Po- lonya tarafından işgel edilen Baltığa «Şi- malin Akdenizi; derler. Asırlardanberi, gi- mal merileketleri için burası bir ticaret yolu olmuştur. Bilhassa Ruslar Baltık va- 'mtasile açık denize çıkabilirler. On sekizin- el asırda Büyük Petro, «Baltık, garbe açılan, ve Rusyaya deniz harası verebilecek pen- ceredir» demişti; ve Pinlândiya körfezinin nihayetinde Peterspurgu (şimdiki Lenin- gradı) kurmuştu. Fakst bu mahreç, her yıl öç dört ay kadar kapalı Kalır; çünkü deniz buz tutar. Baltığa pek çok nehirler döküldüğü için buranın suları, Okyanu- sunkine nisbetle ancak dörtte bir kadağ tuzladur. Kolay donmasına da, bu, sebep teşkil etmektedir. Avrupenin beşte üç sahasının sulsri Balığı dökülür. Bunlar 50 kadar mehir ve deredir ki, işlerinde Oder, Niyemen, Neva ve Vistül gibi mü- himleri vardır. Baltık, açık denize Skager - Rak, Katte- gat, Sound boğuzlarile bitişir. İçeriye çak tuzlu su girmesine bü boğaların darlığı mani olur. Almanların 1895 te açtığı Klel kanallie de Balığa girlir. Baltıkta yaman fırtınalar olur. Bilhassa Alman sahili, kıyılardaki döküntüler sebo- bile, gemieiler için tehlikeli sayılır. Baltığın mesahası 409700 kilometre mü- rabbandır. En meşhur lmanları Stokholm, Anbo yahut Turku, Kronstadt, Reval yaba Tallinn, Riga, Danzig, Kiel, Kopenhay ve Gdynia'dır. Bu denizin meşhur büyük kürlezleri, Botn!, Finlindiya, Riga yahut Livania kör- fealeridir. Baltığın derinliği pek ayır CÂzamisi 430 metre.) Senenin bazi mev- simlerindeki buz tutmalar dolayısile, Bel- tıktaki seyrüsefer, pek kesif değildir. m nn Bir İtalyan tayyrassi düşerek rçalandı Forli 12 (AA) — Üç motörlü bir İtalyan tayyaresi, yanlış bir manevra neticesinde Forli yakınında yere dü- şerek parçalanmıştır. Yedi kişi öl müştür. PROF, DR. KEMAL SERAV Gülhane Üroloji Kliniği Şefi Hastalarını Galatasaray Güney- palas No. 1 de kabul eder Muayene saatleri: 15 - 19

Bu sayıdan diğer sayfalar: