5 Kasım 1943 Tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 6

5 Kasım 1943 tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

7 Uslüp Muamması Mahmut. YESARİ «<üslüp, insandır!» de- (Buffon), mişti. Recaizade Ekrem, bunu, dilimi- ze müseccâ olarak tercüme etmiştir:. «Üslübu beyan, aynile insandır.» Üslübu inkâr etmek, insanı inkâr etmektir. Evet, üslüp “bizatihi in- san» dır. Fakat, bunun edebiyattaki rolünü, mevki'ni, (kıymetini, kuvveti- ni de biraz ayarlamak lâzımdır. Her muharririn bir üslübu, - daha açık bir anlatışla - bir yazı tarzı var- dır. Edebiyat çerçevesine girmiyen- lerde bile bu, görülür. Buna <billâr- laşma» da diyebiliriz. Bu, kaçınılmaz bir şeydir. Bununla beraber, yazı tarzı bir de- ğildir, 'bir olmamağa mahkümdur. Yazılar ya (subjectif) enfüsi, yahut (objectif) âfaki olur. çeşnide yazılamaz. Evet, kuvvetli muharrirler, ayni fikirleri, ayni mevzuları, kendi çeşni- lerile yazabilirler. Fakat hep, şahsi temayüllerine göre yazarlar, Fikirler, mevzular, çok değişiktir. Muharririn karakterine isyan eden fikirler, mevzular olur. Bazı istisna- ları - meselâ Şekspir - dışarıda bıra- kırsak, orta muharrirlerin değil, de- hâların bile karakterleri dışında sen- delediklerini, kısırlaştıklarını görü- rüz. Rasin, Korney, bunun en canlı misalidirler, Komedileri, tracedyala- rının yanında cüce kalır, Füzuli, Ruhii Bağdadi, Nef'i, Baki, Nedim, Şeyh Galip, Ziya Paşa, Fik- ret, Yahya Kemal, üslüpları tebellür etmiş şairlerdir. Süleyman Nazif, şiir de yazmıştır. Fakat, şiirlerinde Süleyman Nazif yoktur. Ahmet Haşim, hem şiirde, hem nesirde ayrı ayrı üslüp sahibi idi. Viktor Hügo gibi. Moris Bares'in şiirleri, nesri kadar 'kuvvetli değil- dir. «Du sang de la volupte et de la mort» muharriri, nesrinde, şiirle- rinden daha çok şairdir. «Villiers de L'İsle < Adam» da hem şiirde, hem Bunlar, ayni de nesirde kuvvetlidir. Fakat böyle- dır. Muhakkak ki üslübile doğar. Bilhassa sanatta, zorlamak ol- maz, “tasannu» sanatı öldürür. muharrir, «Üslübu beyan, aynile insandır» diyen üstad Ekrem, «Araba sevdası» nda, “demdeme», «zemzeme» şairi değildir. Türkçede ilk mizahi roman «Araba sevdası» dır. Eğer devrin ica- batından olan ağdalı yazış tazına da sapmayıp konuştuğu ve düşündüğü “gibi yazmış olsaymış, üstad Ekrem, hakikaten «üstâd» olacakmış. Eşref, heccavlıkta, Süruri'ye yakın- dır. Fakat, Süruri kadar hususiyeti yoktur, Nefi, «Sehamı kaza»sında eş- sizdir. Ziya Paşa da «Zafername» de, «Zafername şerhi» nde öyledir. Gel- gelelim, biri «Divanında», o öbürü «Terci'» ve «Terkibi bend» inde ol- duğu kadar kuvvetli değillerdir. Bazı muharrirler, üslüp yaratmak istiyorlar. Üslüp, kendiliğinden te- kevvün eden bir kuvvettir. Meselâ Refik Hal'd'in kalemi «Satir politik»e yatıyor. Fakat, romanlarında, hikâ- yelerinde, girift, dolambaçlı bir üslüp kullanıyor. Acaba, hangisini edebiyat farzediyor? Evliya Çelebi'nin üslübunu inkâr edemeyiz. Bizde, Tanzimattan sonra dahi, üslüp sahibi, tex muharrir çik- mamıştır, «Üslüpkâr» sanılanlerın üslüplarındaki şahsiyet sun'i tertip- lerden başka bir şey değildir. Mevzuun emrettiği bir üslüp var» dır. Üslüp sahibi muharrir, üslüâbunu mevzua intibak ettirebilendir. Fıkra, küçük hikâye, büyük hikâ- ye, roman, hâtıra, seyahat, komedi, piyes, tracedya, şiir, tenkid ve saire ve saire, başka başka üslüplarla yazıl- mak mecburiyetindedir. Bir hikâyeci, her hikâyesini ayni üslüpla yazamaz.. Yazabilir, amma, mevzuun ruhunu öldürür. Şahısla- rın konuşmaları, vakaların gidişi, hepsi hepsi ayrı şartlar içindedir. Muharrir, mevzu, ne kadar gözünün önünde olursa olsun, mevzua tahak- iküm edemez. Çünkü, vakayı ve şa- hısları yarattığı halde, vakalar o ve şahıslar yalnız kendisinin yahsulü olmadığı, hilkatin, hayatın, iabiatin ub leri, parmakla gösterilecek kadar az- malı olduğu için, tamamile kendisi- nin değildir. Bir «vodvil», bir tracedya üslübile yazılamaz.. «Füzuli'nin hicv şikâye- tni, kendi <yanık âşık» dilile yazmış olsaydı, bugün okuyan olmazdı. Üslüpçuluk, bir doğuş kuvveti ol- makla beraber, çok tehlikeli bir can- bazlıktır. Bu kuvveti, maharetle kul- lanmak lâzımdır. ' Mevzu, üslübu yener ve üslüp ye- nilince, muharrir de yenilir. Bir muharririn yazılarında üslüp nasıl tekevvün, nasıl teessüs eder?. Bu, bir muammadır. Sun'iliğe kapı- lanlar, aldanırlar. Bizde, neden üslüpçu adini). Lisan istihalelerini de biraz göz önün- de tutmalıyız. Fakat, buna rağmen yetişebilirdi. Yetişmemesinin sebep- lerinden biri, en başlıcası:<tasannu»u sanat sanıp yaptıkları işte muvaffak olduklarına inanmalarıdır. .Reklâm- ük ve arkadaşlık gayreti güdülerek yazılan tenk'dler de bu kanaati des- teklemekte ve körüklemektedir. Üslüp muammasını, ne zaman hal- ledeceğiz? Gelecek nesillerden bunu bekliyoruz ve lisanımız son istihale- sini geçirdiği için bunu beklemek de hakkımızdır. Öz ve hakiki türkçenin üslüp ma- yalaşmasını da bize (Büyük Doğu) getirecektir. / RÜYA , Rüya görmek ne iyi! Sana «Sevgilim!» diyebiliyorum, Beraber şarkı söylüyoruz. (Sesim birden güzelleşmiş!) Rüya görmek ne iyi! Rengini bilmediğim gözlerin Saatlerce yüzümde. Ve bir çile ipek gibi avuçlarımda başın. Rüya görmek ne iyi! Sen de beni seviyorsun. Halbuki bütün gün Gözlerim pencerende, Bir an görünürsün diye. Rüya görmek ne iyi! İskender Fikret AKDORA

Bu sayıdan diğer sayfalar: