3 Eylül 1937 Tarihli Anadolu Gazetesi Sayfa 4

3 Eylül 1937 tarihli Anadolu Gazetesi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Yayfa 4 Fuardaki yaralama vak'ası Çeşmeli Bay Hasan, da- vasından vazgeçti Refik, öldürmek kasdile hareket etmedi- gini ve sarhoş olduğunu söyledi Evelki gece fuar sahasının | ranın iki gün işe mani olacak arka kısmında eğlence pavi- yonları arasında dolaşan Çeş- meli B. Hasan Yiğitin, Bay Refik adında birisi tarafından bıçakla yaralandığını yazmış- tık. Vak'a hakkında aldığımız tafsilâtı ve dün Sulhceza mah- kemesinde muhakeme edilen maznun B. Refiğin bu mesele hakkında anlattıklarını aşağıya yazıyoruz: Çeşmeli B. Hasan Yiğit, mezuniyetle şehrimizde bulu- nan Mersin cezaevi müdürü B. Hidayetle fuarda gezini- yordu. İki arkadaş, bazı pa- viyonları gezdikten sonra eğ- lence — paviyonları — arasında dolaşırken Çeşmeli B. Hasa- nin arkasına — vurulmuştur. B. Hasan, bir çocuğun taş atlı- ğını sanarak birdenbire arka- sına dönmüş: — Kim taş atıyor? Demiştir. Fakat ortada taş atan kimse olmadığını görünce elini arkasına doğru götürmüş, eline kan bulaşınca: — Beni- vurdular. Diyerek uzaklara bakmış, bir adamın kaçtığını görmüş: tür. Fakat kendisine otuz adım kadar uzaktâ olan bu adamı, polisler elinde bıçağı olduğu halde yakalamışlardır. B. Hasan, kabasından ya- ralanmıştı ve kendisini vuran B. Refik, bıçağı bir hamlede dibine kadar batırmış, bıçak kemiğe rastlıyarak - eğrilmişti. Ayağından kan akan B. Ha- — san, fuardaki polis ka.akolu- na gitmiş ve: — Beni vuranı görmek isti- yorum. Kimdir, ve niçin bu- 'nu yapmış? Demiş, karakola girince orada — Refiği — görmüştür. Refik, silâhçı Mustafanın kar- deşidir. Bundan bir müddet evel İkiçeşmelikte bir kahve açmıştı, bu kahvede kumar oynatıldığı anlaşılmış ve kah- vesi zabıtaca kapatılmıştı. B. Refik, zabıtaya verdiği ifadede: Bundan evel kahvemin kapatılmasına — sebeb — olan Çeşmeli B. Hasandır. Bundan muğber olarak onu vurdum, fakat öldürmek istemedim, is- seydim onu da yapardım. Demiştir. B. Hasan, bir otomobille hastaneye - gitmiş, yarasını sardırmış ve bir ra- derecede olduğu ve on gün sonra tekrar muayene icab ettiği zikrolunuyordu. Bu ra- por zabıtaya verilmiş ve hazır- lanan tahkikat evrakile B. Re- fik, dün müddeiumumiliğe ge- tirilmiş, oradan sulhceza mah:- kemesine verilmiştir. Hâkim; davacı mevkiinde bulunan B. Hasana ne diyeceğini sormuş, Be Hasan, vak'ayı yukarıda yazdığımız gibi anlatmış: — Ben bu âdama hiç bir fenalık etmedim. Belki iyilik etmişimdir. Bunu yapması için biç bir sebeb yoktu. Ben ge- zinirken arkadan gelerek hiç haberim olmadan bıçağını ge- lişi güzel sallamış, beni yara- lamiştir. Biçak, kabama — sap- lanmıştır. Fena bir yetime gelse idi beni öldürebilirdi. Fakat ben davacı değilim, davam yoktur. Tazminat ta is- miyorum. Demiş, hâkim, Refiğe, ne diyeceğini ve büu yaralama vak'asını niçin yaptığını sor- muş, Refik te şu sözleri söy- lemiştir: — Ben sarhoştum, ne yap- tığımı — bilmiyorum. Çeşmeli B. Hağsan, benim ağabeyimdir. Kardeşiz demektir. Hâkim — Sarhöştun da hi- çin gidip başkasını vürmâdin, B. Hasanı vurdun? Hem nasıl kardeş oluyorsunuz? Ananız, babanız bir mi? Maznun — Çeşmeli Hasan, benim ağabeyimdir. Mahkemece, maznunun tev- kifine, yaranın vaziyeti hak- kında kât'i rapor alınmasına ve Refiğin sabıkasının so- rulmasına karar verilmiş, mu- hakeme 4 Eylüle bırakılmıştır. Memnu mınta- kada avlananlar Tahkikata Urla müddeiumumiliğin. ce devam edilecek Urla kazası dahilinde mem- nu mıntakada avlanırken ya- kalanan tüccar B. Alyoti ile yedi arkadaşı hakkında Cum- huriyet müddeiumumiliğince yapılmakta olan tahkikat Urla müddeiumumiliğine intikal et- miştir. Suç, Urla kazasında işlendiği için tahkikata da Urla müddeiumumiliğince — devam edilecektir. ANADOLU Bir ecnebi ıö:lü&: Atatürk, Türkiyeyi az za- manda Avrupalılaştırdı Hayatta, büyük işler yapmanın, muvaffak olma- nın, insana verdiği bir tevazu vardır. İnönünde bu tevazu azami derecede mevcuddur Adana, 2 (A.A.) — Müte- addit İskandinav gazetesinin muhabiri ve son zamanda Başvekilimiz İnönü ile mülâkat yapmış olan İsveçli muharrir A, ). Fischer şehrimize gelmiş ve üç gün kalarak sanayi ve kültür müesseselerimizi tetkik etmiştir. Büyük bir Türk dos- tu olan Bay Fischer Adana- dan ayrılmazdan evel Türk Sözüne büyüklerimiz hakkında ve Türkiyede devam aden 8 aylık görüş ve etüdleri netice- sinde edindiği intibaları anla- tân güzel bir mülâkat ver- miiştir. Bay Fischer istikbalimizden bahsederken Türkiyede gör düğü ileri hareketi daha evel- ce ziyaret ettiği Balkan mem- leketleriyle mukayese ederek demiştir ki: — Bu milletlerle Türkiye- nin en büyük farkı onlarda inkişaf hareketinin yavaş bir seyir takib etmesine mukabil Türkiyede reformların baş dön: dürücü bir sürat alınış olma: sidır. İnsana en çok şaşkinlik ve hayranlık veren şey, Tür» kiye çok sıcak bir iklimde parâsizlik içinde insanların te- kâmüle karşı gösterdiği bu derin sevgi ve inkişaf arzusu- nun ortaya koymüş olduğu muazzam eserlerdir. Bu kana- atimi tamamiyle ifade edebil- mek için bir Türk dostu olan İsveç sefirinin şu sözlerini tek- rarlıyacağım: Bir stepten ibaret olan eski Ankaranın buğünkü modern Ankarayı gördükten sonra bu- rada sekizinci acaibi sebanın meydana gelmiş ve Türkiyede büyük bir mucizenin vukubul- muş olduğuna inanmamanın imkâmı yoktur. Benim kanaatime göre, Ata- türk, tarihteki büyük adamlar arasıtıda olduğu gibi bugünkü büyük devlet adamları arasın- da da en büyüğüdür. Filha- kika bugün birçok memleket: lerde de inkılâb yapmış büyük insanlar vardır. Fakat hiçbiri Atatürkün yaptığını yapma- mıştır. Hiçbir memleketin bü- yüğü Atatürkün işe başladığı zaman içinde bulunduğu şart- Sezsib Sanama —e lar altında elden çıkmış bir vâtanı kurtarmış ve bu kur- tulmuş harabeyi kısa bir za- man içinde mazi ile mukayese edilecek —olursa bir mamure | denilebilecek hale getirmiştir. Atatürk, Türkiyeyi kısa bir zaman içinde Avrupalılaştır- nuya ve kuvvetli bir devlet yapmıya muvaffak olmuştur. Atatürk tarafından bir ga- zetecinin kabul edilmesi çok şerefli binaenaleyh çok — güç birşey olduğunu — biliyorum. Fakat benim gibi Türkiyenin en candân dostu olan ve Türkiyeyi olduğu gibi İskan- dinav memleketlerine tanıtmak istiyen bir insan için Atatürk tarafından kabul edilmek ha- yatının en büyük şansidiır. Bi- naenaleyh bu şansı denemek- ten çekinmiyeçeğim. —Tüörk inkılâbının bugünkü seyrine ve sağlam adımlarına göre Türkiyenin ne kadar az bir zaman içinde Avrupanın herhangi büyük bir devleti seviyesine çıkabileceğini zan- nediyor musunuz? Sualine de B. Fischer şöyle cevap vermiştir: Türk inkıjâbı bu ahenkle, bu arzu ile ve bugünkü gibi bilerek Atatürk ve arkadaşla- rinin idaresi altında seyrine devam edecek ve harb gibi, büyük krizler gibi manialarla karşılaşmıyacak olursa 30-40 sene sonra her hangi bir Av- rupa milleti seviyesine yükse- leceğine şüphe yoktur. İsveçli gazeteci, Başvekili- miz hakktndaki ihtisaslarını da şu süretle anlatmıştır: — İsveç ve Norveç sefirleri ve daha evelce — görüşmüş olduğum diplomatlar bana İs- met İnönünün çok değerli, çok sevimli büyük bir devlet adamı ve diplomat olduğunu söylemişlerdi. Fakat kendisile görüştükten sonra İnönünün, hakkında söy- lenilenlerden daha çok yüksek ve kudretli bir şahsiyet, se- vimli, mütevazı ve en insani hislerle meşbu asil bir. insan olduğunu gördüm. Gezdiğim 18 memleketteki devlet adamları arasında onun değerinde bir insana - rastla- madım. Hayatta büyük işler yap- manın, muvaffak olmanın in- sana verdiği bir tevazu var dır. İnönünde bu tevazü aza- mi derecede mevcuddur. İnönü hayatımın en mühim hâdise- lerinden biri olan lütufkâr davetleri esnasında bana dün- yayı alâkadar eden bütün politika meselelerinden derin bir görüş ve vukufla bahset- tiler. Bu konuşmamız onun ne kudrette, ne emsalsiz bir insan, bir devlet adamı oldu- ğunu ispata kâfi idi. Bu mü- lâkat bana, onun yalnız büyük bir devlet adamı, büyük bir diplomat değil ayni zamanda nâadir - rasgelinci bir insan olduğunu da anlattı. Eğer biz gazetecilerin rasgeldiği ve görüştüğü devlet — adamları hep İnönü gibi olsalardı ga- zetecilik mesleği mevcüd mes- leklerin en tatlısı ve en hoşu olurdu. Şimal memleketlerile Tür- kiye arasında bazı karâkter ve ruh yakınlığı gören İsveçli ga- zeteci bu görüşünü de şü su- retle anlatmaktadır: — Bilhassa Finler ile Türk- ler arasında büyük bir karak- ter yakınlığı vardır. Bu ben- zeyiş hiç şüphesiz Finlerle Türkler arasında kan ve ori- jin akrabalığından ileri gel- mektedir. Finlândiyanın yaşa- miş olduğu - inkılâb ve mey- dana getirmiş olduğu eserlerle yeni Türkiyede bugün meyda- na gelmekte olan muazzam işlerin biribirine çok benze- mekte olması bu karakter ve ruh benzeyişini bariz bir su- rette izah eder. Bunun için- dir ki Finlândiyalılar Türkiye- nin inkişafını büyük bir alâka ve sempati ile takib etmek: tediler. Ben, şimal insanlarile Türkler arasındaki en büyük benzeyişi — misafirperverlikle- rinde ve civanmerdliklerinde buluyorum. Bu yüksek ruh asaletini insan İsveç ve Nor- veçin en uzak köylerinde ol duğu gibi Anadolunun da her hangi bir köşesinde kolaylıkla bulabilir. Ben evelce böyle Ç — — T 8 Eyldl 937 Bergama elektrik teıı'ıatı 31-8-1987 tarih ve 7294 sayılı gazetenizin ikinci sahife- sinin S inci sütununun sonla- rında Bergama elektrik tesi- satının yapılacağı ve keşiflere göre yeni tesisatın (5580)lira- ya çıkacağı bildirilmektedir. Halb ki mezkür tesisatın ke- şif bedeli (5580) lira olmayıp (55820) elli beş bin sekiz yüz yirmi liradır. Nahıa Vekaletinin tasdikin- den geçen Bu keşif ile proje- lerine göre Bergarna kasabası elektrik tesisalı — eksiltmeye konmuş ve ihalesi 22.-9-937 gününde yapılacaktır. Eksiltme ilânına bir tesir yapmamak için ( 5580) lira olarak sayım gazetenizde seh- ven yazıldığı anlaşılan keşif bedelinin elli beş bin sekiz yüz yirmi lira — olduğunun tashihini rica ederim, Bergama belediye reisi V. (İmza okunamamıştır) İran Hariciye Nazırı Moskovadan hareket etti.. Moskova, 1 (A.A.) — İran Hariciye Veziri B. Samiy dün Moskovadan hareket etmiş ve istasyonda Sovyetler -Birliği Hariciye Komiser Vekili Po- temkin, Hariciye Halk Komi- ser muavini Stomoniakovla İran ve Elfganistan büyük elçileri tarafından selâmlanmıştır. Bir İtalyan gemisi Karaya oturdu.. Honkong, 2 ( AA. ) 18,765 ton hacmindeki Conte Verde adlı İtalyan gemisi de karaya oturmuştur. Kasırga yüzünden hasara uğramış olan gnmilerin miktârı yirmiyi te- cavöz etmektedir. ADT N KA UUD bir misafirperverliğin ancak şimal memleketlerinde buluna- bileceğini zannederdim. Hal- buki Türkiyede de daha faz- lasını gördüm. Anadol gezmemiş - olan bir yıbııî:ı,:ııı Tuıkıy':yı ve Türk inkılâbımı anlamasına imkân yoktur. B. Fischer Adana hakkın- daki duygularını da şu suretle izah etmiştir: —Adanada en çok nazarı dik- katimi celbeden şey — şayanı hayret derecede ilerlemiş bir içtimai hayatın mevcudiyetidiır. Sonra cenub memleketlerine hâs olan sıcak çekici bir meş- rebin insanı bağlıyan bir kuv- veti var. Burada insanlar hep sıcak, insanın yüzüne gülen bir fizyonomi taşımaktadırlar. Di- yebilirim ki, Adanada Ankara ve İstanbuldan sonra —hatta onlarla başbaşa gittiği anla- şılan bir inkişaf ve garplılaş- ma hareketi var. por almıştır. Bu raporda ya- Ğ ASAT V L TROR T SAA AT YO BB LA T A TU M U AD GETEELENET İ GA M0 ZK YA YT DATLLANE AUA T z A SYKT K VETERTSEL ÜRE T YERER CU U GEİEEAMA KA ee İçlerinde asabına en ziyade hâkim olan birisi çakı ile çu- buklardan birini muayene etti. Çakı bu çubuğu kesmiye muktedir oldu ve kesilen yer gümüş gibi parladı ve: — Eyvah, dedi, halis kur- şun.. Bu kadar fedakârlıkla topladığımız altınlar hep kur- şun oldu. — Bu kadar büyük emel- ler de hep yıkıldı demektir. Şef: — Mümkün değil, diye ve bir deli gibi haykırdı, nasıl olurmuş, altın altındır; kurşun da kurşun.. Eğer altın çubuk- Nakleden: F.îımııddln Bınlluglu larımızı bir sihirbaz aşırmış da yerine kurşun çubuk koymuşsa mesele yoktur. Fakat bir da- kika evel hepimiz de görme- dık mi? Bunlar altındı. Vaziyet cidden mühimdi. Azalardan bir kısinı deli gibi olmuş, bir kısmı da çocuklar gibi ağlıyorlardı. Tröst erkânı nihayet, altınların kürşun — öl- duğuna hükmettiler.. Şef: — Felâket.. Dedi. Fakat birden durdu. Cör- lerini — düavara dikti. Sanki orada yazılı birşeyler — varmış Felâketi. gibi baktı, Ve arkadaşlarını o — tarala çekerek: — Buraya geliniz, hepiniz geliniz, dedi. Sonra buraya geliniz diyorum size.. Diye bağırdı. Tröst azası şefin gösterdiği yere koştular. Şef, duvarı par- mağile gösterdi ve: — Okuyüunuz! Dedi. Mahzende artık azami bir korku hüküm sütüyordu. Tröst erkânı, gözleri lTokmasından fırlamış bir halde duvardan şu yazıları okütmya başladılar: “Beşeriyete — kârşı — oinayet işlediğinizi size tekrarlıyorum. Arzın bütün altınlarını ihtikâr yapmak için topladınız. Bu mahzene yığdınız. Maksadınız, beşeriyetin kanını bu altınlarla emmekti. Fakat sizden büyük bir küvvet olduğunu aklımza getirmediniz. Telefonla ihtanı mâ güldünüz. İşte görüyorsu- nuz ki, altınlarınız kurşun ol- muştur. Bunları ihtikârsız ola- rak, kârsız olarak yerlerine iadeyi kabul ediniz, bu kur- şunları o anda gene altın ya- pacağım. , Şef, boğulur gibi oldu. Ne yapacağını bilmiyerek sadece: — Bu da ne demektir? . Azadan birisi: — Bu da kimdir? Böyle bize tahakküm kudretini ne- veden buluyor? Diye sordu. Fakat birden müthiş bir ses duyuldu, bu ses, mahzeni çınlatıyordu. Bu ses: — Teslim - olacak mısınız?. Çabuk bildiriniz, vakit | çiyorl. Dedi ge Reis bekle- meden: — Evet kabul ediyoruz. Dedi. —Pek âlâ.. Devlet ve ban- | kaların altınlarını hemen tak- | sim edecek misiniz? — Evetl.. — Zararlar da size aid de- ğil mi? — Eveti. Evetl. Bu heyecanlı muhavere bi- tince, tröst erkâmı derin bir nefes aldılar. Fakat büyük bir harpten çıkmış gibi yorgun ve bitkindiler. Biraz sonra şef söz aldı, ve: — Baylar, harikualöde, te- biatin fevkinde bir kuvvet daha - fazla önünde teslim olmak mecbu- riyetinde kaldık. Fakat kime teslim olduk, bunu bilmiyoruz. Yalnız böyle harikulâde hâdi- se ve hallerin Hindistanda çok olduğunu biliyorum. Bu- nun için bize hâkim olan gudretin de Hindistandan ve- ya bir Hindliden geldiğini kuvvetle sanıyorum. Altınları- mızin kurşun - olduğu — şüphe kabul etmiyen bir hakikattir, değil mi? Azadan en sözü geçeni: — Evet, dedi, fakat şimdi ne yapmak - fikrindesiniz?. — Tereddüde mahal mi var? Eski siyasetimize de- vam cdeceğiz.. Fakat sözünü bitirir bitir- mez elini alnına götürdü. — Sonu Var —

Bu sayıdan diğer sayfalar: